59
- mutlunecmettin
- 2 gün önce
- 40 dakikada okunur
Macron duyurdu: 26 ülkeden Ukrayna'ya 'güç konuşlandırma' taahhüdü
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, 26 ülkenin Ukrayna'ya güvence güçleri konuşlandırma taahhüdü verdiğini açıkladı. Macron, bu gücün Rusya'ya karşı herhangi bir savaş yürütmeyi hedeflemediğini belirtti
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Gönüllüler Koalisyonu'ndan 26 ülkenin ateşkes kapsamında Ukrayna'ya güvence güçleri konuşlandırma taahhüdünde bulunduğunu duyurdu. Macron, Fransa ve İngiltere'nin eş başkanlığında hibrit formatta gerçekleşen Gönüllüler Koalisyonu Liderler Zirvesi'ne ev sahipliği yaptı. Toplantının ardından Macron, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski ve ABD Başkanı Donald Trump ile telefonda görüştü.
Görüşmeden sonra Macron ve Zelenski, başkent Paris'te ortak basın toplantısı düzenledi. Macron, ABD, Ukrayna, Avrupa ülkeleri ve Gönüllüler Koalisyonu üyelerinin Rusya-Ukrayna Savaşı'nda barışın tarafı olduğunu belirtti. "Rusya, 2022'de savaşı seçen tek ülkeydi, tıpkı 2008'de Gürcistan'da ve 2014'te Kırım ve Donbas'ta yaptığı gibi. Rusya, bugün savaşa devam etmeyi ve hatta bazen birçok ortağın üstü kapalı onayıyla bunu yoğunlaştırmayı seçen tek ülke" diyen Macron, Ukrayna'nın savaşı seçmediğini ve Trump'ın koşulsuz ateşkesi kabul ettiğini söyledi.
"Ahlaksız, hukuka aykırı ve imkansız bir teklif"
Fransız Cumhurbaşkanı, Rusya'nın sürekli olarak bahane ürettiğini, oyalama taktikleri uyguladığını, zaman kazanmaya çalıştığını ve savaş arzusunda olduğunu kaydetti. Savaşta ölenlerin net sayısını bilmediklerini aktaran Macron, "Ancak Rusya, Ukrayna topraklarının yüzde 1'inden azını elde etmek için kendi cephesinde 1 milyondan fazla asker kaybetti. Bunlar öldürüldü veya yaralandı." dedi.
Macron, tüm barış görüşmelerinde ön koşul olarak, Rusya'nın Ukrayna ordusundan ağır kayıplar verdiği bir bölgeden çekilmesini istemesini "ahlaksız, hukuka aykırı ve imkansız bir teklif" olarak nitelendirerek, başından bu yana bu görüşmelerin yalnızca ateşkes veya barış anlaşması yanında, Ukrayna için güçlü güvenlik garantileri olduğu takdirde mümkün olabileceğini savunduklarını kaydetti.
Fransa Cumhurbaşkanı, ateşkes kapsamında, Gönüllüler Koalisyonu'ndan 26 ülkenin Ukrayna'ya güvence güçleri konuşlandırma veya "karada, denizde veya havada" bulunma taahhüdünde bulunduğunu açıklayarak, bu gücün Rusya'ya karşı herhangi bir savaş yürütmeyi hedeflemediğini belirtti. Gönüllüler Koalisyonu'nun, 35 üyesinin Ukrayna'ya barış ve güvenlik garantileri sağlama konusundaki askeri ve siyasi katkısını masaya yatırarak netleştirdiğini belirten Macron, müzakerelerde Ukrayna ordusunun kapasitesi açısından herhangi bir sınırlama olmamasını hedeflediklerini kaydetti.
Kongo Demokratik Cumhuriyeti'de 16'ncı dalga Ebola salgını: Dördü sağlık çalışanı 15 kişi hayatını kaybetti
Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nin Kasai ilinde Ebola salgını ilan edildi. Ülkede 1976’dan bu yana kayıtlara geçen 16’ncı Ebola salgınında şu ana kadar dördü sağlık çalışanı 15 kişi hayatını kaybetti
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Kongo Demokratik Cumhuriyeti (KDC) Sağlık Bakanlığı, Kasai iline bağlı Mweka bölgesinde Ebola salgını ilan etti. Sağlık Bakanı Samuel Roger Kamba, başkent Kinşasa'da düzenlediği basın toplantısında, Mweka bölgesinde ilan edilen salgında şimdiye kadar 28 Ebola vakasının tespit edildiğini açıkladı. Kamba, salgın nedeniyle 15 kişinin hayatını kaybettiğini ve ölenler arasında 4 sağlık çalışanının bulunduğunu belirtti.
Bakan, ölüm oranının yüzde 57 olarak belirlendiğini ve rakamların geçici olduğunu, araştırmaların sürdüğünü kaydetti. Kamba, hükümetin, Halk Sağlığı Acil Durum Operasyon Merkezi aracılığıyla müdahale koordinasyon mekanizması kurduğunu söyledi. Bakan, hızlı müdahale ekiplerinin sahaya sevk edildiğini, gözetimin güçlendirildiğini, izolasyon prosedürleri uygulamaya konduğunu ve cenaze işlemlerinin diğer insanların güvenliğini sağlayacak şekilde yeniden düzenlendiğini aktardı.
Öte yandan Kanada merkezli Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF), Ebola salgınına müdahale için bölgeye ekip gönderdiğini açıkladı. MSF, ulusal otoriteler ve uluslararası sağlık ortaklarıyla koordinasyon halinde hareket ettiklerini belirterek, "Durumu değerlendiriyoruz ve müdahaleye en iyi şekilde nasıl katkı sağlayabileceğimizi araştırıyoruz." ifadelerine yer verdi.
Ülkede 1976’dan bu yana 16 Ebola salgını oldu
Ebola, hastanın ya da ölen kişinin vücut sıvılarıyla doğrudan temas veya enfekte hayvanlarla temas yoluyla bulaşan ciddi, kanamalı bir viral hastalıktır. KDC’de bu, 1976’dan bu yana kayıtlara geçen 16’ncı Ebola salgını oldu. Ülkedeki en büyük salgın ise 2018-2020 yılları arasında Kuzey Kivu ve Ituri illerinde yaşanmış ve 2 binden fazla kişi hayatını kaybetmişti.
Kaynak: AA
Uber trenleri geliyor: Avrupa'da kritik adım, Eurostar'a demiryollarında meydan okuma
Uber'in projesi kapsamında 10 yüksek hızlı tren, doğu Londra’daki Stratford International istasyonundan Brüksel, Paris ve Lille gibi şehirlere doğrudan sefer yapacak
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Yakında İngiltere'deki yolcular, Londra’nın kalabalık ve yoğun St. Pancras International istasyonuna uğramadan, doğrudan Avrupa’nın önemli şehirlerine yüksek hızlı trenlerle ulaşabilecek.
Uber, Eurostar’ın Manş Tüneli üzerindeki hakimiyetine rakip olacak yeni bir girişim duyurdu: Uber Trains. Proje kapsamında 10 yüksek hızlı tren, doğu Londra’daki Stratford International istasyonundan Brüksel, Paris ve Lille gibi şehirlere doğrudan sefer yapacak.
Taşımacılık devi bu girişim için Gemini Trains adlı bir girişimle ortaklık kurdu. Onayların ve inşaat sürecinin tamamlanmasının ardından seferlerin 2029 gibi erken bir tarihte başlayabileceği belirtiliyor. Gemini Trains, projeyle ilgili başvurularını demiryolu düzenleyicisine şimdiden iletti.
Uber uygulaması üzerinden bilet alınabilecek. Şirket hâlihazırda taksi, bisiklet ve Thames Nehri üzerinde tekne seferleri sunuyor.
Stratford International öne çıkıyor
Doğu Londra hızla bir ticaret ve ulaşım merkezi haline gelirken, Stratford International da yolcular için giderek cazip bir başlangıç noktası oluyor.
İstasyon halihazırda pek çok iç hat bağlantısı sunuyor, yakın zamanda Elizabeth hattının eklenmesiyle genişletilip yenilendi. Ayrıca Overground, DLR ve Southeastern hatlarıyla bağlantılı olduğundan, Londra’nın dört bir yanından ve İngiltere’nin güneydoğusundan kolayca erişilebiliyor.
Euronews'in haberine göre planlar sadece Stratford’la sınırlı değil. Gemini Trains, Kent’teki Ebbsfleet International istasyonundan da Paris’e seferler başlatmayı hedefliyor. Geniş otopark alanları ve bölgesel tren hatlarıyla beslenen istasyon, Londra dışındaki yolcular için uygun bir kalkış noktası olarak görülüyor.
Gemini Trains CEO’su Adrian Quine, The Times’a yaptığı açıklamada, “Doğu Londra’da terminus açmak ve Ebbsfleet’i yeniden kullanmak, Kanal ötesi tren hizmetlerini 18 milyon kişiye erişilebilir hale getirecek,” dedi.
Eurostar’a meydan okuma
Uzun yıllardır Manş Tüneli yolculuğunu Eurostar domine ediyordu. Ancak şirketin bilet fiyatları sık sık eleştiri konusu oluyor:
Paris’e gidiş-dönüş biletleri, haftalar önceden alınsa bile çoğunlukla 230 euroyu aşıyor. Ayrıca düşük hizmet güvenilirliği, yanıltıcı reklamlar, sefer sorunları ve gecikmeler, Eurostar’a yönelik tepkileri artırmış durumda.
Uber Trains’in pazara girişi hem fiyatlarda rekabet yaratabilir hem de hizmet kalitesini yükseltebilir. Gemini Trains, internet sitesinde şunları belirtiyor: “Utangaç olmayan, tamamen müşteri odaklı bir hizmet kültürü, uygun fiyatlı biletler ve yenilikçi teklifler demiryolu yolculuğunu yeniden canlandıracak.”
Şirket ayrıca, Eurostar’a karşı rekabetçi fiyatlarla hem “ekonomi” hem de “business” koltuk seçeneği sunarak yolcular için cazip bir alternatif oluşturabileceklerini ifade ediyor.
Uber Trains’in hayata geçmesi, özellikle yükselen seyahat fiyatlarının tatil bütçelerini daralttığı bir dönemde, yolculara Kanal ötesi yolculukta daha fazla seçenek sunabilir.
Kaynak: Gazete Oksijen
Putin’den Ulusal Messenger: WhatsApp ve Telegram’a kısıtlama
Putin’in imzaladığı yeni yasa ile Rusya’da “ulusal mesajlaşma uygulaması” dönemi başladı. VK’nın geliştirdiği Max hızla yaygınlaşırken, WhatsApp ve Telegram’a kısıtlamalar getirildi. Dijital hak savunucuları, uygulamanın Kremlin için bir gözetim aracına dönüşmesinden kaygılı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Rusya Dijital Kalkınma Bakanı Maksut Şadayev, yaz aylarında Putin ile yaptığı televizyon yayınına yansıyan görüşmede 90 milyondan fazla Rus’un WhatsApp gibi yabancı uygulamaları kullandığını, bu şirketlerin “Rus kullanıcılarına giderek daha yıkıcı davrandığını” söyledi.
Çözüm olarak ise “tamamen Rus yapımı bir mesajlaşma uygulaması” önerdi. Putin’in cevabı kısa oldu: “Bu son derece önemli.”
Birkaç hafta sonra Putin, “ulusal mesajlaşma” yasasını imzaladı ve bu statüyü, VKontakte (VK) tarafından geliştirilen ve Kremlin’e yakın çevrelerin doğrudan kontrolünde olan Max adlı uygulamaya verdi.
WhatsApp ve Telegram’a kısıtlamalar
Rusya’nın internet düzenleyicisi Roskomnadzor, geçtiğimiz ay WhatsApp ve Telegram’daki aramaları “kısmen kısıtladığını” duyurdu. Gerekçe olarak “aldatma, şantaj, sabotaj ve terör faaliyetlerinde kullanılması” gösterildi.
Bu adımlar, Rusya’nın Ukrayna işgalinden bu yana çevrimiçi özgürlüklere yönelik en sert müdahalelerden biri olarak değerlendiriliyor. Devlet aynı zamanda VPN kullanımını da hedef alıyor, “aşırılıkçı içeriklere” erişimi suç kapsamına alıyor ve göçmen işçilere konum takibi yapan bir uygulamayı zorunlu kılıyor.
Endişeler: Max, Truva atı
Dijital hak savunucuları, Max’in devlet için tam bir gözetim aracı olabileceği uyarısında bulunuyor. VK verilerine güvenlik birimlerinin sınırsız erişimi bulunuyor; ayrıca Max, WhatsApp ve Telegram’ın aksine uçtan uca şifreleme sunmuyor.
İnternet Koruma Derneği Başkanı Mihail Klimarev, “Max aslında bir Truva atı. VK’da paylaşılan içerikler yüzünden zaten çok sayıda insan ceza alıyor. Max’in farklı olacağına inanmak imkansız” dedi.
WeChat modeline benzetiliyor
VK, Max’in geliştirilmesine 2024’te başladı. Uygulama, Çin’in WeChat modeli örnek alınarak tasarlandı: mesajlaşmanın yanı sıra kamu hizmetleri ve bankacılık işlemleri tek platformda toplanıyor.
Devlet destekli yoğun bir tanıtım kampanyasıyla birlikte kullanıcı sayısı hızla arttı. Haziran başında 1 milyon olan kullanıcı sayısı bugün 30 milyona ulaştı. Devlet kurumları, okullar ve yerel yönetimler de resmi yazışmalarını Max üzerinden yapmaya başladı.
Kaynak: Gazete Oksijen
"Trump, Yüksek Mahkeme’yi şantajla baskılamaya çalışıyor"
Politico yazarı Ankush Khardori "Trump’ın gümrük vergilerini savunacak güçlü bir hukuki zemini olmadığından, vergilerin iptalinin ülke için yıkıcı sonuçlar doğuracağını iddia ediyor" değerlendirmesinde bulundu
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD siyasetinde tartışmaların odağına yeniden gümrük vergileri oturdu. Yale Üniversitesi’nin hazırladığı modellemeye göre, Trump’ın gümrük vergileri bu yıl tek başına enflasyonu artıracak ve ortalama bir Amerikan hanehalkına 2.400 dolara mal olacak. Yıl sonuna kadar ABD'de yarım milyon iş kaybına yol açacak ve Amerikan ekonomisini yılda yaklaşık 125 milyar dolar küçültecek. Model ayrıca hükümetin gümrük vergilerinden 2,7 trilyon dolar gelir elde edeceğini öngörüyor.
Donald Trump, sıkıntılı ekonomik politikasını kurtarmak için bu kez Yüksek Mahkeme'nin kapısını çalmaya hazırlanıyor. Yönetim, vergilerin ülkeyi “felaketin eşiğinden kurtardığını” ve “eşi benzeri görülmemiş bir refah getirdiğini” savunuyor. Ancak alt mahkemelerden çıkan kararlar, söz konusu vergilerin hukuken son derece zayıf bir zemine dayandığını ortaya koydu.
Politico'dan Ankush Khardori, Trump'ın Yüksek Mahkeme sürecindeki stratejisini yazdı. "Trump, Yüksek Mahkeme’yi şantajla baskılamaya çalışıyor" başlıklı yazısında Khardori, "Trump’ın gümrük vergilerini savunacak güçlü bir hukuki zemini olmadığından, bunların iptalinin ülke için yıkıcı sonuçlar doğuracağını iddia ediyor" ifadelerini kullandı.
"Trump yönetiminin aleyhte bir kararın dış ilişkiler üzerindeki etkisine dair argümanları neredeyse tamamen tersine işliyor. Yüksek Mahkeme’nin yönetim aleyhine vereceği bir karar gerçekten de diplomatik konumunu zedeleyebilir, ancak bunun nedeni, yabancı hükümetlerin baştan beri yasa dışı olan küresel bir politika girişiminin mağduru olmasıdır" ifadelerini kullanan Khardori'nin Politico'da yer alan yazısı şöyle:
"Donald Trump, çok sevdiği gümrük vergilerini kurtarmak için son bir hamle yaparak Yüksek Mahkeme’nin kapısını çaldı. Umudu, Cumhuriyetçi atamaların kendisine destek vermesi. Ancak yönetimin hukuki gerekçeleri oldukça zayıf; nitekim alt mahkemelerden çıkan aleyhte kararlar da bunu ortaya koydu. Bu durum, Trump ve ekibinin mahkeme eğer geri adım atmazsa ülke için neler olacağına dair giderek daha abartılı açıklamalar yapmasına yol açtı.
Trump’ın yaklaşımı Henny Penny adlı eski bir masala atıfla “Küçük Tavuk Savunması” olarak tanımlanıyor: Trump, mahkemeler gümrük vergilerini onaylamazsa bunun “ülke için tam bir felaket” olacağını ve “Amerika Birleşik Devletleri’ni kelimenin tam anlamıyla yok edeceğini” iddia etti. Federal Temyiz Mahkemesi’nin vergilerin büyük kısmını yasa dışı ilan etmesinin ardından yaptığı bu çıkışı, birkaç gün sonra yineledi. Hatta işi daha da ileri götürerek ABD’nin “gümrük vergileri sayesinde 17 trilyon dolar gelir elde ettiğini” öne sürdü ki bu iddia, gerçeklikle bağdaşmayan açıkça abartılı bir söylemdi.
Çarşamba gecesi Yüksek Mahkeme’ye sunulan dilekçede, yönetim aynı çizgide devam ederek, “gümrük vergilerinin barışı ve eşi görülmemiş ekonomik refahı teşvik ettiğini” ve “Amerika’yı felaketin eşiğinden çekip aldığını, dünyadaki saygınlığını ve konumunu yeniden tesis ettiğini” savundu.
Özetle bu durum, yönetimin hukuken oldukça zayıf bir zeminde olduğunun dolaylı bir kabulü anlamına geliyor. En iyimser bakış açısıyla bu girişim, Yüksek Mahkeme’yi muhafazakârların yıllardır karşı çıktıklarını söyledikleri türden sonuç odaklı bir yargı aktivizmine yönlendirme çabasıdır. Daha olumsuz bir yorum ise bunun, mahkemeyi açıkça yasa dışı ya da anayasaya aykırı olsa bile Trump’ın istediğini vermeye zorlayan siyasi bir baskı girişimi olduğudur.
Yönetim, bu stratejiyi aylardır alt mahkemelerde de deniyor ancak şimdiye kadar başarısız oldu. Yönetimin en üst düzey yetkililerinin yanı sıra Adalet Bakanlığı’nın kendisi de bu süreçte kendi güvenilirliklerini zedeledi.
Mayıs ayında, ABD Uluslararası Ticaret Mahkemesi’nde üç yargıçtan oluşan heyet Trump’ın Uluslararası Ekonomik Acil Durum Yetkileri Yasası kapsamında koyduğu gümrük vergilerinin yasa dışı olduğuna oybirliğiyle karar vermeden hemen önce, üst düzey yönetim yetkilileri son dakikada devreye girerek bu kararı engellemeye çalıştı.
Mahkeme, tüm bu korku tellallığını görmezden geldi, ancak dava Federal Temyiz Mahkemesi’ne taşınırken yönetim geri adım atmadı. Trump, geçen ay bir kaybın “BÜYÜK BUHRAN”a yol açacağını iddia etti. Başsavcı John Sauer ve Adalet Bakanlığı Medeni İşler Dairesi Başkanı Brett Shumate, mahkemeye Trump göreve gelmeden önce “Amerika Birleşik Devletleri’nin ölü bir ülke” olduğunu ve aleyhte bir kararın “benzeri görülmemiş bir başarı yerine yıkıcı ekonomik sonuçlar doğuracağını” söyledi. Geçen Cuma, Rubio çıtayı daha da yükselterek olumsuz bir kararın yönetimin Ukrayna’daki savaşı bitirmesini zorlaştıracağını öne sürdü.
Mahkemelerde yönetimin yaşadığı bocalamayı takip edenler için bu aşırı iddialar bir nebze anlaşılır. Yönetimin IEEPA kapsamındaki gümrük vergileri başından beri hukuki açıdan zayıf bir zemine dayanıyordu ve hükümetin argümanları zamanla hiç gelişmedi. Daha az net olan ise, Trump’a defalarca olağanüstü bir hoşgörü göstermiş olan bu Yüksek Mahkeme’nin gerçekten umursayıp umursamayacağıdır.
IEEPA tarifelerine karşı hukuki argüman, Kongre ile başkan arasındaki kuvvetler ayrılığına dair temel anayasal ilkelere dayanıyor.
Özellikle, Anayasa vergilendirme ve gümrük vergisi koyma yetkisini Kongre’ye veriyor. Yıllar içinde Kongre bu yetkiyi, çeşitli usuli ve esaslı sınırlamalar içeren birkaç ticaret yasası aracılığıyla yürütme organına devretti.
Buna karşılık, genellikle ekonomik yaptırımlar uygulamak için kullanılan IEEPA'nın metninde “tarife” kelimesi bile geçmiyor. Ve Trump öncesinde, bu yasa yürürlükte olduğu yaklaşık 50 yıl boyunca hiçbir başkan IEEPA’yı gümrük vergisi koymak için kullanmaya kalkışmamıştı. Aslında Kongre, IEEPA’yı başkanın ekonomi konusundaki olağanüstü yetkilerini sınırlamak amacıyla çıkardı; başkana Kongre onayı olmadan Amerikalılara büyük bir vergi yükü getirme veya istediği zaman ve istediği sebeple küresel finans sistemini altüst etme yetkisi vermek için değil.
Liberal hukukçular için bu gerekçe tek başına başkanın tezini reddetmek için yeterli olsa da, Trump yönetiminin IEEPA’yı yorumlama biçimi, Yüksek Mahkeme’deki Cumhuriyetçi atamalar tarafından son yıllarda geliştirilen “önemli sorular doktrini” (major questions doctrine) ile de çelişiyor. Bu doktrine göre, bir yürütme işlemi tanımsız bir “ekonomik ve siyasi önem” eşiğini aştığında, Kongre’den açık bir yetki devri olması gerekir. Eğer böyle bir yetki yoksa, o işlem yasadışıdır.
Muhafazakârlar, Yüksek Mahkeme’nin muhafazakâr çoğunluğu bu doktrini kullanarak Joe Biden’ın öğrenci kredisi affı planının büyük bölümünü iptal ettiğinde bu teoriyi alkışladı. Ancak o planın öngörülen ekonomik etkisi, Trump’ın gümrük vergisi politikasının yanında çok küçük kalıyor. Yale Üniversitesi’nin hazırladığı bir modele göre, Trump’ın gümrük vergileri bu yıl tek başına enflasyonu artıracak ve ortalama bir Amerikan hanehalkına 2.400 dolara mal olacak; yıl sonuna kadar yarım milyon iş kaybına yol açacak; Amerikan ekonomisini yılda yaklaşık 125 milyar dolar küçültecek. Model ayrıca hükümetin gümrük vergilerinden 2,7 trilyon dolar gelir elde edeceğini öngörüyor ki bu da Amerikan halkına dayatılan büyük ve gerici bir vergi anlamına geliyor.
Tüm bunlara rağmen Trump yönetiminin hukuki savunması, IEEPA’nın başkana ithalatı “düzenleme” yetkisi verdiği ve bunun da başkana istediği zaman, istediği gerekçeyle gümrük vergisi koyma konusunda sınırsız bir yetki tanıdığı iddiasına dayanıyor. İlgili hukuki çerçeve hakkında hiçbir şey bilmiyorsanız kulağa ikna edici gelebilir, fakat Federal Temyiz Mahkemesi’nin geçen hafta vardığı sonuç açıktı: “Sadece ‘düzenleme’ yetkisinin verilmesi, kendi başına gümrük vergisi koyma yetkisini içermez.” Nitekim Anayasa’nın kendisi bile “düzenleme yetkisi” ile “vergilendirme yetkisi” arasında ayrım yapar.
Üstelik, Yüksek Mahkeme’nin görevi başkanı, kabinesini ya da avukatlarını kendi hatalarından kurtarmak ya da uluslararası arenada küçük düşmelerini engellemek değildir. Mahkeme, yürütme yetkisine ilişkin büyük bir davada görevdeki başkan aleyhine karar verdiğinde bu her zaman yaşanabilir ve bu gerilim, yargısal denetimin ve Amerikan anayasal sisteminin özünde vardır.
Hukuki açıdan bakıldığında, tüm bunlar mahkemedeki Cumhuriyetçi atamaların Trump aleyhine karar vermesi için yeterlidir. Ancak onlar için ek bir yan fayda daha var: Güvenilirliklerinin dip yaptığı bir dönemde Amerikan halkının yanında yer alabilirler.
Geçen ay yayımlanan bir Gallup anketine göre, Yüksek Mahkeme’nin onay oranı bir kez daha tüm zamanların en düşük seviyesine geriledi. Bunun nedeni büyük ihtimalle, Cumhuriyetçi atamaların 2022’de Roe v. Wade kararını bozması ve Trump göreve döndüğünden beri ona verdikleri bir dizi büyük zaferdir.
Dışişleri Bakanı Marco Rubio, mahkemeye sunduğu dilekçede, yönetim aleyhine bir kararın “ABD’nin dış politikası ve ulusal güvenliğine ciddi ve telafisi imkânsız zararlar vereceğini” ve “müttefikleri de düşmanları da cesaretlendireceğini” savundu. ABD Ticaret Temsilcisi Jamieson Greer, olumsuz bir kararın “dış politikada felaket senaryosu yaratacağını” öne sürerken, Hazine Bakanı Scott Bessent bunun Trump’ın “Amerika Birleşik Devletleri’nin ulusal güvenliğini ve ekonomisini koruma kabiliyetini dramatik biçimde etkileyeceğini” iddia etti.
Bu arada, kamuoyu ne gümrük vergilerine ne de Trump’a sıcak bakıyor. Yapılan anketler, Amerikan halkının yaklaşık yüzde 60’ının gümrük vergilerine karşı olduğunu tekrar tekrar gösterdi. New York Times’ın anket ortalamalarına göre ise Trump’ın görev onayı oldukça düşük: Amerikalıların yüzde 43’ü Trump’ı onaylarken, yüzde 52’si performansını beğenmiyor.
Tüm bunlar, Yüksek Mahkeme’deki Cumhuriyetçi atamaların bu davada Trump’ın arkasında yekpare şekilde hizalanmayabileceğini düşündürüyor. Yine de, bu yargıçların istedikleri zaman kendi ilke beyanlarını bir kenara bırakıp Trump’ın yanında saf tuttukları dikkate alındığında, sonucu tahmin ederken temkinli olmak gerekir.
Buna örnek olarak, geçtiğimiz yaz verilen Trump dokunulmazlık kararı gösterilebilir. Muhafazakâr yargıçlar, Trump’ın yeniden seçilmesinin önünü açan bu kararda, kendilerini “metinci” ve “orijinalist” olarak tanımlamalarına rağmen, Anayasa metninde ya da kurucu babaların beklentilerinde hiçbir dayanağı olmayan bir hüküm verdiler. Muhafazakârların Trump lehine kendilerini esnetebilecekleri diğer yol ise, tüm karşı kanıtlara rağmen, IEEPA’yı belirsiz ve ucu açık bir başkanlık dış politika aracı olarak kabul etmeleri olur. Yüksek Mahkeme, dış ilişkiler ve ulusal güvenlik meselelerinde başkanlara geniş takdir yetkisi tanıma geleneğine sahiptir; eğer muhafazakârlar Trump’ın yanında durmakta ısrarcı olursa, bu en açık yoldur.
Sonuçta, muhafazakârların gümrük vergisi davasına nasıl yaklaşacaklarını kesin olarak öngörmek mümkün değil. Trump aleyhine karar çıkması için sadece ikisinin Demokrat atamalarla birlikte hareket etmesi yeterli, fakat bu durum dokunulmazlık davasında da geçerliydi.
Gümrük vergisi davası etrafında yapılan bu hukuki strateji tartışmaları önemli, ama iki kritik gerçeğin gözden kaçmasına da yol açabilir.
Birincisi, Trump’ın gümrük vergisi politikasının siyasi, hukuki ve diplomatik açıdan tarihi boyutlarda bir fiyasko olma ihtimali. Trump yönetimi, son altı ayda sürekli değişen bir politikayla müttefiklerimizi hem hayal kırıklığına uğrattı hem de öfkelendirdi; küresel ekonomik düzeni altüst etti. Aynı zamanda, seçilmiş temsilcilerinin onayı olmadan Amerikan halkına tek taraflı ve dramatik bir vergi artışı dayatmayı da önerdi.
Yönetimin, Uluslararası Ticaret Mahkemesi’nin Mayıs ayındaki kararına rağmen tutarsız gümrük vergisi rejiminde ısrar etmesi de çok daha fazla dikkat ve eleştiri çekmeliydi. Kararın uygulanması askıya alınmış olsa da, güvenilir bir mahkemenin yasa dışı ilan ettiği bir politikayı Demokrat bir başkan aynı şekilde sürdürmeye kalksaydı, Cumhuriyetçilerin öfkesinden geçilmezdi.
Bu nedenle, Trump yönetiminin aleyhte bir kararın dış ilişkiler üzerindeki etkisine dair argümanları neredeyse tamamen tersine işliyor. Yüksek Mahkeme’nin yönetim aleyhine vereceği bir karar gerçekten de diplomatik konumunu zedeleyebilir, ancak bunun nedeni, yabancı hükümetlerin baştan beri yasa dışı olan küresel bir politika girişiminin mağduru olmasıdır. Eğer Trump’ın yetkilileri sonunda küçük düşerse, bunu bizzat kendileri hak etmiş olacaklar.
Hatırlanması gereken ikinci önemli nokta ise şu: Eğer Trump haklıysa, yani gümrük vergileri gerçekten gerekli ve harika, Büyük Buhran’ı önleyecek ve hatta Rusya-Ukrayna savaşını bitirecekse, o hâlde Kongre’ye gitmeli ve bunların yasalaşmasını sağlamalıdır.
Bu durumda tüm hukuki itirazlar ortadan kalkar. Bunun şimdiye kadar yapılmamış olmasının nedeni ise basit: Kamuoyu Trump yönetiminin iddialarına inanmıyor, gümrük vergileri çok popüler değil ve Cumhuriyetçi milletvekillerinin büyük kısmı bu vergiler için oy vermek istemiyor.
Kongre’deki Cumhuriyetçiler bu yıl, kenara çekilip onun federal hükümetin büyük bölümlerini tek taraflı biçimde ortadan kaldırmasına izin vererek ve satmayı beceremedikleri bir iç politika yasasını geçirerek Trump için zaten yeterince şey yaptı. İlk gününde, Kongre’nin ezici çoğunlukla kabul ettiği ve Yüksek Mahkeme’nin haftalar önce oybirliğiyle onayladığı TikTok yasağını tanımayacağını ilan eden bir yönetime karşı “Kongre nerede?” sorusu, Trump’ın ikinci döneminin belirleyici sorularından biri hâline geldi.
Kongre’deki Cumhuriyetçiler yıl boyunca Trump’ın istediklerini büyük ölçüde yerine getirdi. Onu bu konuda kurtarmayacak olmaları ise oldukça anlamlı.
Peki, Yüksek Mahkeme’deki Cumhuriyetçi atamalar bu işi üstlenecek mi? Bunu öğrenmek üzereyiz."
Kaynak: Gazete Oksijen
Kozmetik devi Lush, İngiltere'deki bütün mağazalarını Gazze için kapattı
Lush, Gazze’deki açlık krizine dikkat çekmek için İngiltere’deki tüm mağaza ve web sitesini geçici olarak kapattı. Şirket, İngiltere hükümetini silah satışlarını durdurmaya ve bölgede “ölüm ve yıkımı” sonlandırmaya çağırdı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Lush, web sitesinde ve mağaza vitrinlerinde yayımladığı bildiride “Gazze’yi aç bırakmayı durdurun, dayanışma için kapalıyız” mesajına yer verdi. Londra Oxford Street’teki amiral spa mağazası Google Haritalar’da “geçici olarak kapalı” olarak işaretlendi.
Şirketin kurucusu Mark Constantine, LBC radyosuna verdiği röportajda kapanmanın şirkete yaklaşık 300.000 sterlin kayıp yaşatacağını açıkladı. Kararın arkasında olduğunu belirten Constantine, “Kar yerine Gazze’ye doğrudan yiyecek gönderebilmek güzel olurdu” dedi.
Çarşamba tek günlüğüne gerçekleştirilen kapanma, şirketin Birleşik Krallık'taki tüm fabrikaları, mağazaları ve internet mağazasında uygulandı.
Müşterilere çağrı ve hükümete uyarı
Lush web sitesinde yayımlanan açıklamada, müşterilerden herhangi bir rahatsızlık için özür dilendi, ancak “müşterilerimizin birçoğu Gazze’deki durumdan kaygı duyuyor” vurgulandı. Açıklamada, hükümete silah satışlarını durdurma ve bölgedeki “ölüm ve yıkımı” sonlandırma çağrısı yapıldı. Şirket ayrıca, “İngiltere hükümeti, Lush’tan vergi gelirinden bir gün kaybediyor” notunu paylaştı.
Lush’ın sosyal sorumluluk geçmişi
2024’te 102 milyon ürün üreten Lush, 690 milyon sterlin ciro yaptı. Şirketin dünya genelinde 869 mağazası bulunuyor ve en çok mağaza İngiltere’de.
Gazze ve Batı Şeria’ya odaklanan bağış ürünü “Watermelon Slice” sabunu, şirket tarihinin en başarılı tek bağış ürünü olarak öne çıkıyor. Üründen elde edilen kar, çocukların ruh sağlığı hizmetlerine aktarılıyor.
Daha önce Lush, İngiltere’de gizli polislerin kötüye kullanımını gündeme taşıyan “#Spycops” kampanyasını başlatmış ve 2021’de bazı sosyal medya uygulamalarını, ergenlerin beden algısı üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle boykot etmişti.
Şirket ayrıca iklim aktivizmi gruplarına destek çekleri göndermiş, ancak 2023’te Dublin’deki bir mağazada “İsrail’i Boykot Et” posterinin asılmasına karşı çıkarak bunun Lush felsefesini yansıtmadığını belirtmişti.Lush sözcüsü, kapalı olunan gün boyunca ajans çalışanlarının ücretlerinin ödendiğini açıkladı.
İngiltere hükümetinden Filistin hamlesi
İngiltere Başbakanı geçen ay, İsrail’in insani krizi ele alması, ateşkesi uygulaması ve iki devletli çözüm ihtimalini yeniden canlandırması koşuluyla, Eylül ayı sonunda Filistin devletini tanıyacaklarını açıkladı.
Dışişleri Bakanı David Lammy, Parlamento’da yaptığı açıklamada Gazze’nin “insan yapımı bir kıtlık” yaşadığını belirterek İsrail’in yardım kısıtlamalarını sürdürdüğünü vurguladı.
Kaynak: Gazete Oksijen
İrlanda'da seçim: Donald Trump, MMA efsanesi McGregor'u başkan yapabilir mi?
İrlanda, 24 Ekim’de yeni cumhurbaşkanını seçmek için sandık başına gidiyor. Adaylar arasında siyaset, spor ve sanat dünyasından dikkat çekici isimler öne çıkıyor. Adaylar arasındaki en popüler isim ise MMA dünyasının efsanesi konumunda bulunan Conor McGregor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
İrlanda, 24 Ekim’de sandığa giderek yeni cumhurbaşkanını seçecek. Adaylar arasında siyasetçilerden sporculara, sanatçılardan eski bakanlara kadar geniş bir yelpaze var. Sir Bob Geldof, Conor McGregor ve Michael Flatley gibi tanınmış isimlerin yarışa girmesi bekleniyor. Seçim, göç ve kronikleşen konut krizinin gölgesinde gerçekleşecek.
Cumhurbaşkanının yetkileri
Cumhurbaşkanı, İrlanda’da yedi yıllığına seçiliyor ve en fazla iki dönem görev yapabiliyor. Görevi büyük ölçüde sembolik olsa da anayasayı korumak, hükümeti ve yargıyı atamak, yasaları onaylamak gibi yetkilere sahip. Halk içinse cumhurbaşkanı, ülkenin vicdanını temsil eden bir figür olarak görülüyor.
Michael D. Higgins dönemi sona eriyor
Telegraph'ın haberine göre, 2011’den bu yana görevde olan 84 yaşındaki Michael D. Higgins’in ikinci dönemi 11 Kasım’da sona erecek. Şair, akademisyen ve eski kültür bakanı olan Higgins, görev süresinde sosyal adalet, ırkçılık karşıtlığı ve toplumsal barış mesajlarıyla öne çıktı.
İngiltere’ye devlet ziyareti yapan ilk İrlanda cumhurbaşkanı oldu, Kraliçe Elizabeth’in cenazesine katıldı. Higgins’in Bernese dağ köpekleri Bród ve Síoda da halk arasında sevilen figürlere dönüştü.
Seçim tarihi ve kuralları
Seçim, 24 Ekim Cuma günü 07.00-22.00 saatleri arasında yapılacak. İrlanda’da ikamet eden 18 yaş üstü vatandaşlar oy kullanabilecek. Seçim, tercihli oy sistemine göre yapılacak; seçmenler adayları sıralayabilecek ve ilk tercih elenirse sonraki tercihleri devreye girecek.
Öne çıkan adaylar
Fianna Fail cephesi
Jim Gavin:Dublin’i altı All-Ireland futbol şampiyonluğuna taşıyan efsanevi teknik adam, Taoiseach Micheál Martin’in desteğini almış durumda.
Billy Kelleher:Eski ticaret bakanı ve şu an Avrupa Parlamentosu üyesi.
Bertie Ahern: Eski başbakan ve Good Friday Anlaşması’nın mimarlarından. Ancak geçmişteki yolsuzluk skandalı adaylığını zorlaştırıyor.
Fine Gael cephesi:
Heather Humphreys: Eski bakan ve deneyimli siyasetçi. Adaylık için son anda öne çıktı. Kuzey İrlanda ile güçlü bağları var ve “adadaki ilişkileri derinleştirme” sözü veriyor.
Bağımsız ve diğer isimler:
Joanne Donnelly:Eski meterolog, iklim değişikliği konusundaki hassasiyetini ön plana çıkarıyor.
Catherine Connolly: Bağımsız milletvekili. Sol partilerin desteğini alıyor, birleşik İrlanda hedefiyle öne çıkıyor. NATO ve AB’nin askeri politikalarına sert muhalif.
Gerry Adams: Eski Sinn Féin lideri, Kuzey İrlanda barış sürecindeki rolüyle biliniyor. IRA ile bağlantısını reddediyor.
Mary Lou McDonald: Sinn Fein’in mevcut lideri, adaylık ihtimali güçlü.
Michelle O’Neill: Kuzey İrlanda Başbakanı, henüz karar vermedi.
Sir Bob Geldof:Live Aid’in kurucusu ve müzisyen. Aday olmayı “büyük bir onur” olarak niteliyor.
Conor McGregor
MMA dövüşçüsü Conor McGregor, aday olabilirse seçimde en tartışmalı isim olacak. Son dönemde kendini göçmen karşıtı ve AB karşıtı bir figür olarak yeniden tanımladı. İrlanda’nın AB’den çıkması gerektiğini savundu.
Mart ayında ABD’deki Beyaz Saray ziyareti sırasında adaylığını açıkladı ve Donald Trump’tan dolaylı destek aldı. McGregor, kısa süre önce cinsel saldırı suçlamasıyla açılan bir davayı sivil mahkemede kaybetmişti.
Michael Flatley: Dansın efsanesinden siyaset sahnesine
Riverdance ile dünya çapında ün kazanan Michael Flatley de adaylık planlarını doğruladı. Ayaklarını bir dönem 57,6 milyon dolara sigortalatan Flatley, Cork’taki malikanesiyle ilgili bir dava sırasında “İrlanda’ya dönüp aday olacağını” mahkemede açıklamış oldu.
“Birilerinin İrlanda halkı için konuşması gerekiyor. Sokaktaki insan mutlu değil” diyerek siyasete girmesinin gerekçesini açıkladı.
Kaynak: Gazete Oksijen
Mikrofon açık kaldı, Putin ve Şi'nin konuşması duyuldu: Organ nakliyle ölümsüzlüğe ulaşabiliriz
Çin lideri Şi Cinping ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, Pekin’deki askeri geçit töreni sırasında organ nakilleri ve biyoteknoloji sayesinde “ölümsüzlük” üzerine konuştukları anlar canlı yayına yansıdı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, Pekin’deki askeri geçit töreni sırasında organ nakilleri ve uzun yaşam üzerine yaptıkları özel sohbet, Çin devlet televizyonunun canlı yayınında duyuldu.
BBC'de yer alan habere göre Putin’in, biyoteknolojideki yeniliklerin insan ömrünü uzatabileceğini ve hatta “ölümsüzlüğün mümkün olabileceğini” söylediği iddia edildi. Şi’nin çevirmeni de, “Geçmişte 70 yaşını geçen azdı, bugün 70 yaşında olan çocuktur deniyor” ifadelerini aktardı.
Ardından Putin’in tercümanı, “Biyoteknolojinin gelişmesiyle insan organları sürekli nakledilebilir, insanlar daha genç kalabilir, hatta ölümsüzlüğe ulaşılabilir” sözlerini çevirdi.
Şi’nin tercümanı ise, “Tahminlere göre bu yüzyılda 150 yaşına kadar yaşamak mümkün olabilir” dedi.
Kremlin’den benzer açıklama
Putin daha sonra Rus medyasına yaptığı açıklamada da benzer görüşleri yineledi. Devlet ajansı TASS’a konuşan Rus lider, “Modern tedavi yöntemleri, organ nakilleri gibi cerrahi uygulamalar sayesinde insanlar daha uzun süre aktif bir yaşam sürebilir” dedi.
Zafer Günü’nde güç gösterisi
Çin, İkinci Dünya Savaşı’nın 80. yıl dönümünde düzenlediği görkemli törenle nükleer füzeler de dahil olmak üzere geniş bir silah yelpazesini sergiledi. Şi, Kuzey Kore lideri Kim Jong Un ve Putin ile birlikte Tiananmen Meydanı’nda yürüyerek Batı’ya karşı alternatif bir blok mesajı verdi.
Törene ayrıca İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif, Vietnam’dan Luong Cuong ve Zimbabve Devlet Başkanı Emmerson Mnangagwa gibi isimler de katıldı.
Trump’tan suçlama
ABD Başkanı Donald Trump ise aynı gün Truth Social hesabından yaptığı paylaşımda Şi’yi, Rusya ve Kuzey Kore liderleriyle ABD’ye karşı komplo kurmakla suçladı. Trump, “Vladimir Putin ve Kim Jong-un’a en içten selamlarımı iletin, Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı kurduğunuz komploda başarılar” ifadelerini kullandı.
Kaynak: Gazete Oksijen
ABD'de mahkeme Trump’ın Harvard fonlarını dondurmasını anayasaya aykırı buldu
Federal bir yargıç, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin Harvard Üniversitesi’ne ait fonları dondurmasını “ifade özgürlüğüne aykırı” bularak yasa dışı ilan etti. Karar, 2–2,6 milyar dolar arasında değişen fonların geri ödenmesine ve gelecekte benzer kesintilerin yasaklanmasına hüküm veriyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD’de federal bir yargıç, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin Harvard Üniversitesi’ne sağlanan fonları dondurmasını anayasaya aykırı bularak iptal etti. Böylece milyarlarca dolarlık federal kaynağın üniversiteye yeniden aktarılmasının önü açıldı.
Boston Bölge Mahkemesi Yargıcı Allison Burroughs’un açıkladığı 84 sayfalık kararda, Trump yönetiminin adımının anayasanın “ifade özgürlüğü” hakkını ihlal ettiği belirtildi. Yargıç Burroughs, “Yönetimden alınan kayıtlar, davalı tarafın ülkenin en büyük üniversitesine karşı ideoloji temelli bir saldırısında antisemitizmi maske olarak kullandığını ortaya koyuyor” ifadelerini kullandı.
Ne olmuştu?
Trump yönetimi, Harvard’ın antisemitizmle mücadelede yetersiz kaldığı ve kampüste Filistin’e destek gösterilerine göz yumduğu gerekçesiyle harekete geçmiş, üniversitenin yaklaşık 2,2 milyar dolarlık federal fonunu ve 60 milyon dolarlık sözleşme bedelini dondurmuştu. Harvard ise bu kararın hukuka aykırı olduğunu savunarak dava açmıştı.
Tekrarının önü de kapatıldı
Yargıç Burroughs’un kararıyla fonların yeniden Harvard’a aktarılması kararlaştırıldı. Mahkeme ayrıca, hükümetin siyasi gerekçelerle benzer şekilde üniversite fonlarını kesmesinin de önünü kapattı.
Trump cephesi kararı eleştirerek temyize gitmeye hazırlanıyor. Harvard Üniversitesi ise mahkeme kararını, akademik özgürlük ve üniversite özerkliği açısından “önemli bir zafer” olarak değerlendirdi.
Kaynak: Gazete Oksijen
Kolombiya Cumhurbaşkanı Petro, Trump'ın göçmen politikalarını eleştirdi: Hitler'in yaptıklarının tekrarı
Kolombiya Cumhurbaşkanı Petro, ABD Başkanı Trump'ın göçmen politikalarını sert ifadelerle eleştirdi. Petro "Trump'ın göçmenlerin suçlu olduğunu söylemesine ve toplama kamplarına benzeyen hapishaneler kurmasına izin verilemez. Bu, Hitler'in yaptıklarının tekrarından başka bir şey değildir" dedi
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Kolombiya Cumhurbaşkanı Gustavo Petro, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin göçmenleri "suçlu" gibi göstererek toplama kamplarını andıran cezaevlerine göndermesini eleştirdi. Ülkenin Riohacha kentinde düzenlenen 15. Dünya Göç ve Kalkınma Forumu Zirvesi kapsamında konuşan Petro, Trump'ın göçmen politikalarına tepki gösterdi.
Petro, "Mayalar, Aztekler, İnkalar ve pek çok halk başını dik tutmalıdır, çünkü Trump'ın göçmenlerin suçlu olduğunu söylemesine ve toplama kamplarına benzeyen hapishaneler kurmasına izin verilemez. Bu, Hitler'in yaptıklarının tekrarından başka bir şey değildir" ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 40 ülkenin temsilcilerinin davetli olduğu zirvede, kadınların küresel göçteki ve kalkınmadaki rolü, geleceğin şekillenmesinde çocuklar ve gençlerin etkisi, göç gerçeğinin inşası, medya ve kültürün etkileşimi, iklim değişikliği, bölgesel işbirliği ve entegrasyon, göç yönetimi, düzenli göç yollarının iyileştirilmesi ile teknoloji ve dijitalleşme gibi konuların ele alınacağı belirtildi. Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü ve ilgili kurumların hazırladığı rapora göre, bu yılın 7 ayında yaklaşık 14 bin göçmen, ABD ve Meksika'dan çeşitli nedenlerle geri dönerek Kolombiya'ya ulaştı. Petro, Trump'ın göçmen politikalarına yönelik daha önce de sert eleştirilerde bulunmuş, bu nedenle iki ülke arasında diplomatik gerginlik yaşanmıştı.
Kaynak: AA
Axios: Trump yönetimi Batı Şeria'nın ilhakını engellemeyecek
ABD merkezli haber platformu Axios iki İsrailli yetkiliye dayandırdığı haberinde, ABD Dışişleri Bakanı Rubio'nun, Batı Şeria'nın İsrail tarafından ilhak edilmesini engellemeyeceklerini söylediğini yazdı. Haberde,
ABD Başkanı Trump'ın Özel Temsilcisi Witkoff'un ise konuya farklı baktığı belirtildiA+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD yönetiminin, işgal altındaki Batı Şeria'nın İsrail tarafından olası ilhakına karşı olmadığı ve bu tür bir adımı engellemeyeceği iddia edildi. ABD'de yayın yapan Axios haber platformunda yer alan ve iki İsrailli yetkiliye dayandırılan haberde ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun konuyla ilgili toplantılarda paylaştığı görüşlere yer verildi.
"Witkoff farklı bakıyor"
Habere göre Bakan Rubio, özel toplantılarda işgal altındaki Batı Şeria'nın İsrail tarafından ilhak edilmesine ABD olarak karşı durmadıklarını ve bunu engellemeyeceklerini dile getirdi. Öte yandan, konuyla ilgili bilgi sahibi yetkili, ABD Başkanı Donald Trump'ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un bu konuya farklı baktığını ve "İsrail'in ilhakının ABD'nin Gazze için savaş sonrası planları üzerinde Arap dünyasıyla işbirliği yapma kabiliyetini zorlaştıracağı ve özellikle Suudi Arabistan ile İsrail arasında barış anlaşması şansını zayıflatacağı" görüşünü savunduğunu belirtti.
BAE'den "İbrahim Anlaşmaları bozulur" uyarısı
Haberde Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) yönetiminin Beyaz Saray'a söz konusu senaryoyla ilgili uyarıda bulunduğu ve İsrail'in Batı Şeria'yı ilhakı durumunda İbrahim Anlaşmalarının bozulabileceğini söylediği iddia edildi. Axios'a açıklama yapan üst düzey BAE yetkilisi, "Bu planlar hayata geçirilirse BAE-İsrail ilişkilerine ciddi zarar verecek ve bölgesel entegrasyon vizyonundan geriye kalanları onarılamaz şekilde tahrip edecektir" değerlendirmesini yaptı. Son dönemde İsrail ile askeri ilişkilerini de sürdüren BAE'nin bu tür bir pozisyon almasının dikkate değer olduğuna işaret ediliyor. Konuyla ilgili Beyaz Saray ya da Dışişleri Bakanlığından henüz açıklama yapılmadı.
ABD Kongre'sinde F-35 teklifi: Ankara, Hamas'a destek vermediğine dair sertifika getirsin
ABD Kongresi, 2026 Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası kapsamında Türkiye’ye silah satışını engellemeyi hedefleyen değişiklikler üzerinde çalışıyor. F-35’ler dahil silah satışları, Ankara’nın Hamas ile ilişkisi ve İsrail’e yönelik askeri tehditleri gerekçe gösterilerek durdurulabilir
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD’li yasama organı üyeleri, 2026 Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası (NDAA) kapsamında Türkiye’ye silah satışını engellemeye yönelik bir dizi yeni değişiklik hazırlıyor.
Değişiklikler yasalaşırsa, Türkiye’ye F-35 dahil silah transferleri, Ankara’nın Yunan hava sahasını ihlali, Rus S-400 hava savunma sistemine sahip olması ve Kuzey Kıbrıs’ı işgali gibi geçmiş konular nedeniyle durdurulabilecek.
Hamas ile ilişkiler öncelikli
Bazı Kongre üyeleri, Türkiye’nin Hamas ile ilişkilerini öncelikli bir konu olarak görüyor. Cumhuriyetçi Gus Bilirakis ve Demokrat Brad Schneider’in sunduğu değişiklik, Türkiye’ye F-35 satışının ancak Beyaz Saray’ın “Türkiye’nin Hamas veya bağlı gruplarına maddi destek sağlamadığı” sertifikasını vermesi durumunda mümkün olacağını belirtiyor.
Değişiklik yasalaşırsa, ABD yönetimi ayrıca Türkiye’nin İsrail’e yönelik askeri tehditte bulunmadığını veya Rusya, Çin, İran ve Kuzey Kore ile askeri iş birliği yapmadığını da sertifikalandırmak zorunda kalacak.
Derinlemesine araştırma talebi
Bir diğer değişiklik tasarısı ise Türkiye’nin Hamas ile olası bağlarını incelemek için Dışişleri, Savunma ve Hazine Bakanlıklarının kapsamlı araştırma yapmasını öngörüyor.
Kongre, Türkiye’nin Hamas üyelerini veya finansal varlıklarını barındırıp barındırmadığını ve Hamas yetkililerinin Türkiye’de bulunup bulunmadığını bilgilendirilecek.
Türkiye ve İsrail arasında gerilim
Bu değişiklikler, ABD’nin NATO müttefiki Türkiye ile İsrail’in özellikle Suriye üzerinden artan anlaşmazlıklarını da gözler önüne seriyor. Türkiye, Suriye Devlet Başkanı Şara'nın başlıca askeri destekçisi konumunda bulunuyor.
Middle East Eye'ın aktardığına göre, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile F-35 satışını engelleme konusunda görüşmeler yaptı.
Türkiye-Hamas ilişkisi
Kongrede Türkiye karşıtları, ülkeyi uzun süredir Hamas’a finansman sağlamak ve destek vermekle suçluyor. Hamas’ın siyasi ve askeri kanatları ayrı yapılar olarak işliyor. Siyasi liderlik 2012’ye kadar Suriye’nin Şam kentindeydi; daha sonra iç savaş nedeniyle ayrıldı.
Hamas yetkililerinin Türkiye’de bulunduğu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dahil Türk yetkililerle görüşmeler yaptığı biliniyor.
Trump ve Biden dönemi
Tasarıdaki değişiklikler, Trump yönetiminin Türkiye-Hamas ilişkilerine yaklaşımıyla çelişiyor. Trump yönetimi Türkiye ve Katar’ı Hamas ile arka kapı diplomasi kanalı olarak kullanmıştı.
Biden döneminde ise ABD, Orta Doğu diplomasisinde esnek adımlar atarak kendi “terör örgütü” tanımlarını bazen devre dışı bırakabiliyor.
F-35 Krizi ve S-400
Türkiye ile ABD arasındaki F-35 gerilimi 2019’a dayanıyor. Ankara’nın Rus S-400 hava savunma sistemi satın alması üzerine Türkiye F-35 programının eş üretiminden çıkarıldı ve Trump yönetimi 2020’de yaptırımlar uyguladı.
ABD yasalarına göre, Türkiye’nin F-35 programına yeniden kabul edilmesi için S-400 sisteminden vazgeçmesi gerekiyor. Ancak S-400’ün Suriye’ye konuşlandırılması İsrail’i alarma geçirebilir.
İsrail, ABD silah satışlarında bölgede nitelikli askeri üstünlüğünü korumak amacıyla veto hakkına sahip. NDAA’ya eklenen bir diğer değişiklik, Türkiye’yi Silah İhracat Kontrol Yasası kapsamına resmen dahil etmeyi öngörüyor.
Kaynak: Gazete Oksijen
Avustralya suç işleyen göçmenleri Nauru'ya gönderiyor
Avustralya, ciddi suçlardan hüküm giymiş yüzlerce yabancı uyrukluyu Nauru’ya göndermek için gizli bir milyar sterlinlik anlaşma imzaladı. Sekiz mil karelik ada, cinayet, pedofili ve soygun gibi suçlardan hüküm giymiş suçluları kabul etmeye hazırlanıyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Avustralya, ciddi suçlardan hüküm giymiş yüzlerce yabancı uyrukluyu, Pasifik’teki küçük ada ülkesi Nauru’ya göndermek için gizli bir milyar sterlinlik (1.3 milyar dolar) anlaşma imzaladı.
Anlaşmaya göre Nauru, cinayet, pedofili ve soygun gibi ciddi suçlardan hüküm giymiş kişilerin yerleşeceği Avustralya’nın “denizaşırı ceza kolonisi” haline gelecek.
Eleştiriler: Tarih tekerrür mü ediyor?
Canberra’daki eleştirmenler, sekiz mil karelik adanın “çöp sahasına” dönüşeceğini ve bu uygulamanın 18. ve 19. yüzyıllarda Britanya’nın aşırı kalabalık cezaevleri sorununu çözmek için Avustralya’yı kullanmasına benzer bir yaklaşım olduğunu söylüyor.
Anlaşma geçen Cuma günü sessiz sedasız imzalandı. Buna göre Avustralya, dünyanın en küçük üçüncü ülkesi olan Nauru’ya, deport edilen yabancı uyruklular için konaklama ve yeniden yerleşim desteği sağlanması karşılığında 30 yıl boyunca ödeme yapacak. Avustralya yetkilileri, ilk deportların konaklaması için hazırlıkların tamamlandığını açıkladı.
Sert göçmenlik politikaları
Avustralya, küçük teknelerle gelen sığınmacıları caydırmak için son yıllarda dünyanın en katı göçmenlik politikalarından bazılarını uyguladı. Bu kişiler, Avustralya’ya ulaşmadan önce gözaltına alınarak Nauru’ya gönderiliyor ve burada işlemden geçiriliyor.
Daha önce Manus Adası’na, Papua Yeni Gine’ye sığınmacı gönderme girişimi de olmuş, ancak merkez kapanınca bu plan başarısız olmuştu.
Suçluların göçü ve yasal dayanaklar
Avustralya Yüksek Mahkemesi, 2023’te göçmenlik merkezlerinde yabancı uyruklu suçluların cezalarını tamamladıktan sonra süresiz tutulamayacağını hükmetti. Bu kişiler arasında vatansız olanlar ve ülkeleriyle işbirliği yapmayanlar bulunuyor.
Yeni anlaşmaya göre Nauru, mülteci vizesi reddedilmiş ve suç geçmişi olan kişiler için yeniden yerleşim alanı sağlayacak.
Avustralya, Nauru’ya yeniden yerleşim programı için başlangıçta 200 milyon sterlinlik bir fon verecek. Bunun yanında anlaşmanın 30 yıllık süresi boyunca her yıl 35 milyon sterlin ödenecek. Eğer Nauru, beklenen sayıda deportu kabul etmezse, bu fonlar geri alınabilecek.
Tepkiler ve eleştiriler
Avustralya hükümetinin politikaları eleştirilere neden oldu. Yeşiller Partisi Senatörü David Shoebridge, Nauru’nun “Avustralya’nın çöp sahasına dönüştürüldüğünü” ifade etti ve adanın neredeyse hiç ekonomisinin olmadığını belirtti.
Human Rights Watch, yasaların Avustralya’ya kişileri bilgilendirmeden deport etme imkanı sağladığını ve daha önce Nauru’ya gönderilen sığınmacıların tıbbi ihmal gördüğünü vurguladı.
Nauru halkı arasında ise deporteler konusunda karışık duygular olduğu bildirildi. Bir iş insanı, “Kolay para kazanma yöntemi” diyerek, ada halkının dayanıklı olduğunu, ancak yüzlerce suçlunun getirilmesinin tartışmalı olduğunu belirtti.
Nauru nasıl bir ülke?
Nauru, 1968’de Avustralya’dan bağımsızlığını kazandı ve o dönemde dünya çapında karlı bir fosfat endüstrisinin sahibi oldu. Bir zamanlar dünyanın en zengin ülkelerinden olan ada, hükümetin kötü yönetimi nedeniyle şimdi kişi başına düşen milli gelirde bölgenin en düşüklerinden biri olan 7.500–9.000 (yaklaşık 12 bin dolar) sterlin seviyesinde.
Nauru’da her dört kişiden biri temel ihtiyaçların altında yaşıyor ve ada, bölgedeki en düşük insan gelişim göstergelerine sahip ülkelerden biri olarak öne çıkıyor.
Kaynak: Gazete Oksijen
İngiliz medyası: Dünyanın en tehlikeli 12 yaşındaki çocuğu
Kuzey Kore lideri Kim Jong-un, kızı Kim Ju-ae’yi Çin ziyareti sırasında yanına alarak olası halefini tanıttı. 12 yaşındaki Kim Ju-ae, Pyongyang rejiminin geleceği için en güçlü ve tehlikeli kız çocuğu olarak yorumlanıyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Vladimir Putin, Şi Cinping ve Kim Jong-un, son görüşmelerinde uzun ömür, organ nakli ve hatta ölümsüzlük gibi konuları tartıştı. Ancak Kim, ayrı bir B planına da sahip gibi göründü; Siyah bir pantolon takım elbise giymiş genç bir kız.
Kim Ju-ae, babasının yanında zırhlı bir trenin ardından Çin başkentinde ortaya çıktı ve ziyaret boyunca onun omzunda durdu. Kuzey Kore liderinin tek bilinen çocuğu olan Kim Ju-ae’nin 12-13 yaşında olduğu ve Güney Kore istihbaratına göre babasının muhtemel halefi olduğu düşünülüyor.
Dünyaya mesaj: Kim hanedanı bir yere gitmiyor
Telegraph'ın haberine göre Kim, kızını Xi Jinping, Putin ve dünya ile tanıştırarak adeta “Kim hanedanı gitmiyor” mesajı verdi. Oxford Üniversitesi’nden Edward Howell, bu mesajın kasıtlı olduğunu söylüyor. Kuzey Kore gibi liderlerin görünüşlerinin sıkı bir şekilde kontrol edildiği bir ülkede bu tür bir gösteri tesadüf olamaz.
Kim Ju-ae, eğer gerçekten geleceğin lideri olarak yetiştiriliyorsa, dünyanın en güçlü ve tehlikeli kız çocuğu olacak.
İlk görünüş
Kim Ju-ae’nin ilk kamuya çıkışı Kasım 2022’de ülkenin en büyük balistik füze testinde gerçekleşti. Siyah pantolon ve beyaz, kolları uzun bir kaban giymişti. Babasıyla el ele tarmac üzerinde yürüyen Ju-ae, yaşına göre uzun görünüyordu ancak hâlâ çocuktu.
İlerleyen aylarda Kim, kızını askeri etkinliklerden ekonomik ve kültürel etkinliklere kadar pek çok resmi organizasyona götürdü. 2023 Kasım’ında ise kürklü deri trençkot ve eldivenlerle görüntülendi. 2024 Mayıs’ında ise diplomatik ilk temasını yaptı; babasıyla birlikte Pyongyang’daki Rusya Büyükelçiliği’ne giderek Zafer Günü’nü kutladı.
Kuzey Kore medyası ne diyor?
Kuzey Kore medyası artık onu “saygıdeğer çocuk” olarak adlandırıyor; bu, liderlik için ayrılmış özel bir terim. The New York Times, bu hareketin Kim Jong-un’un kızını olası halefi olarak dünyaya tanıttığını yazdı.Seul merkezli Sejong Enstitüsü’nden Cheong Seong-chang, Beijing sahnelerinin onun hem içeride hem de dışarıda Kuzey Kore’nin ikinci numarası gibi gösterildiğini belirtti.
Haleflik tartışmaları ve belirsizlik
Uzmanlar, Kim Ju-ae’nin resmi olarak varis ilan edilmiş olmasının, liderliği devralacağı anlamına gelmediğini vurguluyor. Kim’in teyzesi Kim Yo-jong da güçlü bir aday olarak gösteriliyor.
Kuzey Kore’de haleflik modeli belirsiz; geçmişte Kim Il-sung ve Kim Jong-il’in halefleri uzun yıllar hazırlanmıştı, ancak Kim Jong-un sadece babasının ölümünden bir ay önce öne çıkmıştı.
Strateji ve propaganda
Uzmanlar, Kim Jong-un’un kızını sahnede göstermesinin iki mesaj verdiğini söylüyor: Birincisi, Kim hanedanının gitmeyeceği; ikincisi ise Kim’in sağlık söylentilerine rağmen hala iktidarda olduğu. Ayrıca, baba olarak halkla ilişkilerini güçlendirme ve rejimin insani yüzünü gösterme çabası da bu stratejinin bir parçası.
Liderlik ve cinsiyet
Kuzey Kore hala patriarkal ve sosyal olarak muhafazakar bir toplum. Ancak Kim Ju-ae’nin olası liderliği, Kim Yo-jong’un yükselişi ve kadın diplomatların görev üstlenmesi sayesinde daha az imkansız görünüyor. Ülke, tarihsel olarak kadın liderleri desteklemese de örnekler artıyor.
Kim Jong-un, önceki liderlerden farklı olarak kendi kişilik kültünü oluşturmuş ve uluslararası gözlemciler için yeni bir gizem yaratmış durumda. Kim Ju-ae’nin gelecekteki rolü büyük ölçüde bu gizemin çözülmesine bağlı olacak.
Kaynak: Gazete Oksijen
Reuters duyurdu: Çin'den Starbucks için 5 milyar dolarlık resmi teklif
Starbucks’ın Çin operasyonunun bir bölümünü almak isteyen yatırımcılar, işletmeye 5 milyar dolara kadar değer biçti. Şirket, Çin’de pazar payını artırmak ve bazı fiyat stratejilerini uygulamakla birlikte, satışta ne kadar payın devredileceğine henüz karar vermedi
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Starbucks’ın Çin operasyonunun bir bölümünü satın almak isteyen yatırımcılar, şirketin Çin işine yönelik teklifler kapsamında 5 milyar dolara kadar değer biçti. Konuya yakın iki kaynak, bu rakamın son yıllarda küresel bir tüketici şirketinin Çin birimini devretmesinde görülen en yüksek değerlerden biri olacağını belirtti.
Reuters’in daha önce bildirdiği üzere, Starbucks yaklaşık 10 potansiyel alıcıyı, bağlayıcı olmayan tekliflerini Eylül ayı başına kadar sunmaları için davet etmişti.
Teklifler ve beklenen getiri
Kaynaklara göre, gelen tekliflerin çoğu, Starbucks Çin’in 2025 yılı için beklenen 400-500 milyon dolar EBITDA (faiz, vergi, amortisman ve itfa öncesi kar) üzerinden yaklaşık 10 kat değerlemeye sahip olmasını öngörüyor. En az bir yatırımcı ise yüksek EBITDA çarpanı teklifinde bulundu.
Bu çarpan, Starbucks’ın Çin’deki ana rakibi Luckin Coffee’nin mevcut değerlemesiyle benzer seviyede. Luckin, Çin’in küçük şehirlerinde daha uygun fiyatlı ürünler sunarak Starbucks’a karşı pazar payı kazanıyor ve önümüzdeki 12 ay için öngörülen EBITDA çarpanı 9 olarak hesaplanıyor.
Starbucks’tan resmi açıklama
Starbucks, Reuters’in yorum talebine yanıt olarak, şirketin uluslararası işlerinde rekor satış büyümesi ve Çin’de üst üste üçüncü çeyrek gelir artışına dikkat çekti. Ancak şirket, Çin operasyonunun değerlemesi ve teklif sürecinin güncel durumu hakkında yorum yapmayı reddetti.
Şirketin global işlerinin işletme değeri, son 12 aylık EBITDA üzerinden 20,6 kat, önümüzdeki 12 ayın tahmini EBITDA’sı üzerinden ise 19,3 kat olarak hesaplanıyor. Seattle merkezli Starbucks’ın piyasa değeri ise 99 milyar dolar seviyesinde.
Satışta hangi paylar yer alacak
Starbucks, Çin operasyonunda ne kadar pay satacağı konusunda henüz karar vermedi. Kaynaklar, teklif verenlerin çoğunun hisse büyüklüğü hakkında bilgi sahibi olmadığını belirtti.
Mayıs ayında şirket, Çin operasyonunun tamamının satılmasının gündemde olmadığını açıklamıştı. CEO Brian Niccol, Temmuz ayındaki çeyrek gelir toplantısında, şirketin Çin işinde anlamlı bir payı koruyacağını ifade etmişti.
Starbucks’ın Çin’deki pazar payı, 2019’da yüzde 34 iken geçen yıl yüzde 14’e geriledi. Şirket, bazı kahve dışı ürünlerde fiyat indirimi yaparken, Çin’e özel ürünlerin geliştirilme hızını artırdı. Çin’deki mevcut mağazalarda aynı dönemde satışlar yüzde 2 artış gösterdi; bir önceki çeyrekte ise büyüme kaydedilmemişti.
Potansiyel alıcılar ve süreç
Reuters’in daha önce bildirdiği üzere, Starbucks potansiyel alıcılar arasında özel sermaye firmaları Carlyle, EQT, Hillhouse Investment ve Primavera Capital’ı davet etmişti.
Diğer potansiyel alıcılar arasında Bain Capital, KKR & Co ve teknoloji devi Tencent yer alıyor. Bazı şirketler yorum talebine yanıt verirken, diğerleri sessiz kaldı.
Tipik olarak, satış sürecinde ilk turdan sonra satıcı, bağlayıcı tekliflerin beklendiği nihai tur için daha küçük bir alıcı grubunu seçiyor. Starbucks Çin operasyonunun satışı için sonraki adımlar ise henüz net değil.
Kaynak: Gazete Oksijen
Putin ve Şi'nin hayali: Organ nakilleriyle ölümsüzlük mümkün olabilir mi?
Çin lideri Şi Cinping ile Rusya lideri Vladimir Putin’in Pekin’deki askeri geçit töreninde yaptığı sohbetin konusu organ nakilleri ve ölümsüzlük ihtimali oldu. Peki, organ nakilleriyle uzun ömür veya ölümsüzlük gerçekten mümkün mü?
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bu hafta Pekin’deki askeri geçit töreninde yaptığı sohbet, beklenmedik bir konuyu gündeme getirdi; organ nakilleri sayesinde ölümsüzlük.
Putin adına Mandarin diliyle tercüme yapan bir çevirmen, Şi’ye organların tekrar tekrar nakledilebileceğini, bunun sayesinde yaşlılığa rağmen “giderek daha genç olunabileceğini” söyledi. Hatta yaşlanmanın “süresiz olarak ertelenebileceğini” öne sürdü ve ekledi:
“Bu yüzyılda 150 yaşına kadar yaşamanın mümkün olabileceği öngörülüyor”
Liderlerin gülümsemesi ve kahkahaları bunun esprili bir sohbet olduğuna işaret etse de, “acaba gerçekten mümkün mü?” sorusu gündeme geldi.
100 binden fazla hayat nakiller sayesinde kurtarıldı
Organ nakilleri bugün birçok hayat kurtarıyor. NHS Blood and Transplant verilerine göre, son 30 yılda İngiltere’de 100 binden fazla kişinin hayatı organ nakliyle kurtarıldı.
Tıp ve teknolojideki gelişmeler, nakledilen organların insan vücudunda çok daha uzun süre çalışmasını sağladı. Hatta bazı hastaların böbrek nakilleri 50 yılı aşkın süredir sorunsuz şekilde işlev görüyor.Nakledilen organın ömrü, hem donörün hem de alıcının sağlık durumuna ve nakil sonrası bakımına bağlı.
Canlı donörden alınan böbrek: 20-25 yıl
Vefat eden donörden alınan böbrek: 15-20 yıl
Karaciğer: 20 yıl
Kalp: 15 yıl
Akciğer: yaklaşık 10 yıl
Ölümsüzlük için yeterli mi?
Putin ve Şi’nin kastettiği, belki de birden fazla organın tekrar tekrar nakledilmesi olabilir. Ancak uzmanlara göre her ameliyat ciddi riskler taşıyor.
Organ nakli yapılan kişiler, ömür boyu bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar (immünosupresanlar) kullanmak zorunda.
Bu ilaçlar yüksek tansiyon gibi yan etkilere yol açabiliyor ve enfeksiyon riskini artırıyor. Ayrıca, ilaç alınmasına rağmen vücudun nakledilen organı reddetme ihtimali hala mevcut.
Kişiye özel organlar ufukta
Bilim insanları, reddedilmeyecek organlar üzerinde çalışıyor. Bunun için genetiği değiştirilmiş domuzlardan yararlanılıyor.
Crispr adlı gen düzenleme aracıyla bazı domuz genleri çıkarılıyor, yerine insan genleri ekleniyor. Böylece organların insan vücuduna daha uyumlu hale gelmesi hedefleniyor.
Şimdiye dek bir kalp ve bir böbrek nakli gerçekleştirildi. Bu işlemleri kabul eden iki hasta öncü olarak tarihe geçti, ancak her ikisi de daha sonra hayatını kaybetti. Yine de bu çalışmalar xenotransplantasyon (farklı türler arasında nakil) alanına büyük katkı sağladı. Bir başka araştırma hattı ise kök hücrelerden tamamen yeni organlar üretmek.
2020’de İngiltere’de UCL ve Francis Crick Enstitüsü, kök hücreler ve biyomühendislik kullanarak insan timus organını yeniden inşa etti. Farelere nakledildiğinde işlev gördü.
Great Ormond Street Hastanesi’nde araştırmacılar, çocuklarda bağırsak yetmezliği için kişiye özel nakiller geliştirmek amacıyla hastalardan alınan kök hücrelerle bağırsak dokusu üretti.
Ancak bu çalışmalar şu an için yaşlılığı durdurmak değil, hastalıkları tedavi etmek amacıyla yapılıyor.
Teknoloji milyarderlerinin yaşlanmama yarışı
ABD’li teknoloji girişimcisi Bryan Johnson, biyolojik yaşını geri çevirmek için her yıl milyonlarca dolar harcıyor.
Henüz organ nakli yaptırmadı, ancak 17 yaşındaki oğlunun plazmasını kendisine nakletti. Bu yöntemden fayda görmediğini söyleyerek durdurdu. Ayrıca ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) gibi kurumların incelemesine takıldı.
King’s College London’dan Dr. Julian Mutz, plazma değişimi gibi yöntemlerin araştırıldığını ancak henüz deneysel olduğunu belirterek, “Bu stratejilerin insan ömrünü gerçekten uzatıp uzatmayacağı belirsiz” dedi.
'125 yaş üst sınır olabilir'
Edinburgh Üniversitesi Roslin Enstitüsü’nden Prof. Neil Mabbott, insan ömrünün teorik olarak en fazla 125 yıl olabileceğini söylüyor. Bilinen en yaşlı insan, 122 yıl yaşayan Fransız kadın Jeanne Calment.
Mabbott, yaşlandıkça bağışıklık sisteminin zayıfladığını, vücudun enfeksiyonlara karşı daha savunmasız hale geldiğini ve ameliyat stresine dayanıklılığın azaldığını hatırlatıyor:
“Her yeni nakil ameliyatının yarattığı stres ve ömür boyu alınan bağışıklık baskılayıcı ilaçların etkileri, çok ileri yaştaki hastalar için fazla ağır olur.”
Uzun ömür sağlıklı yaşam demek değil
Mabbott’a göre odak noktası ömrü uzatmak değil, sağlıklı geçirilen yılları artırmak olmalı:
“Çok daha uzun yaşamak ama yaşlılığın getirdiği çoklu hastalıklarla boğuşmak, sürekli hastaneye gidip gelmek ve tekrar tekrar nakil olmak bana cazip bir emeklilik planı gibi gelmiyor.”
Kaynak: Gazete Oksijen
Trump Pentagon'un adını değiştiriyor: Savaş Bakanlığı
ABD Başkanı Trump, Pentagon’un adını 'Savaş Bakanlığı' yapmak için başkanlık kararnamesi imzalayacak. Beyaz Saray adımın “daha güçlü bir kararlılık mesajı” vereceğini açıkladı. Ancak isim değişikliğinin kalıcı olması için Kongre’nin yasa çıkarması gerekiyor; Trump'ın ise Kongreye gitme niyeti yok
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD Başkanı Donald Trump, Amerikan Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) adını “Savaş Bakanlığı” olarak değiştirmek için başkanlık kararnamesi imzalayacağını açıkladı. Beyaz Saray yetkilileri, adımın “orduya daha sert bir imaj kazandırmayı” amaçladığını söyledi.
Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, Trump’ın kısa süre içinde kararnameyı imzalayacağı, bu sayede Savunma Bakanı Pete Hegseth’in “Savaş Bakanı” unvanını da kullanabileceği bildirildi. Pentagon’un resmî adı ise Kongre’den yasa çıkmadan değiştirilemeyecek.
The Guardian'ın haberine göre Trump'ın imzalayacağı kararname, Kongre'nin herhangi bir karar almasına bağlı kalmadan isim değişikliğinin gerçekleşmesini sağlayacak. Trump yönetimi bunu, 'savaş bakanlığı' ismini bakanlığa ikinci unvan olarak vererek yapmayı planlıyor. İkinci unvan olsa da kararnamede, iç ve dış yazışmalarında "savaş bakanlığı" adını kullanmaları talimatını verecek ve Savunma Bakanı Pete Hegseth ile diğer yetkililerin resmî unvan olarak "savaş bakanı"nı kullanmalarına izin verecek.
Kararnamede, “ ‘Savaş Bakanlığı’ ismi, sadece savunma yeteneklerini vurgulayan ‘Savunma Bakanlığı’na kıyasla, daha güçlü bir hazırlık ve kararlılık mesajı veriyor” ifadeleri yer aldı.
Tarihi köklerine dönüş
ABD’de Savaş Bakanlığı ilk kez 1789’da kurulmuş, 1947’de ise İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Savunma Bakanlığı’na dönüştürülmüştü. Trump, Amerika’nın “Savaş Bakanlığı” adıyla büyük zaferler kazandığını savunarak bu unvanın geri gelmesi gerektiğini dile getirdi.
Yasal süreç ve maliyet tartışması
Trump’ın kararnamesi bakanlığa ikinci isim hakkı tanıyacak olsa da kalıcı değişiklik için Kongre’nin onayı şart. Amerikan medyası, olası değişikliğin yüzlerce kurum logosu, resmi yazışma, e-posta adresi ve askeri üniforma üzerinde milyarlarca dolara mal olabileceğini öngörüyor.
Beyaz Saray henüz sürecin maliyetine ilişkin resmi bir açıklama yapmadı.
“Savaşçı ruh” vurgusu
Trump ve Savunma Bakanı Hegseth, Pentagon’un fazla “eşitlik ve kapsayıcılık programlarına” odaklandığını savunarak bakanlığı “savaş yürütme” ve “savaşçı ruh” etrafında yeniden şekillendirmek istiyor.
Trump, geçen hafta CBS’ye verdiği röportajda ise “Benim yapabileceğim tek şey savaşları durdurmak. İlgi peşinde değilim, sadece hayat kurtarmak istiyorum” ifadelerini kullandı.
Çin’e yanıt olarak görülüyor
Pentagon’un isim değişikliği adımı, Çin’in geçtiğimiz günlerde düzenlediği ve yeni silahlarını sergilediği dev askeri geçit töreninin hemen ardından geldi. Bu durum, Washington’un Pekin’e ve diğer rakiplerine “kararlılık mesajı” vermek istediği şeklinde yorumlanıyor.
Putin: Moskova, Rusya-Ukrayna zirvesi için en iyi yer
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, “Moskova, Rusya-Ukrayna zirvesi için en iyi yer" dedi
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Vladivostok kentinde düzenlenen 10’uncu Doğu Ekonomi Forumu'nun ana oturumunda konuştu. Putin'in forumda Ukrayna ilgili yaptığı açıklamada, Ukrayna'daki tüm askeri birlikleri meşru hedef olarak göreceklerini belirtti.
Putin, “Rusya, hem kendisi hem de Ukrayna için hazırlanacak olan güvenlik garantilerine saygı gösterecek. Ukrayna tarafıyla temasa hazırım ancak bunun bir anlamı yok. Ukrayna tarafıyla temel konularda anlaşmak mümkün değil" ifadelerini kullandı.
Moskova'nın, Rusya-Ukrayna zirvesi için en iyi yer olduğunu söyleyen Putin, "Ukrayna'yla zirveye hazırız. Lütfen Rusya'ya gelin, güvenliği sağlayacağız. Zirve için en iyi yer Moskova. Buna hazırız. Her ülke, güvenlik alanında seçim yapma hakkına sahip, ancak bunu başka bir ülkenin zararına yapmamalı. Ukrayna Anayasası'na göre, toprak anlaşmalarının referandumla onaylanması gerekiyor, ancak bunun gerçekleşmesi için sıkıyönetimin kaldırılması gerekiyor” diye konuştu.
Kaynak: Gazete Oksijen
İtalya’da dini tören öncesi silahlı iki Türk vatandaşı yakalandı
İtalya’nın Viterbo kentinde, binlerce kişinin katıldığı Santa Rosa Festivali öncesi iki Türk vatandaşı silahlarla yakalandı. Başbakan Giorgia Meloni ve Dışişleri Bakanı Antonio Tajani, güvenlik güçlerini hızlı müdahalelerinden ötürü tebrik etti. Olayın mafya bağlantısı araştırılıyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
İtalya’nın orta kesimindeki Viterbo kentinde her yıl binlerce kişinin katıldığı Santa Rosa Festivali öncesi iki Türk vatandaşı silah ve mühimmatla gözaltına alındı. İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ve Dışişleri Bakanı Antonio Tajani, güvenlik güçlerinin hızlı müdahalesi sayesinde olası bir saldırının engellendiğini söyledi.
Festival öncesi operasyon
Çarşamba gecesi düzenlenen operasyonda, iki şüpheli tören alanına yakın bir konaklama tesisinde silahlarla yakalandı. İtalyan medyası, şüphelilerin festival sırasında kalabalığa ateş açmayı planladıkları yönünde iddialar bulunduğunu yazdı. Ancak Viterbo polisi, gözaltıların nedeni ve olası saldırı iddiaları hakkında açıklama yapmadı.
Başbakan Meloni, “Bu kararlı operasyon, UNESCO tarafından İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası olarak kabul edilen Santa Rosa geleneğinin güvenli şekilde kutlanmasını sağladı” ifadelerini kullandı. Tajani de sosyal medya paylaşımında kolluk kuvvetlerini tebrik etti.
UNESCO mirası Santa Rosa Festivali
Her yıl 3 Eylül’de düzenlenen festival, şehrin koruyucu azizesi Santa Rosa onuruna yapılıyor. Etkinliğin en önemli kısmında “Facchini di Santa Rosa” adı verilen 100 taşıyıcı, yaklaşık beş ton ağırlığındaki ve ışıklarla süslenmiş dev yapıyı dar Ortaçağ sokaklarından geçiriyor.
Suç örgütleriyle bağlantı şüphesi
İtalyan basını, gözaltına alınan iki Türk’ün, geçen hafta yine Viterbo’da yakalanan uluslararası düzeyde aranan bir Türk vatandaşının dosyasıyla bağlantılı olabileceğini aktardı. Söz konusu kişinin, Türkiye’de kara para aklama ve silahlı suçlar dahil olmak üzere organize suç örgütü liderliği suçlamalarıyla arandığı açıklanmıştı.
Mayıs 2024’te de yine Viterbo’nun Bagnaia bölgesinde, Ankara’nın en çok aranan isimlerinden olduğu belirtilen Türk mafya lideri Barış Boyun yakalanmıştı.
Bir kişi kaçtı, soruşturma sürüyor
İtalyan basınına göre operasyonda iki kişi yakalanırken, bir şüpheli kaçmayı başardı. Rai’nin haberine göre, gözaltına alınan kişiler şimdilik silah kaçakçılığı suçlamasıyla Viterbo cezaevinde tutuluyor.
Türkiye’nin Roma Büyükelçiliği ise konuyla ilgili sorulara yanıt vermedi.
Elon Musk'tan paylaşım
X'in sahibi Elon Musk da haberi sosyal medyasından paylaşarak tepki gösterdi.
Kaynak: Gazete Oksijen
ABD Sağlık Bakanı bir halk sağlığı sorunu olunca...
Aşı karşıtlığıyla bilinen ve sağlık politikasını komplo teorilerine alet etmekle suçlanan ABD Sağlık Bakanı Robert F. Kennedy Jr. ile ülkenin iki numaralı sağlık otoritesi birbirine girdi. İstifalar ve görevden almaların ardından Kennedy, ‘halk sağlığı sorunu’ ilan edildi
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Robert Kennedy’nin kendi taleplerine uygun hareket etmediği gerekçesiyle Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) Direktörü Susan Monarez’in kovulduğunu açıklamasının ardından protesto olarak, CDC’nin dört üst düzey yöneticisi istifa etti. Gerilim aylardır tırmanıyordu. Kennedy, ABD Sağlık Bakanlığı’nın başına geçtikten sonra, CDC ve diğer sağlık kurumlarında binlerce çalışanı işten çıkardı. Uzun süredir yürürlükte olan aşı politikalarını geri aldı. Ardından, bu ayın başlarında, Covid-19 aşılarına öfkelenen bir kişi, CDC ofis binasına 200 mermi attı. Kimse yaralanmasa da, CDC çalışanları, Kennedy'yi, CDC karşıtı duyguları körüklediği için eleştirdi. Trump, saldırı hakkında bir açıklama bile yapmadı.
Gıda ve İlaç İdaresi’nin (FDA), güncellenen yeni Covid aşılarının sınırlı onayını duyurması fitili ateşledi. FDA yeni aşıları onayladı, ancak sadece yaşlılar ve altta yatan sağlık sorunları nedeniyle daha yüksek risk altında olan kişiler için. Aşılar daha önce 6 aylıktan büyük tüm Amerikalılar için onaylanmıştı. CDC’nin, sağlıklı yetişkinler, hamile kadınlar ve çocuklar hariç, FDA’nın daha dar kapsamlı onayına uygun yeni Covid aşısı önerileri yapması bekleniyordu, ancak New York Times’a göre Monarez, Kennedy ile yaptığı görüşmede bu politikayı uygulamayı reddetti.
Bilim ve anti-bilim
Sonrasında kaos yaşandı. Monarez’in Senato onayı alınmasından bir ay bile geçmeden kovulduğu duyuruldu. Ardından CDC yöneticilerinin istifaları gelmeye başladı. Bu yetkililerden biri olan CDC Ulusal Aşılama Merkezi Direktörü Demetre Daskalakis, CDC’deki durumu bilim ve anti-bilim arasındaki varoluşsal bir savaş olarak nitelendirdi: “CDC’yi bilimsel gerçekliği yansıtmayan ve halk sağlığını iyileştirmek yerine zarar vermek için tasarlanmış politika ve materyaller üretmek için bir araç olarak gören bir ortamda hizmet edemem. Halk sağlığı sadece bireyin sağlığıyla ilgili değil, toplumun, ulusun, dünyanın sağlığıyla da ilgilidir. Ülkenin sağlık güvenliği risk altındadır ve ideolojik çıkarlarına odaklanan kişilerin elindedir.”
Lider Şi’den tarihi strateji konuşması
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Şi Cinping, Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısında ‘yeni bir küresel ve ekonomik düzen şart’ diyerek kurulmasını önerdiği ‘yeni dünya düzenini’ şöyle anlattı:
Bu yıl, Dünya Anti-Faşist Savaşı'nın zaferinin ve Birleşmiş Milletler'in kuruluşunun 80. yıldönümü. Seksen yıl sonra, barış, kalkınma, işbirliği ve karşılıklı yarar gibi tarihsel eğilimler değişmezken, Soğuk Savaş zihniyeti, hegemonizm ve korumacılık (ı) dünyayı rahatsız etmeye devam ediyor. Yeni tehditler ve zorluklar giderek artıyor. Dünya, yeni bir çalkantı ve dönüşüm dönemine girdi. Küresel idare (governance) yeni bir dönüm noktasına geldi. Bu amaçla, Küresel İdare Girişimi'ni önermek istiyorum. Daha adil ve eşitlikçi bir küresel idare sistemi için tüm ülkelerle birlikte çalışmayı ve insanlık için ortak bir geleceğe sahip bir topluma doğru ilerlemeyi sabırsızlıkla bekliyorum.
5 maddelik öneri
İlk olarak, egemen eşitliğine bağlı kalmalıyız. Büyüklüğü, gücü ve zenginliği ne olursa olsun, tüm ülkelerin küresel idarede eşit katılımcılar, karar vericiler ve yararlanıcılar olduğunu savunmalıyız.İkincisi, uluslararası hukukun üstünlüğüne uymalıyız. BM Şartı'nın amaç ve ilkeleri ile uluslararası ilişkilerin diğer evrensel olarak tanınan temel normları kapsamlı, tam ve eksiksiz bir şekilde uygulanmalıdır. Uluslararası hukuk ve kurallar eşit ve tek tip bir şekilde uygulanmalıdır. Çifte standart olmamalı ve birkaç ülkenin iç kuralları diğerlerine dayatılmamalıdır. Üçüncüsü, çok taraflılığı uygulamalıyız. Kapsamlı istişare ve ortak fayda için ortak katkı içeren küresel idare vizyonunu savunmalı, dayanışma ve koordinasyonu güçlendirmeli ve tek taraflılığa karşı çıkmalıyız. BM'nin statüsünü ve otoritesini kararlılıkla korumalı ve küresel idarede yeri doldurulamaz, kilit rolünü güvence altına almalıyız. Dördüncüsü, insan merkezli yaklaşımı savunmalıyız. Küresel idare sisteminde, her ulusun halkının küresel idarenin aktörleri ve yararlanıcısı olmasını sağlayacak şekilde reform ve iyileştirmeler yapmalı, böylece insanlığın ortak sorunlarını daha iyi ele almalı, Kuzey-Güney uçurumuna son vermeli ve tüm ülkelerin ortak çıkarlarını daha iyi korumalıyız. Beşinci olarak, somut adımlar atmaya odaklanmalıyız. Sistematik ve bütüncül bir yaklaşım benimsemeliyiz.
Yemek pişirmek bile yasaklandı
Rusya lideri Putin, Kuzey Kore lideri Kim Jong Un ve 24 diğer devlet ve hükümet başkanı, Pekin’in merkezindeki Tiananmen Meydanı’na bakan tribünlerde 70 dakikalık bir askeri “yeni nesil” silah gösterisini izledi. Çin tarihinin bu en büyük gövde gösterisi için aylar süren bir hazırlık yapıldı. 10 bin askerin adım adım yürüyüşünü veya 80 bin güvercinle 80 bin balonun salınmasını hiçbir şeyin engellememesi için çok sayıda prova gerçekleşti. Kapsamlı güvenlik önlemleri alındı.
Tiananmen Meydanı yakınlarında yaşayanların, dumanın gökyüzünü bulanıklaştırabileceği gerekçesiyle yemek pişirmeleri bile yasaklandı. Bu evlerde yaşayanlara haşlanmış yumurta, ekmek ve baharatlı Sichuan turşularından oluşan kahvaltı paketleri dağıtıldı.
Pek çok Pekin sakini evlerine kapatıldı ve ana geçit töreni güzergâhına bakan kafeler, alışveriş merkezleri ve ofisler bir gün önceden kapatıldı. Merkezdeki okullar gün boyunca kapalıydı ve şehir merkezindeki ofislerdeki çalışanlara, kısmen şehrin birçok yolu kapalı olduğu için, evden çalışmaları söylendi. Yedek askerler, protestocuları gözetlemek için köprüleri ve otobüsleri korudu. Polis, evcil güvercinlerin salınmasını, uçurtmaları ve gökyüzü fenerlerini yasakladı.
Başkentin tüm caddelerine yaklaşık 230 bin Çin bayrağı asıldı.
Yalanladığı Gazze planlarını Beyaz Saray’da anlattı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Financial Times, temmuz ayında İngiltere eski Başbakanı Tony Blair’in adını taşıyan vakfı ile savaştan sonra Gazze’yi ‘dönüştürme’ planı hazırladığını ortaya çıkarmış, Blair haberi reddetmişti. Ancak aynı isim, Trump’la yalanladığı planları konuşmak için Beyaz Saray’da görüştü, ardından 38 sayfalık plan basına sızdı
Beyaz Saray’ın geçtiğimiz hafta sürpriz bir konuğu vardı. İngiltere eski Başbakanı Tony Blair, Donald Trump’a savaş sonrası Gazze için bir plan hakkında bilgi verdi. Toplantıya ABD başkanının damadı Jared Kushner da katıldı. Görüşme sonrası hiçbir açıklama yapılmadı. Toplantının ayrıntılarını ilk kez Amerikan haber sitesi Axios’a açıklayan kaynaklara göre, “savaş sonrası” plan, çatışmanın ardından yıkılan bölgenin yeniden inşası için bir strateji ve Hamas’ın katılımı olmadan bölgenin nasıl yönetilebileceğine dair fikirler içeriyor.
Axios’a göre Blair ve Kushner’ın, Trump’ın daha önce “Orta Doğu’nun riviera'sı”na dönüştürülebileceğini öne sürdüğü Filistin topraklarının geleceği için aylardır planlar üzerinde çalıştıkları söyleniyor. Şubat ayında, ABD başkanı Gazze üzerinde “uzun vadeli mülkiyet hakkı” elde etme olasılığını kamuoyuna açıkladı ve ABD’nin “Gazze’yi devralıp geliştireceğini” söyledi. Mevcut savaştan önce 2 milyondan fazla kişiden oluşan sivil nüfusu “iyi, temiz, güzel bir araziye” veya “çok sayıda araziye” yerleştirmeyi önerdi. (Uluslararası hukukçular, tüm nüfusu sınır dışı etmenin savaş suçu veya insanlığa karşı suç teşkil edebileceğini belirtiyor) Trump ayrıca, Gazze Şeridi’ni lüks bir sahil beldesi olarak gösteren, elbette adı “Trump Gazze” olan, gökdelenler, saray gibi oteller ve kendisinin devasa altın heykeli ile tamamlanmış, yapay zeka tarafından üretilmiş bir video paylaştı.
FT ortaya çıkarmıştı
Trump gibi emlak geliştirme alanında deneyimli olan ve ABD başkanının ilk döneminde Abraham Anlaşmaları’nın müzakerelerinde önemli bir rol oynadığına inanılan Kushner, daha önce Gazze’nin “su kenarındaki mülklerinin “çok değerli” potansiyelini ve çatışma sonrası bölgenin geliştirilme olasılığını anlatmıştı. Ardından Financial Times, temmuz ayında Blair’in vakfı Tony Blair Enstitüsü’nün çalışanlarının da Boston Danışmanlık Grubu’nun liderliğindeki, savaştan sonra Gazze’yi bölgesel bir ticaret merkezi haline getirmeyi öngören bir projeye katıldığını ortaya çıkardı. Tony Blair Enstitüsü, çalışanlarının Gazze sakinlerinin yer değiştirmesini içeren herhangi bir öneriyi hiçbir zaman yazmadığını, geliştirmediğini veya onaylamadığını ısrarla vurguladı.
Çarşamba günü Beyaz Saray’da Blair ve Kushner’ın da katıldığı Gazze ile ilgili “büyük toplantı” öncesinde, Trump’ın özel elçisi Steve Witkoff Fox News’a, çatışmanın birkaç ay içinde, “kesinlikle bu yılın sonundan önce” sona ereceğine inandığını söyledi. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının sona ermesi için zaman zaman başarısız girişimlerde bulunan Witkoff, yönetimin savaş sonrası Gazze için “çok kapsamlı bir plan” geliştirdiğini söyledi. “Bence birçok insan bunun ne kadar sağlam ve iyi niyetli olduğunu görecek” dedi ve “bu, Başkan Trump’ın insani amaçlarını yansıtıyor” diye ekledi. O gün televizyonda yayınlanan kabine toplantısında, Trump’ın yetkilileri başkana dalkavukluk yapmak için birbirleriyle yarışırken, Witkoff Trump’a Nobel Barış Ödülü Komitesi'nin nihayet onun bu ödülün tarihindeki “en iyi aday” olduğunu kabul edeceğini umduğunu söyledi. “Başarınız bugün dünyayı değiştiriyor. Ve umarım herkes uyanır ve bunun farkına varır” dedi.
İsrailliler hazırladı
Blair-Trump görüşmesinin ardından Washington Post gazetesi Gazze için hazırlanan 38 sayfalık planın detaylarına ulaştı. Plan, Gazze’nin 2 milyonluk nüfusunun, savaş sonrası yeniden yapılanma sırasında “gönüllü” olarak başka bir ülkeye veya önceden onaylanmış “kısıtlı, güvenli” bölgelere en azından geçici olarak gitmesini içeriyor. Arazi sahibi Gazzelilere, mülklerini yeniden geliştirme hakkı karşılığında 5 bin dolar nakit ve kira sübvansiyonu teklif edilecek. Filistinlilere ayrıca bir yıllık gıda yardımı da sağlanacak. Gazetenin haberine göre Gazze Yeniden Yapılanma, Ekonomik Hızlanma ve Dönüşüm Vakfı (Gaza Reconstitution, Economic Acceleration and Transformation Trust) veya “Büyük Vakıf” olarak adlandırılan yeni öneri, zorla tahliye konusunda uluslararası endişeleri artıracak gibi görünüyor.
Rapora göre, bu fikir, Gazze’ye yardım tedarikini denetleyen deneyimli uluslararası kuruluşların yerini alan tartışmalı Gazze İnsani Yardım Fonu’nu tasarlayan İsrailliler tarafından ortaya atıldı
Netanyahu hükümeti Haaretz gazetesine karşı
“İsrail’in vicdanı” olarak bilinen gazetenin yazarı Gideon Levy’nin bir komutanı eleştirmesinin ardından hükümet ateş püskürdü. Bakanlar “ajanlıkla” suçladıkları gazeteye karşı harekete geçilmesini istedi
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, kabinesinden bakanlar ve İsrail ordusunun liderleriyle beraber ülkede “vicdanın sesi” olarak bilinen muhalif Haaretz gazetesini “Yahudi düşmanlığıyla” suçladı. Gazetenin en tanınan köşe yazarlarından Gideon Levy, İsrail ordusunun Batı Şeria’daki başkomutanını nitelerken Nazi dönemi komutanları için kullanılan bir ifadeye başvurmuş, ayrıca Filistinlileri kolektif olarak cezalandırdığını söylemişti.
Hükümetin tepkisini çeken köşe yazısında Levy, “Oberkommandant Avi Bluth, ülkenin merkezi komutasının başı, ‘İsrailli yerleşimcilere karşı el kaldıran herkesin caydırılması için operasyonların tekrar tasarlanmasını’ emretti” diye yazdı.
Levy ayrıca İsrailli generalin Filistinlilerin kolektif olarak cezalandırılması için emir verdiğini, bunun da bir savaş suçu olduğunu vurguladı ve ekledi: “Bu durumda Bluth bir savaş suçlusudur ve yeri yargılanacağı Lahey’dir”.
Levy ayrıca Bluth ifadesinin Almancada “kan” anlamına geldiğine dikkati çekti ve ona “Kanlı general” dedi.
Netanyahu köpürdü
Yazı, Bluth’un Batı Şeria’da çoğu zeytin ağacı olmak üzere 3 bin 100 ağacın kesilmesi için emir vermesinden sonra yayımlandı. Levy ayrıca ağaçların kesileceği El- Muhayyir köyünün etrafında 10 yerleşim bölgesi kurulmasına izin verildiğini söyledi. Yazara göre amaç Filistinlilerin korkup evlerini terk etmesini sağlamak. Levy’nin bulgularına göre Bluth’un komutasında yerleşimcilerin yaptığı iki saldırıda Filistinliler İsrail ordusunun açtığı ateş sonucunda öldürüldü ve kimse yargılanmadı.
Yazının ardından Netanyahu ateş püskürdü. Satırları “dünyanın farklı yerlerindeki İsrail düşmanlarının yazdığı kanlı Yahudi düşmanı iftiralara” benzetti ve “Haaretz’in açtığı yerin ifade özgürlüğü değil, aralıksız dayanaksız suçlamalar” olduğunu söyledi. Netanyahu ayrıca Bluth’u savunarak “saçma” diye nitelediği suçlamaları kınadı.
İsrail ordusu, ordunun merkez komutanlığına yönelik “şok edici ve kışkırtıcı” makaleyi “şiddetle kınadığını” ve “çarpıtılmış imgeler” kullanmanın her türlü kırmızı çizgiyi aştığını söyledi. Ordu, Batı Şeria’daki faaliyetlerinin yasalara ve “ordunun değerlerine” uygun olarak yürütüldüğünü vurguladı.
İsrail Savunma Bakanı Israel Katz şunları söyledi: “Haaretz, Bluth’un ve İsrail ordusunun adını lekelemeye çalışmakta ve utanç verici bir kan iftirası yaymaktadır. Bu makale düşmanımızın propagandasına hizmet eden gerçek bir Yahudi karşıtı kışkırtmadır.” Katz ayrıca, “İçeriden ya da dışarıdan hiçbir düşman varlığın IDF’nin meşruiyetini ya da adil yöntemlerimizi sorgulamasına izin vermeyeceğiz” dedi.
Kendisi de bir Batı Şeria yerleşimcisi olan aşırı sağcı Bakan Bezalel Smotrich, Haaretz’in generale yönelik “Yahudi düşmanı ve iftira dolu saldırısını” kınadı. Smotrich, ayrıca İsrail ordusu liderlerini ordu içinde gazetenin okunmasını engellemesi ve aboneliklerin iptal edilmesi için harekete geçmeye çağırdı. Bakan, Haaretz’in “Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar hareketinin İsrail’deki ajanı olduğunu” söyledi.
Batı Şeria’daki yerleşimcilerden oluşan sivil bir kuruluş olan Yesha Konseyi, makaledeki ifadeleri “suç” olarak nitelendirdi ve İsrail polisini sorumluları soruşturmaya ve yargılamaya çağırdı.
İletişim Bakanı Shlomo Karhi, Haaretz’e ve onun “aşağılık yazarlarına” verilen devlet fonunun kesilmesine öncelik verilmesi gerektiğini söyledi.
Pes etmedi bu kez Trump’ı hedef aldı
Gideon Levy, hükümetin hedefi olmasının ardından geri adım atmayarak bu kez de “Trump’ın yeri Nobel ödül töreni değil, Uluslararası Ceza Mahkemesi” başlığıyla yeni bir yazı yayımladı. İşte o yazıdan satır başları:
ABD başkanının hayalinin Oslo’da Nobel Barış Ödülü’nü almak olduğu söyleniyor; ancak onun yeri Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi. Donald Trump kadar Gazze’deki katliamdan sorumlu olan başka bir İsrailli olmayan kişi yok. İsteseydi, o (ve sadece o) bir telefon görüşmesiyle bu korkunç savaşı ve İsrailli rehinelerin öldürülmesini sona erdirebilirdi. Ama bunu yapmadı. Trump, sanki hiçbir şey olmamış gibi İsrail’in savaş makinesine fon sağlamaya, silah vermeye ve destek vermeye devam ediyor. O, İsrail’in son hayranı. Geçen hafta, İsrail’in başkomutanı Başbakan Netanyahu’yu “savaş kahramanı” olarak nitelendirdi. Hemen ardından, kendine de aynı şüpheli onuru atfederek, karakteristik alçakgönüllülüğüyle “Sanırım ben de öyleyim” diye ekledi. ABD başkanı, Gazze’de soykırım yapan birini kahraman olarak görüyor.
Netanyahu ve Trump bir ödülü hak ediyorlarsa, bu ödül neyse ki henüz oluşturulmamış olan Soykırım Ödülü’dür.
Bolsonaro’nun oğlu Trump’a “Babamı koru” diye yalvarıyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Brezilya eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro’nun oğlu Eduardo Bolsonaro, 6 ay önce Brezilya Kongresi’ndeki görevinden ayrılıp ABD’ye taşındığında amacı netti: Başkan Donald Trump’ın desteğini alıp babasının hapse girmesini önlemek.
Bloomberg’in aktardığına göre Eduardo’nun Trump’ı etkileme amacı bir noktaya kadar başarılı oldu. ABD, babasının darbe girişiminde bulunmakla yargılandığı davanın hakimine yaptırım uyguladı. Trump hükümeti ayrıca Brezilya’ya yüzde 50 ek gümrük vergisi getirerek hükümet üzerindeki baskıyı artırdı. Ancak tüm bunlar yasal süreci durdurmadı ve babasının yargılanmasına bu hafta başlandı. Davada önümüzdeki hafta karar çıkabileceği belirtilirken, Eduardo Trump’a yalvarmaya devam ediyor.
Erduardo, hakimin üzerindeki baskının artırılmasını istediğini belirtirken, “Trump elindeki tüm mekanizmaları kullanmıyor” dedi. Bloomberg’e konuşan kaynaklar, Trump’ın danışmanlarının Brezilya’ya çok baskı uygulanmasının Lula’ya desteği artırabileceğini düşünüyor. Trump, Bolsonaro’ya verdiği destek nedeniyle ABD medyasında sıkça eleştirilmişti.
Ayrıca Eduardo’nun hamleleri, Bolsonaro’nun baş düşmanı Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva’nın da elini güçlendirdi. ABD’ye gidip gümrük vergilerini desteklemesinin ardından Lula, Eduardo’yu bir hain ilan etti. Bu, aşırı sağ siyasetçiler arasında kaosa sebep oldu.
ABD Venezuela’yı işgal eder mi?
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD’nin salı günü Venezuela’dan kalkan bir gemiyi uyuşturucu taşıdığı gerekçesiyle vurmasının ardından ABD ile Venezuela arasındaki gerilim daha da tırmandı. ABD Başkanı Donald Trump, saldırıda 11 “narkoterörist”in öldürüldüğünü söyledi.
ABD geçen haftalarda Venezuela lideri Nicolas Maduro üzerindeki baskıyı artırdı ve “uyuşturucu kaçakçılığı suçlamasıyla tutuklanmasını sağlayacak bilgi sunana” 50 milyon dolar ödül vereceğini duyurdu. Saldırıdan 2 gün önce Maduro, olası bir ABD müdahalesine karşı “maksimum hazırlık” haline geçtiklerini söylemişti. ABD donanması, Güney Karayipler’e askeri yığınak yapıyor. Bu da Trump’ın asıl amacının Maduro’yu devirmek olduğu iddialarına sebep oldu.
Peki böyle bir işgal olası mı? Uzmanlara göre hayır. Britanya merkezli düşünce kuruluşu Chatham House’ın Latin Amerika uzmanı Christopher Sabatini, “Aklı başında kimse 4 bin 500 kişiyle dağları, ormanları ve birçok şehri olan bir ülkeyi işgal edebileceğini düşünmez” dedi. Sabatini’ye göre iki lider de “şovlarını yapıyor”. 2018-2023 arasında ABD’nin Venezuela büyükelçiliğini yapan James Story de, ABD’nin Güney Karayipler’de artan askeri varlığının “bir güç gösterisi” olduğunu ancak güç kullanılacağını düşünmediğini belirtti. Newsweek’e konuşan, Jeostrateji Konseyi’nin ulusal güvenlik uzmanı William Freer, “Direkt askeri müdahale ile ilgili bir şey duymadık. Burada amaç Maduro’ya baskı yapmak gibi duruyor” dedi.
Joe Biden yönetiminde Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Batı yarım küreden sorumlu kıdemli direktörü olarak görev yapan Juan González ise, “Trump’ın denizde yaptığı yığınak bir tiyatro. Ancak askeri çatışma riski çok yüksek” dedi. González, Venezuela’ya yapılacak bir müdahalenin “felaket” olacağını söyledi.
Yorumlar