31
- mutlunecmettin
- 1 gün önce
- 36 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 9 saat önce
Gazze'deki krizi doğuran iktidar pazarlığı: İsrail'de aşırı sağ fetih, Netanyahu koltuğunu korumak istiyor
"Gazze'deki kriz İsrail iç siyasetindeki iktidar dengeleri ve güç savaşlarının bir sonucu"
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Gazze, tarihin en yıkıcı insani krizlerinden birini yaşıyor. İsrail'in saldırıları ve ağır kuşatma koşulları altında milyonlarca insan açlık, hastalık ve temel ihtiyaçlardan yoksunlukla karşı karşıya. Çoğunluğu çocuk 154 kişi de “açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle” hayatını kaybetti. Günbegün artan can kayıpları ve derinleşen insani dram, yalnızca bölgedeki çatışmanın değil, aynı zamanda İsrail iç siyasetindeki iktidar dengelerinin de bir sonucu. Bu tablo, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun iktidarını korumak uğruna aşırı sağcı müttefiklerinin taleplerine verdiği tavizlerle daha da şekilleniyor.
The Atlantic yazarı Yair Rosenberg, İsrail'de Netenyahu'nun 2022 yılında yeniden iktidara dönmesini sağlayan ve ülkenin en aşırı sağcı hükümeti olarak anılan hükümetin bileşenlerinin İsrail'in savaş politikalarını nasıl şekillendirdiği yazdı. Aşırı sağ partilerin Gazze'nin fethedilmesini istediğini vurgulayan Rosenberg, yine bu partilerin koltuğunu korumak isteyen Netanyahu'ya söz geçirebilen tek güç olduğunu ifade etti. Rosenberg, "7 Ekim’in ardından, İsrail’in ortakları belki de karşılarında her ne kadar oldukça muhafazakâr olsa da tipik bir İsrail hükümeti olduğunu düşündüler. Oysa şimdi aslında Netanyahu kılığında bir Smotrich/Ben-Gvir hükümetiyle muhatap oldukları izlenimi doğuyor" ifadesini kullandı.
Yair Rosenberg'ün The Atlantic'te yayınlanan yazısı özetle şöyle:
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, kısa bir siyasi sürgün döneminin ardından 2022'de İsrail tarihindeki en aşırı sağcı müttefiklerinin desteğiyle iktidara dönmeyi başardı. Kurduğu koalisyonun 64 sandalyesinden 14’ü, açıkça Arap karşıtı iki milletvekili olan Itamar Ben-Gvir ve Bezalel Smotrich’in liderliğindeki partilere aitti. İsrailli Arapların sınır dışı edilmesini savunan ve aşırılığı nedeniyle partisi Parlamento’dan men edilen haham Meir Kahane’nin bir müridi olan Ben-Gvir, terörizmi desteklemek ve ırkçı kışkırtıcılık suçlarından yargılanmış ve mahkûm edilmişti. Smotrich ise İsrail’deki doğumhanelerde Yahudiler ve Arapların ayrılmasını savunmuş ve Knesset’teki Arap meslektaşlarına “düşman” olduklarını ve “burada yanlışlıkla bulunduklarını” söylemişti.
Hem Ben-Gvir hem de Smotrich, İsrail işgali altındaki Batı Şeria’daki şiddet içeren yerleşimci saldırılarına sempati gösterdi. Her ikisi de Batı Şeria’yı ilhak etmeyi ve orada yaşayan Filistinlilerin siyasi haklarını ellerinden almayı ya da onları sürgün etmeyi hedefledi. Ve her ikisi de, İsrailli liderin umutsuzca desteğe ihtiyaç duyması nedeniyle Netanyahu’nun yeni hükümetinde bakan oldu.
Matematik basitti: Netanyahu’nun koalisyonundaki partiler seçimlerde oyların yalnızca yüzde 48,4’ünü aldı ve parlamentodaki çoğunluğu ancak seçim barajı ve artık oylar sayesinde elde etti. Bu da Netanyahu’nun göreve son derece kırılgan bir konumda başladığı anlamına geliyordu; hem yandan yolsuzluk davasında yargılanıyor, hem de taleplerine karşı çıkarsa onu devirebilecek olan aşırılıkçılarla dolu bir koalisyona muhtaç durumdaydı.
Dışarıdan bakıldığında durumunun ne kadar kötü göründüğünü fark eden Netanyahu, aşırılıkçıların değil kendisinin yönetimde olduğunu dış dünyaya göstermek ve güvence vermek için uluslararası bir halkla ilişkiler kampanyasına girişti. NPR’a şunları söyledi:
“Onlar bana katılıyor, ben onlara katılmıyorum.”
Gazze’deki savaşın gidişatı bu söylemi kesin olarak çürüttü. Kritik dönemeçlerde başbakanın tercihleri, iktidarını sona erdirebilecek olanların taleplerine boyun eğme zorunluluğu tarafından sekteye uğradı. Sonuç olarak İsrail’in savaş çabasını baltaladı ve ülkenin uluslararası alandaki itibarını yok etti. Bu durum, Gazze’deki açlık krizini tetikleyen olaylarda hiç olmadığı kadar açık biçimde görülüyor.
Biden yönetiminden daha fazla yardım yapılması yönünde gelen baskıyla karşı karşıya kalan İsrail’in, insani yardım sağlamak için birkaç güvenilir seçeneği vardı. Kara harekâtının ilk gününden itibaren ordu, kontrol altına aldığı her bölgede yerel ve uluslararası ortaklarla işbirliği içinde UNRWA dışı dağıtım merkezleri kurarak Gazze’deki siviller için yeni bir yardım mekanizması inşa etmeye başlayabilirdi. Ya da İsrail, Hamas’ın yeniden satıp kayda değer bir gelir elde edemeyeceği kadar çok yardımı bölgeye akıtabilirdi. Fakat gerçekçi olmak gerekirse, çaresiz Gazze sivil halkını önce aç bırakmadan Hamas’ı açlığa mahkûm etmenin bir yolu yoktu.
İsrail bu seçeneklerin hiçbirini tercih etmedi. Bunun yerine, UNRWA’nın sınırlı faaliyetlerine devam etmesine izin verirken, yardımların Hamas’a yönlendirildiğine dair iddialara yanıt olarak kısıtlamaları defalarca sıkılaştırıp gevşetti. Ardından İsrail, Ocak ayında 42 gün süren ateşkes sırasında bölgeye büyük miktarda yardım akışını kabul etti, ancak sonrasında iki ay boyunca yardımları tamamen bloke etti. Son olarak, Gazze felaketin eşiğine gelmişken, İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri Mayıs ayında Gazze İnsani Yardım Vakfı’nı başlatarak nihayet UNRWA’yı devre dışı bırakmaya çalıştı. En kötü koşullar altında, tamamen yeni bir sistemi hızla uygulama girişimi beklendiği gibi başarısız oldu. Yardım dağıtım noktalarına ulaşmaya çalışan Filistinliler öldürüldü ve Gazze’de bugün tanık olduğumuz krizin ortaya çıkmasına yol açtı.
İsrail’in burada aldığı kararlar çelişkili ve ne ahlaki ne de stratejik açıdan mantıklı. Ancak Netanyahu’nun bakış açısından siyasi olarak anlamlı. Savaşın başlangıcından bu yana başbakan, farklı yönlerden gelen baskılarla karşı karşıya kaldı: Gazze’deki sivilleri desteklemesini isteyen uluslararası ortaklardan ve bu sivilleri etnik olarak temizleyip bölgeyi Yahudi yerleşimleriyle yeniden nüfuslandırmak isteyen koalisyonunun aşırı sağ kanadından. Ben-Gvir ve Smotrich, bölgedeki Filistin nüfusunun “gönüllü göçünü” açıkça savundu ve insani yardımların sona erdirilmesini bunu başarmanın bir aracı olarak önerdi. Ben-Gvir, cumartesi günü sosyal medyada şu açıklamayı yaptı:
“Savaşı kazanmanın ve rehineleri geri getirmenin tek yolu ‘insani’ yardımı tamamen durdurmak, Gazze Şeridi’nin tamamını fethetmek ve gönüllü göçü teşvik etmektir.”
Bu fraksiyonu kontrol altında tutmak ve iktidarını korumak için Netanyahu’nun, aldığı kararların yalnızca askeri zorunlulukları veya uluslararası dayatmaları değil, aynı zamanda aşırı sağın taleplerini de karşılaması gerekiyordu. Onayladığı her adım, görünürde stratejik bir amaca hizmet ederken aynı zamanda aşırı sağın planını potansiyel olarak ilerletebilecek şekilde “çift kullanımlı” olmalıydı. Ancak pratikte bu iki hedefi aynı anda izlemek, adil ve başarıyla yürütülen bir savaşla bağdaşmaz: Hem yardım sağlamak hem de yardımı kesmek, hem rehineleri kurtarmaya yönelik sınırlı bir savaşı hem de bir fetih savaşını aynı anda yürütmek imkânsızdır.
İsrail'in savaşı uzadıkça, Netanyahu’nun karar alma sürecinin ne kadar sorunlu olduğu daha da belirgin hale geldi. Başlangıçta İsrailli lider, daha fazla yardım yapılması için baskı yapan ve Netanyahu’yu Gazze halkının yerinden edilmesini reddetmeye zorlayan Biden yönetiminin, Gazze’nin yeniden Filistin yönetimine devredilmesinde ısrar eden Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın ve savaş zamanı koalisyonunun, ateşkes çağrısında bulunan merkezci ortağı Benny Gantz’ın baskısıyla dizginlenmişti. Ancak Haziran 2024’te Gantz koalisyondan ayrıldı, Kasım ayında Joe Biden’ın yerine Donald Trump geçti, Trump’ın zaferinin ertesi günü Netanyahu Gallant’ı görevden aldı ve ardından Trump, Gazze nüfusunu başka yerlere taşımayı ve bunun yerine “Ortadoğu’da bir Riviera” inşa etmeyi önerdi.
Sonuç olarak, bugün Netanyahu yalnızca aşırı sağın etkisi altında ve bu kesim, İsraillilerin büyük çoğunluğu Gazze’de yerleşimlere karşı çıkıp savaşı sona erdirecek bir rehine anlaşmasını desteklemesine rağmen, fiilen savaş politikasına yön veriyor.
Bu kasvetli gerçeklik ve sonuçları, İsrail’in en güçlü uluslararası müttefiklerinden bile çoğunun giderek artan yabancılaşmasını açıklıyor. 7 Ekim’in ardından, İsrail’in ortakları belki de karşılarında her ne kadar oldukça muhafazakâr olsa da tipik bir İsrail hükümeti olduğunu düşündüler. Oysa şimdi aslında Netanyahu kılığında bir Smotrich/Ben-Gvir hükümetiyle muhatap oldukları izlenimi doğuyor. Gecikmeli de olsa, bazı Avrupa ülkeleri ile birlikte Britanya, Avustralya ve Kanada, Amerika’nın desteği olmadan Netanyahu’yu rotasını değiştirmeye zorlayabilecek baskıları yeniden uygulamaya çalışıyor.
İsrail, başka ülkelerin muhtemelen maruz kalmayacağı önyargılar ve haksız beklentilerle karşı karşıya. Yine de Netanyahu’nun bu gerçeklere nasıl tepki vereceğine dair bir iradesi var. O mevcut yolunu seçti ve farklı bir karar alana kadar hem Filistinliler hem de İsrailliler bunun bedelini ödemeye devam edecek.
Kaynak: Gazete Oksijen
Balfour'dan Starmer'a: İngiltere neden şimdi Filistin'i tanıma kararı aldı, etkileri ne olacak?
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Oksijen İnceleme - 1957'den 1963'e kadar İngiltere'yi yöneten Başbakan Harold Macmillan, bir konuşmasında Ortadoğu problemi diye bir şey olmadığını, çünkü bir şeyin problem olabilmesi için çözümünün de olması gerektiğini söylemişti. İngiltere, aradan geçen uzun yıllar boyunca yaşanan 1967 Savaşı'ndan, Oslo Görüşmeleri'ne, Venedik Deklarasyonu'ndan 11 Eylül sonrası yaşananlara kadar bölgedeki tüm kritik gelişmelerin baş aktörlerinden biriydi. Birçok İngiliz lider 'çözüm' iddiasıyla farklı adımlar attı. Macmillan'ın sözünü geçersiz kılma çabalarında sıra bugünün başbakanı Keir Starmer'a geldi
İngiltere Başbakanı Keir Starmer, İsrail'in bir ateşkes anlaşmasını kabul etmemesi ve uzun vadeli bir barış sürecine girilmemesi durumunda eylülde Filistin devletini tanıyacaklarını açıkladı.
Starmer'ın salı akşam yaptığı bu açıklama, Londra'nın uzun yıllardır devam ettirdiği Filistin politikasında yaşanan en büyük değişimlerden biri. İngiltere daha önce Filistin'i tanımayı bölgede yürütülecek olası bir barış sürecinin parçası olarak görme eğilimindeydi.
Ancak Starmer'ın açıklamalarıyla ilk kez bir İngiliz hükümeti, Filistin'i tanıma konusunda somut koşullar ve takvim belirlemiş oldu.
Peki bu karar neden şimdi geldi ve etkileri ne olacak?
Filistin'i tanımak ne anlama geliyor?
Tanıma kararı büyük ölçüde sembolik bir adım.
Karar genel hatlarıyla, sınırlarının veya başkentinin nerede olacağı gibi çetrefilli pratik konularla uğraşmaya gerek kalmadan, Filistin’in kendi kaderini tayin hakkının resmî ve siyasi olarak tanınması anlamına geliyor.
Filistin'in tanınması aynı zamanda iki ülke arasında tam diplomatik ilişkilerin kurulması anlamına da geliyor. Tanıma kararı gerçekleşirse Filistin'e ve Londra'ya karşılıklı büyükelçiler atanabilecek.
Savunucuları bu kararın iki devletli çözüme giden bir siyasi süreç başlatmak için ideal olduğu görüşünde.
Birleşmiş Milletler'e bağlı 193 ülkeden 140'ı Filistin'i devlet olarak tanıyor. Bunların içinde Çin, Hindistan ve Rusya gibi ülkelerin yanı sıra İspanya, İsveç, Norveç ve İrlanda gibi Avrupa devletleri de var. Ancak geçen perşembe Fransa, Filistin'i tanıma niyetini açıklayana kadar hiçbir G7 ülkesi böyle bir karar almamıştı.
İngiltere neden şimdi tanıma kararı alıyor?
İngiltere Başbakanı Keir Starmer'ın Filistin'i tanıma konusunda bir takvim belirlemesinin arkasında iki uluslararası etken ve iç politikada oluşan ağır baskı önemli rol oynuyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron geçen hafta ülkesinin eylülde yapılacak BM Genel Kurulu'nda Filistin'i tanıyacağı açıklamasıyla topu Berlin ve Londra'nın sahasına göndermişti. Alman hükümeti Fransa'nın kararını takip etmeyeceğini açıklasa da, Macron'un ardından Starmer da konuyla ilgili kendi takvimini belirlemeyi tercih etti.
Bir diğer uluslararası faktör de Trump'tan gelen yeşil ışık. Trump'a pazartesi günü, Starmer'ın İngiliz milletvekillerinden gelen 'tanıma' baskısına karşı ne yapması gerektiği soruldu. Yanıt şu şekilde geldi:
"Ben bir tutum almayacağım, onun tutum almasına bir şey demem. Ben şu anda insanlara yiyecek ulaştırmaya odaklanıyorum"
Starmer, Filistin konusunda harekete geçmesi yönünde ülke içinde de yoğun baskı altında. Angela Rayner ve Yvette Cooper dahil en üst düzey kabine üyelerinden bazıları derhal tanıma kararını destekliyor.
Wes Streeting ve Shabana Mahmood gibi bazı etkili bakanlar da konuyu kabine toplantılarında gündeme getirdi. Aralarında İşçi Partisi milletvekillerinin üçte birinden fazlasının da bulunduğu, 250’den fazla milletvekili Filistin’in derhal tanınmasını talep eden bir mektuba imza attı.
Kamuoyu yoklamaları da harekete destek olduğunu gösteriyor. İşçi Partisi bağışçısı Dale Vince’in kurduğu Ecotricity tarafından yaptırılan ve Survation tarafından yürütülen bir ankete göre, halkın %49’u Birleşik Krallık’ın Filistin’i devlet olarak tanıması gerektiğini söylerken, %13’ü buna karşı çıkıyor.
Londra'nın planının detaylarında ne var?
Salı gecesi yayımlanan resmî hükümet açıklamasında, İsrail bir ateşkesi kabul etmediği, Batı Şeria’yı ilhak etmeyeceğini açıkça belirtmediği ve Gazze’deki insani krizi sona erdirmek için “kayda değer adımlar” atmadığı sürece, Birleşik Krallık’ın BM Genel Kurulu’nda Filistin’i tanıyacağı ifade edildi.
Bu, fiilen İsrail’in uzun süredir Benjamin Netanyahu’nun reddettiği iki devletli çözüm ihtimalini yeniden gündeme getirmesini gerektiriyor.
Birleşik Krallık hükümetinin açıklaması ayrıca, Hamas’tan tüm rehineleri derhal serbest bırakmasını, İsrail’le hemen ateşkese gitmesini, silahsızlanmayı kabul etmesini ve Gazze’nin yönetiminde hiçbir rol oynamayacağını taahhüt etmesini talep ediyor.
Starmer, Eylül ayında İsrail ve Hamas’ın bu koşulları ne ölçüde yerine getirdiğini değerlendirecek.
Britanya medyası ne diyor?
Birleşik Krallık'ın kamu yayıncısı BBC'nin konuyla ilgili yayımladığı analize göre Starmer'ın kararı 'diplomatik bir levye' vazifesi görecek:
"İki devletli çözüm yoluyla barışa giden kapı, 1990’larda gerçek bir umutla başlayan barış sürecinin çökmesiyle birlikte adeta tamamen kapanmış görünüyordu. Britanya’nın Filistin’i tanıma kararı ise, bu kapıyı yeniden aralamaya yönelik diplomatik bir levye işlevi görüyor"
Ülkenin sağ çizgide yayın yapan gazetelerinden Telegraph ise kararın sadece sembolik bir işlevi olacağı görüşünde:
"Sembolizmin ötesinde, bu adımın somut bir etkisi pek olmayacak. Nitekim, 147 ülke Filistin’i zaten tanıdı fakat bu, devlet olma ihtimalini değiştirmedi. Tanıma kararı, işleyen bir devleti ortaya çıkaramaz"
Adanın önde gelen gazetelerin Times da kararla birlikte artık topun ABD ve İsrail'in sahasında olduğuna dikkat çekiyor:
"Bu durum, şimdilik Filistin’in BM’deki varlığında bir fark yaratmayacak. Filistin hâlâ bir “üye devlet” değil, “gözlemci devlet” statüsünde; dolayısıyla oy kullanamıyor, önerge veremiyor ya da güvenlik konseyinde dönüşümlü koltuk alamıyor. Buna yönelik her türlü girişimi de ABD veto edecektir. Ancak birlikte hareket eden Fransa ve Britanya – her ikisi de güvenlik konseyinin daimi üyeleri – Filistin topunu yeniden İsrail’in ve onun son sığınağı olan ABD’nin sahasına bırakmış oldu"
Tarih ne diyor?
Starmer'ın kararını masaya yatıran hemen her Britanya gazetesinin bugünkü sayısında tek bir isim yer alıyor: Sir Arthur James Balfour. İngiltere'nin eski dışişleri bakanı olan Arthur Balfour, 1917 tarihli ünlü deklarasyona da ismini vermişti.
1917’de imzalanan daktiloyla yazılmış bir mektup, Filistin’de Yahudi halkı için bir ulusal yurt kurulmasını “olumlu karşılayacağını” vaat ediyordu.
Ancak Balfour Deklarasyonu olarak bilinen bu belgede ayrıca, “Filistin’deki Yahudi olmayan toplulukların sivil ve dini haklarına zarar verecek hiçbir şey yapılmayacaktır” ifadesi de yer alıyordu. “Arap” kelimesi kullanılmamıştı ama kastedilen onlardı.
Bölgede bir Yahudi devletinin temellerini Balfour Deklarasyonu'yla atan İngiltere, bölgedeki Araplarla Yahudiler arasında çatışmalar artınca kontrolü Birleşmiş Milletler'e bırakarak Filistin'den ayrılmıştı.
İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy'nin dün Birleşmiş Milletler'de yaptığı konuşmadaki gündemi de Balfour Deklarasyonu'ydu.
Lammy, Britanya’nın İsrail’in temellerinin atılmasına yardımcı olma biçimiyle gurur duyabileceğini söyledi. Ancak Filistinlilere verilen sözün tutulmadığını belirten Lammy, bunun “hala sürmekte olan tarihî bir adaletsizlik” olduğunu ifade etti.
Kaynak: Gazete Oksijen
Epstein, Trump’ın lüks tesisinden reşit olmayan çalışanları “çalmış”
Donald Trump, Florida’daki lüks tesisinde Jeffrey Epstein genç kız çalışanları “çaldığını” söylerken, çalışanlardan birinin 16 yaşında Epstein tarafından masöz olarak işe alınan Virginia Guiffre olduğunu doğruladı. Epstein davasının kilit isimlerinden olan Guiffre, Nisan ayında evinde ölü bulunmuştu
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Donald Trump, insan kaçakçılığı ve cinsel istismar suçlarından hüküm giymiş milyarder Jeffrey Epstein ile arkadaşlığı yıllar önce “çalışanlarını çaldığı” için bitirdiğini açıklamıştı.
Dün yaptığı açıklamada ise, bahsi çalışanlar hakkında soru sorulduğunda, Epstein’in Palm Beach’teki lüks tesislerinden Mar-a-Lago spasından genç kız çalışanları “çaldığını” söyledi.
Trump, sahibi olduğu Mar-a-Lago spasıdan Epstein’in masöz olarak işe aldığı kızlardan birinin Virginia Guiffre olduğunu doğruladı.
Virginia Guiffre, Epstein’in fuhuş ağının en bilinen mağdurlarından biri.
Epstein davasının kilit isimlerinden olan Virginia Guiffre, 2015’te “Speak Out, Act, Reclaim/Konuş, Harekete Geç, Geri al” (SOAR) adlı insan kaçakçılığı mağdurlarının haklarını savunan sivil toplum kuruluşunu kurmuş ve Netflix’in Jeffrey Epstein davası hakkındaki Jeffrey Epstein: Filthy Rich belgeselinde de yer almıştı.
Guiffre, 16 yaşındayken Epstein’in suç ortağı ve sevgilisi Ghislaine Maxwell tarafından masöz olarak işe alınmış ve yıllarca Epstein ve müşterilerinin cinsel istismarına maruz kalmıştı.
Nisan ayında evinde ölü bulunan Virgina Guiffre; en tanınanları Prens Andrew, Alan Dershowitz ve Glenn Dubin olmak üzere, Epstein’in seks partilerine katılan ve genç kızları taciz eden birçok ünlü isimi açığa çıkarmıştı.
“Çalınan” çalışanlar arasında genç kızlar vardı
Trump ve Epstein’in arkadaşlık ilişkisi son zamanlarda dünya çapında tekrar gündem oldu.
Trump, pedofili milyarderle olan yakınlığını inkar etse de 2002’de verdiği bir röportajda, “Jeff’i 15 yıldır tanıyorum. Harika bir adam. Birlikte zaman geçirmesi çok eğlenceli. Güzel kadınları benim kadar seviyor, çoğu da genç kadınlar” sözlerine yer vermesi ABD Başkanı’nın aklanmasını zorlaştırıyor.
Trump, geçtiğimiz haftalardan beri ABD gündemine oturan suçlamalardan kaçmak adına Epstein olan ilişkisini defalarca reddetmiş, birkaç gün öncesinde ise arkadaşlıklarını yıllar önce Epstein’in “çalışanlarını çaldığı” için bitirdiğini iddia etmişti.
29 Temmuz Salı günü Epstein’in kendisinden çaldığı çalışanların genç kadınlar olup olmadığıyla ilgili soru sorulduğunda ise Trump, “Alınanların kim olduğunu herkes biliyor. Benim için çalışan insanları çalmaya çalışmak kötü bir konsept. Bu hikaye zaten uzun zamandır zaten ortada. O yüzden evet…öylelerdi. Benim spamda çalışan kişiler” dedi.
İşe alınan spa çalışanlarından birinin Epstein’in en ünlü kurbanlarından olan Virginia Guiffre olduğunu doğrulayan Trump, spadan alınan çalışanlar için, “Epstein tarafından işe alınan kişiler, başka kelimelerle yok olanlar” ifadelerini kullandı.
Açıklamasında Trump, Epstein’in spa personelini çaldığını öğrendikten sonra onunla konuştuğunu, fakat Epstein aynısını bir daha yapınca ona “Defol burdan!” dediğini söyledi.
Virginia Guiffre kimdir?
16 yaşındayken Donald Trump’ın sahibi olduğu lüks tesis Mar-a-Lago’da çamaşır odası personeli olarak işe başlayan Virginia Guiffre, Epstein’in suç ortağı ve sevgilisi Ghislaine Maxwell tarafından Epstein’e masözlük yapması için işe alınmıştı.
Epstein’in malikanesinde çalışmaya başladıktan sonra sürekli olarak cinsel tacize uğradığını açıklayan Guiffre, aynı zamanda Epstein’in fuhuş ağının da bir kurbanı olmuştu.
Guiffre, Epstein için çalıştığı dönemde Prens Andrew, Alan Dershowitz ve Glenn Dubin gibi isimlerle cinsel ilişkiye girmeye zorlandığını açıklamıştı.
2000’lerin başında Amerikan Federal Soruşturma Bürosu’nun (FBI) Epstein’e dair yürüttüğü soruşturma kapsamında tanıklık yapan Virginia Guiffre; Epstein’in fuhuş ağı, müşterileri ve Ghislaine Maxwell’in suç ortaklığına dair ses getiren açıklamalar kapmıştı.
2015’te cinsel istismar ve insan kaçakçılığı mağdurlarına destek olmak adına “Speak Out, Act, Reclaim/Konuş, Harekete Geç, Geri al” (SOAR) adlı bir organizasyon kurmuş ve kadın hakları aktivistliği yapmıştı.
Epstein’in fuhuş ağına dair birçok röportaj veren Guiffre, Epstein davasının sembolik isimlerinden olmuştu.
Virginia Guiffre, Nisan ayında Avustralya’daki evinde, yasal mücadelesini sürdürürken ölü bulunmuştu. Ölümü, intihar olarak kayıtlara geçmiş fakat yılın başında geçirdiği bir trafik kazasına bağlı olarak ölümünden birkaç gün önce yaptığı “Yaşamak için 4 günüm kaldı” açıklaması şüphe uyandırmıştı.
Guiffre ailesi, "O, birçok mağduru ayağa kaldıran ışıktı. Hayatında karşılaştığı tüm zorluklara rağmen, öyle parlak bir şekilde parladı ki... Onu çok özleyeceğiz. Hayatının ışığı çocukları Christian, Noah ve Emily'ydi" diyerek Virginia’nın mücadeleye yeni doğan kızını kucağına aldığında başlamaya karar verdiğini eklemişti.
Kaynak: Gazete Oksijen
Trump: 1 Ağustos’tan itibaren Hindistan’a %25 tarife uygulanacak
ABD Başkanı Donald Trump, Hindistan’a 1 Ağustos’tan itibaren %25 tarife uygulanacağını açıkladı. Yüksek tarifelerin ardında Hindistan'ın ticari kısıtlamaları ve Rusya ile ilişkisi var
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Amerika Birleşik Devletleri, 1 Ağustos’tan itibaren Hindistan’dan gelen mallara %25 tarife uygulanacağını açıkladı.
Trump, uygulamanın sebepleri arasında Hindistan’ın yüksek tarifelerini ve Rusya ile ticari ilişkisini gösterdi.
Aylardır süregelen görüşmelerin sonucunda, iki ülke arasındaki ticaret ilişkileri sınırlı kaldı.
Trump, açıklamasında, “Hindistan dost bir ülke ama, yıllar süresince onlarla kısıtlı bir iş yaptık çünkü tarifeleri çok yüksek, dünyanın en yüksekleri arasında, ayrıca en zorlayıcı ve gereksiz ticari kısıtlamalara sahipler” ifadelerine yer verdi.
Beyaz Saray daha önce Hindistan'ı, tarım ürünlerinde yaklaşık %39, bitkisel yağlarda %45, elma ve mısırda ise yaklaşık %50'ye kadar çıkan yüksek tarifeleri konusunda uyarmıştı.
Rusya ticaretini kınadı
Trump ayrıca, Hindistan’ın askeri ekipmanlarının büyük çoğunluğunu Rusya’dan tedarik etmesini ve Çin’den sonra Rusya’nın en büyük enerji alıcı olmasını kınadığını belirtti.
Hindistan’ın ticari kısıtlamaları ve Rusya ile ilişkisi için bir “ceza” ödeyeceğini işaret etti.
Hintli yetkililer daha önce ABD'yi, özellikle Çin'e karşı dengeleyici bir rol üstlenmede önemli bir ortak olarak gördüklerini belirtmişlerdi. Ancak tarım, data yönetimi ve devlet sübvansiyonları konularındaki politikalarının korunması gerektiğinin altını çizmişlerdi.
Yılın başında, Amerika'nın küresel ticaret açığını ulusal güvenliğe yönelik acil bir tehdit olarak ilan eden Trump, Hindistan ve ABD’nin büyük bir ticari açığı olduğunun altını çizdi.
15 ülkenin dışişleri bakanlarından ortak açıklama: Tüm devletleri Filistin'i tanıma yönünde adım atmaya çağırıyoruz
Avustralya, Kanada, Fransa ve İspanya'nın da aralarında bulunduğu 15 ülke, İsrail-Filistin meselesinde iki devletli çözüme olan "sarsılmaz bağlılıklarını" vurgulayarak, Filistin Devleti'ni henüz tanımamış veya bu yönde olumlu görüş bildirmemiş devletleri bu yönde adım atmaya çağırdı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Andorra, Avustralya, Kanada, Finlandiya, Fransa, İzlanda, İrlanda, Lüksemburg, Malta, Yeni Zelanda, Norveç, Portekiz, San Marino, Slovenya ve İspanya dışişleri bakanları, İsrail-Filistin meselesine ilişkin "New York Çağrısı" isimli ortak açıklama yaptı. Filistin Devleti'nin tanınmasını iki devletli çözümün hayata geçirilmesinde "temel bir adım" olarak niteleyen ülkeler, ortak açıklamada şunları kaydetti: "İki devletli çözüm yönünde atılması gereken temel bir adım olarak, Filistin Devleti'ni halihazırda tanımış olan ya da tanımaya yönelik iradesini veya olumlu değerlendirmesini beyan etmiş bulunan ülkeler, bu yönde henüz adım atmamış olan tüm devletleri, söz konusu çağrıya katılmaya davet etmektedir."
Açıklamada, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın 10 Haziran'da iki devletli çözüm için somut taahhütlerde bulunmasının memnuniyetle karşılandığı belirtildi. Ortak açıklamada şu ifadeler yer aldı: "İki demokratik devlet olarak İsrail ve Filistin'in uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler (BM) kararlarıyla uyumlu, güvenli ve tanınmış sınırlar içinde yan yana barış içinde yaşadığı iki devletli çözüm vizyonuna sarsılmaz bağlılığımızı yineliyoruz ve bu bağlamda Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin Filistin Otoritesi altında birleşmesinin önemini vurguluyoruz."
Kaynak: AA
Fransa, Malta ve İngiltere Eylül’de Filistin’i tanımaya hazırlanıyor
Filistin'in devlet olarak tanınmasına yönelik uluslararası destek artarken, Fransa’nın ardından Birleşik Krallık ve Malta, Eylül ayında yapılacak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda Filistin’i tanımaya hazırlanıyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 24 Temmuz’da yaptığı açıklamada ülkesinin Filistin Devleti’ni tanıyacağını duyurmuş kararın Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda resmen ilan edileceğini açıklamıştı. “Fransız halkı Orta Doğu’da barış istiyor. Bu, bize ve ortaklarımıza düşen tarihi bir sorumluluk” diyen Macron kararını Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a mektupla da iletmişti.
Malta Başbakanı Robert Abela sosyal medya hesabından bugün yaptığı açıklamada ülkesinin Filistin Devleti’ni Eylül ayında tanıyacağını bildirdi. Bu karar Fransa'nın Filistin’i tanıma kararının ardından ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer’ın benzer açıklamalarından hemen sonra geldi. Abela bu tutumun Orta Doğu’da kalıcı barışa olan bağlılıklarının bir göstergesi olduğunu vurguladı.
Tanıma kararlarına Amerika ve İsrail’den sert tepki
Fransa’nın Filistin’i tanıma kararı İsrail ve ABD’nin tepkisini çekmiş İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, kararı “terörü ödüllendirmek” olarak nitelendirmişti. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ise tanıma kararının “Hamas propagandasına hizmet edeceğini” iddia etmişti.
AB’de Filistin’i tanıma eğilimi güçleniyor
İsveç’in 2014’te bu adımı atan ilk AB ülkesi olmasının ardından son bir yıl içinde İspanya, Norveç, İrlanda, Jamaika, Ermenistan ve Slovenya Filistin’i tanıma kararı alan ülkeler arasında yer aldı.
Mayıs 2024’te İspanya, Norveç ve İrlanda Filistin’i tanıdıklarını duyurmuştu. Slovenya da 4 Haziran’da bu kararı alarak diplomatik ilişkileri güçlendirme yönünde adım atmıştı. Fransa ve Malta’nın tanıması halinde Filistin’i tanıyan AB ülkesi sayısı 12’ye çıkacak.
Temmuz 2025 itibarıyla 193 Birleşmiş Milletler üyesinden 147’si Filistin’i bağımsız bir devlet olarak tanımış durumda. Fransa, İngiltere ve Malta'nın da eklenmesiyle Filistin’i tanıyan ülke sayısının daha da artması bekleniyor.
Tanıma ne anlama geliyor?
Filistin’in tanınması 1967 sınırları dahilinde egemenliğinin ve bağımsızlığının kabul edilmesi anlamına geliyor. Bu sınırlar Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs’ü kapsıyor. Tanıma kararı aynı zamanda tanıyan ülke ile Filistin arasında tam diplomatik ilişki kurulmasına da zemin hazırlıyor.
Kaynak: ANKA
Rusya soruşturması' ile ilgili yeni iddia: FBI Direktörü Patel binlerce ek belgeyi 'imha odasında' buldu
FBI Direktörü Patel'in 'Rusya soruşturması' ile ilgili binlerce ek belge bulduğu iddia edildi. Fox News’in haberine göre Patel, gizli belgelerin imhası için kullanılan bir odada, birden çok imha torbası içinde bulduğu belgeleri ABD Senatosu Yargı Komitesi Başkanı Grassley'e teslim etti
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD Federal Soruşturma Bürosu (FBI) Direktörü Kash Patel’in, Rusya’nın 2016 başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ı desteklediği iddialarına ilişkin imha edilmeye çalışılan "binlerce önemli belge" bulduğu iddia edildi. Fox News’in 'konuya aşina kaynaklara' dayandırdığı haberine göre, FBI Direktörü Patel, kurum içinde gizli belgelerin imhası için kullanılan özel bir odada, birden fazla imha torbası içinde, Rusya’nın Donald Trump’ı 2016 başkanlık seçimlerinde desteklediği iddialarıyla bağlantılı 'binlerce önemli belge' buldu.
Habere kaynaklık eden kişiler, belgelerden birinin, eski Özel Yetkili Savcı John Durham'ın 'Rusya soruşturması' ile ilgili incelediği temel istihbaratı içeren gizli bir ek rapor olduğunu belirtti. İsimlerinin açıklanmasını istemeyen kaynaklar, FBI binasında bulunan ek belgelerin yayımlanmasının, 2016 seçimleri sırasında Hillary Clinton’ın ekibi tarafından ortaya atılan 'Trump’ın Rusya ile bağlantılı olduğu' yönündeki iddialara destek amacıyla 'ABD hükümeti içinde koordineli bir plan yürütüldüğü' iddiasına güven kazandırabileceğini söyledi. Haberde ayrıca, Patel'in, söz konusu belgeleri ABD Senatosu Yargı Komitesi Başkanı Chuck Grassley'e teslim ettiği aktarıldı. ABD'de, Rusya soruşturmasına ait gizli ek belgelerin gizliliğinin kaldırılması, Patel ile birlikte, CIA Başkanı John Ratcliffe, Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard ve Adalet Bakanı Pam Bondi gibi isimlerin arasındaki yakın koordinasyonla gerçekleştiriliyor.
Rusya soruşturması
Rus hükümetinin, 2016 başkanlık seçimlerini Trump'ın lehine etkilediği iddiaları üzerine 2017'de Robert Mueller, özel yetkili savcı olarak görevlendirilmiş ve Trump'ın kampanyasının seçim sürecindeki faaliyetleri soruşturulmuştu. Yaklaşık 2,5 yıl süren soruşturmanın ardından Trump'ı suçlu çıkaracak delile ulaşılamamış ve dosya kapanmıştı. ABD Adalet Bakanlığı, Trump döneminde John Durham'ı özel yetkili savcı olarak atamış ve Rusya soruşturmasının kökenleri araştırılmaya başlanmıştı. Durham'ın soruşturmasında bugüne kadar 2 kişi delillerle oynandığını ve Trump'ı suçlu çıkarmaya çalıştıklarını itiraf etmiş, Rusya soruşturmasına yol açan Steele dosyasını ise Demokratların fonladığı ortaya çıkmıştı.
Kaynak: AA
Zelenski ABD ile silah tedarikine dair anlaşmaların temel ilkelerinde uzlaşıya vardıklarını belirtti
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, ABD ile silah tedariki anlaşmalarının temel ilkelerinde mutabakata vardıklarını açıkladı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Zelenski, paylaştığı görüntülü mesajında, Rusya-Ukrayna savaşıyla ilgili son gelişmeleri değerlendirdi.
Devlet Başkanı Zelenski, Ukrayna ordusunda daha fazla genç vatandaşın sözleşmeli asker olarak görev yapması için çalışmaların sürdüğünü bildirdi.
Ukrayna'nın ihtiyaç duyduğu silahların tedariki için çalışmalar yürüttüklerini belirten Zelenski, bu konuda Savunma Bakanı Denis Şmigal'in müttefiklerle görüşmeleri sürdürdüğünü ifade etti.
Silah tedariki konusunda ABD ile yapılacak anlaşmalara ilişkin yürüttükleri çalışmalar hakkında bilgi veren Zelenski, "Bugün ayrıca ABD ile silah anlaşmalarının temel ilkeleri konusunda mutabakata vardım." bilgisini paylaştı.
Konuya dair daha önce ABD Başkanı Donald Trump ile görüştüğünü anımsatan Zelenski, şunları kaydetti:
"Geniş kapsamlı anlaşmalar hakkında Başkan Trump ile görüştüm ve bunları hayata geçirebileceğimize inanıyorum. Bu adım, hem ülkemizi hem de müttefiklerimizi ve ortaklarımızı güçlendirecektir"
Rusya'nın savaşı sürdürmek istediğini savunan Zelenski, "Rusya'yı barışa zorlamak için şimdi harekete geçmeliyiz" değerlendirmesinde bulundu.
Kaynak: AA
Kanada eylül ayında Filistin devletini tanımaya hazırlanıyor
Kanada Başbakanı Mark Carney, Çarşamba günü gazetecilere yaptığı açıklamada, Kanada'nın eylül ayında Filistin devletini tanıyacağını söyledi
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Kanada Başbakanı Mark Carney, ülkesinin eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Filistin devletini resmen tanımayı planladığını duyurdu. Carney, bu kararın Filistin Yönetimi'nin kapsamlı reformlara bağlılığı, yönetimde köklü değişiklik yapma iradesi ve Hamas'ın dahil olmayacağı 2026 genel seçimlerini düzenleme taahhüdüne dayandığını belirtti. Kararla ilgili olarak Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’la telefon görüşmesi gerçekleştirdiğini açıklayan Carney, İsrail’in Gazze ve işgal altındaki Batı Şeria’ya yönelik saldırılarının da bu kararda etkili olduğunu vurguladı.
Bu adım, eylül ayında Filistin devletini tanıyacağını açıklayan Fransa ve İngiltere'nin açıklamalarının ardından geldi.
İsrail Gazze'de yardım bekleyenlere saldırdı: 51 ölü
İsrail ordusunun, dün Gazze Şeridi'nin kuzeyinde insani yardım almak için bekleyenlere yönelik saldırısında 51 Filistinlinin öldüğü, 648 kişinin yaralandığı bildirildi
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Gazze'deki hükümetin medya ofisinden yapılan yazılı açıklamada, dün Sudaniyye bölgesinde "bir katliam" işlendiği belirtilerek, saldırıda ölenlerin sayısı güncellendi.
Zikim bölgesinden gelen tırlardan un ve insani yardım almaya giden Filistinlilerin, Sudaniyye bölgesinde hedef alındığı aktarılan açıklamada, bu saldırıda "sadece 3 saat içinde" 51 kişinin öldüğü ve 648 kişinin yaralandığı kaydedildi.
Açıklamada, dün Gazze'ye sadece 112 tır insani yardım girişi olduğu, bunların çoğunun da İsrail'in meydana getirdiği kasıtlı ve sistematik kaos ortamında yağmalandığı ifade edildi.
Saldırının, "İsrail'in açlığı bir savaş silahı olarak kullandığını, yiyecek arayan sivilleri soğukkanlılıkla hedef aldığını ve tüm uluslararası ve insani hukuku açıkça ihlal ettiğini bir kez daha ortaya koyduğu" vurgulandı.
Gazze'nin en hayati sektörlerinin temel ihtiyaçlarını karşılamak için günlük en az 600 tır yardım malzemesi ve yakıta ihtiyaç duyulduğu bildirilen açıklamada, "bu boğucu ve kanlı abluka altında bu ihtiyaçların karşılanmasının mümkün olmadığı" dile getirildi.
Gazze'deki Sivil Savunma Müdürlüğü Sözcüsü Mahmud Basal, dün yaptığı açıklamada, İsrail ordusunun, Zikim bölgesinde yardım bekleyenleri hedef aldığı saldırıda yaşamını yitirenlerin sayısının 40'ı aştığını, hastanelerin hastalarla dolduğunu söylemişti
ABD Başkanı Trump, Güney Kore ile ticaret anlaşmasını duyurdu
ABD Başkanı Donald Trump, Güney Kore ile ticaret anlaşmasına vardıklarını belirterek, bu ülkeye yüzde 15 oranında tarife uygulanacağını açıkladı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD Başkanı Donald Trump, Truth Social hesabından konuya ilişkin yaptığı paylaşımda, ABD'nin Güney Kore ile 'tam ve eksiksiz' bir ticaret anlaşması yaptığını bildirdi.
Güney Kore için yüzde 15 oranında bir tarife üzerinde anlaştıklarını belirten Trump, ABD'ye herhangi bir gümrük vergisi uygulanmayacağını aktardı.
Trump, anlaşma kapsamında, Güney Kore'nin mülkiyeti ve kontrolü ABD'ye ait, Başkan olarak kendi belirleyeceği yatırımlar için ABD'ye 350 milyar dolar sağlayacağını belirtti.
Ayrıca Güney Kore'nin 100 milyar dolarlık sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) veya diğer enerji ürünleri satın alacağını kaydeden Trump, bunun yanı sıra ülkenin yatırım amaçları doğrultusunda büyük bir meblağ yatırım yapmayı da kabul ettiğini ifade etti.
ABD Başkanı, bu meblağın, gelecek iki hafta içinde Güney Kore Devlet Başkanı Lee Jae-myung Beyaz Saray'a ikili görüşme için geldiğinde açıklanacağını belirtti.
Ayrıca Trump, Güney Kore'nin ABD ile ticarete tamamen açık olacağı ve otomobil, kamyon, tarım ürünleri gibi Amerikan ürünlerini kabul edeceği konusunda da mutabakata varıldığını aktardı.
ABD Başkanı Trump, ülkelere yönelik karşılıklı tarifeleri açıkladığı 2 Nisan'da Güney Kore'ye yüzde 25 tarife getirileceğini belirtmişti.
Kaynak: AA
Türkiye Gazze bildirisine neden şerh koydu?
Suudi Arabistan, Katar, Mısır ve Ürdün gibi ülkelerin Hamas’ın silahsızlanması için çağrı yaptığı bildiride Türkiye’nin de imzası bulunuyor. Ankara ise bu maddeye şerh koyduklarını ancak bildiriye genel olarak katıldıklarını belirtiyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’de yapılan bir konferansta imzalanan “New York Bildirisi”nde Hamas’ın silahsızlandırılması ile ilgili maddeye şerh koyduğu belirtildi. Türk temsilciler, uluslararası toplumun birlikteliğini bozmamak için bildiriye imza attıklarını bildirdi.
Aralarında Avrupa Birliği ülkeleri, Suudi Arabistan, Katar, Mısır, Ürdün ve Türkiye’nin de imzası olan bildiride İsrailli rehinelerin serbest bırakılması, Hamas’ın Gazze’nin yönetimini Filistin Yönetimi’ne devretmesi ve Hamas’ın sivilleri hedef almasının kınanması ile ilgili maddeler bulunuyor.
Uluslararası medyada Türkiye’nin de Hamas’ın silahsızlanmasını desteklediğine dair haberler yer alsa da, Oksijen’e konuşan diplomatik kaynaklar, Türkiye’nin ilgili maddeye destek vermediğini belirtti. Alınan bilgiye göre Türkiye, bildiri kabul edildikten sonra söz alarak kararların geneline katıldıklarını ancak Hamas’ın silahsızlanmasıyla ilgili maddeye katılmadıklarını bildirdi. Türk temsilciler açıklamalarında, “İsrail’in on yıllardır yaptıkları göz önünde bulundurulduğunda Filistinli silahlı grupların silahlarını teslim etmesi 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurulmasına veya Filistinli grupların kendi aralarında vardığı bir anlaşmaya bağlı olmalıdır. Ancak uluslararası toplumun birliğini korumak için bir kez daha sessizliğimizi bozmadık. Umarız endişelerimiz diğer üye ülkeler tarafından ilişkilerinde göz önünde bulundurulur” dedi.
Kaynaklar Türkiye’nin 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e gerçekleştirdiği saldırıyla ilgili ilk açıklamasında da Ankara’nın sivillerin hedef alınmasını kınadığını, bu yüzden bildiride Hamas’ın saldırısının kınanmasının Türkiye’nin tutumuyla uygun olduğunu ifade etti.
Öte yandan Türkiye’nin bildirideki ifadelerle denk olarak Gazze’deki rehinelerin bir ateşkesten sonra serbest bırakılmasını desteklediği belirtildi.
Bildirideki dikkat çeken maddelerden biri de Hamas’ın Gazze’nin yönetimini Filistin Yönetimi’ne devretmesi çağrısı. Kaynaklar, Filistin devletinin daha etkin hale gelmesinin Türkiye’nin isteklerinden biri olduğunu vurgularken, maddedeki ifadenin benzerinin Oslo Anlaşmaları’nda da yer aldığını ve uluslararası toplumun ortak tutumunun bu olduğunu vurguladı.
Kaynak: Gazete Oksijen
Haber Giriş: 31.07.2025 09:39 | Son Güncelleme: 31.07.2025 09:46
Paylaş
Sonra Oku
Makaleyi sesli dinle• 3:22
Yılın ilk yarısında yarım milyar dolarlık kayıp | ABD'nin tarifeleri Porsche ve Aston Martin'i vurdu
Avrupa ile ABD arasında varılan ticaret anlaşması sonrası uygulanan yüzde 15’lik yeni gümrük tarifesi, lüks otomobil üreticilerini fiyat artışına itti. Porsche ve Aston Martin ABD fiyatlarını yükseltti
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD ile Avrupa arasında varılan yeni ticaret anlaşması kapsamında, Ağustos ayından itibaren AB menşeli araçlara yüzde 15 oranında gümrük vergisi uygulanacak. Bu oran, daha önce gündeme gelen seviyelerin altında olsa da, Başkan Donald Trump’ın bu yıl başlattığı ticaret hamlesinden önceki yüzde 2,5’lik seviyenin oldukça üzerinde.
Alman otomotiv devi Volkswagen’in lüks markası Porsche, Temmuz ayında ABD’deki araç fiyatlarını yüzde 2,3 ila 3,6 arasında artırdığını duyurdu.
Şirketin CEO’su Oliver Blume, ABD’de üretim tesisi kurma gibi bir planlarının olmadığını belirtti. Bu da, markanın ek vergilerden kaçınmak yerine maliyeti doğrudan tüketiciye yansıtmayı tercih ettiğini gösteriyor.
'Geçici bir fırtına değil'
“Bu gelip geçici bir fırtına değil,” diyen Blume, Porsche’nin yıl sonu kâr hedefini aşağı çektiğini ve yılın ilk yarısında yalnızca tarifeler nedeniyle 462 milyon dolarlık kayıp yaşadığını vurguladı. Blume, “Dünyanın dört bir yanında ciddi zorluklarla karşı karşıyayız,” dedi.
ABD'nin uyguladığı tarifeler, küresel otomobil üreticilerini derinden etkiledi. General Motors (GM), Hyundai, Mercedes-Benz ve Volkswagen gibi büyük üreticiler milyarlarca dolarlık zarar yazarak kâr uyarısında bulundu, tahminlerini düşürdü ve fiyat artışına gitmek zorunda kaldı.
Japon üretici Nissan ise tarifeler, yeniden yapılanma ve düşük satış hacmi nedeniyle çeyreklik bazda 535 milyon dolarlık zarar açıkladı.
İngiliz lüks spor otomobil markası Aston Martin de geçtiğimiz aydan bu yana ABD’de fiyatlarını kademeli olarak artırdığını duyurdu. Şirket, uzun süredir baskı altında kalan Asya talebi ve ABD gümrük vergileri nedeniyle kâr uyarısında bulundu.
Fiyat artışları yaşanabilir
Büyük üreticiler şimdilik temkinli davransa da, diğer sektörlerde olduğu gibi otomotivde de ek maliyetlerin tüketiciye yansıtılması olası görünüyor. Analistler, yılın ikinci yarısında Mercedes-Benz ve diğer üst segment üreticilerin ABD’de fiyat artırabileceğine dikkat çekiyor.
J.P. Morgan analistleri, “Yılın ikinci yarısında, Mercedes-Benz ve diğer premium üreticilerin ABD’de fiyatları artırarak tarife etkisini telafi edip edemeyeceğini daha net göreceğiz,” değerlendirmesinde bulundu.Avrupalı otomobil üreticileri ise sektör bazlı ek tarife indirimleri konusunda giderek karamsar hale geliyor. Şirketler, yüzde 15’lik oranın kalıcı olacağını kabul etmeye başlamış durumda.
Mercedes-Benz CEO’su ve Avrupa Otomobil Üreticileri Birliği (ACEA) Başkanı Ola Kaellenius, yaptığı açıklamada, “Tüm pratik gerekçelerle bakıldığında, küresel anlaşma bu,” diyerek, bireysel anlaşmaların yapılmasının oldukça belirsiz olduğunu dile getirdi.
Volkswagen geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada, ABD’ye yönelik yatırım taahhütleriyle daha düşük tarifeler elde etmeyi umduğunu belirtmişti.
Ancak Porsche CEO’su ve aynı zamanda Volkswagen Grubu'nun üst düzey yöneticisi olan Blume, otomotiv sektörü için ayrı bir anlaşmanın mümkün görünmediğini vurguladı.
Blume, “Ola Kaellenius’un, otomotiv sektörü için ayrı bir ABD anlaşması olmayacağı yönündeki değerlendirmesine katılıyorum,” dedi.
Kaynak: Gazete Oksijen
FBI'a siyaset girdi: Ne yaptıkları hakkında hiçbir fikirleri yok
Eski FBI ajanı FBI'ın kuruluş ilkelerinden ayrıldığını savunarak kuurmun "İdeolojik saflığa takıntılı hale geldiğini" öne sürdü
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD Başkanı Donald Trump, ikinci kez seçilmesinin ardından FBI yönetimine, MAGA'ya açıkça destek veren isimleri getirdi. FBI Başkanlığı görevine, bir dönem kendisinin de danışmanlığını yapan, Adalet Bakanlığı’nda, Milli Güvenlik Konseyi’nde ve istihbarat topluluğu bünyesinde çeşitli görevlerde bulunan Kash Patel atandı. Trump döneminde MAGA yanlısı podcast yayıncısı olarak tanınan Dan Bongino ise FBI Yardımcı Direktörü olarak atandı. Yeni yönetimin göreve gelmesinin ardından gördüğü baskılar sonucu istifa etmeye karar veren eski FBI Ajanı Michael Feinberg, FBI yönetimini "Ne yaptıkları hakkında hiçbir fikirleri yok" diyerek eleştirdi.
Trump'ın iktidara dönmesi ile birlikte ideolojik olarak benzer çizgide bulunan kişilerden oluşan bir büro yaratılmak istendiğini vurgulayan Feinberg bunun bir “profesyonellikten uzaklaşma” sürecinin başlangıcı olduğunu savundu.
The Atlantic'ten Quinta Jurecic, Trump'ın yeniden yönetime gelmesiyle birlikte FBI'da yaşanan değişimi kaleme aldı. Jurecic'in yazısı şöyle:
Michael Feinberg, FBI’den ayrılmayı planlamıyordu. Ancak 31 Mayıs’ta amirinden bir telefon aldı. Telefonda kendisine, Donald Trump’a yönelik eleştirileriyle bilinen eski bir FBI ajanıyla kişisel dostluğu hakkında sorular soruluyordu. Olağanüstü kaotik bir dönemde, Virginia’nın Norfolk kentindeki FBI ofisinde çalışan Feinberg, bu telefonla birlikte FBI yönetiminin hedefinde olduğunu anladı. Eğer bürodaki 15 yıllık kariyeri sona erecekse, kapı dışarı edilmek yerine en azından onurlu bir şekilde ayrılmaya karar verdi. Ertesi gün öğlene kadar istifasını vermişti.
FBI uzun süredir, uzmanlık üzerine inşa edilmiş bir kurum olarak varlığını sürdürüyordu. Kurucusu J. Edgar Hoover, devlet bürokrasisinin profesyonelleşmesinin erken dönem ve kararlı bir savunucusuydu. Öyle ki, ajanların koyu renk takım elbise ve çizgili kravat giymesini zorunlu hale getirmişti. Ancak son dönemde yaşanan gelişmeler ışığında büro, köklü bir “profesyonellikten uzaklaşma” sürecinin ilk aşamalarında. Artık bir FBI yetkilisi için en önemli nitelik yetkinlik değil, sadakat gibi görünüyor. Feinberg ve onun gibilerin tasfiye edilmesi, bu dönüşümü planlı bir şekilde hızlandırmaya yönelik bir çaba niteliği taşıyor.
Feinberg’in söylediğine göre, amiri olan Özel Ajan Sorumlusu Dominique Evans, kendisine herhangi bir yanlış davranış isnat etmedi. Evans istifa mektubunu aldığında, FBI Başkan Yardımcısı Dan Bongino’nun, Feinberg’in eski karşı istihbarat ajanı Peter Strzok ile dostluğunu sürdürdüğünü öğrendiğini açıkladı. Trump’ın ilk döneminde, Rusya’nın 2016 başkanlık seçimine müdahalesi ile ilgili soruşturmanın başında olan Peter Strzok'un Trump'a yönelik yüksek tonlu eleştiriler içeren mesajlarının ortaya çıkmasının ardından önce soruşturmadan el çektirilmiş, ardından da kovulmuştu. Trump, Strzok’u özellikle FBI’ın 2016’daki Rusya seçim müdahalesi soruşturmasındaki rolü nedeniyle defalarca saldırı konusu yaptı. Strzok, Fox News’ta tekrar tekrar hedef haline getirilirken, Trump bu konuyu son günlerde yeniden gündeme taşıdı.
Eski FBI Ajanı Michael Feinberg
Feinberg’e göre, Strzok ile olan bağlantısı, onun olası bir terfiiyi almasının önüne geçti. Evans, Feinberg, görevden alınma riskiyle karşı karşıya kalabileceğini ve Strzok ile olan dostluğu hakkında poligraf testine tabi tutulacağını kendisine iletti. Feinberg, bunun yerine istifa etti. FBI, bunu bir personel meselesi olarak nitelendirerek yorum yapmayı reddetti. FBI Norfolk ofisi de Evans ile görüşme talebine dönüş yapmadı.
FBI’ın “çürümesini” üzüntüyle dile getiren Feinberg, istifa mektubunda “Bu olayları öfkeyle değil, daha çok üzüntüyle aktarıyorum” diye yazdı. Feinberg “Ülkemi ve Anayasamızı kelimelerin anlatamayacağı bir tutkuyla seviyorum ve artık mesleğimin onlara hizmet etmeyi içermeyecek olması beni derinden yaralıyor” ifadelerini kullandı.
Feinberg, federal görevinden ayrıldıktan sonra, büroda hâlâ görev yapan ve misillemeden korkan ajanların kendisinden bunu yapmasını istemesi üzerine konuşmaya karar verdiğini açıkladı. Feinberg şimdi, bu yönetim tarafından görevden uzaklaştırılan birçok devlet memuru gibi, bundan sonra ne yapacağını düşünürken, FBI'ın dönüşümü hakkında yazılar yazmayı planlıyor. Kısa süre önce yayımladığı bir makalede, FBI’ın “ideolojik saflığa ve iş gücünün durmaksızın siyasallaştırılmasına” takıntılı hale geldiğini ve bunun “herkesi daha az güvenli” yaptığını savundu.
Feinberg’in geçmişi, Trump karşıtı bir mücadele yürüten birinin geçmişi değil. Northwestern Hukuk Fakültesi’nden 2004 yılında mezun oldu ve orada Federalist Society bölümünde başkan yardımcılığı yaptı ve kendisini muhafazakâr olarak tanımlıyor. Bugün hâlâ siyaset tartışmalarında muhafazakâr siyaset filozofu Edmund Burke’ün çalışmalarına sıkça atıfta bulunuyor. 2009’da FBI’a katıldığını çünkü burayı “hem ABD’nin dünyadaki çıkarlarını korumak hem de iç hukuk düzenini savunmak için en iyi araç” olarak gördüğünü söylüyor.
İlk Trump yönetiminin başlarında, Feinberg Çin’e yönelik karşı istihbarat soruşturmaları üzerinde çalışıyordu. Görevine olan bağlılığı o kadar yüksekti ki Çin hükümeti tarafından Ulusal Hayvanat Bahçesi’ne ödünç verilen dev pandaları sırf prensip gereği görmeye gitmeyi reddetmişti.
Trump, ikinci döneminde görünüşte tarafsız olan kurumları kişisel gücünün araçlarına dönüştürme çabalarını yoğunlaştırdı. Bu strateji hangi biçimde olursa olsun tehlikeli: Ulusal Hava Durumu Servisi veya Gıda ve İlaç Dairesi gibi kurumlarda devlet uzmanlığının aşındırılması, insanların hayatlarını riske atıyor. Ancak Trump’ın kişiselci yaklaşımı, insanları gözaltına alabilen, yargılayabilen ve hapse atabilen kurumlara uygulandığında özellikle tehlikeli hale geliyor.
Feinberg, sosyolog Max Weber’in devleti "kendi topraklarında yaşayanlara karşı fiziksel güç kullanma, tehdit etme veya yetkilendirme konusunda münhasır hakka sahip olmayı başaran varlık" olarak tanımlayan ünlü sözünü hatırlatarak “FBI gibi kurumlar, bu gücün uygulandığı araçlardır” yorumunda bulunuyor.
FBI’nin bu alandaki geçmişi kusursuz değil. Hoover, tekno-kratik kurum inşasına odaklanmasının yanı sıra, kurumun hâlâ tam anlamıyla kurtulamadığı paranoya, bürokratik güç oyunları ve siyasi düşmanları taciz etme eğilimiyle dolu tartışmalı bir miras bıraktı. Eski FBI Direktörü James Comey, masasının üzerinde Hoover tarafından onaylanan Martin Luther King Jr.’ı dinleme başvurusunu bulunduruyordu. Büro, bu dinlemeyi sivil haklar liderini intihara sürüklemeyi hedefleyen bir kampanyanın parçası olarak kullanmayı planlamıştı. Comey, bu belgenin, iktidardakilerin “kısıtlama ve denetimden yoksun” olduklarında neler yaşanabileceğinin bir hatırlatıcısı olduğunu söylüyor. Hoover’ın ölümünden sonra ise FBI, tam da bu türden siyasi hedeflemelerin önüne geçmek için kapsamlı prosedürler geliştirdi.
Ancak, kısıtlama veya apolitik bir denetimden yoksun bir FBI, tam da Trump’ın istediği şey. FBI Başkan Yardımcısı Dan Bongino ve FBI Direktörü Kash Patel de bu yola giden taşları döşüyor.
FBI Başkan Yardımcısı Dan Bongino (solda) ve FBI Direktörü Kash Patel (sağda)
Trump, 2024 kampanyasını “Ben sizin intikamınızım” sözleriyle başlattı. MAGA influencerları olarak hem Patel hem de Bongino, başkanın siyasi rakiplerinin hapse atılmasını açıkça destekledi. Fox News ise kısa süre önce “Adalet Bakanlığı kaynaklarına” dayanarak FBI’ın, 2016’daki Rus seçim müdahalesine ilişkin hükümet değerlendirmesine öncülük eden eski istihbarat şefleri hakkında bir ceza soruşturması başlattığını bildirdi.
Trump'ın ilk döneminde, FBI’nın bu kadar açık bir şekilde siyasi amaçlar için kullanılması, hukuk uygulamalarının bağımsızlığını ihlal eden düşünülemez bir adım olurdu. Ancak FBI’nın yeni yönetimi, buna itiraz edebilecek birçok kişiyi kurumdan uzaklaştırıyor. Öyle ki, görevden ayrıldıktan sonra Feinberg, kendisini “sürgün topluluğu” olarak adlandırdığı, eski Adalet Bakanlığı ve FBI yetkililerinin birbirlerine kamu görevinden sonraki hayata uyum sağlamada yardımcı olduğu bir çevrenin parçası olarak buldu. Kamu kurumlarından ayrılan pek çok kişi kurumdan ayrılan çalışanlara destek olmak amacıyla kurulan Justice Connection adlı organizasyonda dayanışma buldu. Feinberg “Bu insanların hükümetteki kariyerlerine en saf ve en yüce niyetlerle başlamış olduklarını" ifade ederek gelinen noktayı "üzücü" diyerek ifade ediyor.
Kurumdan ayrılmak zorunda bırakılanlar tam da böylesi bir dönemde direksiyonda görmek isteyeceğiniz türden kamu görevlileriydiler ve bu nedenle Patel ile Bongino’nun kurtulmak istediği kişiler de onlardı. Şimdilik gözden kaçmayı başaran diğerleri ise emeklilik günlerini sayıyor. Feinberg, bu ayrılıkların FBI kültürünü gelecekte nasıl etkileyeceğinden endişeli. Sağlam değerlere sahip ve hâlâ dayanmakta olan FBI ajanlarının sayısının giderek azalmasından kaygı duyuyor. Tecrübeli isimlerin ilkeli itirazlarını dile getirecek kimse kalmadığında, “daha yeni ve genç çalışanlar siyasallaşmış bir büroya uyum sağlayacak ve bu onlara normal gözükecek” diyor.
FBI'a yeni katılan ajanlar, artık göçmenlik tutuklamalarına öncelik vermeye daha fazla yönelmiş bir büroya katılacak. Trump'ın ikinci dönemi başladığında Feinberg, geçici bir süreliğine çalıştığı ofisin yöneticiliğini yapıyordu. FBI ajanlarının ICE (Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza) baskınları için görevlendirilmeleriyle beraber ciddi bir kaynak yönetim sorunu yaşadı.
Bir seferinde, bir FBI ajanının yüz maskesi satın alma talebinden haberdar oldu. Sosyal medyada göçmenlik yetkililerinin ifşa edilip hedef gösterildiğine dair söylentiler, ajanlar arasında kaygıyı artırmıştı ve ICE çalışanları kimliklerini gizlemeye başlamıştı. Şimdi ise Norfolk’taki FBI ajanlarının da ICE’ı örnek almak istediği görülüyordu. Duruma öfkeli olduğunu ifade eden Feinberg "Biz bir demokraside yaşıyoruz. Kamuya hizmet eden bir kurumuz. Yaptığımız işlerden saklanmayız" değerlendirmesinde bulunuyor. Feinberg yöneticileri ile görüştü ve maske alımları için ofis fonlarının kullanılmasının sessizce yasaklanması konusunda anlaştılar.
Feinberg, FBI’ın göçmenlik uygulamalarında yer almasına aslında prensipte karşı olmadığını vurguluyor:
"Her başkanın, büroya hangi öncelikleri vereceğine karar verme hakkı vardır. Sorun, Trump yönetiminin FBI’ı kullanma biçiminde; karmaşık soruşturmalar için eğitilmiş ajanların, ICE göçmenlik baskınları yaparken sadece korkutucu bir şekilde etrafta dikilmeye yönlendirilmesi."
FBI ile ICE arasındaki bu örtüşme yalnızca kaynak israfına yol açmakla kalmıyor, Patel ve Bongino’nun mücadele etmek istediklerini söyledikleri çeteleri soruşturma kapasitesini de doğrudan zayıflatıyor. Sonuçta, eğer kolluk kuvvetlerine başvurmak onları sınır dışı edilme riskiyle karşı karşıya bırakacaksa, herhangi bir Latin Amerikalı göçmen neden MS-13 ya da Tren de Aragua’yı çökertmek için FBI ile iş birliği yapsın ki?
Mandarin konuşan Feinberg, ABD’nin Amerikalı şirketlerden ticari sır çalmakla suçladığı Çinli teknoloji devi Huawei hakkındaki FBI soruşturmasına öncülük etmişti. Şimdi ise ayrıldığından beri, büroda üst düzey karşı istihbarat görevlerinde çalışanlardan herhangi birinin Çince bilip bilmediğinden emin değil.
Feinberg son makalesinde “Mesleki kariyerini Çin Komünist Partisi ve onun tüm uzantılarıyla mücadeleye adamış biri olarak, kaynakların ve çabaların düşman yabancı istihbarat servislerinden ve ülkeye yönelik diğer ciddi tehditlerden alınıp küçük göçmenlik statüsü ihlallerine yönlendirilmesini görmek beni özellikle endişelendiriyor" diye yazıyor.
Patel ve Bongino, Trump tarafından göreve getirilmeden önce Epstein hakkında en yüksek sesle komplo teorileri yayan isimlerdi. Ancak hükümetteki görevleri sırasında Epstein’ın öldürüldüğü iddiasına mesafeli yaklaşarak, intihar ettiği tezini savundular. Bongino geçtiğimiz mayısta Fox News’te, “Bütün dosyayı gördüm. O kendi hayatına son verdi” dedi. Trump yanlısı medya ve bazı Cumhuriyetçi Kongre üyeleri ise Adalet Bakanlığı’nın Epstein dosyalarını şubat ayında kamuoyuna açıklamasından bu yana memnuniyetsizliklerini dile getiriyor. Feinberg konuya dair “Kılık kıyafet giyip sert adam rolü yapmaktan keyif alıyorlar” diyerek ekledi:
“Ama aslında ne yaptıkları hakkında hiçbir fikirleri yok.”
Kaynak: Gazete Oksijen
Açlıktan ölmemek için sıraya giren Filistinlilere saldırı | Görüntüyü BM yayınladı
Amerikan Axios sitesi, İsrail hükümetinin "açlık olmadığını" savunduğu Gazze'de mart ayından bu yana yaşanan insani krizi ve açlığın geldiği son durumu değerlendirdi. BM ise, gıda yardımına ulaşmaya çalışan Filistinlilerin saldırıya uğradığı anları paylaştı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Axios, İsrail ordusuna bağlı Filistin Topraklarındaki Hükümet Aktivitelerini Koordinasyon Biriminin (COGAT) açıkladığı verilerden yola çıkarak Gazze'deki son aylarda yaşanan insani durumu ele aldı.
Haberde, İsrail'in marttan bu yana insani yardım girişine izin vermediği Gazze'deki son 5 aydır yaşanan durum gözler önüne serildi.
İsrail hükümeti, 2 Mart'ta Gazze'ye tüm insani yardım ve yakıt sevkiyatını durdurduğunu ve tüm sınır kapılarını kapattığını açıkladı.
Bu dönemde İsrail'in Gazze'ye saldırılarını sürdürdüğü, binlerce Filistinlinin yerinden edildiği kaydedildi. Mart ve nisan ayları boyunca hiçbir insani yardıma izin verilmeyen Gazze'de açlığın iyice tırmandığı ifade edildi.
Özellikle kadınlar ve çocuklar arasında açlığın arttığı vurgulandı. Ancak İsrail hükümetinin ablukanın sona erdirilmesi için yapılan uluslararası çağrıları reddettiği belirtildi.
Şubatta Gazze'ye girişine izin verilen insani yardım taşıyan tır sayısının 16 bin 800 olduğu, bu sayının temmuzda 1769'a düştüğü ve tır sayısında son 6 ayda neredeyse yüzde 90'lık düşüş olduğu kaydedildi.
Yeni yardım mekanizması
Mayıs ayı sonunda kurulan ABD-İsrail güdümlü "Gazze İnsani Yardım Vakfının" (GHF), Gazze'nin güney ve merkezinde kurulduğu, bu nedenle kuzeye neredeyse hiç yardım ulaştırılamadığı vurgulandı.
Gazzelilerin yardım dağıtım merkezine ulaşmak için saatlerce yürümek zorunda kaldığı ifade edildi.
Özellikle fiziksel olarak daha zayıf kişilerin, hastaların, kadınların ve çocukların insani yardıma erişim sağlamakta büyük zorluk yaşadığı belirtildi. Açlığın son haftalarda ciddi şekilde arttığı vurgulandı.
Ayrıca, İsrail askeri mevzileri üzerinden yardım bölgelerine gitmek zorunda kalan yüzlerce kişinin insani yardım bölgelerine ulaşmaya çalışırken öldürüldüğü kaydedildi.
Son 6 aylık veriler, İsrail tarafından hem karadan hem de havadan saldırılara maruz kalan Gazze'ye giren tüm insani yardım miktarında yüzde 88 azalma olduğunu gösterdi.
Öte yandan İsrail hükümeti, Gazze'de açlık krizi yaşandığını inkar etmeye devam ediyor.
Gazze'de açlık krizi yaşanıyor
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, X hesabında paylaştığı videoda, "Gazze'de açlık yok, Gazze'de açlık politikası yürütülmüyor." ifadelerini kullanmıştı.
İsrail'in saldırıları ve insani yardım girişini kısıtlayan sıkı kuşatma altındaki Gazze Şeridi, açlığın yayıldığı, su, ilaç, tıbbi gereçler ve hijyen malzemesinin bulunamadığı insani felaketi yaşıyor.
Başta çocuklar olmak üzere Gazze Şeridi'nde açlık nedeniyle ölümler artıyor. İsrail'in kıtlığı dayattığı Gazze Şeridi'nde 7 Ekim 2023'ten bu yana açlık nedeniyle 147 kişi hayatını kaybetti.
Yerel ve uluslararası çevreler, İsrail'in "açlığı ve susuzluğu silah olarak" kullandığını belirtiyor.
BM görüntüleri yayınladı
Öte yandan Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yapılan açıklamaya göre, Kerem Şalom bölgesinden Gazze'ye giriş yapan BM yardım ekibi, sivillerin gıda yardımı almak için toplandığı sırada ateş altına alındığı anlara tanıklık etti. Ekip, yaşananları anbean kayda alırken, bazı sivillerin açlıktan bitkin halde yere yığıldığı ve aynı anda ateşe maruz kaldığı görüldü.
Kaynak: Gazete Oksijen
Bloomberg: Almanya Filistin'i tanıma kararında kapıyı açık bıraktı
Almanya, İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak etmesi halinde Filistin devletini tanıma sürecini hızlandırabileceğini duyurdu. Dışişleri Bakanı Wadephul’un bölge ziyareti, Berlin’in Orta Doğu politikasında olası bir değişimin habercisi olarak görülüyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Almanya Dışişleri Bakanı Johann Wadephul, İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak etmesi halinde, Berlin yönetiminin Filistin devletini tanıma sürecini hızlandırabileceğini açıkladı.
İki günlük İsrail ve Filistin ziyaretine başlamadan önce konuşan Wadephul, Almanya’nın iki devletli çözüm hedefinden sapmayacağını vurgulayarak, “Almanya için Filistin devletinin tanınması sürecin son adımıdır. Ancak bu sürecin artık başlaması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Gazze'deki insani felaket nedeniyle Avrupa genelinde İsrail’e yönelik tutumlar sertleşirken, geleneksel olarak İsrail’e yakın politikalar izleyen Almanya da artan uluslararası baskıyla karşı karşıya. Avrupa genelinde ve ötesinde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya krizle ilgili harekete geçme çağrıları artıyor.
Yeni adımların ne olacağı belirsiz
Pazartesi günü gerçekleştirilen Almanya Güvenlik Kabinesi toplantısının ardından konuşan Şansölye Friedrich Merz, Gazze’deki “felaket boyutundaki” insani krizin derhal hafifletilmesi gerektiğini söyledi. Merz, durumun iyileşmemesi halinde Almanya’nın atabileceği yeni adımların gündeme gelebileceğini belirtti ancak detay vermedi.
Bloomberg'de yer alan haberde, Almanya’nın Orta Doğu politikasında bir değişime hazırlanabileceği yönündeki sinyallerle birlikte geldi. Almanya Şansölyesi Merz, Dışişleri Bakanı Wadephul’un İsrail ve Batı Şeria’ya gerçekleştireceği iki günlük ziyaretin, Berlin’in bölgeye dair yaklaşımında kritik bir rol oynayacağını vurguladı.
Wadephul’un ziyaret kapsamında Perşembe günü İsrailli mevkidaşı Gideon Saar ile görüşmesi, Cuma günü ise Ramallah’ta Filistin Yönetimi ile temaslarda bulunması bekleniyor. Alman yetkililer, Wadephul’un Netanyahu ile de bir araya gelebileceğini aktardı.
Wadephul, yola çıkmadan önce yaptığı açıklamada, “Almanya, müzakere edilmiş iki devletli çözümün çatışmaya kalıcı bir çözüm getireceğine inanıyor,” dedi. Ancak İsrail parlamentosu Knesset’in Batı Şeria’nın ilhakı yönündeki oylaması, Berlin yönetiminde iki devletli çözümün tamamen ortadan kalkabileceği yönünde ciddi endişelere yol açtı.
Wadephul’un bölge ziyareti sonrasında sunacağı raporun, Almanya’nın İsrail’e yönelik yaptırımları özellikle silah ihracatına sınırlamalar getirilmesi gibi adımları değerlendirip değerlendirmeyeceğini belirlemede etkili olabileceği belirtiliyor.
AB-İsrail ticaret anlaşmasını gözden geçiriliyor
Öte yandan Avrupa Birliği de, Gazze’deki insani durum nedeniyle İsrail’le olan Ortaklık Anlaşması’nın tamamen ya da kısmen askıya alınıp alınmayacağını tartışıyor. İsveç, İspanya ve İrlanda gibi bazı ülkeler anlaşmanın askıya alınmasını talep etti.Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre, Avrupa Birliği İsrail’in en büyük ticaret ortağı konumunda. 2024 yılında iki taraf arasında 47,2 milyar dolarlık mal ticareti gerçekleşti. AB ile ticaretin kesintiye uğraması, savaş nedeniyle zaten baskı altında olan İsrail ekonomisi üzerinde ciddi etkiler yaratabilir.
Kaynak: Gazete Oksijen
Fildişi Sahili'nin 83 yaşındaki cumhurbaşkanı Ouattara 4. dönemine aday
Fildişi Sahili Cumhurbaşkanı Alassane Ouattara, 4. dönemine aday olduğunu duyurdu. Kendini gayet sağlıklı ve formda hissettiğini belirten 83 yaşındaki Ouattara, ülkenin benzeri görülmemiş sorunlarla karşı karşıya olduğunu ve ancak tecrübeli bir yönetimin bu sorunlarla baş edebileceğini savundu
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Fildişi Sahili Cumhurbaşkanı Alassane Ouattara, ekim ayında düzenlenecek cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olduğunu açıkladı. Ouattara, X hesabından paylaştığı video mesajında "Uzun süre düşündükten sonra 25 Ekim 2025'teki cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olmaya karar verdiğimi sizlerle paylaşıyorum." ifadesini kullandı.
"Ancak deneyimli bir yönetim baş edebilir"
Fildişi Sahili'nin benzeri görülmemiş güvenlik ve ekonomik sorunlarla karşı karşıya olduğuna dikkati çeken 83 yaşındaki Ouattara, bu sorunlarla ancak deneyimli bir yönetimin baş edebileceğini belirtti. Fildişi Sahili Cumhurbaşkanı, anayasanın 4'üncü kez adaylığına izin verdiğinin altını çizerek, kendini gayet sağlıklı ve formda hissettiğini vurguladı.
Rakiplerini 'yargı yoluyla saf dışı bırakmaya çalışmakla' suçlanıyor
Cumhurbaşkanlığı seçiminde öne çıkan muhalif isimlerin adaylık başvurularının çeşitli gerekçelerle reddedilmesi, Cumhurbaşkanı Ouattara'nın rakiplerini yargı yoluyla saf dışı bırakmaya çalıştığı yönünde eleştirilere neden olmuştu. Ouattara'nın en güçlü rakiplerinden eski bankacı Tidjane Thiam, Fransız vatandaşlığı nedeniyle adaylık listesinden çıkarılmıştı. Eski Cumhurbaşkanı Laurent Gbagbo ve eski Spor Bakanı Charles Ble Goude da Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılandıkları için aday olamamıştı. 2010'dan bu yana cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Ouattara, 2020'deki seçimde oyların yüzde 94,2'sini almıştı.
Kaynak: AA
Trump: Ticaret görüşmeleri iyi gidiyor, yıl sonuna kadar Şi ile görüşebilirim
ABD Başkanı Donald Trump, Çin'le ticaret görüşmelerinin iyi gittiğini ve yıl sonuna kadar Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile bir araya gelebileceğini belirtti
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
İskoçya ziyaretini tamamlayan ABD Başkanı Trump, Washington'a dönerken uçakta basın mensuplarına gündemi değerlendirdi.
ABD-Çin ticaret görüşmelerinin iyi geçtiğini ve bugün Ticaret Bakanı Scott Bessent'ten iyi haberler aldığını anımsatan Trump, bu gelişmelerden memnun olduğunu söyledi.
ABD Başkanı, Çin Devlet Başkanı ile ne zaman görüşebileceği yönündeki soruya, "Ben de bu görüşmeyi sabırsızlıkla bekliyorum, ancak bunun yıl sonundan önce olacağını söyleyebilirim. Bugün (Çin'le) çok iyi bir toplantı yaptık. Dün bana bu soruyu sorsaydınız, hayır, durum pek iyi görünmüyordu derdim, ama bugün (Ticaret Bakanı) Scott'tan, Çin ile yapılan toplantının çok iyi geçtiğini duydum" yanıtını verdi.
Trump, dün Truth Social hesabından yaptığı paylaşımda, tarife gerilimlerinin yaşandığı Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile bir "zirve" arayışında olmadığını, Çin'e ancak Şi'nin daveti üzerine gidebileceğini ifade etmişti.
Avustralya'da sosyal medya yasağı genişledi: 16 yaşından küçükler YouTube'a giremeyecek
Avustralya hükümeti, 16 yaş altındaki bireylerin sosyal medya platformlarına kaydolmasını yasaklayan yasal düzenlemeyi YouTube’u da kapsayacak şekilde genişletti
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Canberra, geçtiğimiz yıl sonunda kabul edilen yasayla birlikte Instagram, TikTok, Facebook, Snapchat ve X gibi platformlara 16 yaş altı bireylerin kaydolmasını engellemeyi hedeflemişti. Söz konusu yasa, yaş sınırını uygulama sorumluluğunu teknoloji şirketlerine yüklerken, kurallara uymayan şirketleri 50 milyon Avustralya dolarına varan para cezalarıyla karşı karşıya bırakıyor.
Başlangıçta, YouTube yasağın dışında bırakılmıştı çünkü platformun eğitim ve çocuk içerikleri açısından önemli bir işlev gördüğü belirtilmişti. Ancak Avustralya eSafety (Güvenli İnternet) Komiserliği, geçen ay yayımladığı bir araştırmaya dayanarak YouTube’un da kapsama alınması gerektiğini duyurdu. Araştırmaya göre çocukların zararlı içeriklerle karşılaştığı en yaygın platform YouTube.
Bunun üzerine Alphabet, hükümete mektup göndererek hukuki itiraz hakkını saklı tuttuğunu bildirdi.
Hükümet: Bu çocuklarımızın iyiliği için verilen bir mücadele
Avustralya İletişim Bakanı Anika Wells, çarşamba günü yaptığı açıklamada, eSafety Komiserliği’nin sunduğu verilerin “göz ardı edilemeyeceğini” söyledi. Wells, ebeveynlerin çocuklarını çevrimiçi ortamda korumakta zorlandığını belirterek, “Bu, çocuğunu yüzme havuzunda değil, açık denizde yüzmeyi öğretmeye benziyor” dedi ve ekledi:
'Denizi kontrol edemeyiz ama köpekbalıklarını denetleyebiliriz. Bu nedenle çocuklarımızın iyiliği için verilen bu mücadelede yasal tehditlerle korkutulmaya boyun eğmeyeceğiz'
YouTube'dan açıklama
YouTube ise yaptığı açıklamada, bu adımın, platformun kapsam dışı bırakılmasına yönelik geçen yıl alınan kamuya açık bir kararın “geri alınması” anlamına geldiğini ifade etti. Alphabet, “Bir sonraki adımları değerlendiriyoruz ve hükümetle diyalog halinde kalacağız,” dedi.
Öte yandan yasak Aralık ayında yürürlüğe girecek. Platform, 16 yaş altı kullanıcıların yeni hesap açmasını engelleyecek, bu da kişiye özel içerik önerilerinin önüne geçilmesini ve zararlı içeriklere erişimin sınırlanmasını sağlayacak. Bakan Wells, “Çocuklar daha kim olduklarını anlamadan, platformların onlar adına karar vermesini istemiyoruz,” değerlendirmesinde bulundu.
Mevcut çocuk hesapları da silinecek
Yeni düzenleme, yalnızca yeni kullanıcıları değil, mevcut 16 yaş altı hesapları da kapsıyor. Sosyal medya platformlarının Aralık ayına kadar bu hesapları devre dışı bırakmaları ve çocukların yasağı aşmasını zorlaştıracak “makul önlemler” almaları bekleniyor. Wells, esprili bir şekilde, “Belki hepsi topluca LinkedIn’e geçecekler,” dedi.
Kaynak: Gazete Oksijen
ABD'li kahve devi adım adım tekel olma yolunda: 'Back to Starbucks' planı işe yaradı mı?
Çin'de artan rekabet sonrası Starbucks, 1.000 mağazayı yeniden tasarlıyor, personel yatırımı büyüyor. Firma ayrıca, Çin operasyonu için 20’den fazla yatırımcıyla görüşüyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Seattle merkezli kahve firması Starbucks'ın hisseleri, salı günü mesai sonrası işlemlerde yüzde 3,8 artarak 96,50 dolara yükseldi.
Bir süredir düşen satışlarla mücadele eden Starbucks, CEO Brian Niccol liderliğinde kapsamlı bir “Back to Starbucks” (Starbucks’a Geri Dönüş) programı yürütüyor. Ağustos ayında göreve gelen Niccol, sadeleştirilmiş menüler, taze pişmiş yiyecekler, el yazılı mesajlı bardaklar ve hızlandırılmış hizmet gibi uygulamalarla markayı yeniden konumlandırmayı hedefliyor.
1000 mağaza yeniden tasarlanacak
Niccol, çeyrek dönem sonuçlarının açıklandığı toplantıda, dönüşüm planının “beklentilerin ilerisinde” olduğunu belirtti. CEO, mağazalarda hissedilen atmosferi değiştirmek istediklerini ifade ederek, “daha fazla doku, sıcaklık ve katmanlı tasarım” sunacaklarını söyledi.
Son yıllarda kaldırılan binlerce koltuğun geri getirileceğini duyurdu. 2026 sonuna kadar Kuzey Amerika’daki en az 1.000 mağaza yeniden tasarlanacak.
Şirket ayrıca, 2026’da açılması planlanan, 32 oturma kapasiteli ve drive-thru hizmeti olan düşük maliyetli yeni nesil kahve evi tasarımını test ediyor. Bunun yanı sıra, New York’ta küçük formatlı bir mağaza konsepti de yakında hizmete girecek.
ABD mağazalarına personel yatırımı artıyor
Niccol, yaz sonuna kadar ABD genelindeki 10.000’i aşkın Starbucks mağazasının tamamında personele yönelik yatırımların artırılacağını açıkladı. Şirket, önümüzdeki 12 ay içinde ABD'deki şirket mağazalarına yarım milyar dolardan fazla ek iş gücü yatırımı yapacağını duyurdu.
Gelir arttı, ancak kar beklentileri karşılanamadı
Starbucks’ın net geliri, 29 Haziran’da sona eren çeyrekte yüzde 3,8 artarak 9,46 milyar dolara ulaştı. Bu, analistlerin 9,31 milyar dolarlık beklentisinin üzerinde. Ancak küresel bazda aynı mağaza satışları yüzde 2 gerileyerek şirketin üst üste altıncı çeyrekte de daralma yaşamasına neden oldu. LSEG verilerine göre, piyasa ortalaması yüzde 1,19 düşüş yönündeydi.
Şirketin en büyük pazarı olan Kuzey Amerika’da aynı mağaza satışları sabit kaldı (yüzde -2), buna karşın Çin’de karşılaştırmalı mağaza satışları yüzde 2 arttı.
İkinci çeyrekte bu oran sıfırdı. Ancak Çin'de, Luckin Coffee ve Cotti Coffee gibi yerel rakiplerin baskısı ve harcamalarını kısmaya başlayan tüketiciler nedeniyle Starbucks geçen ay bazı soğuk içeceklerinin fiyatlarını ortalama 5 yuan düşürmek zorunda kaldı.
CEO: Hala yapılacak çok iş var
Şirket, çeyrek dönem için hisse başına düzeltilmiş 50 sent kâr açıkladı. Bu rakam, analistlerin beklediği 65 sentin altında kaldı. Kâr düşüşünde, yılın başlarında Las Vegas’ta düzenlenen 14 binden fazla mağaza yöneticisinin katıldığı liderlik buluşmasının da etkili olduğu belirtildi. Katılımcılar, şirket yöneticilerinden dönüşüm stratejilerini dinlemenin yanı sıra özel bir Bruno Mars konseriyle ağırlandı.
Bu buluşmanın da dahil olduğu harcamalar ve iş gücüne yapılan yatırımlar nedeniyle şirketin faaliyet kâr marjı yıllık bazda 650 baz puan azalarak yüzde 10,1’e geriledi.
Placer.ai Analitik Araştırma Başkanı R.J. Hottovy, “Hala yapılacak çok şey var, ancak iş gücüne yapılan yatırımlar, yoğun saatlerde hizmet kapasitesinde fark yaratmaya başladı,” dedi.
Çin için ortaklık arayışında
Öte yandan Starbucks, değeri 10 milyar dolara kadar çıktığı tahmin edilen Çin operasyonları için stratejik ortaklık ve ortak girişim seçeneklerini araştırıyor.
Şirket yöneticileri, 20’den fazla ciddi yatırımcıdan ilgi gördüklerini ve bu süreçte önemli bir hisse payını elinde tutmak istediklerini ifade etti.
Kaynak: Gazete Oksijen
Almanya, Avrupa'nın en güçlü ordusunu kuruyor
Almanya, 2029’a kadar GSYİH’nin %3.5’ini savunmaya ayırarak Avrupa’nın en güçlü ordusunu kurmayı hedefliyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Almanya, Avrupa’nın en güçlü konvansiyonel ordusunu kurma hedefi doğrultusunda çok sayıda büyük çaplı savunma alımı için harekete geçti. Konuya yakın iki kaynak, Berlin’in 20 Eurofighter savaş uçağı, 3.000 Boxer zırhlı araç ve 3.500 Patria piyade muharebe aracı alımını içeren milyarlarca euroluk yeni siparişlere hazırlandığını Reuters’a açıkladı.
Söz konusu alımlar, Almanya Başbakanı Friedrich Merz’in, ABD’ye olan askeri bağımlılığı azaltma ve Avrupa güvenliğinde daha fazla sorumluluk üstlenme stratejisinin bir parçası olarak görülüyor.
Merz, yılın ilk aylarında parlamentodan savunma harcamalarını ülkenin anayasaya dayalı borç freninden muaf tutan bir düzenlemeye destek almayı başarmıştı. Bu adım, Almanya’nın ordusunu kapsamlı şekilde modernize etmesini mümkün kılıyor.
Savunma bütçesi 2026’da 83 milyar euro
Berlin’in savunma bütçesi 2025 yılına kıyasla 20 milyar euro artışla 2026’da yaklaşık 83 milyar euroya ulaşacak. Yalnızca 20 Eurofighter uçağının maliyetinin 4 ila 5 milyar euro arasında olacağı tahmin edilirken, KNDS ve Rheinmetall ortaklığında üretilen Boxer zırhlı araçlarının maliyetinin 10 milyar euroyu bulacağı belirtiliyor. Patria araçlarının ise yaklaşık 7 milyar euroya mal olması bekleniyor.
Teslimatlar 10 yıla yayılacak
Kaynaklara göre Boxer ve Patria platformlarının teslimatları önümüzdeki 10 yıla yayılacak. Öte yandan, Savunma Bakanlığı’nın daha fazla IRIS-T hava savunma sistemi ile yüzlerce SkyRanger insansız hava aracı savunma sistemi alımını da planladığı bildirildi. Bu sistemler için finansal ayrıntıların ise henüz netleşmediği aktarıldı.
Bloomberg de savunma alımlarına ilişkin planları doğrularken bazı farklı rakamlar bildirdi. Almanya Savunma Bakanlığı, Reuters’ın yorum talebine ise henüz yanıt vermedi.
Merz’den NATO’ya 'söz'
Başbakan Merz, Almanya’nın 2029 yılına kadar savunmaya GSYH'nin %3,5’ini ayırarak NATO’nun yeni hedefini karşılayacağını taahhüt etti. Bu oran, ittifak üyeleri arasında en yüksek seviyelerden biri olacak.Ancak Almanya’nın kayda değer bir açığı kapatması gerekiyor.
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgalinin başladığı saatlerde, Alman Ordusu’nun (Bundeswehr) durumu kamuoyuna taşınmış; ordu komutanı yıllardır süren ihmalin ardından “elimizde neredeyse hiçbir şey kalmadı” sözleriyle mevcut hazırlık eksikliğine dikkat çekmişti.
Kaynak: Gazete Oksijen
Zuckerberg 1.8 trilyon dolar nakit arayışında | Süperzeka projesi: Para bulunursa AI'da lider olabilir
Meta CEO’su Mark Zuckerberg’in, şirket içinde kurduğu ve büyük gizlilikle yürütülen “süperzeka laboratuvarı” Wall Street’te soru işaretleri yaratmaya başladı. Meta’nın devasa AI yatırımlarının ardındaki strateji netleşmeden, yatırımcılar sabırsızlanıyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Meta’nın CEO’su Mark Zuckerberg, yapay zeka alanında rakiplerinin gerisinde kaldığını fark ettikten sonra, şirketin AI stratejisini baştan aşağı yenileyerek radikal bir adım attı. Zuckerberg, Apple, OpenAI ve Google gibi dev şirketlerden yapay zeka uzmanlarını yüksek primlerle Meta’ya çekmeye başladı. Amacı, Meta’yı “yapay zeka lideri” konumuna taşımak.
Meta’nın Menlo Park’taki genel merkezinde, şirketin diğer AI projelerinden izole edilmiş özel bir alanda kurulan bu laboratuvar, Zuckerberg’in deyimiyle start-up ruhunu taşıyacak ama 1,8 trilyon dolarlık dev bir şirketin kaynaklarıyla desteklenecek. Laboratuvarın başında, Scale AI’nin eski CEO’su Alexandr Wang ve eski GitHub yöneticisi Nat Friedman bulunuyor.
Manhattan Projesi gibi gizlilik
Ancak laboratuvarın iç işleyişi büyük gizlilikle yürütülüyor. Şirket içindeki diğer ekiplerin bile projeye dair detaylı bilgiye sahip olmadığı belirtiliyor. Bu da özellikle bugün açıklanacak olan Meta’nın ikinci çeyrek finansal sonuçları öncesi yatırımcılar arasında endişe yaratıyor. Meta'nın son iki yılın en yavaş kar artışını açıklaması bekleniyor.
Yatırım şirketi Harding Loevner’dan analist Uday Cheruvu, “Adeta bir Manhattan Projesi gibi; tüm kaynaklarını AI’ya aktarıyorlar ama ne yapılacağı hala belirsiz. Ortada ticari bir plan yoksa yatırımcılar sabırsızlanır,” yorumunu yaptı.
ChatGPT’nin yaratıcılarından Meta’ya transfer
Zuckerberg, mart ayından itibaren süperzeka (insan zekasını aşan yapay zeka) üzerine çalışacak elit bir ekip kurmak için Silicon Valley'deki en yetenekli araştırmacıların listesini hazırlamaya başladı. Şimdiye kadar yaklaşık 50 üst düzey AI araştırmacısı Meta’ya katıldı. Bu ekip, Meta’nın mevcut Llama modelini bir üst seviyeye taşımanın yanı sıra şirketin genel AI stratejisini de yönlendirecek.
Meta, geçen hafta ChatGPT’nin ortak geliştiricisi Shengjia Zhao’yu, süperzeka laboratuvarının baş bilim insanı olarak transfer ettiğini duyurdu.
Rekabet kızışıyor: Paraya tapan askerler
Meta’nın agresif işe alım politikası, rakip firmalarda huzursuzluk yaratıyor. OpenAI CEO’su Sam Altman, isim vermeden Meta’yı “sadece kar yapmaya odaklanan paralı askerler” olarak niteledi. Buna rağmen Meta’nın teklif ettiği yüksek maaşlar ve övgüyle ikna edilen bazı büyük isimler şirkete geçiş yaptı. Ancak büyük isimlerden oluşan bir ekip kurmak, mutlaka “uyumlu bir ekip” anlamına gelmiyor.
Meta ayrıca, OpenAI’den ayrılan eski yöneticilerin kurduğu “Safe Superintelligence” ve “Thinking Machines Lab” gibi start-up’ları satın alma girişiminde bulundu ancak bu girişimler reddedildi. Yine de Meta, Safe Superintelligence’ın kurucularından Daniel Gross’u kadrosuna katmayı başardı.
İç çatışmalar ve yön arayışı
Bu agresif değişim, Meta’nın mevcut AI kadrosu içinde huzursuzluk yarattı. Bazı çalışanlar, Zuckerberg’in mevcut üretici yapay zeka ekibini “değiştirmeye çalıştığını” ve yeni gelen ekibin mevcut kadronun üzerinde konumlandırıldığını düşünüyor.
Meta’nın araştırma kolu FAIR’ın baş bilim insanı Yann LeCun, yeni yapının ardından Wang’a bağlı çalışmaya başladı. Ancak LeCun, kendi görevinde bir değişiklik olmadığını ve hedefinin “aynı kaldığını” açıkladı.
Zuckerberg’in sabrı tükeniyor
Meta’nın Llama 4 modeli, beklenen ilgiyi görmeyince hayal kırıklığı yarattı. Geliştiricilerden gelen olumsuz geri bildirimlerin ardından, “Behemoth” adlı daha büyük modelin lansmanı da Zuckerberg’in kalite standartlarını karşılamadığı için ertelendi. Şirket içi kaynaklara göre Meta, bazı ekiplerin artık Llama yerine üçüncü taraf modeller kullanmasına da izin vermeye başladı.
Yatırımcılar yön arıyor: Strateji netleşmeli
Meta, nisan ayında 2024 yılı sermaye harcama tahminini yüzde 10 artırarak 64-72 milyar dolar aralığına yükseltti. BNP Paribas araştırmasına göre, süperzekâ odaklı işe alımlar Meta'nın Ar-Ge bütçesine yıllık 1,5 ila 3,5 milyar dolar ek yük getirebilir.
Jefferies’ten analist Brent Thill, bu harcamaların “aciliyet sinyali” taşısa da kısa vadede kârlılığı baskılayabileceği uyarısında bulundu.
Buna rağmen Meta hisseleri yıl başından bu yana yüzde 20 artış gösterdi. Şirketin güçlü reklam ve sosyal medya modeli, bu yüksek riskli AI hamlesini finanse edebilecek durumda.
Zuckerberg ise temkinli değil, aksine kararlı: “Bütün sistemi kafasında taşıyabilecek kadar küçük ama olağanüstü yetenekli bir ekip kurmak istiyoruz,” diyerek, yapay zekanın Meta’nın geleceğindeki kritik rolünü vurguladı.
Kaynak: Gazete Oksijen
تعليقات