23
- mutlunecmettin
- 23 Tem
- 26 dakikada okunur
🏛️ Kuruluş ve Arka Plan
Şubat 2025’te Delware (ABD) ve başlangıçta Cenevre (İsviçre) merkezli olarak kuruldu Anadolu Ajansı+6Apaçık Radyo+6kudusgunu.com+6Instagram.
İsrail ve ABD hükümetleriyle bağlantılı, “yeni bir yardım sistemi” olarak lanse edildi; BM ve diğer yardım örgütlerinin yerine geçmeyi amaçlıyor ResearchGate+1Anadolu Ajansı+1.
Cenevre şubesi, İsviçre makamlarının kurallara uymadığı gerekçesiyle 2025 Temmuz’unda tasfiye sürecine alındı Anadolu Ajansı+6kudusgunu.com+6Instagram+6.
👥 Önemli İsimler – Kim Kim?
🛡️ Güvenlik ve Operasyon Yapısı
GHF operasyonlarını Safe Reach Solutions (SRS) adlı özel güvenlik şirketi yürütüyor; bu da Philip F. Reilly adlı eski CIA memuru tarafından yönetiliyor perspektif.eu+6Wikipedia+6The Washington Post+6.
SRS, Amerikan şirketi UG Solutions gibi firmalarla iş birliği içinde; silahlı ABD’li kontratörler ile dağıtım merkezlerine güvenlik sağlıyor The Washington Post+1Anadolu Ajansı+1.
Planlarda insana “biometrik tarama”, yüz tanıma, yardım talep edenlerin sicil kaydı gibi uygulamalar da yer alıyor WikipediaWikipedia.
💵 Finansman ve Kaynaklar
Resmen ABD Dışişleri Bakanlığı ve USAID’den fon aldığı belirtiliyor (örneğin Temmuz 2025 itibarıyla aylık 140 m$ harcama belirtilmiş) WikipediaThe Washington Post.
Ayrıca McNally Capital, Orbis Operations ve BCG gibi şirketler de kurulum aşamasında yer almış; BCG daha sonra protestolar üzerine geri çekildi The Washington Post.
⚠️ Kritik Eleştiriler
Birleşik bir BM destek ağı yerine tekelleştirilmiş bir sistem kurmak; yardımın politik amaçlarla araçsallaştırılması olarak nitelendiriliyor WikipediaAl JazeeraAnadolu Ajansı.
Yardım dağıtım merkezlerinde yaşanan kitlesel ölümler, sivillere yönelik silahlı müdahaleler, “insani tuzak” suçlamaları gündemde WikipediaThe Washington PostVikipedi.
169’dan fazla uluslararası yardım örgütü (MSF, Oxfam, Caritas, Save the Children vb.) GHF’ye karşı çıktı ve BM modeline dönüş çağrısı yaptı Wikipedia+1Wikipedia+1.
İsviçre, yeniden yer değiştirme planlarını “etnik temizlik” olarak değerlendirdi; İsrail Savunma Bakanlığı ve Mossad’la bağlantılar ileri sürüldü Apaçık Radyo.
🔍 Özetle
GHF, ABD–İsrail destekli, silahlı kontratörlerle desteklenen ve yardım dağıtımında BM modelinin yerine geçmeye çalışan bir yapı.
Lider kadrosu asker, güvenlik ve evanjelik-diplomatik çevrelerden geliyor: Wood, Moore, Reilly, Papazian, Henderson, Kohler gibi isimler bulunuyor.
Ciddi insan hakları ve yasal ihlallere dair suçlamalar var; küresel yardım camiası ve BM tarafından reddediliyor.
1. Yardım Dağıtımı “Ölüm Tuzakları”na Dönüştü
Binlerce sivil, GHF dağıtım noktalarına giderken öldü. BM’ye göre Mayıs’tan bu yana 1.000’den fazla kişi açlık yardımı almak isterken yaşamını kaybetti middleeasteye.net+15The Washington Post+15CBS News+15.
Time haberine göre Khan Yunis’te bir izdihamda en az 20 kişi ölmüş, çevredekiler GHF çalışanlarını olayın sorumlusu olarak göstermiş TIMEReuters.
The Guardian bu dağıtım sistemini “ölüm tuzağı” olarak tanımlıyor The GuardianThe Guardian.
🔫 2. Silahlı Güvenlik Gücü—"Sınır Tanımayan" Ateş
Sitedeki Amerikan kontratörler crowd control adı altında aç provokatörlere karşı gerçek mermiyle ateş etti, sosyal medya video ve BBC raporlarında detaylar yer aldı WikipediaThe Washington Post.
GHF yetkililerinden biri “zombi sürüsü” demecinde bulunmuş; bu ifadeler sivillerin oldukça aşağıladığı olarak değerlendirildi WikipediaThe Washington Post.
👥 3. Yöneticilerden İstifa ve Güven Eksikliği
Jake Wood, GHF başına geçtikten kısa süre sonra “insani prensiplerle bağdaşmayan” bu sistemde yer almayı reddederek istifa etti Common Dreams+3The Guardian+3Reddit+3.
İsviçre'deki David Kohler, Papazian ve Henderson da yasal uyumsuzluklar nedeniyle görevinden ayrıldı Wikipedia+1CBS News+1.
🇨🇭 4. İsviçre'de Yasal Uyum Skandalı
💰 5. “Kâr ve Politik Araç” Algısı
Washington Post’a göre GHF, Safe Reach Solutions, McNally Capital gibi şirketlerle çalışarak kâr elde etmeye odaklandı; Boston Consulting Group gibi bir danışman da “bir milyon dolardan fazla” fatura çıkardı fr.wikipedia.org+2The Washington Post+2Eater+2.
BM ve 170’den fazla STK, GHF’yi politik amaçlı, açlığı bir müzakere aracı haline getirmekle suçluyor Wikipediadevelopmentaid.orgThe Washington Post.
📣 6. Johnnie Moore ve Propaganda Tartışmaları
Yönetim kurulu başkanı evanjelik lider Johnnie Moore, medyayı "terör propaganda maşası" olarak suçlarken, BM'yi Hamas yandaşı ilan etti facebook.com+6forward.com+6The Times of Israel+6.
Moore, GHF'nin "olağanüstü etkili" olduğunu savunuyor; kritiklere “ahlaki polemik” yanıtı veriyor religionnews.com.
🔍 Özetle:
GHF, ırkçı askeri müdahale, yöneticilerin istifaları, yasal sorunlar, şeffaflık eksikliği, kâr odaklı iş ortakları, ve dağıtım esnasında yaşanan ölüm olaylarıyla gündemde. Kurumun bu skandalları, eleştirilerin odağında olmasının temel nedenleri.
İsrail, gıda krizini nasıl savaş taktiği haline getirdi?
İsrail ve ABD destekli Gazze İnsani Yardım Vakfı’ndan (GHF) gıda almak isteyen Filistinliler, tanklar, insansız hava araçları ve keskin nişancıların arasından geçerek ölümle burun buruna geliyor. Peki İsrail ordusu açlık krizi üzerinden bölgede neyi amaçlıyor?
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
7 Ekim 2023'de Hamas'ın sürpriz saldırısıyla sarsılan İsrail o tarihten beri Gazze'ye yönelik saldırılarını kısmi ateşkesler dışında hiçbir zaman durdurmadı. Geride kalan aylarda birçok defa geniş çaplı kara harekatı başlatan Tel Aviv kanadı her ne kadar Hamas savaşçılarını hedef aldıklarını iddia etse de BM çadırları, hastaneler ve okullar dahil olmak üzere birçok sivilin bulunduğu noktayı hedef almaktan çekinmedi.
İsrail'in bölgedeki en büyük 'kozlarından' biri de açlık kartı. Geçmiş dönemlerde İsrail yönetimi Gazze'ye giriş çıkışları sayısız defa kapattı, çocuklar dahil yüzlerce insanın ölümüne sebep oldu.
Normal şartlarda Mısır üzerinden BM'nin aracılığı ile gıda yardımı bölgeye gönderiliyordu ancak kapıların kapatılması ve Refah'ın kontrolünün tamamen İsrail'e geçmesi sonrası ABD başta olmak üzere Avrupa ülkeleri Gazze'ye havadan gıda yardımında bulundu, bu yardımların sayısı yeterli miydi? Elbette hayır.
UNRWA yerine yeni oluşum
İsrail Gazze'ye yönelik Mayıs ayında yeni ve geniş çaplı bir kara harekatı başlattı. Gıda krizinin hat safhaya çıkması ve saldırılarla birlikte İsrail'in asıl amacı Gazze'deki insanları güneye yani Refah'a göndermekti.
Gazze İnsani Vakfı (GHF) adı verilen oluşumla birlikte bölgeye gıda yardımı gönderdiğini öne süren İsrail ve vakıf eleştirilerin odağı haline geldi. İnsan hakları ve yardım kuruluşları, hükümetlere ve uluslararası insani yardım camiasına çağrıda bulunarak, GHF modelinin reddedilmesini ve “yalnızca işgalci güçle iş birliği yapanlara değil, tüm yardım kuruluşlarına” Gazze’ye erişim hakkı tanınmasını talep etti.
Bu noktada İsrail yönetiminin 7 Ekim 2023'te başlayan süreçle birlikte Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı'nın (UNRWA) Gazze'de yürüttüğü faaliyetleri giderek artan oranda yasadışı ilan etmesini ve UNRWA'yı çalışamaz hale getirmesini not etmek gerekiyor.
GHF hakkında bilinenler
GHF, kamuoyunun gündemine Mayıs ayının hemen başında girdi. ABD’li insani yardım uzmanları, finansçılar ve paralı askerlerden oluşan bir ekip tarafından yönetilen vakıf, Gazze için geliştirilen tartışmalı yeni İsrail planının uygulayıcısı olarak öne çıktı.
GHF yardımları istenilen seviyeye hiçbir zaman ulaşmadı, hatta buradaki paralı askerler birçok kez gıda almaya çalışan Filistinlileri vurarak öldürdü.
Gazze’de özellikle GHF'nin de bölgeye gelmesiyle yiyecek bulmanın tek yolu çoğu zaman ölüm riskini göze alarak, İsrail ve ABD destekli Gazze İnsani Yardım Vakfı’nın (GHF) dağıtım noktalarına gitmekten geçiyor.
Al Jazeera, 13 Temmuz’da Refah'ın Şakuş bölgesindeki GHF yardım dağıtım merkezinin uydu görüntülerini analiz etti.
Günlerce kavurucu sıcağın altında beklemek
Yardım alabilmek için insanlar saatler, bazen günler öncesinden yola çıkıyor. Araçlar veya arabalarla belirli bir noktaya kadar gidebiliyorlar; bu noktadan sonra ise yürümek zorundalar. Dağıtım merkezine ulaşmadan önce en az 1.5 kilometre yürümeleri gerekiyor ve aldıkları gıda kolilerini taşırken aynı yolu geri dönmeleri şart.
Biraz olsun yardım alabilmek için günlerce yürüyen Filistinliler, yerlerini kaybetmemek adına merkez önünden ayrılmıyor. Çoğu, İsrail ordusunun tankları, zırhlı araçları ve insansız hava araçları arasında adeta bir ölüm tünelinden geçmek zorunda kalıyor.
“Al-Joura”ya sığınmak
Merkeze yaklaşanlar, İsrail askerlerinin ateşinden korunmak için “Al-Joura” adı verilen kumullar arasındaki çukur bölgeye sığınıyor. Yaklaşık 560 metrelik bir mesafe boyunca ilerleyen insanlar burada, dayanılmaz sıcak altında “git” sinyalini bekliyor. Bazı aileler, yiyecek alabilmek için 12 ila 24 saat boyunca burada bekliyor.
'Git sinyali' ne anlama geliyor?
İsrail ordusundan gelen “git” sinyali, teoride yardım noktasına yaklaşılabileceğini ifade ediyor. Ancak pratikte işler böyle yürümüyor; bu noktadan sonra vurulma riski katlanarak artıyor. Tanıklar, dağıtım merkezinin çevresinde İsrail ordusunun barikatları, zırhlı araçları, keskin nişancı yuvaları ve insansız hava araçları olduğunu aktarıyor.
Filistin Sağlık Bakanlığı, Telegram kanalında yaptığı açıklamada son 24 saatte 31 kişinin yardım beklerken öldüğünü, 107 kişinin de yaralandığını duyurdu. Böylece “geçim kurbanı” olarak hayatını kaybedenlerin sayısı 922’ye, yaralı sayısı ise 5.861’e yükseldi.
16 Temmuz’da yardım almak isteyen kalabalık arasında çıkan izdihamda en az 21 Filistinli yaşamını yitirdi. Birleşmiş Milletler destekli bir değerlendirmeye göre, Gazze’de her 5 kişiden 1’i açlıkla yüz yüze, nüfusun yüzde 93’ü ise şiddetli gıda sıkıntısı çekiyor.
GHF neden itibarsız?
İsrail, yardımların Hamas’a gideceğini iddia ederek Gazze’deki BM ve diğer uluslararası kuruluşları devre dışı bırakıp GHF’yi kurdu. Ancak şu ana kadar insani yardımların savaşçılara yönlendirildiğine dair hiçbir kanıt sunamadı.
BM İnsani İşler Koordinatörü Tom Fletcher, Güvenlik Konseyi’ne yaptığı açıklamada, GHF’nin “yardımı yalnızca Gazze’nin bir kısmına sınırladığını ve temel insani ihtiyaçları karşılamadığını” söyledi. Fletcher, GHF’nin açlığı bir pazarlık unsuru haline getirdiğini belirterek, “Bu plan şiddet ve yerinden etmeler için bir kılıftan başka bir şey değil” dedi.
11 insani yardım ve insan hakları kuruluşu ise GHF’yi “Batılı güvenlik ve askeri isimlerin yönettiği, İsrail hükümetiyle koordineli bir proje” olarak tanımladı. İsrailli aktivist örgütler ve isimler de GHF'ye karşı olduklarını defalarca dile getirmişlerdi.
GHF aracılığı ile zorunlu göç
Temmuz ayının hemen başında İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, güney Gazze’deki Refah kentinin enkazı üzerine bir “insani şehir” inşa edilmesi için orduya planları ilerletme talimatı verdiğini açıkladı.
İsrail medyasının aktardığına göre Katz, gazetecilere yaptığı bilgilendirmede, söz konusu bölgenin ilk etapta kıyı şeridindeki El-Mawasi bölgesine tahliye edilen yaklaşık 600 bin yerinden edilmiş Filistinliyi barındıracağını söyledi.
Katz, bu alana giren Filistinlilerin Hamas üyesi olmadıklarının tespiti için taramadan geçirileceğini, bölgeye giriş yapanların alandan ayrılmasına izin verilmeyeceğini belirtti. Savunma bakanına göre, uzun vadede Gazze’nin tamamındaki 2 milyondan fazla Filistinli bu alanda tutulacak.
Son 24 saatte 4'ü çocuk 15 kişi açlıktan öldü
İsrail yönetimi Gazze'ye giren tüm insani yardımları kendi kontrolüne bağlarken, bölgedeki açlık krizinin boyutları da gün geçtikçe artıyor.
Gazze'deki hastanelerin açıkladığı rakamlara göre, son 24 saatte 15 kişi açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybetti. Hayatını kaybedenlerden 4'ünün çocuk olduğu açıklandı.
Al Jazeera'nın bölgedeki kaynaklarına dayandırdığı haberine göre Gazze'nin kuzeyinde 40 günlük bir bebek de yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybedenler arasında.
Son 24 saatteki kayıplarla birlikte Gazze Şeridi'nde açlık bağlantılı ölümlerin sayısı 101'e yükseldi. Bunlardan 80'i çocuk.
Bugün sabah saatlerinden itibaren öldürülen Filistinlilerin sayısıysa 35 olarak açıklandı. Bu kişilerden 8'inin yardım arayışında olduğu belirtildi.
UNRWA'ya göre Gazze'deki bir milyondan fazla çocuk açlık tehdidiyle karşı karşıya.
Kaynak: Gazete Oksijen
Bangladeş'teki uçak kazasının ayrıntıları: Savaş jeti okul kampüsüne nasıl düştü?
Geçtiğimiz gün Bangladeş’te başkent Dakka’da bir okulun kampüsüne düşen askeri eğitim jeti, en az 25’i çocuk 31 kişinin ölümüne ve onlarcasının yaralanmasına yol açmıştı. Olaydan bir gün sonra kazanın ayrıntıları açıklandı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Pazartesi günü Bangladeş’in başkenti Dakka’da bir okul kampüsüne, Hava Kuvvetlerine ait bir eğitim jeti düşmüştü.
An itibariyle en az 25’i çocuk 31 ölü ve 171’den fazla yaralının bulunduğu kazanın ayrıntıları ortaya çıktı.
Bangladeş Hava Kuvvetlerinin, 2011’de Çin’den sipariş ettiği uçaklar arasında olan F-7 BGI model savaş jeti, rutin bir eğitim uçuşu için öğlen saat bir civarında Dakka'daki hava üssünden kalktı.
Kalkıştan kısa süre sonra teknik sorunlar nedeniyle arızalanan jet, hava üssünün 10 kilometre uzağında bulunan “Milestone School and College” adlı okulun binasına çakıldı. Kaza anında okul kampüsünde öğrenciler de bulunuyordu.
İddialara göre kazada hayatını kaybeden pilot Towkir Islam Sagar, düşüş sırasında jeti nüfus yoğunluğunun az olduğu bölgelere yönlendirmeye çalışsa da çabaları sonuçsuz kaldı.
Kazada hayatını kaybeden 31 kişinin arasında en az 25 çocuk, bir öğretmen ve jetin pilotu Sagar bulunuyor.
Yetkililerin açıklamalarına göre, kazada yaralananların büyük çoğunluğu 10-15 yaşları arasında. 171’den fazla kişinin yaralandığı kazada, sayısı 50’den fazla kişi yanıklarla hastaneye kaldırıldı. Olay yerindeki birçok kişi, jet yakıtı yanıklarından etkilendi.
Öğrenciler dersten çıkıyordu
Birçok öğrenci ders gününün son bulmasıyla okuldan çıkmaya hazırlanıyordu.
Dhaka Tribune’a konuşan bir öğretmen, jetin düştüğü binada 5.-7. sınıfların ders gördüğünü ve dersler öğlen birde bitmiş olmasına rağmen birçok öğrencinin okulda özel dersler için beklediğini söyledi.
Kaza anında okulda bulunan öğrencilerden Farhan Hasan, BBC’ye verdiği röportajında, jetin okul binasına çarptığını gördüğü sırada sınavdan yeni çıktığını anlattı. Hasan, “En yakın arkadaşım, birlikte sınav salonunda olduğum, gözlerimin önünde öldü.” dedi.
Çocuklarını okuldan almak için kampüste bekleyen veliler de kazadan etkilenenler arasındaydı. Dakka'da hastaneler acılı aile üyeleriyle doldu.
Yas ilan edildi
Bangladeşli hükümet yetkilisi Muhammed Yunus, kazaya özel bir çağrı hattı açıldığını ve kazanın nedenlerini araştırmak adına bir soruşturma ekibi oluşturulduğunu duyurdu.
Kazanın nedenini bulmak adına elinden geleni yapacağını belirten Yunus, Dakkalı vatandaşlara hastanelerde kalabalık yapmamalarını önerdi.
Bangladeş hükümeti, kazanın kurbanları için ülkede bir günlük yas ilan ederek bayrakları yarıya indirdi.
Kaynak: Gazete Oksijen
“Turistler eve dönün” : Barselona, yolcu gemisi limanının iki terminalini kapatıyor
Aşırı turizm ile mücadele etmeye çalışan İspanya, Avrupa’nın en yoğun cruise gemisi limanı olan Barselona Limanı’nın iki terminalini kapatıyor. Milyon euroluk proje, şehirdeki turist yükünü azaltmayı amaçlıyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Avrupa’nın en yoğun cruise gemisi limanlarından Barselona Limanı’nın yedi terminalinden ikisi hizmete kapanıyor. Aşırı turizm ile mücadele etmeye çalışan şehir görevlileri, yolcu gemileriyle şehre giren turist yoğunluğunu azaltmaya çalışıyor.
Barselona Belediye Meclisi ile yapılan anlaşma ayrıca, limandan şehre giren turistlerin rotalarının takip edildiği bir araştırma gerçekleştirerek sürdürülebilir bir hareket planlaması oluşturmayı içeriyor.
185 milyon euroluk proje, şehirdeki turist yoğunluğunu düzenlemeyi ve limanda çevre dostu enerji yöntemlerinin kullanılmasını hedefliyor.
Barselona başta olmak üzere İspanya’da aşırı turizme karşı protestolar son yıllarda hız kazandı.
Barınma sorunu, yerel hayatının dokusunun bozulması ve yaşam pahalılığı gibi konulardan şikayet eden İspanyol vatandaşları, “Turistler eve dönün” ve "Barselona satılık değildir" gibi sloganlarla sokaklara çıkarak hükümet görevlilerinden konuya dair önlem alınmasını talep ediyor.
Kaynak: Gazete Oksijen
Prens William ve Prens Harry’nin kuzeni evinde ölü bulundu
Prens William ve Prens Harry’nin kuzeni Rosie Roche, 20 yaşında hayatını kaybetti
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Prens William ve Prens Harry’nin kuzeni Rosie Roche, ailesinin Wiltshire, Norton’daki evinde yaşamını yitirdi. Olay yerinde bir ateşli silahın bulunduğu bildirildi.
Roche’un cansız bedeni annesi ve kız kardeşi tarafından bulundu. Wiltshire ve Swindon adli tıp kurumu tarafından başlatılan soruşturma 25 Ekim’e ertelendi. Adli tabip Grant Davies, The Sun’a verdiği açıklamada, polisin ölümün şüpheli olmadığını ve olayda üçüncü bir kişinin dahli bulunmadığını değerlendirdiğini belirtti.
Prenses Diana’nın amcasının torunu olan Rosie Roche, Durham Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı öğrencisiydi.
Fotoğraf: Manchester Evening News
Kraliyet ailesi adına konuşan bir sözcü, The Sun’a yaptığı açıklamada, Roche’un "çok özleneceğini" söyledi.
19 Temmuz Cumartesi günü Yorkshire Post gazetesinde yayımlanan ölüm ilanında aile üyeleri, Roche’u “canım kızımız, kardeşimiz ve torunumuz” sözleriyle andı.
“Roche, Rosie Jeanne Burke. 14 Temmuz 2025 Pazartesi günü hayatını kaybetti,” ifadesiyle başlayan ilanda, “Hugh ve Pippa’nın sevgili kızı, Archie ve Agatha’nın harika kardeşi, Derek ve Rae Long’un torunu,” denildi.
“Cenaze töreni aile arasında yapılacaktır. Bir anma töreni daha sonra düzenlenecektir,” ifadeleriyle ilan sona erdi.
Kaynak: Gazete Oksijen
AFP: Gazze'deki muhabirlerimiz açlıktan ölüm riski ile karşı karşıya
Fransız haber ajansı AFP, Gazze’de bulunan muhabirlerinin haber yapacak gücü kalmadığını ve açlıktan ölme riski ile karşı karşıya olduklarını açıkladı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Fransız haber ajansı Agence France Presse (AFP) İsrail ablukası altında olan ve aylardır insani yardım girişinin engellendiği Gazze'de kalan çalışanlarının açlıktan ölme riski ile karşı karşıya olduklarını belirterek yardım çağrısında bulundu. Gazze’de bulunan 10 muhabirinin durumlarının her geçen gün daha kötüye gittiğini duyuran AFP, muhabirlerin “mesleklerini yapacak güçleri kalmadığını” ve “her an ölüm haberlerini almaktan korktuklarını” belirtti.
AFP'den yapılan açıklamada “1944 Ağustos’ta kurulduğumuzdan beri gazetecileri çatışmalarda kaybettik, yaralılarımız ve hapishane mahkumu olanlarımız oldu. Fakat hiçbirimiz meslektaşlarımızın açlıktan öldüğüne tanık olmamıştık” ifadelerine yer verildi.
“Acil bir müdahale olmazsa, Gazze’deki son muhabirler de ölecek”
AFP'nin çalıştığı muhabirlerden biri olan Başar, geçtiğimiz günlerde Facebook hesabından, "Medya için çalışmaya gücüm kalmadı. Vücudum zayıf ve artık çalışamıyorum." şeklinde bir paylaşım yapmıştı.
AFP’nin açıklamasında, Başar’ın diğer Gazzelilerle aynı şekilde, bombardımanlar altında bir sığınma kampından diğerine giderek yaşadığı belirtildi. Açıklamada Başar'ın da diğer tüm Filistinliler gibi açlık, hijyen ve şiddetli bağırsak hastalıkları dönemleriyle birlikte sağlık sorunlarıyla baş etmeye çalışarak mesleğini sürdürdüğü ifade edildi.
Açıklamada en büyük problemin yemek ve su eksikliği olduğunu söyleyen bir diğer AFP muhabiri Ahlam'ın, “Haber yapmak için her kamptan ayrıldığımda canlı geri dönebilecek miyim diye düşünüyorum" sözlerine de yer verildi.
AFP tarafından yapılan açıklamada dikkat çekilen bir diğer konu ise araç veya yakıt bulunmasında yaşanan zorluklar oldu. Araçla yola çıkmanın İsrail ordusu (IDF) tarafından hedef gösterilme riskini almak olduğunu belirten Fransız haber ajansı, muhabirlerin yürüyerek veya at arabasıyla röportajlara gittiğini belirtti. Muhabirlerin her gün yardım çağrısı yaptıklarını ve sağlık durumlarının her gün daha kötüye gittiği vurgulandı.
AFP muhabirlerinden Ahlam, "Hala mesleğimi yapmaya çalışıyorum, buradaki insanların sesini duyurmaya, bütün susturma çabalarına karşın gerçeği gözler önüne sermeye. Burada direnmek bir seçenek değil, bir zorunluluk" ifadelerini kullandı.
Açlık bir “savaş silahı” olarak kullanılıyor
Dünya Gıda Programı’na göre, Gazze’de 90.000 kadın ve çocuk acil olarak yetersiz beslenme tedavisine ihtiyaç duyuyor.
Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi OCHA’nın Filistin Ofisi, "Gazze’deki aileler felaket düzeyinde bir açlıkla karşı karşıya" açıklamasında bulunmuştu. X üzerinden paylaşılan açıklamada "Çocuklar açlıktan eriyor, bazıları yemek ulaşmadan önce hayatını kaybediyor" ifadeleriyle bölgede açlığın özellikle çocukları etkileyen ölümcül boyutlarına işaret edilmişti.
İsrail’in sürdürdüğü kuşatma gıda krizini daha da ağırlaştırırken, Filistin Sağlık Bakanlığı yetkilileri yalnızca pazar günü (20 Temmuz) en az 19 kişinin yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybettiğini açıklamıştı.
Yardım tırlarına yapılan saldırılar devam ederken, geçtiğimiz gün İsrail ordusu (IDF), tırların önünde yemek bekleyen kalabalığa ateş açmıştı. Gazze Sağlık Bakanlığı, saldırıda 132 Filistinlinin hayatını kaybettiğini duyurmuştu.
AstraZeneca’dan ABD’ye 50 milyar dolarlık yatırım: 'Beş yılda 80 milyar dolar kazanacağız'
İngiltere merkezli AstraZeneca, ABD’de üretim ve Ar-Ge faaliyetleri için 50 milyar dolar ayırdı. Virginia’daki dev tesis, yatırımların merkezinde olacak
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
İngiltere merkezli ilaç devi AstraZeneca, 2030 yılına kadar Amerika Birleşik Devletleri’ne 50 milyar dolar yatırım yapacağını açıkladı. Bu karar, Başkan Donald Trump yönetiminin ilaç sektörüne yönelik potansiyel gümrük tarifeleri getirme ihtimalinin konuşulduğu bir dönemde geldi.
Şirket, ABD’deki üretim ve araştırma operasyonlarını güçlendirmeyi planlıyor. Yatırımın önemli bir ayağını, Virginia eyaletinde kurulacak ve kritik ilaç bileşenlerinin üretileceği çok milyar dolarlık “köşe taşı” bir merkez oluşturacak.
AstraZeneca’nın bu hamlesi, son aylarda ABD ve Avrupa merkezli ilaç devlerinden gelen benzer yatırım taahhütlerine bir yenisini ekledi. İsviçreli Roche, Nisan ayında 50 milyar dolarlık bir yatırım planını duyurmuştu.
Trump’tan sektöre tarife uygulaması
ABD, ilaç ve ilaç bileşenlerinin ithalatının ulusal güvenlik üzerindeki etkilerini inceleyen bir “Bölüm 232” soruşturması yürütüyor. Bu soruşturmanın sonucu olarak, sektöre yüzde 200’e varan gümrük tarifeleri getirilmesi ihtimali gündemde.
AstraZeneca CEO’su Sir Pascal Soriot yaptığı açıklamada, yatırım kararının şirketin ABD’nin biyofarmasötik inovasyonuna olan inancını ve Amerikan halkı ile dünya çapındaki milyonlarca hasta için ilaç üretme konusundaki kararlılığını gösterdiğini söyledi.
“Bu yatırım, aynı zamanda 2030’a kadar 80 milyar dolar gelir hedefimize ulaşma konusundaki iddiamızı destekleyecek” diyen Soriot, şirketin ABD pazarındaki payını artırmayı hedeflediklerini belirtti.
5 eyalete yayılan yatırımlar
AstraZeneca, yatırımın ayrıntılarını ve her bir bileşenin zamanlamasını henüz tam olarak açıklamadı. Ancak plan kapsamında Maryland, Massachusetts, California, Indiana ve Texas eyaletlerinde yeni tesisler kurulması veya mevcut tesislerin genişletilmesi öngörülüyor. Şirket, bu yatırımların bir parçası olarak “gelecek nesil” hücre tedavisi üretim tesisleri kurmayı planladığını da duyurdu.
Şu anda ABD, AstraZeneca’nın en büyük pazarı konumunda. Şirket, toplam gelirlerinin yüzde 42’sini ABD’den elde ediyor. Yeni yatırımlarla bu oranı 2030 yılına kadar yüzde 50’ye çıkarmayı hedefliyor.
Kaynak: Gazete Oksijen
Middle East Eye: SDG'nin Suriye ordusuna katılması için 30 gün süre verildi
ABD ve Türkiye, SDG’ye Suriye ordusuna katılmaları için bir ay süre tanıdı. Kabul edilmeyen birimlerin silahsızlandırılacağı belirtildi
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye, Suriye Demokratik Güçleri’ne Suriye hükümetiyle tam entegrasyonu tamamlaması için 30 günlük bir süre tanıdı. Konuya yakın kaynaklar, detayları Orta Doğu basınından Middle East Eye'a anlattı.
SDG lideri Mazlum Abdi, Mart ayında Suriye geçici Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara ile SDG ve bağlı kurumlarının Şam yönetimine tamamen entegre edilmesini öngören bir anlaşma imzalamıştı.
Ancak ilerleme yavaşladı. SDG ve diğer Kürt gruplar, savunma bakanlığına bağlanmayı reddediyor ve Suriye ordusu içinde ayrı bir askeri komuta ve örgütsel yapı korumakta ısrar ediyor. Özerklik talepleri de entegrasyonu tıkayan bir diğer faktör olarak öne çıkıyor.
MEE’ye konuşan kaynaklara göre, Amerikan ve Türk yetkililerin sabrı tükenmek üzere. Geçtiğimiz hafta Suriye’de yapılan bir toplantıda, ABD ve Türk yetkililer, SDG'nin Şam hükümetine katılmaları için 30 günlük bir ültimatom verdi.
“SDG tüm silahlı unsurlarının Suriye ordusuna entegre edilmeyeceği, entegrasyona dahil edilmeyen birimlerin silahsızlandırılacağı ve genel kontrolün Şam yönetiminde kalacağı bildirildi,” dedi bir kaynak.Şam yönetimi, SDG kadınlardan oluşan YPJ birimlerini PKK’nın bir uzantısı olarak görülen kendi saflarına dahil etmeye de pek istekli değil.
ABD: Sonsuza kadar beklemeyeceğiz
ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack, bu ay verdiği röportaj ve açıklamalarda Washington’un özerklik taleplerine karşı çıktığını ve tek bir devlet, tek bir ordu ve tek bir ulus olarak birleşmiş bir Suriye’den yana olduğunu net bir şekilde ifade etti.
Ay başında SDG heyeti, Suriye hükümet yetkilileri ile birlikte Amerikalı ve Fransız temsilcilerle de görüşmeler gerçekleştirdi. Ancak görüşmelerden bir sonuç çıkmadı.
Görüşmelerin ardından Barrack, New York’ta gazetecilere şunları söyledi:
“Size bir araya gelmeniz için yardım ederiz, arabuluculuk yaparız, kolaylaştırırız ama burada sonsuza kadar bakıcılık yapmayacağız. Anlaşamıyorsanız, anlaşamayın ama biz sonsuza kadar burada kalmayacağız.”
Barrack, SDG’yi uyararak Şam ile bir anlaşmaya varılamaması halinde “başka alternatiflerin” gündeme gelebileceğini söyledi.
Türkiye’den uyarı
Geçen haftaki toplantıda Türk yetkililer, SDG’ye Şam, Ankara ve Washington’un iyi niyetini suistimal ederek müzakereleri uzatmaması gerektiğini vurguladı.
Suriye’nin Süveyda kentinde Bedeviler ile Dürziler arasındaki çatışmaların ardından İsrail’in Şam’a düzenlediği hava saldırıları Ankara’da endişeleri artırdı. Türk hükümet kaynakları, İsrail’in müdahalesinin SDG’yi özerklik taleplerinde ısrarcı olmaya teşvik edebileceğinden kaygı duyuyor.
Buna rağmen Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Pazartesi günü yaptığı açıklamada, hükümetinin el-Şaraa yönetimine tam destek verdiğini ve Suriye’nin bölünmesine izin vermeyeceğini belirtti.
Geçtiğimiz hafta yapılan toplantıda Türk yetkililer, YPG’den Türkiye sınırı boyunca açtığı tünel ağları ve sivil bölgelerdeki silah depoları hakkında bilgi talep etti.
ABD: Görüşmeler aktif ve sürüyor
Barrack, geçtiğimiz hafta sonu SDG lideri Mazlum Abdi ile bir görüşme yaptı. Bu hafta yaptığı açıklamada, Süveyda’daki şiddetin müzakereleri sekteye uğratacağına inanmadığını ve “önümüzdeki haftalarda bir ilerleme sağlanabileceğini” söyledi.
ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan isminin açıklanmasını istemeyen bir yetkili ise, özel diplomatik görüşmelerin ayrıntılarını paylaşamayacaklarını belirtti. Ancak SDG ile Suriye hükümeti arasındaki entegrasyon görüşmelerinin “aktif ve devam etmekte olduğunu” söyledi.
“Bu görüşmelerin devamını, mevcut sorunların çözülmesi için en iyi yol olarak görüyoruz,” dedi yetkili.
Kaynak: Gazete Oksijen
'Ey İran' marşıyla başlayan yeni 'nasyonel' dönem: Rejim değişikliğine karşı milliyetçilik kartı
İsrail ve ABD’nin saldırılarının ardından, İran liderliği halkı etrafında toplamak için yıllarca dışladığı milliyetçi marş ve sembollere yöneldi.
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Erika Solomon and Sanam Mahoozi / New York Times
İsrail ve ABD saldırılarının yarattığı öfke, Tahran yönetimini milliyetçi bir dalgaya yöneltti. İslam Cumhuriyeti, yıllarca uzak durduğu yurtsever marşları ve sembolleri şimdi halkı etrafında kenetlemek için kullanıyor. Ancak uzmanlar, bu dalganın kalıcılığı konusunda şüpheli.
Aşura törenlerinde sürpriz: 'Ey İran' marşı talimatı
Etkinlik, İran’ın Şii Müslümanlar için düzenlediği ritüel yas dönemi Aşura’nın tüm alışıldık unsurlarını barındırıyordu. Siyahlara bürünmüş, diz çökmüş kalabalıklar hep birlikte göğüslerini dövüyordu. Ardından İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, sloganları yöneten ilahiciyi yanına çağırdı ve kulağına bir şeyler fısıldadı.
Gülümseyen ilahici, İslam Cumhuriyeti’nin dini bir töreninde kısa süre önce hayal bile edilemeyecek bir şarkıya başladı: “Ey İran, İran”, yani bir yurtsever marş.
“Ruhumda ve bedenimde sen varsın ey vatan,” diye seslendi. Kalabalık da sözleri ona eşlik ederek tekrar etti: “Senin için titremeyen yürek harap olsun.”
Savaşın ardından yeni bir söylem
İran, İsrail ile girdiği ve ABD’nin de kısa süreliğine katıldığı savaştan derin yaralarla çıktı. Ülkenin askeri savunmaları zayıflatıldı, nükleer programı ağır darbeler aldı ve 12 gün süren savaşta sivil kayıplar büyük bir yıkım yarattı.
Bu kasvetli tabloya rağmen, İran’ın liderleri bir fırsat görüyor. Saldırılara yönelik öfke, güçlü bir milliyetçi duygular patlamasına yol açtı ve hükümet, karşı karşıya olduğu zorlu ekonomik ve siyasi krizler karşısında bu dalgayı bir yurtseverlik anına dönüştürmeyi hedefliyor.
Kadim semboller sahneye çıkıyor
Sonuç, İran’ın muhafazakar teokrasisinin sıklıkla uzak durduğu, İslam devrimi öncesi mirasını ve antik folkloru sahiplenen milliyetçi sembollere yönelik bir kucaklama oldu.
Şiraz’ın antik sokaklarında, bir reklam panosunda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, üçüncü yüzyıl Pers kralı Şapur I’in heykelinin önünde diz çökmüş halde tasvir ediliyor; bu sahne, antik Persepolis kalıntılarındaki kabartmaların bir yansıması.
Tahran’ın popüler alışveriş bölgelerinden Vanak Meydanı’nda ise, İran’ın sınırlarını bir okla çizen mitolojik kahraman Arash the Archer’ın bir tasviri yer alıyor. Ancak bu kez Arash’ın yayı, İslam Cumhuriyeti’nin fırlattığı füzelerle dolu.
Milliyetçilik dalgası etkili olacak mı?
“İran’a yönelik saldırının ardından Şii kimliği ile İran milliyetçiliğinin kaynaşmasına tanıklık ediyoruz,” diyor Tahran Üniversitesi’nde hukuk profesörü ve tanınmış siyasi yorumcu Muhsin Borhani.
Halkın duygularına dair güvenilir bir anket verisi bulunmadığından, bu yurtseverlik dalgasının ne kadar etkili olduğu hem İranlılar hem de uzmanlar arasında hararetli bir şekilde tartışılıyor.
Bazı İranlılar, bu yeni milliyetçilik patlamasının hükümetin popülaritesini artıracağına şüpheyle yaklaşıyor ve bunun yalnızca İsrail ile ABD saldırılarına karşı yaygın öfkeyi yansıttığını söylüyor.
Savaş beklentileri tersine döndü
İsrail’in saldırılarından önce bazı İran uzmanları, yaz aylarında iç karışıklıklar bekliyordu: Ülkede ekonomik kriz derinleşirken su, elektrik ve yakıt tedariki sıcaklıkların artmasıyla birlikte sekteye uğramıştı.
Ancak savaş beklenenin aksine farklı bir etki yarattı. Artık bazı İranlılar, internet erişiminin kısıtlanması gibi daha fazla hükümet kısıtlamasına katlanmaya istekli görünüyor. İran hükümeti ayrıca, “casus ve ajanlar” olduğunu iddia ettiği kişilere karşı büyük bir baskı dalgası başlattı; ancak insan hakları grupları, bu operasyonların muhalifler ve azınlıkları da hedef aldığını söylüyor.
'Ulusal gururumuza dokunuyor'
Donald Trump ve Netanyahu’nun, saldırıların ardından İran halkını hükümete karşı ayaklanmaya çağırması, hükümetin bazı muhaliflerini bile şu anda protesto etmenin uygun olmadığı yönünde düşünmeye sevk etti.
“İnsanlar, iç değişimin yabancı hükümetler tarafından yönlendirilmesini istemiyor,” diyor Tahran’da çalışan Lida, New York Times’a gönderdiği bir sesli mesajda. (Hükümetin yabancı medya ile temas hakkındaki uyarıları nedeniyle tam ismini paylaşmamayı istedi.)
“Bir ülkenin gelip topraklarımı ihlal etmesi ve nükleer tesislerimizi vurması ulusal gururuma dokunuyor,” diye ekledi. “Tamam, belki bu nükleer program benim hayalim ya da hedefim değil ama sonuçta bu da benim toprağım ve vatanımın bir parçası.”
'Tarih tekerrür mü ediyor?'
İran İslam Cumhuriyeti’nin liderleri, kriz dönemlerinde milliyetçiliğe ve geleneksel sembollere yaslanmayı ilk kez denemiyor. 1980’lerdeki İran-Irak Savaşı’nın sonunda da, devrimci liderler sıklıkla milliyetçi söylemlere başvurmuştu.
Ancak İran uzmanları, son çabaların ölçek ve kapsam olarak farklı olduğunu söylüyor.
“Devrimci liderlik, işler zorlaştığında halkı bir araya getirmek için milliyetçi söylemlere daha derinlemesine dalmak gerektiğinin farkına vardı,” diyor St. Andrews Üniversitesi İran Araştırmaları Enstitüsü’nün kurucu direktörü Ali Ansari. “Savaşı, yıllardır eksikliğini çektikleri ulusal dayanışmayı teşvik etmenin bir yolu olarak kullanmak istiyorlar.”
'Gerçek milliyetçilik sokaktan doğar'
Bu yıl Aşura törenlerinde, İran’ın madahları yani dini şarkıcıları, kutlamalara siyaseti de taşıdı. Yezd kentindeki alışveriş merkezlerinde, bir zamanlar yasaklı olan yurtsever şarkılarla dini dizeleri harmanladılar.
Ancak bu yaklaşım herkesi memnun etmedi. “Ey İran, İran” marşının söz yazarı Turac Negahban’ın ailesi, Hamaney’in önünde marşı okuyan madahın sözlere dini ifadeler eklemesine sert tepki gösterdi.
“Yıllardır seslerimizi susturdunuz. İsimlerimizi kitaplardan ve medyadan sildiniz,” diye yazdı ailesi, onun adına açılmış bir Instagram sayfasında. “Artık haykıracak başka bir şeyiniz kalmayınca, bir zamanlar lanetlediğiniz marşları söylüyorsunuz.”
Milliyetçilik dalgası ne kadar sürecek?
Borhani gibi bazı İranlılar, teokrasinin milliyetçiliğe yönelmesinin, dini söylemin artık İran’ın 90 milyonluk nüfusunu özellikle de büyük çoğunluğu oluşturan 30 yaş altı gençleri harekete geçiremeyeceğinin bir işareti olduğunu savunuyor.
Diğerleri ise, Aşura törenlerinde ülke genelinde kullanılan yurtsever ezgilerin İran milliyetçiliğinin özgün bir ifadesini yarattığını söylüyor.
Tahran’da üniversite öğrencisi olan Şehrzad ise bu değişimi “mühendislik ürünü milliyetçilik” olarak nitelendiriyor ve konuyla ilgili şöyle diyor:
“Gerçek milliyetçilik sokaklardan, protestolardan, paylaşılan acılardan gelir; hükümet kürsülerinden değil,”
Savaş ve onun tetiklediği milliyetçilik dalgası hükümetin kontrolü elinde tutmasına yardımcı olmuş gibi görünse de, bazıları bunun ne kadar süreceğini sorguluyor.
© 2025 The New York Times Company
Kaynak: Gazete Oksijen
Mahkeme Harvard Üniversitesi'ndeki kesintiler için gerekçe istedi, Trump yargıç için 'Tam bir felaket' dedi
ABD'de mahkeme, Harvard Üniversitesi'nin milyarlarca dolarlık fonunu kesen Donald Trump yönetiminden, bu kesintileri belgelerle gerekçelendirmesini istedi. Trump davayı gören yargıç için "O tam bir felaket" ifadelerini kullandı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Harvard yönetiminin, fonlarının kesilmesine itirazı üzerine açılan davanın duruşması, ABD'nin Massachusetts eyaletinde görüldü.
Bölge Yargıcı Allison Burroughs, Boston'daki duruşmada, Donald Trump yönetiminin avukatlarından, ısrarla Harvard'daki fon kesintilerinin gerekçelerini açıklamalarını istedi.
Harvard kampüsünde yaşandığı iddia edilen antisemitik davranışlara değinen Burroughs, hükümetin, üniversite yönetiminin bunlarla mücadele etmek için uygun önlemleri alıp almadığını "araştırma" konusunda hiçbir belge sunmadığını ifade etti.
Yönetimin avukatlarına, "Konuşma özgürlüğünün, kanununa aykırı şekilde bastırılmasına dayalı bir sözleşme eylemini haklı çıkarabileceğinizi sanmıyorum. Bunda nerede hata var?" diye soran Burroughs, bunun anayasa hukuku açısından sonuçlarının "sarsıcı" olacağını söyledi.
Trump yönetimi hükümet politikalarıyla uyumlu hibeyi savundu
Trump yönetiminin avukatları ise federal kurumların artık hibeleri, hükümet politikalarıyla uyumlu olmadıkları takdirde iptal edilebileceğini savundu.
Harvard'ın avukatlarının mahkemeye sunduğu dosyada ise "hükümetin, kanser tedavisi, gazilere destek ve ulusal güvenliği iyileştirme araştırmalarına ayrılan fonların kesilmesinin antisemitizmle nasıl bağdaştırıldığını açıklayamadığı" görüşü savunuldu.
Duruşma sonunda kararını açıklamayan yargıç Burroughs'un daha sonra yazılı bir açıklama yapması bekleniyor.
Trump yönetimindeki hükümet, kampüslerinde Filistin'e destek gösterilerine karşı yeterince harekete geçmediği ve antisemitik davranışlara müsaade ettiği gerekçesiyle Harvard Üniversitesinin milyarlarca dolarlık fonunu kesmişti.
'Tam bir felaket'
ABD Başkanı Donald Trump, konuya ilişkin Truth Social hesabından yaptığı paylaşımda, konuyla ilgili açıklamalarda bulundu. "Harvard davası Massachusetts'te (eski ABD Başkanı Barack) Obama tarafından atanmış bir yargıç önünde görüldü. Henüz kararını duymadan bile söylediğim gibi, o tam bir felaket." ifadesini kullanan Trump, Bölge Yargıcı Allison Burroughs'un çeşitli Harvard davalarını "sistematik şekilde devraldığını" ve bu durumun ABD halkı için "otomatik bir kayıp" anlamına geldiğini kaydetti.
Trump, paylaşımında, Harvard'ın bankada büyük bir kısmı ABD yönetiminden gelen 52 milyar dolarlık fonu olduğunu ancak buna rağmen Yahudi, Hristiyan ve Amerika karşıtı davrandığını öne sürerek, "Bu adaletsiz duruma daha fazla izin vermeyeceğiz. Bu Trump düşmanı hakim bu davaları nasıl aldı? Aleyhimize karar verirse derhal itiraz edeceğiz ve kazanacağız." değerlendirmesinde bulundu.
KNP’nin çöküşü: Zayıf bir şifre 158 yıllık şirketi piyasadan sildi
Akira isimli hacker grubu, KNP’nin sistemlerine sızarak verileri silince 500 kamyonluk 158 yıl önce kurulan şirket iflas etti
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
İngiltere’nin Northamptonshire bölgesinde faaliyet gösteren KNP isimli lojistik firması, ülkede hızla artan fidye yazılımı saldırılarının son kurbanı oldu. M&S, Co-op ve Harrods gibi dev perakende zincirlerini hedef alan saldırıların ardından, KNP’nin de hackerların ağına düşmesi ülke genelinde endişeyi artırdı.
Co-op’un üst düzey yöneticileri geçtiğimiz hafta yaptıkları açıklamada, 6,5 milyon üyenin kişisel verilerinin çalındığını doğrularken, KNP’de ise bir çalışanın zayıf şifresinin siber korsanlar tarafından kırıldığı ve şirketin tüm verilerinin ele geçirildiği ortaya çıktı.
KNP Direktörü Paul Abbott, yaşanan felaket sonrası çalışanıyla yüzleşmediğini belirterek, “O kişi siz olsaydınız bunu bilmek ister miydiniz?” diye soruyor.
Ulusal uyarı: Şirketler önlem almak zorunda
Ulusal Siber Güvenlik Merkezi (NCSC) CEO’su Richard Horne ise sorumluluğun tamamen şirketlere ait olduğunu vurguluyor:
“Şirketlerin sistemlerini daha güvenli hale getirmek için önlemler alması gerekiyor.”
BBC Panorama ekibi, NCSC’nin fidye yazılımlara karşı yürüttüğü çalışmalara içeriden tanıklık ederek, İngiltere’yi çevrimiçi dünyada en güvenli ülke haline getirme hedeflerini aktardı.
KNP’nin çöküşü: 5 milyon sterlinlik fidye ve kapatılan sistemler
2023’te “Knights of Old” markasıyla 500 kamyon işleten KNP, bilgi teknolojileri biriminin standartlara uygun çalıştığını savundu. Ancak “Akira” isimli bir hacker grubu, şirketin sistemlerine sızarak tüm verileri erişilemez hale getirdi. Saldırganlar geride şu notu bıraktı:
“Eğer bunu okuyorsanız, şirketinizin altyapısı kısmen ya da tamamen ölmüş demektir… Gözyaşlarını ve kırgınlığı bir kenara bırakalım ve yapıcı bir diyalog kuralım.”
Şirket, başlangıçta ne kadar fidye talep edildiğini öğrenemedi. Konuya müdahil olan siber güvenlik danışmanları fidyenin 5 milyon sterline kadar çıkabileceğini belirtti. Ancak KNP’nin bu parayı ödeyecek gücü yoktu. Sonuç olarak, tüm veriler silindi ve şirket iflas etti.
'Korsanlar sadece bir açık arıyor'
NCSC, MI5 ve MI6 ile birlikte GCHQ’nun bir parçası olarak, her gün büyüyen saldırı dalgalarıyla mücadele ediyor. Kurumda günlük saldırılarla başa çıkan bir yetkili, BBC Panorama’ya verdiği demeçte hackerların stratejisini şöyle özetledi:
'Zayıf bir anı kovalıyorlar'
Hükümetin siber güvenlik anketine göre, geçtiğimiz yıl İngiltere’deki işyerlerine yönelik yaklaşık 19 bin fidye yazılım saldırısı gerçekleşti. Piyasa araştırmaları ise ortalama fidye talebinin 4 milyon sterlin olduğunu ve şirketlerin üçte birinin bu parayı ödediğini ortaya koyuyor.
'Hedefimiz suçluları yakalamak'
Fidye yazılımı saldırıları arttıkça, suçluları yakalama görevi İngiltere’nin Ulusal Suç Ajansı’na (NCA) düşüyor. NCA Siber Tehditlerden Sorumlu Genel Müdürü James Babbage, yeni nesil hackerların bilgisayar oyunları üzerinden siber suç dünyasına adım attığını belirtiyor:
“Bu kişiler, yardım masalarını kandırarak şirketlere sızabileceklerini fark ediyorlar.”
Babbage, fidye yazılımlarının hem İngiltere hem de dünya genelinde “ulusal güvenlik tehdidine” dönüştüğünü vurguluyor.
Kaynak: Gazete Oksijen
Beyaz Saray Sözcüsü Leavitt: Trump Orta Doğu'da daha fazla ölüm görmek istemiyor
Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, ABD Başkanı Donald Trump'ın, İsrail işgalinin devam ettiği Gazze Şeridi dahil Orta Doğu'da daha fazla insanın öldüğünü görmek istemediğini belirtti
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Leavitt, Beyaz Saray'ın bahçesinde basın mensuplarının Orta Doğu'daki gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı.
"Trump'ın, Gazze dahil Orta Doğu'da çok uzun süredir devam eden ve giderek daha da yoğunlaşan çatışmalara ilişkin mesajı" sorulan Leavitt, ABD Başkanı'nın bölgede daha fazla insanın öldüğünü görmeyi hiç istemediğini vurguladı.
Leavitt, "(Trump) Katliamların sona ermesini ve bu bölgede ateşkes müzakereleri yapılmasını istiyor" dedi.
Bunun Trump için en büyük öncelik olduğunu söyleyen Leavitt, ABD Başkanı'nın ayrıca Gazze'deki tüm esirlerin serbest bırakılmasını istediğini dile getirdi.
Beyaz Saray Sözcüsü, Gazze'deki durumla ilgili, eski ABD Başkanı Joe Biden'a işaret ettiği konuşmasında, "Bu da yine Başkan'a (Trump) önceki yönetimden miras kalan bir başka çelişki. O kadar zayıf ve beceriksizdi ki, dünyada bu kadar çok kaosa ve ölüme yol açtı" diye konuştu.
Leavitt ayrıca "Trump'ın, Federal Soruşturma Bürosunun (FBI), kız çocuklarına cinsel istismar ve fuhuş ağı oluşturmaktan tutuklu yargılanırken ölü bulunan milyarder Jeffrey Epstein dosyasını yayımlamasını neden istemediği" sorusu üzerine, "Başkan, Adalet Bakanlığı ve FBI'ın, herhangi bir güvenilir kanıt yayımlamak istiyorsa bunu yapması gerektiğini söyledi" ifadesini kullandı.
Zelenski İstanbul randevusu için tarih verdi: Barış görüşmeleri Çarşamba günü Türkiye'de yapılacak
Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenski, "Rusya ile yeni barış görüşmeleri Çarşamba günü Türkiye'de yapılacak" açıklamasında bulundu
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, Rusya ile Ukrayna arasındaki barış görüşmelerinin bir sonraki turuna ilişkin açıklama yaptı.
Ukrayna Devlet Başkanlığı'nın resmi internet sitesinde yer alan açıklamaya göre Zelenski, "Bugün Ukrayna Ulusal Güvenlik ve Savunma Konseyi Sekreteri Rustem Umerov ile Türkiye'de Rus tarafıyla yapılacak bir başka görüşmenin hazırlıklarını ele aldım. Umerov görüşmenin Çarşamba günü yapılmasının planlandığını bildirdi. Yarın daha fazla detaya sahip olacağız" ifadelerini kullandı.
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack: İsrail Suriye'yi bölünmüş görmeyi tercih eder
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, İsrail'in Suriye'yi kontrol eden güçlü bir merkezi devlet yerine parçalanmış ve bölünmüş görmeyi tercih edeceğini kaydetti
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, İsrail'in Suriye'ye yönelik son saldırıları hakkında konuştu.
Associated Press'e (AP) konuşan Barrack, İsrail'in Suriye'ye saldırılarını ABD'ye sormadığını ve ABD'nin bu kararda payı olmadığını savundu.
Barrack, İsrail'in müdahalesinin zamanlanmasının oldukça kötü olduğunu ve "çok kafa karıştırıcı bir fasıl daha yarattığın" ifade etti.
"İsrail, Suriye'yi bölünmüş görmeyi tercih eder"
"İsrail'in egemen bir devlete müdahale etmesini kabul edip etmemek zor bir soru" diyen Barrack, İsrail'in, Suriye'nin güçlü bir merkezi devlet tarafından kontrol edilmesindense ülkeyi "parçalanmış ve bölünmüş" görmeyi tercih edeceği değerlendirmesinde bulundu.
Barrack, "Güçlü ulus devletler bir tehdittir. Özellikle Arap devletleri, İsrail için bir tehdit olarak görülür" ifadesini kullanarak, Suriye'de tüm azınlık topluluklarının merkezi bir yapıyı tercih edeceğini söyledi.
Barrack, Türkiye'nin Suriye'ye olası savunma desteğine ilişkin, ABD'nin Suriye ile Türkiye arasında bir savunma anlaşması yapılması ihtimali konusunda "herhangi bir tutum" sahibi olmadığını belirterek, "ABD'nin, çevre ülkelere birbirlerine ne yapmaları gerektiğini söylemek gibi bir işi ya da bundan bir çıkarı yok" dedi.
KKTC’de Serdar Denktaş yeni partisini duyurdu: TAM Parti kuruluyor
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) eski Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş, yeni partisinin adını ve amblemini kamuoyuna duyurdu. Denktaş, “Toplumsal Adalet ve Mücadele Partisi” (TAM PARTİ) adıyla kurulan siyasi oluşumun, “adalet, eşitlik ve toplumsal dönüşüm hedefleriyle” yola çıktığını belirtti
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın ve eski KKTC Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş, kuracağı yeni siyasi partinin adını ve logosunu kamuoyuyla paylaştı. Denktaş’ın liderliğinde kurulan partinin adı Toplumsal Adalet ve Mücadele Partisi (TAM PARTİ) olarak açıklandı.
Serdar Denktaş, yaptığı yazılı açıklamada, yeni partinin kuruluş amacını “adaleti yeniden inşa etmek, haksızlık, hukuksuzluk ve sistemsizlik düzeniyle mücadele etmek” sözleriyle özetledi.
Yeni partinin logosunun ise köklerini bu topraklardan alan bir zeytin ağacı olarak tasarlandığını belirten Denktaş, zeytin ağacının sadece bir görsel değil, derin anlamlar taşıyan ve kültürel belleğe hitap eden güçlü bir sembol olduğunu vurguladı. Partinin ana renkleri olarak Ecevit mavisi ve siyah seçildi. Denktaş, Ecevit mavisinin Kıbrıs Türk halkının hafızasında umut, yenilik ve sosyal adaletin rengi olduğunu ifade ederken; siyahın ise liderlik, zarafet ve mevcut koşullara karşı bir başkaldırı anlamı taşıdığını söyledi.
Yeni partinin temel hedeflerinden biri ise siyasette yaygınlaşan çürümüşlüğe karşı durarak, adalet odaklı bir yapıyı yeniden inşa etmek olduğunun altını çizen Denktaş açıklamasının sonunda, partinin kadrolarını, tüzüğünü, manifestosunu ve projelerini kamuoyuna açıklayacakları kapsamlı bir basın toplantısının yakında düzenleneceğini duyurdu. Serdar Denktaş, açıklamasını “Şimdi TAM Zamanı!” ifadesiyle tamamladı.
İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan: Tahran'da su rezervlerindeki azalma endişe verici durumda
İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, başkent Tahran'daki su krizine ilişkin, "Tahran bugün su kaynaklarında ciddi bir azalmayla karşı karşıya ve rezervlerimiz endişe verici bir durumda" ifadelerini kullandı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, İçişleri Bakanlığında ülke genelindeki valilerle yaptığı toplantıda konuştu.
Tahran'daki su sorununa da değinen Pezeşkiyan, "Tahran bugün su kaynaklarında ciddi bir azalmayla karşı karşıya ve rezervlerimiz endişe verici bir durumda. Halkla koordinasyon olmadan bu krizin üstesinden gelmek mümkün değil. Detaylı değerlendirmeler, su rezervlerinin tükendiğini ve kaynakların bugüne kadar yanlış yönetildiğini gösteriyor" dedi.
Mevcut durumun doğaya veya başkalarına yüklenemeyeceğini vurgulayan Pezeşkiyan, geçmişteki yanlış kararların bu duruma yol açtığını belirterek, "Bugün sorumlu ve dikkatli bir şekilde reform yolunu izlemeliyiz. Hassas, bilimsel ve ileriye dönük bir yönetime ihtiyacımız var. Hem hükümet hem de halk azami dikkat göstermeli ve ülkeyi su krizinden kurtarmak için bu ulusal süreçte aktif katılımla rol oynamalıdır" diye konuştu.
İran'da devam eden kuraklık nedeniyle barajlardaki su seviyesinin düştüğü bildirilmişti. Tahran Eyaleti Su İdaresi'nden dün yapılan açıklamada, Tahran'a su sağlayan barajlardaki rezervlerin son yüz yılın en düşük seviyesine ulaştığı uyarısında bulunularak, halka tasarruf çağrısı yapılmıştı.
Sırbistan Kosova ile normalleşme sürecini durdurdu
Sırbistan Kosova Ofisi Direktörü Petar Petkovic, yardımcısı Igor Popovic'in Kosova'da tutuklanmasının ardından bu ülke ile ilişkilerin normalleşmesi sürecini durdurduklarını açıkladı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Kosova yönetiminin hukuku kötüye kullandığı iddia eden Petkovic, "Popovic serbest kalana kadar Kosova ile normalleşme sürecini durduruyoruz" ifadesini kullandı.
İddialarını daha da artıran Petkovic, Popovic'in "kaçırıldığını" savunarak, UÇK söylemlerinde yanlış bir şey olmadığını öne sürdü.
Kosova ile diyalog sürecini durduklarına ilişkin gerekli tüm Avrupa Birliği (AB) temsilcilerini de bilgilendirdiğini aktaran Petkovic, Sırpların küçük düşürülmeye çalışıldığını iddia etti.
Kosova Başbakanı basın toplantısı düzenledi
Kosova Başbakanı Albin Kurti, konuyla ilgili düzenlediği basın toplantısında, Popovic'in, Kosova yargı kurumlarınca profesyonelce ve insan haklarına dair ulusal ve uluslararası standartlara uygun şekilde muamele gördüğünü belirtti.
Kurti, Belgrad yönetiminin nefret ve çatışmayı desteklediğini ifade ederek, "Sırbistan Cumhurbaşkanı ve ordusunun başkomutanı Aleksandar Vucic'in yaptığı açıklamalar tehditkar, istikrarsızlaştırıcı ve tamamen kabul edilemezdir. Bir Cumhurbaşkanı ve başkomutan kamuoyuna yönelik çatışmayı kışkırtıcı bir dille tehditler savuruyorsa, bu artık bireysel bir duruş değil, devlet politikasıdır" dedi.
AB, NATO ve tüm uluslararası topluma çağrıda bulunan Kurti, Kosova ve Balkanlar’ı istikrarsızlaştırmak için kampanya yürüten Vucic'e karşı açık ve kararlı şekilde tepki gösterilmesini talep etti.
Kurti, "Kosova halkının en kutsal değeri olan UÇK'ye yönelik bu tür saldırılar, açıkça eşgüdümlü açıklamalardır ve amaçları gerilimi artırmak ve provokasyon yaratmaktır. Bu tür açıklamalar Balkanlar’daki barış ve güvenlik için doğrudan tehdittir ve göz ardı edilmemelidir" diye konuştu.
Ne olmuştu?
Sırbistan Kosova Ofisi Direktör Yardımcısı Popovic, Kosova'da yaptığı bir konuşmada, UÇK'yi "terör örgütü" olarak nitelendirdiği gerekçesiyle, Kosova makamlarınca 18 Temmuz'da gözaltına alınıp, 20 Temmuz'da tutuklanmıştı.
Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic, Kosova Başbakanı Kurti'nin "anlayış duygusunu" kaybettiğini savunarak, "Sırbistan, her zaman barış ve istikrarı koruyacaktır ancak bu duruma ilişkin cevabımız güçlü olacaktır" görüşünü paylaşmıştı.
Bu arada, Popovic'in tutuklanması, Kosova ile Sırbistan arasında yeni gerginlik yaşanabileceği endişelerine yol açtı.
Sırbistan'ın 2008'de tek taraflı bağımsızlığını ilan eden Kosova'yı kendi toprağı görmesi, iki ülkenin sık sık karşıya gelmesinin en büyük nedeni olarak gösteriliyor.
AB arabuluculuğunda 2011'de başlatılan Belgrad-Priştine Diyalog Süreci kapsamında ilişkilerin normalleşmesi ve nihayetinde iki ülkenin birbirini tanıması için ortak yol aranıyor.
İsrail vatandaşı iki kişi Belçika'da 'savaş suçlarına karıştıkları' gerekçesiyle gözaltına alındı
İsrail vatandaşı 2 kişinin Gazze'de savaş suçlarına karıştıklarına ilişkin bir şikayet üzerine Belçika'da gözaltına alındığı, sorgulanmalarının ardından serbest bırakıldığı bildirildi
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
İsrail basınındaki haberlere göre, biri ordu mensubu iki İsrail vatandaşı, tatil amacıyla bulundukları Belçika'da dün gözaltına alındı.
İsrail Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada, gözaltına alınanların bir süre sonra serbest bırakıldığı duyuruldu.
Belçika merkezli kamu yayın kuruluşu RTBF ise federal savcılığa dayandırdığı haberinde, iki İsraillinin Belçika'daki Tomorrowland müzik festivaline katıldıkları sırada, Hind Rajab Vakfı adlı sivil toplum kuruluşunun, “Gazze Şeridi'nde, savaş suçları ve soykırım da dahil olmak üzere ağır uluslararası suçlardan sorumlu oldukları” gerekçesiyle şikayetçi olması üzerine gözaltına alındığını bildirdi.
Papa Leo, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile görüştü
Papa Leo, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile telefonda görüştü. Papa, sivillerin ve tarihi mekanların korunması çağrısını yineledi
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Katoliklerin ruhani lideri Papa 14’üncü Leo, göreve gelmesinin ardından Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile yaptığı ilk telefon görüşmesinde, Gazze Şeridi’nde uluslararası insancıl hukuka tam olarak uyulması çağrısını yineledi.
Papa 14’üncü Leo, göreve gelmesinin ardından Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile ilk kez görüştü. Vatikan’dan Papa ile Abbas arasındaki telefon görüşmesine ilişkin yapılan açıklamada, "Kutsal Baba, Gazze Şeridi’nde uluslararası insancıl hukuka tam olarak uyulması çağrısını yineledi. Özellikle sivillerin ve kutsal mekanların korunması yükümlülüğü, ayrım gözetmeksizin güç kullanımının ve nüfusun zorla yerinden edilmesinin yasaklanması gerektiğini vurguladı" ifadeleri kullanıldı.
Vatikan’a göre Papa 14’üncü Leo, "çatışmanın sonuçlarına karşı en savunmasız olanlara yardım sağlanmasının ve insani yardımın yeterli şekilde girişine izin verilmesinin acil bir ihtiyaç" olduğunun altını çizdi.
Perşembe günü İsrail ordusunun (IDF), Gazze'deki Kutsal Aile Kilisesini vurmasının ardından Papa; "savaşın barbarlığına acil bir son verilmesi" ve "çatışmanın barışçıl bir çözüme kavuşturulması" çağrısında bulunmuştu.
Cuma günü de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile telefon görüşmesi gerçekleştiren Papa 14'üncü Leo, görüşme sırasında çatışmanın sona ermesi için yeniden bir çaba gösterilmesi gerektiğini vurgulamış ve Gazze'deki sivillerin ödediği "acı verici bedel" için üzüntü duyduğunu belirtmişti.
Kaynak: İHA
Putin onayladı: Rusya'daki limanlara girecek yabancı gemilere ilave izin şartı getirildi
Rusya'da yabancı limanlardan gelen gemilerin, ülke limanlarına girişi için Rusya Federal Güvenlik Servisi'nden izin şartı getirildi
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in onayladığı kararname, ülkenin yasal bilgi sisteminde yayımlandı. Buna göre, yabancı limanlardan Rus limanlarına giriş yapacak gemiler, artık liman kaptanı aracılığıyla Rusya Federal Güvenlik Servisi'nden (FSB) izin alacak.
İmzalanan kararnamede, söz konusu kararın "sıkıyönetim kanunu" uyarınca alındığı ifadesi yer aldı.
Kaynak: AA
Bangladeş’te okul kampüsüne savaş uçağı düştü
Bangladeş Hava Kuvvetlerinin eğitim uçağı başkent Dakka’da bir okul kampüsüne düştü. An itibariyle kaza sonucu en az 27 ölü, 171'den fazla yaralının bulunduğu söyleniyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Bangladeş Hava Kuvvetlerine ait F-7 BGI savaş jeti, başkent Dakka'da bulunan Milestone School and College adlı okulun kampüsüne çakıldı. Kaza sırasında kampüste öğrenciler de bulunuyordu.
Yetkililer uçağın orduya ait bir eğitim jeti olduğunu doğrularken arama kurtarma çalışmaları sürüyor.
Kaza sonucu en az 27 ölü ve 171'den fazla yaralının olduğu açıklandı. Hayatını kaybedenlerden 25'inin çocuk, diğer ikisinin ise jetin pilotu ve bir öğretmen olduğu biliniyor.
Kaynak: Gazete Oksijen


Yorumlar