4 Nisan 4
- mutlunecmettin
- 4 Nis
- 16 dakikada okunur
Almanya ve Avusturya Bosnalı Sırp lider Dodik'e ülkeye giriş yasağı getirdi
Almanya ve Avusturya'nın, Bosna Hersek'in iki entitesinden biri olan Sırp Cumhuriyeti'nin (RS) Başkanı Milorad Dodik ile iki RS siyasetçiye ülkeye giriş yasağı getirdiği açıklandı
Almanya Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada, Avusturya Dışişleri Bakanı Beate Meinl-Reisinger ve Almanya'nın Avrupa ve İklimden sorumlu Devlet Bakanı Anna Lührmann'ın Saraybosna'da Bosna Hersek'teki durumu ele aldığı belirtildi.
Görüşmede özellikle Sırp Cumhuriyeti yönetiminin ayrılıkçı eylemlerinin tetiklediği anayasal krizin ele alındığı aktarıldı.
Meinl-Reisinger ve Lührmann'ın anayasal krizin faillerine karşı adımlar atılmasının acil olduğu konusunda hemfikir kaldığı belirtilen açıklamada, bunu Bosna Hersek Bakanlar Konseyi Başkanı Borjana Kristo'ya da aktardıkları kaydedildi.
Açıklamada, Avusturya ve Almanya'nın Sırp Cumhuriyeti entitesinden sorumlu politikacılara karşı diğer Avrupalı ortaklarla yakın koordinasyon içerisinde kararlı adımlar atacağı ifade edilerek, bu konuda 3 sorumlu RS politikacısının gelecekte Avusturya ve Almanya'ya girmesini engellemek için önlemler alındığı bildirildi.
Bakan Meinl-Reisinger, Dodik'in ayrılıkçı kışkırtmaları ve eylemlerini yeni boyuta taşıdığını ve yasal kırmızı çizgileri açıkça aştığını dile getirerek, Dodik'in bununla Batı Balkanların güvenliğini, istikrarını, anayasal düzenini ve toprak bütünlüğünü tehdit ettiğini vurguladı.
Meinl-Reisinger, bu tür davranışları daha fazla kabul edemeyeceklerini ifade etti.
Bosna Hersek'in geleceğinin Avrupa Birliği'nde (AB) olduğuna dikkati çeken Meinl-Reisinger, Avrupa yanlısı tüm güçlere, Bosna Hersek'in AB üyeliğini gerçekleştirme çabalarında onları aktif şekilde desteklemeye devam edeceklerine dair güvence vermek istediklerini kaydetti.
Almanya Devlet Bakanı Lührmann da Bosna Hersek'in anayasal düzenine yönelik saldırılardan sorumlu olanların barışı, bölgedeki güvenliği ve Bosna Hersek'in AB'deki geleceğini tehlikeye attığını belirterek, "Bu nedenle tedbirlerimiz tam da bu kişilere yöneliktir" ifadesini kullandı.
Ülkedeki tüm sorumlulara AB reform yoluna geri dönmeleri ve bu yolda bir sonraki adımları atmaları çağrısında bulunan Lührmann, "Bosna Hersek AB'ye aittir ve Almanya Bosna Hersek'in yanında olmaya devam edecektir" diye konuştu.
Öte yandan Avusturya'nın kamu yayıncı kuruluşu ORF'de yer alan haberde Meinl-Reisinger, Saraybosna'da yapığı açıklamada, Rus yanlısı ayrılıkçı RS Başkanı Dodik ile iki RS siyasetçisinin Almanya ve Avusturya'ya girişlerinin yasaklanacağını söyledi.
Polonya Savunma Bakanı Kosiniak-Kamysz: AB, NATO'nun yerini almak istemiyor
Polonya Savunma Bakanı Wladyslaw Kosiniak-Kamysz, "Avrupa Birliği (AB), NATO'nun yerini almak istemiyor" dedi
Trump’ın tarifeleri MAGA şapkalarını vurdu: Artık daha pahalılar
Trump destekçileri ilk başkanlık döneminden bu yana kampanya ürünlerine servet harcadı. Üzerinde MAGA yazan kırmızı şapkalar en çok satan versiyonu daha ucuz olan Çin malı taklitleriydi. Şimdi yüksek vergiler nedeniyle destek şapkalarının da fiyatı artacak
Trump’ın tarifeleri MAGA şapkalarını vurdu: Artık daha pahalılar
Trump destekçileri ilk başkanlık döneminden bu yana kampanya ürünlerine servet harcadı. Üzerinde MAGA yazan kırmızı şapkalar en çok satan versiyonu daha ucuz olan Çin malı taklitleriydi. Şimdi yüksek vergiler nedeniyle destek şapkalarının da fiyatı artacak
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD Başkanı Donald Trump’ın getirdiği yeni gümrük vergilerinin tüm dünyayı etkilemesi amaçlanıyordu. Ancak doğrudan madde darbe almayı beklemeyen bir grup vardı: Trump’a sadık olanlar. Trump’ın ilk başkanlık döneminden bu yana onu destekleyen kişiler en çok “Make America Great Again (MAGA)” (Amerika’yı Yeniden Harika Yap) sloganlı kırmızı kampanya şapkalarına milyonlarca dolar harcadı.
Trump kampanyasından doğrudan alınan, genellikle 40 dolar ve üzeri fiyatla satılan şapkalar 2019’dan bu yana California’daki bir tedarikçi tarafından “tamamen gururla ABD’de üretilmiştir” ibaresiyle satılıyor. Ancak yurt dışındaki satıcılar piyasayı ucuz taklit ürünlerle doldurdu.
Ürünlerin yüzde 90’ı Çinli satıcılara ait
Financial Times’a göre Amazon’da listelenen ve en çok satan başkanlık kampanyası ürünlerinin yüzde 90’ından fazlası Çin adresli satıcılara ait. 9 Nisan’dan itibaren Çin, Trump’ın yıl başında getirdiği yüzde 20’lik vergilere ek olarak yüzde 34’lük bir ek tarife ile karşı karşıya kalacak ve ABD’nin en yüksek tarifesi bu ülkeye uygulanacak.
Birçok perakendeci ürünlerini sadece “Amerika’da işlenmiş” olarak tanımlıyor. 2022’de Utah merkezli bir giyim şirketi, ithal kıyafetlere “sahte” Made in America etiketi yapıştırdığı gerekçesiyle Federal Ticaret Komisyonu tarafından 200 bin dolardan fazla cezaya çarptırıldı.
Amerikan Giyim ve Ayakkabı Derneği’ne göre ABD’de satılan kıyafet ve ayakkabıların yüzde 97’si ithal. Bu ürünlerin yarısından fazlası, düşük işçilik maliyetine sahip Asya ülkelerinden geliyor ve bu ülkeler en yüksek tarifelerden etkilenmiş durumda.
Kamboçya, Laos ve Vietnam’a uygulanan tarifeler yüzde 45’in üzerinde. Myanmar, Bangladeş, Tayland ve Tayvan’dan yapılan ithalat ise en az yüzde 30 daha pahalıya mal olacak.
En çok dar gelirli aileler etkilenecek
Kasım ayında Trump’a orantısız şekilde destek veren dar gelirli hane halkının, uygun fiyatlı kıyafet ve ithal gıdalarda artan fiyatlardan en çok etkilenen grup olması bekleniyor. Trump ise enflasyon ya da durgunluk endişelerini küçümseyerek “Fiyatları artırıyorlarsa umurumda değil, çünkü insanlar Amerikan malı almaya başlayacak” dedi.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan: Suriye'de İsrail'le karşı karşıya gelmek istemiyoruz
Dışişleri Bakanı Fidan, Reuters'a verdiği röportajda İsrail'in Suriye'de attığı adımların gelecekte oluşacak bir istikrarsızlığın yolunu açtığını savundu. Fidan ayrıca ABD'nin İran'a yönelik bir saldırı başlatmasını istemediklerini söyledi
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, NATO dışişleri bakanları zirvesi için gittiği Brüksel'de Reuters haber ajansına bir röportaj verdi.
Türkiye'nin Suriye'de İsrail'le karşı karşıya gelmek istemediğini söyleyen Fidan, İsrail'in Suriye'de attığı adımların gelecekte yaşanabilecek bir istikrarsızlığın yolunu açtığını savundu.
Şam'daki yeni yönetimin İsrail'le "belli anlaşmalara" sahip olmak istemesi durumunda bunun kendi tercihleri olacağını belirten Fidan, İsrail'in de tıpkı Türkiye gibi Suriye'nin bir komşusu olduğunu hatırlattı.
ABD Başkanı Donald Trump'ın İran'a yönelik saldırı tehditlerinin sorulması üzerine Fidan, iki ülke arasındaki ihtilafın çözümü için diplomasinin gerekli olduğunu ve İran'a yönelik herhangi bir saldırı gerçekleştirilmesini istemediklerini söyledi.
Şam'daki yeni yönetimle birlikte Suriye'ye yönelik İsrail saldırıları artış göstermiş, Ankara bu durumu tepkiyle karşılamıştı.
Son olarak İsrail ordusu, Suriye'de Türkiye'nin askeri üs kurmak istediği iddia edilen Tiyas (T-4) Üssü'nü hedef almıştı.
Yedioth Ahronoth gazetesinde yer alan "İsrail, Türkiye destekli askeri yığınağın ortasında Suriye askeri havaalanlarını vurdu" başlıklı haberde, Tel Aviv yönetiminin Suriye'deki hava üstünlüğünü korumak istediği ifade edilmişti.
Ayrıca Jerusalem Post'a konuşan bir İsrailli yetkili, son hava saldırılarının "Türkiye'ye mesaj vermek" amacıyla gerçekleştirildiğini öne sürmüştü.
Dün konuyla ilgili Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, "Bölge ülkelerinin toprak bütünlüğüne ve milli birliğine kasteden saldırılarıyla İsrail, bölgemizin güvenliği için en büyük tehdit haline gelmiştir. İsrail bölgede stratejik destabilizatör olarak hem kargaşaya neden olmakta hem terörü beslemektedir" denmişti.
Fidan: S-400 yaptırımları düzeltilmeli
Fidan, Reuters'a verdiği röportajda Rusya-Ukrayna Savaşı ve yaptırımlara da değindi.
"Rusya ve Ukrayna barış anlaşmasına varmaktan şimdilik biraz uzak" diyen Fidan, sözlerine "ABD'nin Ukrayna savaşını sona erdirme çabalarını memnuniyetle karşılıyoruz anak anlaşmaya varmak kolay değil. Herhangi bir barış anlaşmasını hazmetmek taraflar için son derece zor, ancak daha fazla ölümden daha iyi." diye devam etti.
Öte yandan ABD'nin Rus füzeleri nedeniyle Türkiye'ye uyguladığı yaptırımların, düzeltilmesi gereken bir "anomali" olduğunu dile getiren Bakan Fidan, "Savaşın yeniden başlamaması için caydırıcılık faktörü olması gerekli" diye konuştu.
Trump'ın Rus füzeleri üzerinden ABD'nin Türkiye'ye uyguladığı yaptırımlara çözüm bulabileceğini ifade etti.
ABD'de gözaltına alınan Rümeysa Öztürk: Hedef alma girişimleri beni yıldıramayacak
ABD'de Filistin destekçisi tutumu nedeniyle gözaltına alınan ve vizesi iptal edilen Türk doktora öğrencisi Rümeysa Öztürk avukatı aracılığıyla gönderdiği mesajda yaşadıklarının kendisini yıldıramayacağını belirtti
Tufts Üniversitesi'nde doktora öğrencisi olan ve Filistin yanlısı eyleme katıldığı için geçen hafta ABD'de gözaltına alınarak vizesi iptal edilen Rümeysa Öztürk, eylem yapma hakkını savunarak, yılmayacağını söyledi.
Reuters'ın haberine göre avukatı vasıtasıyla basına ilettiği açıklamasında Öztürk, "Tufts Daily'de yayımlanan ve tüm insanların eşit haysiyet ve insanlığa sahip olması çağrısında bulunduğum köşe yazım nedeniyle beni hedef alma girişimleri, beni gençlerin ve çocukların haklarını savunma kararlılığımdan vazgeçiremeyecek" dedi.
Öztürk açıklamasında yazı yazmanın sistematik eşitsizlikle mücadelenin en barışçıl yollarından biri olduğunu söyledi.
Tufts Üniversitesi'nin Çocuk Çalışmaları ve İnsan Gelişimi doktora programında öğrenci olan Fulbright bursiyeri Öztürk, F-1 öğrenci vizesiyle ABD'de bulunuyordu.
Daha önce Gazze savaşında Filistinlileri destekleyen açıklamalar yapan başka yabancı öğrencilere de sınır dışı etme yaptırımlarında bulunan Trump yönetiminin sözkonusu politikaları nedeniyle Öztürk'ün davası ve gözaltı görüntüleri büyük tepkilere yol açmıştı.
Boston'daki evinin önünde bir grup sivil ajan tarafından alıkonan Rümeysa Öztürk'ün gözaltı görüntüleri sosyal medyada yayıldıktan sonra, Trump yönetiminin ABD kampüslerindeki Filistin yanlısı öğrencileri sınır dışı etme politikasının elle tutulur örneklerinden biri haline gelmişti.
Trump yönetimi, Filistin'e destek eylemleri nedeniyle üniversitelere ayrılan fonları kesme tehdidinde bulunurken, bir yandan da protestoları anti-semitik, Hamas yanlısı ve dış politika tehdidi olarak tanımlıyor.
Türkiye'nin ABD büyükelçiliği, Öztürk'ün durumunun yakından takip edildiğini ve haklarının korunması için gerekli tüm hukuki desteği sağlamaya yönelik çaba gösterdiğini açıklamıştı.
Trump yönetimi, bazı protestoların antisemitik olduğunu ve ABD'nin dış politikasını zedelediğini savunuyor.
Brown Üniversitesi'ne 510 milyon dolarlık destek durdurulabilir
ABD'de Donald Trump yönetimi "antisemitizmle mücadelede eksiklik gösterdiği" gerekçesiyle Brown Üniversitesine verilen 510 milyon dolarlık desteği durdurmayı planlıyor.
Beyaz Saray'dan ismi paylaşılmayan yetkiliye dayandırılan bilgiye göre, üniversitenin 510 milyon dolarlık federal sözleşme ve hibe destekleri durdurulabilir.
Üniversite yöneticisi Frank Doyle, kurum personeline gönderdiği bir e-postada, Trump yönetiminin destek konusundaki "rahatsız edici söylemlerinin" farkında olduklarını bildirdi.
Brown Üniversitesi, ABD Eğitim Bakanlığı tarafından "antisemitik taciz ve ayrımcılıkla ilgili" iddia edilen ihlaller nedeniyle soruşturulan 50'den fazla okuldan biri olarak biliniyor.
Columbia Üniversitesinde başlayan Filistin'e destek gösterileri, ülkede 50'den fazla diğer üniversiteye de yayılmış, gösterilerde polis, çoğu öğrenci ve fakülte görevlisi 3 bin 100'den fazla kişiyi gözaltına almıştı.
Trump yönetimi, 7 Mart'ta Columbia Üniversitesinin 400 milyon dolarlık fonunu, "antisemitizmle mücadelede eksiklik" gösterdiği gerekçesiyle iptal etmişti.
Çin'e uyguladığı gümrük vergilerinden dolayı Trump'a dava açıldı
Dava dilekçesinde, Trump'ın Çin'e uyguladığı tarifelerin "yasa dışı" olarak kabul edilmesi ve uygulanmasının durdurulması talep edildi
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD Başkanı Donald Trump'ın, mart başında yüzde 10'dan yüzde 20'ye yükseltilen Çin menşeli ürünlere getirdiği gümrük vergisi yargıya taşındı.
The Hill'in haberine göre, davanın, Trump'ın gümrük vergilerine karşı "ilk hukuki itiraz" oldu.
Çin'den ithalat ve ihracat yapan Florida merkezli Simplified işletmesi adına açılan davada, Trump'ın Çin menşeli ürünlere getirdiği ve önceki haftalarda yüzde 20'ye yükseltilen gümrük vergilerini uygulamak için kullandığı Uluslararası Acil Ekonomik Yetkiler Yasası'nın (IEEPA) yetki sınırlarını aştığı öne sürüldü.
Dava dilekçesinde, Trump'ın Çin'e uyguladığı tarifelerin "yasa dışı" olarak kabul edilmesi ve uygulanmasının durdurulması talep edildi.
Dilekçede, IEEPA'nın dış tehditlere karşı ekonomik yaptırımlar ve mal varlığı dondurma gibi önlemler için çıkarıldığı belirtilirken, bu yasanın "başkanlara iç ekonomide özgürce hareket edebilme yetkisi vermediği" ifade edildi.
IEEPA'nın neredeyse 50 yıllık tarihinde hiçbir başkanın bu yasayı gümrük vergileri koymak için kullanmadığı kaydedilen dilekçede, yasa metninde gümrük vergilerinden bahsedilmediği ve yasanın başkanlara vergi uygulama yetkisi tanıdığına dair bir ifade yer almadığı vurgulandı.
Senato onayladı: Mehmet Öz, ABD’de Federal Sağlık Kurumu Direktörlüğüne getirilen ilk Türk oldu
ABD Başkanı Donald Trump’ın Medicare ve Medicaid Hizmetleri Merkezleri (CMS) direktörlüğüne aday gösterdiği kalp cerrahı Dr. Mehmet Öz, Senato'dan onay aldı. Oylamada 53 senatör “evet”, 45 senatör ise “hayır” oyu kullandı. Böylece Öz, CMS Direktörlüğü görevine resmen atanmış oldu
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD Senatosu, Başkan Donald Trump'ın Medicare ve Medicaid Hizmetleri Merkezleri (CMS) direktörlüğüne aday gösterdiği Türk kalp cerrahı Mehmet Öz'ü onayladı. Senatoda yapılan oylamada, 53 "evet" oyuna karşı 45 "hayır" oyu alan Öz, böylelikle CMS Direktörlüğüne getirildi.
ABD’de yaşlılara ve düşük gelirli bireylere sağlık hizmeti sunan Medicare ve Medicaid programlarını yönetecek olan Mehmet Öz, bu göreve getirilen ilk Türk kökenli isim olma özelliğini taşıyor. CMS, yılda 1 trilyon dolardan fazla bütçeyi yöneten ve yaklaşık 160 milyon ABD vatandaşının sağlık sigortası süreçlerinden sorumlu olan kritik bir federal kurum.
Trump döneminde federal kurumlarda uygulanan küçülme politikaları nedeniyle CMS'nin zorlu bir döneme girmesi bekleniyor. Amerikan medyasında yer alan değerlendirmelere göre, Öz’ün direktörlüğü döneminde sağlık hizmeti maliyetlerini azaltmaya yönelik adımlar kapsamında yaklaşık 300 çalışanın işten çıkarılması öngörülüyor.
Geçtiğimiz ay Senato Finans Komitesi’nde konuşan Öz, Medicaid programının “her düzeyde uygulanabilir” olmasının önemine dikkat çekmişti. “Hastaların bugün ve gelecekte hastalandıklarında onları koruyacak kaynaklara sahip olmalarını sağlamak istiyorum” diyen Öz, sağlık hizmetlerinin sürdürülebilirliğinin öncelikli hedefi olduğunu ifade etmişti.
Televizyonun yıldızından kamu hizmetine
Türkiye kökenli bir aileden gelen Mehmet Öz, 1960 yılında Ohio’da doğdu. İstanbul’dan ABD’ye göç eden bir cerrah babanın ve hemşire annenin çocuğu olan Öz, Harvard Üniversitesi’nde lisans eğitimi aldıktan sonra Pennsylvania Üniversitesi’nde tıp ve işletme alanında yüksek lisans yaptı.
Columbia Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde uzun yıllar öğretim üyeliği yapan Öz, kalp cerrahisi alanında yüzlerce başarılı operasyona imza attı. Tıp kariyerine paralel olarak medya dünyasında da tanınan bir figür haline gelen Dr. Öz, 2000’li yıllarda Oprah Winfrey’in programlarında sağlık danışmanı olarak yer aldıktan sonra kendi televizyon programı “The Dr. Oz Show” ile geniş kitlelere ulaştı. Programıyla 10 Emmy Ödülü kazanan Öz, sağlık alanındaki bilgilerini sade ve anlaşılır bir dille aktarmasıyla büyük popülarite kazandı.
2022 yılında Cumhuriyetçi Parti’den Pennsylvania senatörlüğüne aday olan Öz, seçimleri kaybetmişti. Ancak kamu hizmeti alanındaki ilgisi devam eden Öz, şimdi ABD sağlık sisteminin en önemli yönetim görevlerinden birini üstlenmiş durumda.
Kaynak: AA
Yasak adaya kaçak ziyaret: ABD’li turist, Sentinelese kabilesine ulaşmak isterken tutuklandı
Dünyadan tamamen izole şekilde yaşayan bir kabileyle tanışmak isteyen ABD vatandaşı 24 yaşındaki Mykhailo Viktorovych Polyakov Hindistan’a bağlı yasaklı bir adaya gizlice girdiği gerekçesiyle tutuklandı. Gencin amacı dünya ile teması olmayan burada yaşayan kabile ile yüz yüze görüşmekti
Hâlâ gizemini koruyor
Sentinelese halkının dili ve kültürü hâlâ gizemini koruyor. Her türlü dış temas girişimine karşı saldırgan tavırlarıyla biliniyorlar.
Hindistan makamları, daha önce de adaya izinsiz giren kişilere yardım eden yerel halkı yargılamıştı. Şimdi ise Polyakov’un yasa dışı girişine yardım eden kişileri tespit etmeye çalışıyorlar.
Aynı bölgede yaşayan yaklaşık 400 kişilik Jarawa kabilesi de benzer şekilde dış dünyadan korunmaya çalışılıyor. Ancak bazı turistlerin bu kabileyle temas kurabilmek için yerel yetkililere rüşvet verdiği daha önce kamuoyuna yansımıştı.
Güney Kore'de Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol azledildi
Güney Kore'de Anayasa Mahkemesi, Devlet Başkanı Yoon'un azline karar verdi. Anayasa Mahkemesi, Yoon'un sıkıyönetim ilanının anayasada belirtilen "ulusal kriz" koşulunu karşılamadığına, bu sebeple anayasaya aykırı olduğuna hükmetti. Azil kararı sonrası Yoon derhal görevden alındı, ülke seçime gidecek
Güney Kore'de Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol azledildi
Güney Kore'de Anayasa Mahkemesi, Devlet Başkanı Yoon'un azline karar verdi. Anayasa Mahkemesi, Yoon'un sıkıyönetim ilanının anayasada belirtilen "ulusal kriz" koşulunu karşılamadığına, bu sebeple anayasaya aykırı olduğuna hükmetti. Azil kararı sonrası Yoon derhal görevden alındı, ülke seçime gidecek
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Güney Kore'de Anayasa Mahkemesi, Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol'ün, 3 Aralık 2024'teki sıkıyönetim ilanının anayasaya aykırı olduğuna hükmederek görevden azline karar verdi.
Yonhap'ın haberine göre, Anayasa Mahkemesi Vekil Başyargıcı Moon Hyung-bae, mahkemenin kararını açıkladı. Mahkeme, Yoon'un sıkıyönetim ilanının anayasada belirtilen "ulusal kriz" koşulunu karşılamadığına, bu sebeple anayasaya aykırı olduğuna hükmetti.
'Kanunları ihlal etti'
Kararda, ayrıca Yoon'un sıkıyönetim ilanının ardından, kararın reddedilmesini önlemek üzere Ulusal Meclise asker yollayarak kanunları ihlal ettiği vurgulandı.
Vekil Başyargıç Moon, "Müdafinin (Yoon) kanunları ihlalinin sonuçlarının ağırlığı ve anayasal düzene olumsuz etkileri göz önüne alındığında, onu görevden alarak anayasayı korumanın sağlayacağı fayda, bir devlet başkanının görevden almanın sebep olacağı ulusal kayıplardan katbekat fazladır" ifadesini kullandı.
Böylece Anayasa Mahkemesi, Ulusal Meclisin azil istemini kabul ederek Yoon'un sıkıyönetim ilanı nedeniyle görevden alınmasını onayladı.
Şimdi ne olacak?
Azil kararı sonrası Yoon derhal görevden alınırken, ülke 60 gün içinde devlet başkanlığı için seçime gidecek.
Yoon'u devlet başkanlığına aday gösteren, iktidardaki Halkın Gücü Partisi (PPP), "kararı saygıyla kabul ettiklerini" bildirirken, ana muhalefetteki Demokratik Parti (DP) kararı "halkın zaferi" olarak niteledi.
Ne olmuştu?
Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol, 3 Aralık 2024 gecesi televizyonda yaptığı konuşmada, "muhalefetin devlet karşıtı aktivitelere karıştığı" gerekçesiyle sıkıyönetim ilan etmiş ancak meclisin yaptığı oylamada bu kararın kaldırılması ve Bakanlar Kurulunda onaylanmasıyla geri adım atmıştı.
Ulusal Meclisin 14 Aralık 2024'te yaptığı oylamada azli istenen Yoon, Anayasa Mahkemesinin hakkında vereceği karara dek görevden geçici olarak uzaklaştırılmıştı.
Azil davası dışında sıkıyönetim ilanı hakkında yürütülen adli soruşturma kapsamında 15 Ocak'ta gözaltına alınan Yoon, ülke tarihinde gözaltına alınan ilk devlet başkanı olmuştu.
Yoon, Seul Batı Bölge Mahkemesinin kararıyla "ayaklanmaya liderlik etmek" ve "görevi kötüye kullanmak" suçlamasıyla 19 Ocak'ta tutuklanmış, Güney Kore Savcılığı 26 Ocak'ta Yoon hakkında bu suçlamalarla iddianame hazırlamıştı.
Seul Merkez Bölge Mahkemesinin tutukluluğu iptal etmesi ve fiziksel gözaltı olmadan yargılanmasına izin vermesiyle Yoon, 8 Mart'ta serbest bırakılmıştı.
Kaynak: AA
İsrail: Türkiye’ye mesaj vermek için o üssü vurduk
İsrail Suriye’de Türkiye’nin askeri üs kurmak istediği Tiyas (T-4) Üssü’nü vurdu. Bir yetkili, “Türkiye’ye sakın üs kurma mesajı verdik” dedi
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Yedioth Ahronoth gazetesi “İsrail, Türkiye destekli askeri yığınağın ortasında Suriye askeri havaalanlarını vurdu” başlıklı bir haber yayınladı. yapılan açıklamaya göre İsrail, bölgedeki hava üstünlüğünü koruma çabalarının bir parçası olarak Hama ve T4’teki askeri yerleşkelerin yanı sıra Şam bölgesindeki ek altyapıya da saldırdı. İsrailli bir yetkili Jerusalem Post’a verdiği demeçte Suriye’deki son hava saldırılarının “Türkiye’ye bir mesaj vermek” amacıyla yapıldığını söyledi. Yetkiliye göre mesaj, “Suriye’de askeri üs kurmayın ve İsrail’in ülke semalarındaki faaliyetlerine müdahale etmeyin” şeklindeydi.
İsrail ordusu da Suriye’de düzenlenen hava saldırılarının Hama bölgesinin yanı sıra başkent Şam’ın Barzeh Mahallesi’ndeki bilimsel araştırma binasını hedef aldığını doğruladı.
İsrail medyasına göre de İsrail savaş uçakları Esad’ın ordusundan kalan altyapı ve silahları hedef aldı.
Yedioth Ahronoth’un haberinde İsrail askeri istihbaratının Türkiye’nin üs kurmak istediği T4’teki hareketliliği günlerdir izlediği şöyle aktarıldı: İsrail istihbaratı son haftalarda Tadmor ve T4’teki Suriye askeri üslerinde silah ve stratejik kabiliyetleri izliyordu. Güvenlik yetkilileri ayrıca Suriyeli isyancı grupların T4 üssünde silah üretim altyapısı kurma girişimlerine Türk unsurların da dahil olduğunu iddia etti.
İran yanlısı Irak haber ajansı Sabereen, Hama hava üssünde çok sayıda uçağın hasar gördüğünü ve pistin tamamen tahrip olduğunu bildirdi. Suudi Al Hadath olay yerinde dokuz ayrı saldırı ve kayıplar olduğunu bildirdi.
Güney Korelilere ilk buluşma için 340 dolar devlet teşviki
Devlet ya da yerel yönetim destekli flört, doğurganlık oranlarının dibe vurduğu ülkede fenomen haline geldi. Ancak 340 dolarlık “dating teşviki” de 14 bin dolarlık evlilik ödeneği de izdivaçları artırmaya yaramadı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Nüfusun düşmesi nedeniyle geleceğe dair kabuslar gören Güney Kore’de devlet destekli flört programları yaygınlaşıyor. Doğurganlık oranının kadın başına ortalama 0.75 çocuğa düştüğü ülkenin nüfus seviyesini sabit tutmak için bu rakamı yaklaşık üç katına çıkarması gerek.
Bu nedenle kent yönetimleri, çöpçatanlık hizmetleri ve çeşitli teşvik programları başlattı. Hükümet, doğum iznini uzattı, yeni evlilere nakit ödemeleri artırdı.
Wall Street Journal’ın haberine göre Güney Kore’nin ikinci büyük kenti Busan’daki Saha-gu bölgesinde, yerel yönetim düzenlediği etkinliklerinde eşleşen bekarlara ilk randevularda harcamaları için yaklaşık 340 dolar veriyor. Evlenenler yaklaşık 14 bin dolar peşin para alıyor. Hamilelikle ilgili masraflar, uluslararası seyahatler ve konut için de ayrıca para ödenebiliyor. Ancak bu programlara katılanların hiçbiri henüz evlilik ödülü talep etmiş değil.
Gençler umursamıyor
Kiliseler ve şirketler de konuya dahil oldu. Seul’den Booyoung Group adlı inşaat firması çalışanlarına her bebek sahibi olduklarında yaklaşık 75 bin dolar ödüyor. Ülkenin en büyük cemaatlerinden Yoido Full Gospel Kilisesi, üyelerine doğum başına 1380 dolar veriyor.
Yine de birçok Güney Koreli bekar evlilikten uzak duruyor.
Yakın zamanda yapılan bir anket, çalışan Güney Korelilerin yaklaşık beşte üçünün evlenmemeyi sorun olarak görmediğini gösterdi...
10 saniye bakışma şartı
Erkekler hükümetin flört programlarına katılmaya daha hevesli. Daha küçük ilçeler, yeterli sayıda kadın başvurmadığında çöpçatanlık etkinliklerini iptal etmek zorunda kaldı.
Wall Street Journal’a konuşan Shin Dong-woo hukuk eğitimi nedeniyle evliliği yıllarca ertelemiş. Şimdi 37 yaşında olan Shin bir arkadaşının ısrarıyla çöpçatanlık etkinliklerinden birine katılmış. Etkinlikte her katılımcıdan karşısındakinin kimyasını keşfetmek için karşı cinsten herkesle 10 saniye boyunca göz göze gelmesi istenmiş. Ardından 15 kişiyle beşer dakikalık sohbetler ve tombala eşliğinde akşam yemeğinin ardından ilk üç tercihlerini sunmaları gerekmiş. Shin bir kadınla eşleşmiş ama iki hafta içinde birbirlerinden kopmuşlar. Van Gogh sergisine verilen bedava biletler de yanmış.
Yaklaşık 52 milyon nüfuslu Güney Kore bir süredir yaşlanıyor ancak nüfusu sadece son dört yılda azalmaya başladı.
Bu düğün ne otele sığar ne kanala
Bezos ile nişanlısı Sanchez teknoloji milyarderinin yüzer sarayı Koru’da evleniyor. Ancak 126 metrelik süperyat Venedik’in kanallarına yaklaşamayacak. 200 davetlinin katılacağı düğün için geceliği 3.200 dolardan başlayan oteller de dold
Cunta yönetimindeki ülkede depremden sonra açlık kapıda
Myanmar’daki askeri cunta bu kez uluslararası yardım kabul etti. Ancak ekonomisi zaten zor durumda olan ülkeyi enkaz kalktıktan sonra büyük zorluklar bekliyor
Myanmar’daki askeri yönetim, ülkenin ikinci şehri Mandalay'ı yerle bir eden 7.7 büyüklüğündeki depremden saatler sonra olağanüstü hal ilan ederek insani yardım ve kan bağışı çağrısında bulundu.
Oysa 2008 yılındaki Nargis Kasırgası ülkenin güneybatı kıyılarını vurduğunda, o dönemki cunta malzeme yüklü ABD savaş gemilerini geri çevirmiş, rejim değişikliğine kılıf olacağından korktukları için haftalarca yardım kabul etmemişti.
Financial Times’a konuşan analistlere göre bu değişim, rejimin kırılganlığını gösteriyor.
Kriz Grubu’nun kıdemli Myanmar danışmanı Richard Horsey, “Bu (yardıma açıklık), krizin ne kadar ciddi olduğunun ve aynı zamanda yanıt vermek için ne kadar az kapasiteye sahip olduklarının bir yansıması” diyor.
Askeri yetkililere göre depremde 2 bin 700’den fazla kişi öldü ve 4 bin 500 kişi yaralandı ancak Oksijen yayıma hazırlanırken rakamların artması bekleniyordu.
Myanmar ordusu Şubat 2021’deki darbeyle iktidarı ele geçirmesinden bu yana, cunta karşıtı çeşitli grupların yanı sıra daha eski etnik silahlı gruplardan oluşan silahlı direniş hareketiyle de savaşıyor. The Guardian’a göre cunta yönetimi geçtiğimiz yıl boyunca cunta sürekli zemin kaybettiğinden, en büyük şehirlerin kontrolünü elinde tutmasına rağmen ülke topraklarının yüzde 30'undan daha azını kontrol ediyor.
Yoksulluk ikiye katlandı
İngiltere merkezli Plan International'ın küresel insani yardım direktörü Dr. Unni Krishnan, FT’ye “Deprem bu ülkedeki sefaleti katladı” diye konuştu.
Analistler ve yardım çalışanları, Myanmar'ın yeniden inşa kabiliyetinin büyük ölçüde uluslararası ortaklara bağlı olduğunu ve yıllarca süren iç savaşın ardından kendi ekonomisinin paramparça olduğunu anlattı.
Ancak bu durum, geçen yıl ülkenin en büyük insani yardım kaynağı olan ABD'nin dış yardımları kestiği bir döneme denk geldi.
Myanmar'ın maden, tarım ve hazır giyim üretimine dayanan gelişmemiş ekonomisi, 2021'de Nobel Barış Ödülü sahibi Aung San Suu Kyi'nin seçilmiş hükümetini deviren darbeden bu yana Batı'nın yaptırımlarıyla zayıfladı.
BM Kalkınma Programı'nın yakın tarihli bir raporuna göre, o zamandan bu yana büyüme durdu, enflasyon yükseldi ve yoksulluk oranı neredeyse iki katına çıkarak nüfusun yaklaşık yüzde 50'sine ulaştı.
Şimdiden Çin, Rusya, Hindistan, Singapur ve Tayland'dan kurtarma ekipleri yerel yetkililere destek veriyor. İngiltere 10 milyon sterlinlik destek sözü verirken, ABD yerel insani yardım grupları aracılığıyla 2 milyon dolar tahsis etti. ABD büyükelçiliği, Trump yönetiminin ajansı feshetme çabalarına rağmen bir USAID acil müdahale ekibinin de görevlendirildiğini söyledi.
İsviçre merkezli ACAPS'a göre ABD, geçen yıl BM'nin insani müdahale planının 129 milyon doları ya da yüzde 30‘u da dâhil olmak üzere, 2019-2024 yılları arasında Myanmar’a sağlanan tüm insani yardım fonlarının yüzde 25 ila yüzde 40’ını sağladı.
BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’ne göre bu yıl bu programın sadece yüzde 5’i finanse ediliyor. Genel olarak, Dışişleri Bakanlığı, Myanmar’daki üçü hariç hepsi dahil olmak üzere USAID programlarının yüzde 85’inden fazlasını azalttı.
“İsrailli askerlerin Filistinli köleleri var”
İsminin gizli tutulmasını isteyen üst düzey bir İsrailli asker, Haaretz gazetesine ordunun Filistinlileri nasıl canlı kalkan olarak kullandığını ve bu prosedürün ne kadar yaygın olduğunu yazdı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
9 ay boyunca Gazze’de görev yaptım ve “Sinek protokolü” denen bu prosedüre ilk kez 2023’ün aralık ayında denk geldim. Daha kara saldırısı başlayalı 2 ay olmuştu, İsrail’in bu işler için kullanılan köpek ünitesi Oketz’de henüz eksiklik yoktu. Bu, bu çılgınca, gayriresmi prosedür için çılgınca, gayriresmi bir bahane oldu. O zamanlar “şaviş” olarak adlandırdığımız canlı kalkan kullanımının ne kadar yaygınlaşacağının farkında değildim.
Bugün neredeyse her müfreze bir “şaviş” bulunduruyor ve hiçbir piyade kuvveti bir “şaviş”in önden girmediği bir binaya girmiyor. Bu da bir bölükte dört, bir taburda on iki, bir tugayda ise en az 36 “şaviş” olduğu anlamına geliyor. Kölelerden oluşan bir alt-ordu işletiyoruz.
Canlı kalkan yapıyorlar
Prosedür basit. Masum Filistinliler içeride terörist veya patlayıcı olmadığından emin olunması için Gazze’deki evlere askerlerden önce sokuluyor.
Geçenlerde İsrail ordusu Askeri Polis Kriminal Soruşturma Bölümü’nün Filistinli sivillerin canlı kalkan olarak kullanılmasına ilişkin altı soruşturma açtığını gördüm ve ağzım açık kaldı. Daha önce de örtbaslar görmüştüm ama bu seviyede bir alçaklık aklıma gelmiyor. Eğer soruşturma bölümü işini ciddi bir şekilde yapmak isteseydi, bin soruşturmadan çok daha fazlasını açması gerekirdi. Ancak onların tek istediği kendimize ve dünyaya kendi kendimizi soruşturduğumuzu söyleyebilmemiz, bu yüzden altı günah keçisi buldular ve her şeyi onlara yüklüyorlar.
Protokol yaygınlaştı
Tugay komutanlarından birinin tümen komutanına “sinek” konseptini “görevi başarmak için gerekli bir operasyonel başarı” olarak sunduğu bir toplantıdaydım. O kadar normalleştirilmişti ki halüsinasyon gördüğümü sandım.
Canlı kalkanlar hakkında haberin Haaretz’de yayımlandığı ve Breaking the Silence tarafından toplanan ifadelerin paylaşıldığı Ağustos 2024 gibi erken bir tarihte, üst düzey bir kaynak hem görevden ayrılan Genelkurmay Başkanı’nın hem de görevden ayrılan Güney Komutanlığı Başkanı’nın prosedürden haberdar olduğunu söyledi. Hangisi daha kötü bilmiyorum: komuta ettikleri orduda neler olup bittiğini bilmemeleri mi, yoksa bildikleri halde buna rağmen devam etmesine izin vermeleri mi?
Bu haberin yayımlanmasının üzerinden 7 ay geçmesine rağmen askerler Filistinlileri gözaltına alıp onları önden binalara girmeye zorlamaya devam ediyor. Genelkurmay Başkanı ve Güney Komutası Başkanı bu konuda hiçbir şey söylememeye ve yapmamaya devam ederken protokol daha da normalleşti ve yaygınlaştı.
‘Direndik ama olmadı’
Sahadaki en yüksek rütbeli personel canlı kalkan kullanımını bir yıldan uzun süredir biliyordu ve kimse bunu durdurmaya çalışmadı. Aksine, bu durum operasyonel bir gereklilik olarak tanımlandı.
Canlı kalkan kullanmadan evlere girebildiğimizi vurgulamak önemli. Aylar boyunca bunu yaptık. Doğru giriş prosedürü önce bir robot, drone veya köpek gönderilmesi gerektiğini belirtiyor. Bu prosedürün işe yaradığı kanıtlandı, ancak zaman alıyordu. Komuta ise hızlı sonuç almanın peşindeydi. Başka bir deyişle Filistinlileri canlı kalkan olmaya zorlamamızın sebebi İsrail askerleri için bunun daha güvenli olması değil, daha hızlı olması. Bu yüzden yanlış zamanda yanlış yerde olmak dışında hiçbir suçu olmayan Filistinlilerin hayatını tehlikeye atıyoruz.
Bu uygulanma tepki almadı değil. Askerler ve subaylar direndi. Ben direndim. Ama üst düzey komuta kademesi umursamadığında ve politikacılar daha da az umursadığında bu direncin bir anlamı olmuyor. Tetikte hızlı olduğunuzda ve operasyonel olarak sonuna kadar tükendiğinizde böyle olur. Aylar geçmesine rağmen rehineleri sağ salim geri getiremeyen bitmek bilmeyen bir savaşın içindeyseniz böyle olur. Ahlaki yargınızı kaybedersiniz.
Orduda görev yapan bir arkadaşım bana yaşadığı bir olayı anlattı. Önden bir “şaviş”i soktukları bir evde terörist bulmuşlar. “Şaviş” yaşlı bir adammış ve hata yaptığını anladığında o kadar korkmuş ki altına kaçırmış. Ona ne olduğunu bilmiyorum. Sormaya korktum.
‘Düşünmek ürpertiyor’
Bu tek vaka, bize prosedürün “güvenlik” amaçlı olduğuna dair sundukları gerekçelerin doğru olmadığını gösteriyor. Bu insanlar profesyonel savaşçılar değil; bir evi nasıl tarayacaklarını bilmiyorlar. Askerler zaten onlara güvenmiyor çünkü kendi iradeleriyle orada değiller. Bazen “şavişler” evlere sadece o evleri ateşe vermek ya da havaya uçurmak için gönderiliyor. Bunun güvenlikle bir ilgisi yok.
Bunun, silahlı askerlerin yerine korkmuş bir şekilde eve girmek zorunda kalan herhangi birinin ruhuna ne yaptığını düşünmek beni ürpertiyor. Bunun biz İsraillilere ne yaptığını düşünmek de beni ürpertiyor.
Oğlunu savaşa gönderen her anne, onun kendisini babası yaşındaki ya da kardeşi yaşındaki bir Filistinliyi yakalamış ve silahsız bir şekilde, bubi tuzaklı bir eve ya da tünele doğru koşmaya zorlarken bulabileceğini biliyor mu? Sadece askerlerimizi korumakta başarısız olmakla kalmadık, onların ruhlarını da bozduk ve savaştan döndüklerinde bunun toplum olarak bize ne yapacağını bilmenin bir yolu yok.
Soruşturmanın bu kadar çileden çıkarıcı olmasının nedeni de bu. Önce askerler Filistinlileri canlı kalkan olarak kullanmak zorunda bırakılıyor, sonra da subaylar daha düşük rütbeli askerleri kendi canlı kalkanları olarak kullanıyor, üstelik biz hala Hamas’a canlı kalkan olarak hizmet etmek üzere tutulan rehineleri geri almak için umutsuzca çabalarken.
Comments