Satır araları
- mutlunecmettin
- 14 Mar
- 37 dakikada okunur
İsrail'e ait savaş uçakları, Suriye'nin başkenti Şam'a saldırı düzenledi. İsrail uçakları, yerel saatle 13.45'te Meşru Dummar bölgesinde bir binayı hedef aldı.
AB 'tarife' savaşında geri adım atmıyor: ABD'den gelecek her şeye karşı hazırlıklıyız
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Sözcüsü Olof Gill, ABD'nin çelik ve alüminyum tariflerine karşı AB tarafından alınan önlemlere ABD tarafının karşılık vermesi durumuna hazırlıklı olduklarını söyledi. Gill, Brüksel'de düzenlenen günlük basın toplantısında, ABD Başkanı Donald Trump'ın dün AB'nin ABD'ye karşı tarifeler uygulama planını hayata geçirmesi durumunda ek tarifelerle karşılık vereceği ifadelerine ilişkin açıklamalarda bulundu.
AB'nin karşı önlemlerine ABD tarafının yine karşılık vermesi durumuna hazırlıklı olduklarını vurgulayan Gill, "Evet, ABD'den gelecek her şeye karşı hazırlıklıyız. Buna bir yıldan uzun süredir hazırlanıyoruz" dedi. Gill, ABD'nin dün çelik ve alüminyum ithalatına uygulamaya başladığı yüzde 25 oranındaki tarifelerden derin üzüntü duyduklarını belirterek, "ABD'yi uygulanan tarifeleri derhal iptal etmeye çağırıyoruz" ifadesini kullandı.
ABD ile tarifeleri önlemek için müzakere yürütmek istediklerini belirten Gill, ABD'nin dün aldığı kararın olası sonuçlarına karşı hazır olduklarını yineledi. ABD'nin çelik ve alüminyum ithalatına yönelik yüzde 25'lik tarifeleri 12 Mart'ta yürürlüğe girdi. AB, ABD'nin çelik ve alüminyum ithalatına ek tarifelere başlamasının ardından 26 milyar euroluk karşı önlem uygulanacağını bildirdi.
AB tarafı, misilleme gümrük vergilerine tabi tutulabilecek ABD ürünleri listesi de yayımladı. Toplam 99 sayfalık ürün listesinde, et, tavuk, hindi, süt ve krema, kuruyemiş, kahve, meyve ve sebze, alkollü içecekler, sakız, elektronik sigara, Amerikan yaşam tarzıyla özdeşleşmiş viski, giysi, el aleti, makine ve motosiklet gibi çeşitli ürünler de bulunuyor.
Ermenistan Başbakanı Paşinyan: Türkiye ile normalleşme artık yalnızca bir zaman meselesi
Ermenistan Başbakanı Paşinyan, Türkiye ile normalleşme sürecine ilişkin konuştu. İki ülkenin diplomatik temsilcilerinin doğrudan temas halinde olduğunu belirten Paşinyan, "Üç ay, altı ay ya da bir yıl gecikebilir. Ancak bugün benim algım artık bunun yalnızca bir zaman meselesi olduğu yönünde" dedi
Fransa Adalet Bakanı yabancı mahkumların cezalarını kendi ülkelerinde çekmesini istiyor
Fransa Adalet Bakanı Gerald Darmanin, yabancı mahkumların, kendi ülkelerinde cezalarını çekmesi için çalışmalar başlatacaklarını söyledi
İsrail Dışişleri Bakanı Saar: Doha'daki ateşkes müzakerelerinin sonucunu tahmin etmek olanaksız
İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, Katar'ın başkenti Doha'da Hamas ile Gazze'deki ateşkese yönelik yürütülen müzakerelerin devam ettiğini ancak "kimsenin sonucu tahmin etmesinin mümkün olmadığını" belirtti
Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgos Yerapetritis, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Dışişleri Bakanı Konstantinos Kombos ve Saar, Atina'da bir araya geldi.
Üçlü görüşmenin ardından bakanlar ortak basın açıklamasında bulundu. Saar, üç taraf arasındaki ekonomik işbirliğini artırmak için birlikte çalışacaklarını belirterek, bölgesel tehditlerin devam ettiğini söyledi.
Suriye'deki yeni yönetimi eleştiren Saar, Avrupa'ya "Suriye'deki azınlıkları ve Türkiye'nin bölgedeki politikalarını yakından takip etmesi" yönünde çağrı yaptı. Saar, Lübnan'da Hizbullah'ı zayıflattıklarını ancak İran'ın, Lübnanlı grubu takviye etmeye çalıştığını savundu.
Gazze'nin "tamamen silahsızlandırılması, buradaki tüm İsrailli esirlerin geri getirilmesi" dışında bir ateşkes formülünü kabul etmeyeceklerini dile getiren Saar, Birleşmiş Milletlerin (BM) işgal altındaki Filistin topraklarında işlenen suçları araştıran Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonunun hazırladığı, Tel Aviv yönetimini soykırım eylemleri gerçekleştirmekle suçladığı raporun "Yahudi karşıtı bir kan davası" olduğunu ileri sürdü.
Saar, İran'ı "bölgede istikrarsızlaştırıcı aktör" şeklinde niteleyerek Tahran yönetimine yüklendi.
Doha'daki Gazze'de ateşkes müzakerelerinin devam ettiğini ancak "kimsenin sonucu tahmin etmesinin mümkün olmadığını" belirten Saar, Gazze'de insani yardım ve temel ihtiyaç malzemelerinde "herhangi bir eksiklik olmayacağını" ileri sürdü.
Saar, Hamas'ın Gazze Şeridi'ne giren insani yardımları kullandığını iddia ederek, ülkesinin, insani yardımların insanlık felaketinin yaşandığı bölgeye girmesini engellemesini savundu.
Yunanistan'dan Suriye'de kapsayıcı yönetim isteği
Yerapetritis, Yunanistan'ın Filistin meselesinde ilk günden itibaren görüşünün değişmediğini belirterek, "Son gelişmeler cesaret verici. Yapılan anlaşmalara sadık kalınmalı" dedi.
Suriye'deki durumun son derece "sorunlu" olduğunu savunan Yerapetritis, Yunanistan'ın burada sivillere yönelik saldırıları kınadığını kaydetti.
Yerapetritis, Yunanistan'ın Suriye'deki siyasi değişimi yakından takip ettiğini aktararak, bu ülkedeki siyasi değişimin tüm etnik ve dini grupları kapsayacak şekilde, uluslararası hukuka saygılı ve dış etkilerden uzak olmasını umduklarını belirtti.
Jeopolitik bir denklemde değişmeyen tek şeyin coğrafya olduğuna işaret eden Yerapetritis, Yunanistan, GKRY ve İsrail'in, Doğu Akdeniz'i Orta Doğu ile birbirine bağladığını ileri sürdü.
Yerapetritis, ticaret, ekonomi ve deniz alanların korunması gibi konularda üçlü işbirliğinin artırıldığını vurgulayarak, "Aramızdaki enerji işbirliğine ve bağlantılarına büyük önem veriyoruz" diye konuştu.
Kıbrıs meselesinin de Yunanistan'ın en önemli dış politika konusu olduğunu ifade eden Yerapetritis, "Sorunlar ve ayrışmalar ile dolu bir dünyada tek çözüm birlikteliktir" dedi.
GKRY, Kıbrıs meselesine yönelik müzakerelerin yeniden başlamasını umuyor
GKRY Dışişleri Bakanı Kombos ise görüşmede üçlü işbirliği ile bölgesel gelişmelere de odaklandıklarını dile getirerek, Suriye'deki gelişmelerin her üç tarafı da endişelendirdiğini kaydetti.
Kombos, Suriye'de barışçıl, kapsayıcı bir geçiş dönemine ihtiyaç olduğunu vurgulayarak, "Üçüncü kişi olan faktörlerin müdahalesi ve etkisi olmamalı" ifadesini kullandı.
Suriye'de tüm dini ve etnik grupların haklarının korunması gerektiğini belirten Kombos, "Suriye halkı uluslararası toplumun ve Avrupa Birliği'nin (AB) desteğini hak ediyor ancak Suriye ne komşuları için bir istikrarsızlık merkezi ne de fanatizm merkezi olmalıdır" diye konuştu.
Kombos, bölgedeki revizyonist görüşlere karşı senkronize olma ihtiyacını da görüşmelerinde ele aldıklarını söyleyerek, "Güvenlik boşluğunu kullanılarak yapılacak tek taraflı eylemlerin bölgesel denge ve güvenliğe zarar vereceği yönünde ortak kanıya sahibiz" dedi.
Cenevre'de 17 Mart'ta Kıbrıs meselesi için Kıbrıs'taki taraflar, üç garantör ülke ve Birleşmiş Milletlerin (BM) katılımıyla düzenlenecek toplantıya da değinen Kombos, GKRY'nin Kıbrıs meselesinin çözümüne yönelik müzakerelerin tekrar başlamasını umduğunu kaydetti.
Kaynak: AA
İsrailli subaydan 'canlı kalkan' itirafı: Ordunun en üst kademeleri haberdardı, kimse durdurmaya çalışmadı
İsrailli subay, Gazze'de Filistinlilerin sıklıkla 'canlı kalkan' olarak kullanıldığını söyledi. Haaretz gazetesine konuşan subay, "Ordunun en üst kademeleri uzun süredir haberdardı ve kimse bunu durdurmaya çalışmadı. Hatta, bu 'operasyonel bir gereklilik' olarak tanımlandı" dedi
İsrailli bir subay, Gazze Şeridi'nde Filistinlilerin sıklıkla 'canlı kalkan' olarak kullanıldığını ve İsrail ordusundaki rütbelilerin bunu bilmesine rağmen engel olmadığını söyledi. İsminin açıklanmasını istemeyen İsrailli bir subay, Haaretz gazetesine yaptığı açıklamada, "İsrail askeri polisinin Filistinlilerin canlı kalkan olarak kullanılmasıyla ilgili sadece 6 soruşturma açtığını öğrendiğimde neredeyse boğuluyordum" dedi.
İsrailli asker, "(Filistinliler) Gazze'de günde en az 6 defa canlı kalkan kullanıldı. (İlgili makamlar) işini ciddiyetle yapmak isterse en az 2 bin 190 soruşturma açmak zorunda kalır" ifadelerini kullandı. Açılan soruşturmalara ilişkin İsrailli subay, "Dünyaya ve kendimize, hakkımızda soruşturma açtığımızı bildirmeye çalışıyoruz" diye konuştu.
'Sivrisinek prosedürü'
Gazze'de 9 ay bulunduğunu ve 'yeni uygulamalara' şahit olduğunu söyleyen İsrailli asker, "Bunlardan en kötüsü sivrisinek prosedürüydü. Masum Filistinliler Gazze'de evlere girmeye ve oraları temizlemeye; yani içeride silahlı adamların veya patlayıcıların bulunmadığından emin olmaya zorlanıyordu" şeklinde konuştu. İsrailli subay, "sivrisinek prosedürünü ilk kez Aralık 2023'te, İsrail'in Gazze'yi karadan işgale girişmesinden 2 ay sonra" öğrendiğini belirterek, "O zamanlar bunun ne kadar yaygın olduğunu fark etmemiştim." yorumunda bulundu.
İsrail askerlerinin canlı kalkan olarak kullandığı Filistinlilere "Çavuş" adını verdiğini belirten İsrailli subay, "Bugün her birliğin bir çavuşu var ve bu çavuş bir evi boşaltmadan hiçbir asker oraya girmiyor. Bu da en az her bölükte 4, taburda 12, tugayda 36 çavuş olduğu anlamına geliyor" dedi. İsrailli asker, "Bir 'köle' sınıfımız var ve onlar (İsrailli yetkililer) 6 soruşturma yürüterek cezadan kaçmaya çalışıyorlar" diye konuştu.
Filistinlilerin canlı kalkan olarak kullanılmasına ilişkin İsrailli asker, "Ordunun en üst kademeleri, canlı kalkanların varlığından bir yıldan uzun süredir haberdardı ve kimse bunu durdurmaya çalışmadı. Hatta, bu 'operasyonel bir gereklilik' olarak tanımlandı." açıklamasında bulundu.
Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne (UCM) işaret eden İsrailli asker, "Lahey konusunda endişelenmek için her türlü nedenimiz var. Çünkü bu prosedür (canlı kalkan) suçtur. Ordunun bile kabul ettiği ve halka söylenenden daha yaygın olan bir suç" ifadelerini kullandı.
UCM, Gazze'de işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle İsrail Başbakanı Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkarmıştı. Mahkeme, ayrıca İsrail'in UCM'nin yargı yetkisine ilişkin itirazlarını reddederek, Filistin topraklarında işlenen suçlar üzerinde yargı yetkisinin bulunduğuna hükmetmişti.
İsrail'in 7 Ekim 2023'ten ateşkesin ilan edildiği 19 Ocak'a kadar Gazze'ye düzenlediği saldırılarda 14 bini enkaz altında kaybolanlar olmak üzere 61 binden fazla Filistinli öldü, 2 milyon kişi yerinden edildi. Hastane, ev ve yerinden edilen Filistinlilerin sığındığı okulların da hedef alındığı saldırılarda Gazze'deki altyapının yüzde 88'i yok edildi.
NYT'nin araştırması ortaya çıkardı: İsrail ordusu Filistinlileri canlı kalkan olarak kullanıyor
İsrail askerleri ve Filistinli eski tutuklular, askerlerin esir aldıkları Gazzelileri düzenli olarak Hamas tünelleri de dahil olmak üzere hayati tehlikesi olan görevlere zorla gönderdiklerini söylüyor. NYT'nin araştırması İsrail'in Filistinlileri nasıl canlı kalkan olarak kullandığını ortaya çıkardı
İsrail askerlerinin mart ayı başında ailesiyle birlikte saklanırken buldukları Muhammed Shubeir'i yaklaşık 10 gün gözaltında tuttuktan sonra herhangi bir suçlama yöneltmeden serbest bıraktıklarını söyledi. Shubeir, bu süre zarfında askerlerin kendisini canlı kalkan olarak kullandığını söyledi. O zamanlar 17 yaşında olan Shubeir, Hamas tarafından yerleştirilen patlayıcıları aramak için Gazze Şeridi'nin güneyindeki memleketi Han Yunus'un boş harabelerinde elleri kelepçeli olarak yürümeye zorlandığını söyledi. Shubeir, askerlerin kendilerini havaya uçurmamak için onu önden gitmeye zorladıklarını söyledi. Enkaz halindeki bir binada durdu: Söylediğine göre duvar boyunca patlayıcılara bağlı bir dizi kablo uzanıyordu. Lise öğrencisi Shubeir, "Askerler beni bir köpek gibi bubi tuzaklı bir daireye gönderdi. Bunların hayatımın son anları olacağını düşünmüştüm" dedi.
The New York Times tarafından yapılan bir araştırma, İsrail askerlerinin ve istihbarat ajanlarının, İsrail-Hamas savaşı boyunca, İsrail askerlerini savaş alanında riske atmamak için Shubeir gibi esir alınan Filistinlileri düzenli olarak hayati tehlike arz eden keşif görevleri yapmaya zorladığını ortaya çıkardı. Bu tür operasyonların kapsamı ve ölçeği bilinmemekle birlikte, hem İsrail hem de uluslararası hukuka göre yasadışı olan bu uygulama, Gazze'deki beş şehirde en az 11 tim tarafından, genellikle İsrail istihbarat teşkilatlarından subayların katılımıyla kullanıldı.
Tünellerde keşif yapmaya zorluyorlar
Filistinli tutuklular, İsrail ordusunun Hamas militanlarının pusu ya da bubi tuzağı hazırladığına inandığı Gazze'deki yerleri keşfetmeye zorlanıyor. Bu uygulama geçtiğimiz ekim ayında savaşın başlamasından bu yana giderek yaygınlaştı. Tutuklular, askerlerin savaşçıların hala saklandığına inandıkları tünel ağlarının içinde keşif yapmaya ve film çekmeye zorlandılar. Gizli patlayıcıları bulmak için mayınlarla donatılmış binalara girdiler. İsrailli askerlerin tünel girişlerini ya da bubi tuzaklarını gizlediğinden korktukları jeneratör ve su tankları gibi nesneleri almaları ya da hareket ettirmeleri söylendi. Times'ın görüştüğü yedi İsrailli asker bu uygulamayı gözlemlediklerini ya da katıldıklarını, rutin, sıradan ve organize bir uygulama olduğunu, önemli bir lojistik destekle ve savaş alanındaki üstlerinin bilgisi dahilinde yapıldığını söyledi. Askerlerin birçoğu tutukluların İsrail'in istihbarat teşkilatlarından subaylar tarafından taşındığını, bu sürecin taburlar arasında koordinasyon ve üst düzey saha komutanlarının farkındalığını gerektirdiğini söyledi. Savaşın farklı noktalarında Gazze'nin farklı bölgelerinde görev yapmış olsalar da askerler canlı kalkanlar için çoğunlukla aynı terimleri kullandılar.
Tümgeneral doğruladı
Times ayrıca bu uygulama hakkında bilgi sahibi olan ve askeri bir sırrı açıklamak için isimlerinin açıklanmaması koşuluyla konuşan sekiz asker ve yetkiliyle de konuştu. Üst düzey askeri ve savunma yetkilileri tarafından rutin olarak savaşın gidişatı hakkında bilgilendirilen eski bir askeri istihbarat şefi olan Tümgeneral Tamir Hayman, uygulamanın bir versiyonunun kullanıldığını doğruladı ve bazı tutukluların tünellere girmeye zorlandığını, diğerlerinin ise askerlerin gözüne girmek umuduyla askerlere eşlik etmeye ve rehberlik etmeye gönüllü olduğunu söyledi. Üç Filistinli de canlı kalkan olarak kullanıldıklarına dair kayıtlara geçen ifadeler verdi. Times, canlı kalkan olarak kullanılırken zarar gören ya da öldürülen herhangi bir tutukluya dair kanıt bulamadı. Bir vakada, bir binayı aramak üzere gönderilen bir tutuklunun orada saklanan bir militanı tespit edememesi ya da ihbar edememesi üzerine bir İsrail subayı vurularak öldürüldü. İsrail ordusu yaptığı açıklamada “direktif ve yönergelerinin Gazze'de gözaltında tutulan sivillerin askeri operasyonlarda kullanılmasını kesinlikle yasakladığını” söyledi. Times'ın görüştüğü Filistinli tutukluların ve askerlerin ifadelerinin “ilgili makamlar tarafından inceleneceği” de eklendi.
Uluslararası hukuk yasaklıyor
Uluslararası hukuk sivillerin ya da savaşçıların saldırılara karşı kalkan olarak kullanılmasını yasaklıyor. Yakalanan savaşçıları ateşe maruz kalacakları yerlere göndermek ya da sivilleri askeri operasyonların yürütülmesiyle ilgili herhangi bir şey yapmaya zorlamak da yasa dışıdır. İngiltere'deki Bristol Üniversitesi'nde profesör olan ve devlet dışı aktörlerle çatışmalarda gözaltını düzenleyen yasalar konusunda uzman Lawrence Hill-Cawthorne, Hamas gibi devlet dışı bir aktörle çatışmalar sırasında gözaltına alınan kişilerin hakları konusunda yasalar daha muğlak olsa da, Filistinli tutukluları “bu tutukluların sivil ya da Hamas'ın savaşan kanadının üyesi olup olmadığına bakılmaksızın” tehlikeli yerleri keşfetmeye zorlamanın yasa dışı olduğunu söyledi.
İsrail ordusu 2000'li yılların başında Gazze ve Batı Şeria'da “komşu prosedürü” olarak bilinen benzer bir uygulamaya başvurmuştu. Askerler Filistinli sivilleri teslim olmaya ikna etmek için militanların evlerine yaklaşmaya zorluyordu. Bu prosedür 2005 yılında İsrail Yüksek Mahkemesi tarafından, canlı kalkanların başka bağlamlarda kullanılmasını da yasaklayan geniş kapsamlı bir kararla yasaklandı. Mahkeme başkanı Aharon Barak, işgal altındaki bir bölgede yaşayan bir kişinin “rızası olsa bile askeri operasyonun yapıldığı bir bölgeye getirilmemesi gerektiğine” hükmetti. Kararda, asker ve sivil arasındaki güç dengesizliğinin, hiç kimsenin böyle bir görev için gönüllü olmuş sayılamayacağı anlamına geldiği belirtildi. Kararda ayrıca, askerlerin sivillerden güvenli olduğunu varsaydıkları şeyleri yapmalarını istememeleri gerektiği, zira “bu varsayımın bazen temelsiz olduğu” belirtildi.
İsrail-Hamas savaşı Ekim 2023'te Hamas ve müttefiklerinin on binlerce Filistinlinin ölümüne neden olan yıkıcı İsrail karşı saldırısından kaçmak için yeraltı tünellerine çekilmeden önce İsrail'de geniş çaplı zulümler gerçekleştirmesiyle başladı. Sivil kayıpları yeterince dikkate almadan hareket etmekle suçlanan İsrail, Hamas'ın savaşçılarını ve silahlarını sivil bölgelere yerleştirdiğini ve tüm toplulukları canlı kalkan olarak kullandığını söyleyerek kendini savundu. İsrail askerleri canlı kalkanları farklı bir şekilde kullandı. West Point'te silahlı çatışmalarda canlı kalkan kullanımını inceleyen Profesör Michael N. Schmitt, son yıllarda başka bir ordunun rutin olarak sivilleri, savaş esirlerini ya da yakalanan teröristleri hayati tehlike arz eden keşif görevlerinde kullandığını bilmediğini söyledi. Askeri tarihçiler bu uygulamanın Vietnam'da ABD kuvvetleri tarafından kullanıldığını söylüyor. Schmitt "Çoğu vakada bu savaş suçudur" dedi.
Askerler rahatsız edici buldu
Times'a konuşan askerler, piyadelere yönelik riskleri sınırlama arzusu nedeniyle bu uygulamayı mevcut savaş sırasında kullanmaya başladıklarını söyledi. Uygulamayı gören ya da katılan askerlerden bazıları bunu son derece rahatsız edici bulmuş ve askeri bir sırrı bir gazeteciyle tartışma riskini göze almışlar. Bunlardan ikisi, İsrailli askerlerin ifadelerini toplayan bağımsız bir gözlemci kuruluş olan Breaking the Silence tarafından Times'a ulaştırıldı. İki asker, her biri yaklaşık 20 kişiden oluşan mangalarının üyelerinin komutanlarına muhalefet ettiklerini söyledi. Askerler, bazı düşük rütbeli subayların, kanıt olmaksızın, tutukluların suçsuz yere tutulan siviller değil teröristler olduğunu iddia ederek uygulamayı haklı göstermeye çalıştıklarını söyledi. Times'a konuşan bir İsrailli asker ve üç Filistinli, kendilerine teröristlerin hayatlarının İsraillilerinkinden daha değersiz olduğunun söylendiğini, ancak subayların çoğu zaman gözaltına aldıkları kişilerin terörist gruplara ait olmadıkları sonucuna vardıklarını ve daha sonra onları serbest bıraktıklarını söyledi.
Grubun bir parçası olan Filistinli grafik tasarımcısı 31 yaşındaki Jehad Siam'a göre, bir İsrail timi Gazze Şehri'nin merkezindeki bir militan sığınağına doğru ilerlerken yerinden edilmiş Filistinlilerden oluşan bir kalabalığı korunmak için önden yürümeye zorladı. Siam, “Askerler karşı tarafın ateş açmaması için bizden ilerlememizi istedi” dedi. Siam, kalabalık gizlenme yerine ulaştığında askerlerin sivillerin arkasından çıktığını ve binanın içine daldığını söyledi. Siam, militanları öldürmüş gibi göründükten sonra askerlerin sivillerin zarar görmeden gitmesine izin verdiğini söyledi.
Silah zoruyla bölge araması
Hamas Gazze'nin büyük bölümünü bubi tuzakları ve gizli tünel ağlarından oluşan bir labirente dönüştürdü; sivillerin evlerini ve kurumlarını patlayıcı tuzaklarla donattı ya da buraları geçici askeri üs ve silah depoları olarak kullandı. Ekim 2023'ün sonlarında Gazze'yi işgal ettikten sonra İsrail askerleri, tuzaklarla kaplı olması muhtemel evlere veya tünel girişlerine girerken çoğu zaman risk altında olduklarını fark ettiklerini söyledi. Bu tehditle mücadele etmek için, girmeden önce bir yeri keşfetmek için dronlar ve köpekler kullandılar. Köpek ya da insansız hava aracı bulunmadığında ya da askerler bir insanın daha etkili olacağına inandığında, bazen Filistinlileri gönderiyorlardı.
Gazze'de eczacılık yapan Basheer El-Dalou, 13 Kasım sabahı evinde yakalandıktan sonra canlı kalkan olarak hareket etmek zorunda kaldığını söyledi. Şu anda 43 yaşında olan Al-Dalou, haftalar önce eşi ve dört oğluyla birlikte mahalleden kaçmış, ancak mahalle savaş alanı olmasına rağmen bazı temel malzemeleri almak için kısa süreliğine geri dönmüştü. Suçsuz bulunmasının ve serbest bırakılmasının ardından Gazze'de verdiği bir röportajda, askerlerin El-Dalou'ya iç çamaşırlarına kadar soyunmasını emrettiğini, ardından ellerini kelepçeleyip gözlerini bağladıklarını söyledi. El-Dalu, bölgedeki Hamas faaliyetleri hakkında sorgulandıktan sonra askerler tarafından yakındaki beş katlı bir evin arka bahçesine girmesinin emredildiğini söyledi. Bahçenin kuş kafesleri, su tankları, bahçe aletleri, kırık sandalyeler, parçalanmış camlar ve büyük bir jeneratör gibi enkazlarla dolu olduğunu söyledi. El-Dalu "Arkamda üç asker beni şiddetle ileri doğru itti. Yerin altındaki olası tünellerden ya da oradaki herhangi bir nesnenin altına gizlenmiş patlayıcılardan korkuyorlardı" dedi. Yalınayak yürürken cam kırıklarının ayağını kestiğini söyledi.
El-Dalou'nun yaşadığı olayın yeri, tarihi ve anlatımı kendisine verildikten sonra ordu yorum yapmayı reddetti. El-Dalou'nun anlattıkları, Filistinli tutukluların binaları ve bahçeleri taramak için nasıl kullanıldığına tanık olduklarını ya da bu konuda bilgilendirildiklerini anlatan 10 İsrail askerinin benzer olaylarla ilgili anlattıklarını yineledi. El-Dalou, yaklaşık yedi ya da sekiz askerin avlunun yıkılmış duvarının molozlarının arkasına saklandığını ve bir bombaya rastlama ihtimaline karşı siper aldıklarını söyledi. İçlerinden biri hoparlörle onu yönlendirmiş. Elleri arkadan bağlı olan El-Dalou'ya avluda dolaşması, tuğlaları, metal parçalarını ve boş kutuları tekmelemesi emredilmiş. Bir noktada askerler, yoluna çıkan şüpheli nesneleri daha kolay itebilmesi için ellerini önüne bağlamışlar. Sonra bahçedeki bir jeneratörün arkasından aniden bir şey kıpırdadı. Askerler sesin kaynağına doğru ateş etmeye başladılar ve el-Dalou'yu kıl payı ıskaladılar. Bir kedi olduğu ortaya çıktı. Daha sonra askerlerin, bir tünel girişini gizlediğinden şüphelendikleri jeneratörü yerinden oynatmasını emrettiklerini söyledi. El-Dalou, Hamas savaşçılarının içeriden çıkabileceğinden korkarak tereddüt edince bir askerin tüfeğinin dipçiğiyle sırtına vurduğunu söyledi. O günün ilerleyen saatlerinde, askerlerin militanlarla karşılaşacaklarından endişe ettikleri bir camiye doğru ilerleyen bir İsrail tankının önünde yürümesinin emredildiğini söyledi. Komşularından bazılarının yakındaki bir hastaneye tünel girişi aramaya götürüldüğünü anlatan el-Rantisi, o zamandan beri onları görmediğini söyledi. O akşam İsrail'deki bir gözaltı merkezine götürüldüğünü söyledi. O gün yaşadıkları göz önüne alındığında, İsrail hapishanelerinde kötü muameleyle karşılaşmayı beklemesine rağmen, naklin küçük bir nimet gibi hissettirdiğini söyledi. El-Dalou "O anda mutluluktan havalara uçuyordum. İsrail hapishanelerinde daha güvenli bir yer için bu tehlikeli bölgeden ayrılacağım" dedi.
Birleşmiş Milletler yerleşkesinin altına sivil gönderdiler
Şubat ayı başında İsrail ordusu, Birleşmiş Milletler'in Filistinli mültecilere yönelik ana kuruluşu olan UNRWA'nın Gazze'deki merkezini ele geçirdi. Hamas'ın tünel ağının yerleşkenin altına kadar uzandığını keşfeden askeri mühendisler, yeni erişim noktaları oluşturmak için toprağı deldi. Operasyona katılan bir askere göre, bir noktada mühendisler içeride ne olduğunu daha net görebilmek için bir halat kullanarak tünellere bir kamera indirdiler. Kameradan gelen canlı yayını izleyen mühendisler tünelin içinde muhtemelen Hamas militanı olan bir adam görmüşler. Asker, Hamas savaşçılarının hala tüneli kullandığı sonucuna varan bölgedeki subayların, tüneli daha fazla araştırmak için İsrailli mühendisler yerine vücut kamerası olan bir Filistinliyi göndermeye karar verdiklerini söyledi. Diğer iki asker de bu askerin anlattıklarının mühendislerin Filistinlileri tünellere yerleştirme şekliyle genel olarak uyuştuğunu doğruladı. Bu askerin bölgeyle ilgili anlattıkları, kısa bir süre sonra askeri bir eskort eşliğinde bölgeyi ziyaret eden ancak herhangi bir Filistinli görmeyen Times muhabirinin anlattıklarıyla da örtüşüyor. Askerin yaşadığı deneyimin yeri, tarihi ve açıklaması kendisine iletildikten sonra ordu yorum yapmayı reddetti. Asker, subayların ilk başta bölgede yakalanan ve operasyon sona erene kadar tutulan birkaç düzine Filistinli sivilden birini görevlendirmeyi düşündüklerini söyledi. Sonunda subaylar, askerin bilmediği nedenlerden dolayı “eşek arısı” olarak adlandırdıkları bir kişiyi ya da İsrail'de gözaltına alınan bir Filistinliyi göndermeye karar verdiler. Asker, bunun birkaç gün süren ve tamamlanması için diğer birimlerle önemli ölçüde koordinasyon gerektiren daha karmaşık bir süreci başlattığını söyledi.
Kod adları: Eşek arısı ve sivrisinek
Savaş boyunca farklı birimlerdeki askerler tutuklulardan genellikle aynı terimlerle bahsetti. “Eşek arısı” genellikle istihbarat görevlileri tarafından kısa ve özel görevler için İsrail'den Gazze'ye getirilen kişiler anlamına geliyordu; ancak bazı askerler bunun Gazze'ye gönüllü olarak giren ücretli işbirlikçileri, bazıları ise tutukluları ifade ettiğini söyledi. “Sivrisinek”, Gazze'de yakalanan ve İsrail'e götürülmeden, bazen birkaç gün, hatta haftalarca, hızlı bir şekilde konuşlandırılan tutukluları tanımlıyordu. “Sivrisinekler” ‘eşek arılarından’ çok daha sık kullanılıyordu. Askerin söylediğine göre hepsi harcanabilir olarak görülüyordu. Bir subayın “Tünel patlarsa en azından o ölür, bizden biri değil” dediğini hatırlıyor. BM yerleşkesinin altındaki tünelin içinde, İsrail ordusunun daha sonra Hamas'ın önemli bir iletişim merkezi olduğu sonucuna vardığı devasa bir bilgisayar sunucusu bankası keşfetti. Günler sonra ordu, aralarında Times'ın da bulunduğu bir grup gazeteciyi tünellerdeki sunucuları görmeleri için getirdi. Askeri eskortlar bölgeyi keşfetmek için Filistinli bir tutuklunun kullanıldığını açıklamadı. Times onun bu işe karıştığını yaklaşık dört ay sonra ortaya çıkardı.
İHA tarafından eğitildi
Shubeir, ordunun Gazze'nin güneyindeki Han Yunus'taki mahallesini ele geçirmesinden sonra yakalandı. Ordu mahalle sakinlerine mahalleyi boşaltmalarını emretmişti ama Shubeir ailesi dördüncü kattaki dairelerinde İsrail'in yaklaşan ilerleyişini beklemeye karar verdi. Shubeir'ler buradan ayrılmak için İsrail kontrol noktalarından geçmek zorunda kalacaklardı ve burada tutuklanma ve gözaltına alınma ihtimaliyle karşı karşıya kalacaklardı. Shubeir, Shubeir'lerin kısa süre sonra kendilerini bir savaşın ortasında bulduklarını söyledi. Shubeir, binalarına isabet eden top mermilerinin demirci olan babasını öldürdüğünü söyledi. Daha sonra 15 yaşındaki kız kardeşinin de İsrail askerlerinin binaya girmesinin ardından vurularak öldürüldüğünü söyledi. Shubeir yakalandığını ve hayatta kalan akrabalarından ayrı düştüğünü söyledi. Shubeir, yaklaşık 10 gün sonra serbest bırakılana kadar, askerler tarafından sık sık Han Yunus sokaklarında quadcopter olarak bilinen küçük bir İHA eşliğinde dolaşmaya gönderildiğini söyledi. İHA onun hareketlerini izliyor ve hoparlöründen ona talimatlar veriyordu. Daha önce Al Jazeera tarafından röportajı yapılan Shubeir, bir mahalle okulunun yakınında, molozların arasında tünel girişlerini aramasının emredildiğini söyledi. Apartman bloklarının içine gönderildiğini, küçük insansız hava aracının başının bir ya da iki metre uzağında gezindiğini söyledi. Kendisine İsraillilerin genellikle bubi tuzaklı olmasından korktukları militanların cesetlerini araması söylenmiş. Bir apartmanda, hayatından endişe etmesine neden olan bubi tuzağını gördü. Shubeir "Bu yaşadığım en zor şeydi. Bunun bir tuzak olduğunu anladım" dedi. Sonunda cihaz patlamadı. Başka bir dairede, yanında silah olan bir ceset bulduğunu söyledi. Shubeir'e silahı İsrail askerlerinin alması için pencereden atması söylenmiş.
Serbest bırakılmasından birkaç gün önce askerlerin ellerini çözdüğünü ve kendisine İsrail askeri üniforması giydirdiğini söyledi. Daha sonra onu serbest bıraktıklarını ve sokaklarda dolaşmasını söylediklerini, böylece Hamas savaşçılarının ona ateş edip mevzilerini açığa çıkarabileceklerini söyledi. İsrailliler onu belli bir mesafeden, gözden uzakta takip etmişler. Günler sonra ilk kez elleri serbest kalınca kaçmayı düşündüğünü söyledi. Sonra bundan vazgeçti. Shubeir "Quadcopter beni takip ediyor ve ne yaptığımı izliyordu. Beni vururlardı" dedi.
Zelenski: Türkiye ile Serbest Ticaret Anlaşması'nı onaylamaya hazırız
Ukrayna Devlet Başkanı Volodmir Zelenski, Türkiye ile Serbest Ticaret Anlaşması'nı onaylamaya hazır olduklarını duyurdu.
Zelenski, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, Ticaret Bakanı Ömer Bolat ve Türk iş dünyasının temsilcilerini Kiev'de kabul ettiğini belirtti.
Söz konusu toplantının, Türkiye'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile gerçekleştirdikleri son görüşmenin neticesinde düzenlendiğini aktaran Zelenski, "Türk iş dünyasının Ukrayna'da olması önemli" ifadesini kullandı.
Zelenski görüşmede, Ukrayna'da adil ve kalıcı bir barışı tesis etme yönündeki çabaları, Türkiye-Ukrayna arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi, farklı tipten insansız hava araçlarının (İHA) üretiminde işbirliği imkanları ve Türk firmalarının Ukrayna'nın yeniden inşasına katılımı konularını ele aldıklarını kaydetti.
Zelenski, Ukrayna ile Türkiye arasında serbest ticaret anlaşmasını onaylamaya hazır olduklarını belirterek "Ülkemiz, Türkiye'yi stratejik ortaklarından, aynı zamanda güvenlik garanti ortaklarından biri olarak görüyor ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaklaşan ziyareti sırasında Türkiye ile Serbest Ticaret Anlaşması'nı onaylamaya hazır" ifadesine yer verdi.
Ukrayna ile 30 günlük ateşkes yapma teklifine Putin: Ateşkes önerilerine katılıyoruz ancak şartlarımız olacak
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, “Ukrayna ile kısa süreli bir ateşkesi kabul edebileceğini, ancak bunu sadece kendi şartlarıyla yapacağını” belirtti. Putin’in ayrıca ABD Başkanı Donald Trump'ın Orta Doğu Temsilcisi Steve Witkoff ile bir araya geleceği belirtildi
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Belaruslu mevkidaşı Alexander Lukashenko ile birlikte düzenlediği basın toplantısında, “Ateşkes önerilerine katılıyoruz, ancak pozisyonumuz ateşkesin uzun vadeli bir barışa yol açacağı varsayımına dayanıyor” dedi.
Putin, “Bu barışın çatışmanın ‘temel nedenlerini’ ele alması gerektiğini” belirtti.
Ukrayna'nın NATO'ya katılmayacağı garantisi olmadan geçici bir ateşkesi defalarca reddeden Putin ayrıca Rusya'nın Ukrayna'dan ele geçirdiği toprakları geri vermeyeceğini de vurguladı.
ABD'nin Ukrayna'da 30 günlük ateşkes planını genel olarak desteklediğini ancak “nüanslar olduğunu” kaydeden Putin, “ateşkesin nasıl uygulanacağı ve kimin kontrol edeceği konusunda pek çok soru işareti olduğunu” söyledi.
Rus devlet haber ajansında yer alan habere göre, ABD Başkanı Donald Trump'ın Orta Doğu Temsilcisi Steve Witkoff bu akşam Rusya Devlet Başkanı Putin ile bir araya gelecek.
Belarus Cumhurbaşkanı Lukaşenko: Ukraynalılar daha önce ateşkes yapıp masaya oturmalıydı
Belarus Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko, Batı'nın Ukrayna'yı savaşa ittiğini belirterek, "Ukraynalılar, uzun zaman önce ateşkes yapıp müzakere masasına oturmalıydı" dedi
Lukaşenko, Kremlin Sarayı'nda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüştükten sonra düzenlenen ortak basın toplantısında Ukrayna'daki savaşla ilgili konuştu.
Rusya ile ortak pozisyona sahip olduklarını kaydeden Lukaşenko, bu pozisyona bağlı kalmaya devam edeceklerini vurguladı. Ukrayna'daki yaşananların asıl nedenin Rusya ve Belarus olmadığını belirten Lukaşenko, "Ukraynalılar, uzun zaman önce ateşkes yapıp müzakere masasına oturmalıydı" dedi.
Çatışmaların en başında kavga değil, mutabakat çağrısı yaptığını, bunu da Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy'e söylediğini anımsatan Lukaşenko, onu Ukrayna'daki savaştan sorumlu tuttuğunu aktardı.
Lukaşenko, "Ona dedim ki 'Unutma, yarın Amerika'daki yönetim değişecek ve sen nerede olacaksın?'" ifadesini kullandı.
Batılıların Zelenskiy'i savaşa ittiğini söyleyen Lukaşenko, üç Slav ülkesinin (Rusya, Ukrayna, Belarus) ortak irade çerçevesinde anlaşmaya varması gerektiğini kaydetti.
Lukaşenko, "Bakın, Ukrayna'ya (Batı'da) kimse yardım etmeyecek. Amerikalılar nadir toprak elementlerine karşı savaşın başlangıcında bu konuyu gündeme getirdiler mi? Hayır. Ama şimdi getirdiler. Kara toprak ve nadir toprak elementlerini alacaklar. Tanrı korusun, geri kalan her şey (Ukrayna'nın) ellerinden alınacak" diye konuştu.
Trump'tan 'ateşkes' açıklaması: Rusya anlaşmak istemezse tüm dünya için hayal kırıklığı olur
ABD Başkanı Trump, Rusya'nın da Ukrayna gibi ateşkes anlaşmasına "evet" demesini umduğunu belirtti. Trump, "Putin çok ümit verici bir açıklama yaptı, kendisiyle yakın zamanda görüşmeyi ve konuşmayı isterim. Eğer Rusya anlaşmak istemezse tüm dünya için bu bir hayal kırıklığı olur" diye konuştu.
ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna ile varılan ateşkes anlaşması mutabakatının ardından Rusya'nın da aynı şeyi yapmasını beklediğini belirterek, "(Vladimir) Putin çok ümit verici bir açıklama yaptı, kendisiyle yakın zamanda görüşmeyi ve konuşmayı isterim" dedi. Trump, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte'yi Beyaz Saray'da ağırlarken, Oval Ofis'te Rusya-Ukrayna gündemini ve diğer dış politika başlıklarını değerlendirdi.
ABD Başkanı Trump, Ukrayna'nın 30 günlük geçici ateşkes konusunda anlaşmaya tamam dediğini hatırlatarak, "Rusya'nın da aynı şeyi yapacağını umuyoruz. Burada tam bir ateşkes söz konusu." sözlerini sarf etti. Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un bugün Moskova'da ateşkes görüşmeleri yaptığını anımsatan Trump, bu görüşmelerin çok ciddi şekilde yürüdüğünü ve bunlardan umutlu olduğunu vurguladı.
"Putin çok ümit verici bir açıklama yaptı"
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in, ateşkes anlaşmasıyla ilgili son açıklamalarına değinen Trump, "Putin çok ümit verici bir açıklama yaptı, kendisiyle yakın zamanda görüşmeyi ve konuşmayı isterim. Eğer Rusya anlaşmak istemezse tüm dünya için bu bir hayal kırıklığı olur." diye konuştu. Rusya'nın elinde tutacağı topraklar konusunda Ukrayna ile görüştüklerini, bu konuda şeffaf olduklarını söyleyen Trump, aralarında bir enerji santralinin de olduğu birçok konu başlığının nihai anlaşma bağlamında ele alındığını belirtti.
"Maden anlaşması paramızı geri getirecek"
Trump, "Bu iş (Rusya-Ukrayna savaşı) uzun süre devam edebilirdi. Biz bir açmazı kırdık. Rusya'nın diğer müttefiklere saldıracağını düşünmüyorum, bunun olmayacağından emin olacağım" ifadesini kullandı. Donald Trump, "Ukrayna ile nadir toprak elementleri anlaşmamız var ve bu bize bir şey geri getirecek, paramızı geri getirecek" değerlendirmesini yaptı.
"Onlara sadece Javelin füzeleri verdim"
Önceki ABD başkanlarının Ukrayna politikalarını eleştiren Trump, Kırım'ın eski Başkan Barack Obama tarafından, Gürcistan'ın ise eski Başkan George W. Bush tarafından Rusya'ya verildiğini savunarak, "Ben onlara hiçbir şey vermedim. Sadece Ukrayna'ya Javelin füzeleri verdim" dedi. Diğer müttefiklerin de kendi paylarına düşen ödemeleri yapmaları gerektiğini ve kendisinin bu konuda hassas olduğunu kaydeden Trump "NATO, benim adımlarım sayesinde daha güçlü hale geldi" yorumunu yaptı.
"Grönland'ın ilhakı gerçekleşecek"
Öte yandan Trump, Grönland'ın ABD tarafından ilhak edilip edilmeyeceği ile ilgili bir soruya, "Bence bu gerçekleşecek. Bu konuda bir anlaşma yapmak zorundayız ve Danimarka bunu yapamıyor. Danimarka ile görüşüyoruz. Ulusal güvenliğimiz için buna gerçekten ihtiyacımız var" yanıtını verdi.
Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile ilişkisinin nasıl olduğu sorusuna da cevap veren Trump, "Kuzey Kore'de Kim Jong-un ile harika bir ilişkim var. Eğer ben seçilmeseydim, Hillary (Clinton) seçilseydi, Kuzey Kore ile nükleer bir savaş çıkacaktı" şeklinde konuştu.
"AB bize karşı çok çirkin"
Açıklamalarında bir kez daha Avrupa Birliği'nin (AB) gümrük vergileri konusunda ABD'ye uyguladığı tarifelerden şikayet eden Trump şunları söyledi: "AB bize karşı çok çirkin. Apple'a, Google'a, Facebook'a dava açıyorlar, tüm bu şirketlere dava açıyorlar ve Amerikan şirketlerinden milyarlarca dolar alıyorlar. Sanırım bunu Avrupa'yı yönetmek için kullanıyorlar. Ne için kullandıklarını bilmiyorum ama bize çok kötü davranıyorlar. Çin de bize çok kötü davranıyor. Neredeyse herkes öyle yapıyor."
Trump ayrıca ABD'nin Kanada'ya ihtiyacının olmadığını, buna karşın Kanada'nın ABD'ye ihtiyacı olduğunu savunarak, "Yıllardır kazıklanıyoruz, artık kazıklanmayacağız. Kanada örneğinde, Kanada'yı sübvanse etmek için yılda 200 milyar harcıyoruz. Kanada aslında bir eyaletimiz gibi, aramızda yapay bir sınır var ve bunun bir anlamı yok" ifadelerini kullandı.
Rutte'den "daha fazla silah üretmeliyiz" çağrısı
NATO Genel Sekreteri Rutte de ABD Başkanı Trump'a Rusya-Ukrayna savaşı ve diğer konulardaki çabaları için teşekkür ederken, küresel rekabette Çin ve Rusya ile mücadeleye vurgu yaptı. Rutte, "Daha fazla silah üretmemiz gerekiyor. Yeterince silah üretmiyoruz, Rusların ve Çinlilerin gerisinde kalıyoruz" diye konuştu.
Grönland konusunda Trump'ın açıklamalarına dolaylı olarak destek veren Rutte, ABD'nin de o bölgede söz sahibi olması gerektiğini savundu.
Kaynak: AA
İtalya ile Rusya arasında diplomatik gerilim tırmanıyor: Rusya'nın Roma Büyükelçisi, İtalya Dışişleri Bakanlığı'na çağrıldı
İtalya Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Antonio Tajani, Rus yetkililerin, İtalya Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella'ya yönelik sözlerini kınadığını belirterek, Rusya'nın Roma Büyükelçisinin bakanlığa çağrılması talimatını verdiğini bildirdi
Roma ve Moskova hattında, geçen ay Cumhurbaşkanı Mattarella'nın bir konuşmasında Ukrayna'yı işgalinden ötürü Rusya'yı Nazi Almanyası'na benzetmesiyle başlayan ve Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova'nın buna sert yanıt vermesiyle söz düellosu şeklinde gelişen diplomatik kriz, sona erdiği düşünülürken bugün yeniden alevlendi.
Sözcü Zaharova'nın, Cumhurbaşkanı Mattarella'nın "Rusya'nın nükleer silah kullanmakla tehdit ettiği" yönündeki açıklamasına karşılık, "Bu yalan. Bu gerçek değil. Bunun hesabının verilmesi gerekiyor" ifadesini kullanması, İtalya'da tepkilere yol açtı.
Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tajani, X platformunda yaptığı paylaşımda, "Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella'ya yönelik bir kez daha yapılan sözlü saldırıyı sert bir şekilde kınıyorum. Kendisi barış insanı, ülkenin ve Avrupa Birliğinin sembolüdür. Bu nedenle, Rusya Büyükelçisinin Dışişleri Bakanlığına çağrılması talimatını verdim. Cumhurbaşkanına en içten dayanışmamı sunuyorum" açıklamasına yer verdi.
İktidarın küçük ortaklarından olan ve dönem dönem Rusya yanlısı bir tutum sergilemekle eleştirilen aşırı sağcı Lig Partisi'nden de bu son krize ilişkin yapılan açıklamada, "Lig, her zaman ulusal egemenliğin korunmasından yanadır. Cumhurbaşkanıyla dayanışma içinde olmak, tonu düşürmek gerekir. Herkes nihayet barışa ulaşmak için çalışsın" değerlendirmesinde bulunuldu.
Senato Başkanı Ignazio La Russa da Rus yetkilinin, Cumhurbaşkanı Mattarella'ya yönelik sözlerinin "kabul edilemez" olduğunu kaydetti.
Geçen ay başlayan kriz
Cumhurbaşkanı Mattarella, 5 Şubat'ta, Marsilya Üniversitesi'nde fahri doktora beratı aldığı törende yaptığı konuşmada, Rusya'yı, Ukrayna'yı işgalinden ötürü Nazi Almanyası'na benzetmişti.
Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, 14 Şubat'ta, başkent Moskova'da düzenlediği basın toplantısında, Mattarella'nın açıklamalarını eleştirerek, bu açıklamaları "kutsal değerlere karşı saldırgan tutum" olarak nitelendirmişti. Zaharova, İtalya'nın 2. Dünya Savaşı esnasında Rusya'ya saldırdığını söylemişti.
Zaharova'nın bu sözlerine, İtalya'da iktidar ve muhalefet partileri tepki göstermişti.
Kaynak: AA
ABD'de federal yargıç, Başkan Donald Trump yönetimi tarafından işten çıkarılan binlerce federal çalışanın işe geri alınmasına karar verdi. San Francisco bölge mahkemesi yargıcı William Alsup, işten çıkarılan federal çalışanlarla ilgili davada kararını açıkladı. Beyaz Saray'ın, federal çalışanları işten çıkarma yetkisinin olmadığını belirten Alsup, Gazilik İşleri, Tarım, Savunma, Enerji, İçişleri ve Hazine bakanlıklarındaki departmanlardan Trump yönetimi tarafından işten çıkarılanların derhal geri alınması talimatını verdi.
Fransa Savunma Bakanı Sebastien Lecornu: Rusya bizi hasım seçti
Fransa Savunma Bakanı Sebastien Lecornu, ne tam anlamıyla savaşta ne de tamamen barış içinde olduklarını belirterek, "Rusya bizi hasım seçti" dedi
Lecornu, konuk olduğu France 2 kanalında Rusya-Ukrayna savaşına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Kiev hükümeti için güvenlik garantisinin, Ukrayna'nın silahsızlandırılmamasından geçtiğini vurgulayan Lecornu, bunun kendileri için "kırmızı çizgi" olduğunu belirtti.
"Ancak ateşkesi ya da kötü bir barış anlaşmasını, Rusya’nın (askeri) kapasitesini yeniden oluşturmasına olanak tanıyacak kötü bir taktiksel duraklamayla karıştırmamak gerekir" diyen Lecornu, kalıcı bir barış istediklerini ifade etti.
Lecornu, "Rusya, bir savaş biçimini yeniden icat ediyor. Bu da savaşta olmadığımız ancak artık tamamen barış içinde de bulunmadığımız anlamına geliyor" diyerek, enerji savaşları ve siber saldırılar gibi bazen gözle görülemeyen tehditlerle karşı karşıya olduklarını dile getirdi.
Artık işgal edilmeden de yenilginin mümkün olduğunu söyleyen Lecornu, "Rusya bizi hasım seçti, yavaş yavaş bir çatışma mantığına doğru ilerliyoruz" şeklinde konuştu.
Lecornu, Avrupa'daki ABD birliklerinin çekilme ihtimaline ilişkin net bir bilgi olmadığını belirterek, savaş alanında olduğu gibi barış zamanında da hava sahasının korunması gerektiğini vurguladı.
Tesla misilleme tarifelerinin neden olabileceği maliyet artışlarına karşı uyardı
ABD'li elektrikli otomobil üreticisi Tesla, ABD'nin tarifeleri karşısında diğer ülkelerin olası misilleme önlemlerinin maliyet artışlarına neden olabileceğini açıkladı
Tesla, ABD Ticaret Temsilcisi'ne (USTR) gönderdiği mektupta, ABD'nin haksız ticaret uygulamalarına karşı önlemlerini desteklediğini ancak bunlara karşı diğer ülkelerin atacağı adımların ABD'li şirketlere zarar verebileceği konusunda uyardı.
Haksız ticareti düzeltmeye yönelik olası eylemler değerlendirilirken ABD'den yapılan ihracatın da dikkate alınması gerektiği vurgulanan mektupta, ABD'li ihracatçıların, diğer ülkelerin ABD'nin ticaret hamlelerine verdiği karşılık nedeniyle orantısız etkilere maruz kaldığı aktarıldı.
Mektupta, geçmişte ABD'nin aldığı ticaret önlemlerinin, hedef alınan ülkelerin elektrikli araçlara uygulanan gümrük vergisini artırma gibi önlemlerle karşılık vermesiyle sonuçlandığı hatırlatıldı.
Bunların Tesla'nın ABD'de üretilen araçlarının maliyetini artırdığı belirtilen mektupta, araçların ihracatında da maliyet artışına neden olarak ABD'li üreticilerin uluslararası pazardaki rekabet gücünü zayıflattığı aktarıldı.
Mektupta, USTR'nin gelecek adımlarında bu olumsuz sonuçlardan kaçınmanın yollarını araştırması gerektiği belirtilerek, "Ticari eylemler, yerli üretimi daha da artırma ve destekleme hedefleriyle çelişmemelidir" ifadeleri kullanıldı.
Trump yönetimi doğumla vatandaşlık hakkını kaldıran kararın kısmen uygulanmasını talep etti
ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, doğumla vatandaşlık hakkı elde edilmesini engelleyen kararnamenin kısmen yürürlüğe girmesine izin verilmesi için Yüksek Mahkemeye başvurdu
Columbia Üniversitesi, Filistin'e destek gösterilerine katılan bazı öğrencileri okuldan attı
ABD'de Columbia Üniversitesi, geçen seneki Filistin'e destek gösterileri sırasında Hamilton Hall binasına giren bazı öğrencilerin okuldan atıldığını, uzaklaştırıldığını ve mezun olanların ise diplomalarının geçici süreliğine iptal edildiğini bildirdi
Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Amor: Türkiye ile savunma bağlarını geliştirmeye açığız ama ufukta üyelik yok
ABD’nin savunma konusunda Avrupa’dan uzaklaşacağının sinyallerini vermesiyle Avrupa’da oluşacak yeni güvenlik mimarisinde Türkiye’nin alabileceği rol tartışılmaya başlandı. Fransız gazetesi Le Monde, Ankara’yı “vazgeçilmez bir müttefik” olarak niteledi. Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor, AB’nin Ankara ile güvenlik konusunda yakınlaşmaktan memnuniyet duyacağını, ama Türkiye’nin S-400’leri elden çıkarması gerektiğini vurguladı. Amor, bu yakınlaşmanın Türkiye’ye AB üyeliği getirmeyeceğini söylüyor
ABD AB’den uzaklaşırken ufukta yeni bir Avrupa savunma mimarisi görülüyor. Türkiye bu yapıda ne rol oynayacak?
Bu durumun farklı katmanları var. Birincisi hükümetin bu konuyla ilgili yaptığı yoğun propaganda. Hükümete yakın isimler ‘askeri kuvvet bize AB üyeliğinin kapılarını açıyor’ söylemini yayıyor. Türk medyasında her gün bu söylemi tekrar eden yazılar yayımlanıyor. Anlatı bu, propaganda yapılıyor. Gerçek olan ise şu: Sanıyorum bazen Türkiye’nin zaten Batı’nın güvenlik mimarisinin bir parçası olduğu unutuluyor. Batı’nın en büyük askeri gücü olan NATO’nun bir parçası. Evet AB güvenlik odaklı bazı adımlar atıyor, ama Türkiye zaten NATO üyesi vasfıyla Batı savunmasının bir parçası.
İkinci katman: Evet, AB savunma ve güvenlikte hareket kabiliyeti ve satın alma konusunda yeni işler yapıyor ve bazı adımlara Türkiye davet edilmedi. Ancak kimsenin konuşmadığı bir konu Türkiye’nin S-400 füzeleri olması. Eğer güven ortamı yaratmak istiyorsak Türkiye’nin ikili oynamadığından emin olmalıyız. Türkiye bir NATO üyesi, ama bu Rus füzeleri NATO sistemlerine uygun değil.
Gerçekçi açıdan bakarsak savunma ve güvenlik konusunda her türlü müttefiki aradığımız doğru. ABD’nin politikaları Avrupa’nın üzerine ciddi bir yük bindiriyor. Türkiye ile savunma ve güvenlik konusunda ilişkimize seviye atlatmaya hazırız. Ancak bunun için güven tekrar kazanılmalı. Bunun için de Türkiye bir Batı müttefiki olduğunu kanıtlamalı. S-400’lerden kurtulunursa bu teması kurup gerekli güveni oluşturmaya biz de hazırız.
Savunma ve güvenlik alanındaki bazı konularda Türkiye ve AB arasında temaslar kurmaya hazır olsak da askeri gücün AB üyeliğinin kapılarını açtığı mantığını açıkça reddediyoruz. Üyelik demokrasiyle ilgilidir. Bu konu neden Türkiye’de açıkça anlaşılmıyor, anlamıyorum.
“Tek çıkış yolu Türkiye değil”
Geçen haftalarda Ukrayna’daki krizle ilgili olarak Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Londra’da Avrupa liderleriyle bir görüşmeye davet edildi. Üyeliğin bir anda tamamlanabilecek bir süreç olmadığı belli, ancak yeni jeopolitik gerçeklik AB ve Türkiye arasında bir yakınlaşma süreci başlatır mı? Örneğin üyelik olmasa da üyelik sürecine dönüş yolunda donmuş müzakereler tekrar başlayabilir mi?
Hayır. Müzakerelerde yeni bir fasıl açıp 10 dakika sonra tamamlayabileceğimiz bir yol görmüyorum. Böyle bir şey Türkiye için iyi olur mu ondan da emin değilim. Üyelik süreci normatif bir süreçtir. Liyakate dayalıdır ve savunma ile bir alakası yoktur. Türkiye’de birçok kişi karmaşık mesajlar veriyor. Bu milliyetçi söylemlerin bir parçası. Avrupa krizden çıkamaz deniyor. Avrupa her krizden çıkmayı başardı. 2008 finansal krizini atlattık. Brexit’ten sonra Türkiye’de yine benzer söylemler vardı; Avrupa için tek çıkış yolu Türkiye deniyordu. O zaman da bu söylemlerin bir gerçekliği yoktu, şimdi de yok.
Evet, mevcut durum ilişkilerde iyi bir hava yaratabilir. Güven tekrar kazanılırsa savunma ve güvenlik konusunda ilişkimizi daha derinleştirebiliriz. Ama üyelik süreci için yapılması gerekenleri Türkiye yapmıyor. O yüzden müzakereleri tekrar başlatacak bir ortam yok. AB’nin güvenlik mimarisinde daha geniş yer almak üyelikle alakalı değildir. Ancak Türkiye’nin burada derin rol oynaması iki taraf için de iyi olur. Temas kurmaya hazırız.
Bu hafta Financial Times’ta yer alan habere göre NATO Genel Sekreteri Mark Rutte de AB’den Ankara ile siyasi farklılıklarını bir kenara bırakıp güvenlik işbirliğini derinleştirmesini istedi. Mevcut iklimde bu mümkün mü?
Kesinlikle. Azerbaycan’la, Tunus’la, Mısır’la ve demokrasi standardı AB’ye uygun olmayan birçok komşuyla temas kuruyoruz. Bu bambaşka bir konu. Göç, enerji, doğalgaz gibi konularda işbirliği AB üyeliğine giden bir yol olarak görülmüyor. Eğer sonunda S-400’den kurtulurlarsa Türkiye’nin Avrupa güvenliği konusunda bizimle aynı gemide olması iyi olur. Türkiye ile birçok alanda işbirliği fırsatı var. Ama lütfen bu durum üyelik için bir kart olarak kullanılmasın. Bu daha önce birçok kez yapıldı. Biz hala demokrasiler kulübü olduğumuz konusunda oldukça inatçıyız. Üyelik süreci drone’lar veya Türk ile İtalyan savunma şirketlerinin birlikte iş yapmasıyla bağlantılı değil. Bu süreç daha çok Kavala’larla, Demirtaş’larla, yerine kayyım atılan belediye başkanlarıyla ilgili.
Peki Avrupa’nın ABD’den tamamen bağımsız olarak kendini silahlandırmak için yeterince parası ve teknolojik kapasitesi var mı?
Öncelikle NATO varlığını sürdürüyor, ABD ayrılma yönünde bir adım atmadı. Yani olası bir saldırıda kolektif savunma taahhüdü sürüyor. Tabii ki Avrupa olarak askeri kapasitemizi artırmamız gerektiğinin farkındayız. Ne yönde? Öncelikle Ukrayna. ABD’nin politikasını tamamen değiştirmesinin ardından biz Ukrayna’ya taahhütlerimizi sürdürmek istiyoruz. Hemen gerekli askeri üretim yapılamasa bile Ukrayna’ya gerekli teçhizatları alacak gücümüz var. Avrupa krizde güçlenir. Tarih bunu göstermiştir. Krizler hep bizim siyasi ve ekonomik entegrasyonumuzu güçlendirmiştir. O yüzden bu krizden de daha güçlü çıkacağız.
Sizce bu kriz AB’nin genişlemesini hızlandıracak mı veya üyelik standartlarında değişime sebep olacak mı?
Hayır. AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri ile bir toplantı yaptık ve genişlemenin mevcut haliyle devam etmesine taahhüdümüz vurgulandı. Prosedür değişmeyecek. Geçmişte bazı jeopolitik değişimler genişleme iştahını artırdı. Bu Avrupa’nın güneyindeki diktatörlükler devrildikten, Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra oldu. Genişlemenin merkezinde hep jeopolitik olaylar vardı, ama o zaman da bugün de üyelik süreci hep liyakate dayalıydı. Bence bu kriz de genişleme isteğini artıracak. Önümüzdeki yıllarda 10 aday ülkeden 6’sı veya 7’si üye haline gelebilir.
Mevcut şartlarda AB içinde Türkiye’yi vazgeçilemez bir müttefik olarak görenlerin sayısı artıyor mu?
Bu hemen olacak bir şey değil. Çünkü demokratik standartlardaki geriye gidiş kaçınılmaz olarak Türkiye’nin imajını mahvetti. Ülke artık neredeyse tamamen bir otoriter ülke olarak görüyor. Bu imajı geri çevirmek için çok yol almamız gerekiyor. Ama savunma ve güvenlik konusunda konuşmak iyi bir başlangıç olabilir. Böylece Avrupa kamuoyu Türkiye’ye farklı bir perspektiften bakmaya başlayabilir. Kaybedilen şeyleri geri kazanmaya başlarız. Ancak son 10 seneden kaybedilenler bir gecede geri gelmeyecek. Ancak çalışmalı ve bu yolu açmalıyız. Türkiye’yi Londra’daki gibi diğer toplantılara davet ederek güveni artırmalıyız. Türkiye’nin S-400’lerden kurtulması farklı bir imaj yaratabilir, savunma konusunda işbirliğinin önünü açabilir. Bu çok iyi bir hava yaratır.
Vize ve Gümrük Birliği
Peki bu süreçte AB’den vize serbestisi ve Gümrük Birliği’nin güncellenmesi yönünde adımlar beklenmeli mi?
Bakan Fidan, Gymnich’e davet edildi, Cumhurbaşkanı Erdoğan da Londra’ya Bence bunlar iyi sinyaller. Vize serbestisi siyasi şartlara bağlı; Terörle Mücadele Kanunu ve veri koruması konusunda adımlar atılması gerekiyor. Gümrük Birliği ise hukuki belirlilik ilkesiyle bağlantılı. Eğer bu yoksa, iktidar iş insanlarına saldırıyorsa durum zorlaşıyor. Mehmet Şimşek için bu durumu yönetmek kolay değil. İstikrar gerekli. Türkiye’nin yanımızda olması güzel, ama son 10 yılda atılan adımları tersine çevirecek bir boyut da gerekiyor.
Daha önce Fransa Cumhurbaşkanı Macron, bağımsız bir Avrupa ordusu ihtimalini dile getirmişti. ABD’nin Avrupa’dan uzaklaşmasıyla NATO’dan bağımsız, AB üyesi olmayan ülkeleri de kapsayacak ortak Avrupa ordusu fikri tekrar köşe yazılarında belirmeye başladı. Böyle bir olasılık var mı?
Ben bu konuda bir uzman değilim, ama kimse NATO’nun yerine bir şey oluştuma niyetinde değil. NATO hala en önemli güvenlik garantimiz. Büyük ihtimalle önümüzde NATO’nun yönetilmesiyle ilgili zor bir süreç var ama kimse onun dışında büyük bir askeri kol yaratmayı düşünmüyor. Tabii ki biz mantığımızı değiştirmeliyiz. Daha çok silah üretmeliyiz, harcamalar artmalı. AB’nin önünde birçok seçenek var, ama kimse şu anda ayrı bir Avrupa ordusu üzerine kafa yormuyor. Bir Avrupa NATO’su kurmak gibi bir istek yok. Gelecekte böyle bir şey olursa AB üyesi olmayan ülkeler dahil edilir mi bilmiyoruz.
Trump politikaları küresel piyasaların şirazesini kaydırdı. Gümrük vergisi konuldu “sat”, ertelendi “geri al”, vazgeçtik hemen başlayacak, “tekrar hisseleri sat”. Gümrük vergisi konulan ülkeler de ağız tadıyla karşılık veremiyor. Kanada tepki olarak ABD’ye sattığı elektriğe yüzde 25 zam yapıp kendince sert yaptığını zannetti. Trump akabinde Kanada’dan alınan çelik ve alüminyuma gümrük vergisini ikiye katlayıp yüzde 50’ye çıkaracağını söyleyince, Kanada pardon diyerek elektrik zammını geri çekti. Trump da bu durumda geniş gönüllü olduğunu gösterip gümrük vergilerini iki katına çıkarmaktan vazgeçti. Bütün bu haber akışları olurken hisse senedi piyasalarında da önce aşağı sonra yukarı ciddi günlük hareketler yaşıyoruz. Keza Zelensky’nin Trump’la skandal toplantısı sonrasında mineral anlaşmasını imzalamayıp dönmesi, ardından ABD’nin istihbaratı kesmesiyle tekrar imzalamaya karar vermesi gibi gel-git durumları da küresel borsalarda riski olanlara uykusuz geceler yaşatıyor.
Suriye’de herkes için ileriye doğru hayati bir adım
Suriye’nin geçici yönetimi ile SDG arasındaki mutabakatın SDG-Şam ve SDG-Türkiye trafiğini olumlu yönde etkilemesi bekleniyor. Ateşkes süresince PKK kadrolarının Suriye’den tamamen çekilmesi ve PKK ile ilgili sürece dahil olmaları Türkiye’yi gözeten anlamlı bir ilerleme olacaktır
Bugüne nereden ve nasıl geldik?
1 Ekim 2024 günü TBMM açılışında Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına yönelerek Tuncer Bakırhan ve beraberindekilerle tokalaşması, Kürt meselesinde yaşadığımız yeni sürecin başlangıç noktası kabul ediliyor.
Öcalan’ı önce “örgütünü tasfiye etmeye” çağıran Bahçeli, sonraki hafta onu DEM Parti grubunda konuşma yapmaya ve “örgütün lağvedildiğini haykırmaya” davet edip kendisi için “umut hakkı” tartışmaları başlatınca meselenin ciddiyeti anlaşılmış oldu.
Türkiye siyaseti ve kamusal ortamı Bahçeli ve Öcalan’ın hızına yetişmekte zorlansa da 1 Ekim günü başlayan süreç inişleri ve çıkışlarıyla devam etti ve nihayet Öcalan’ın silahsızlanma çağrısı geldi. Gayet açık ve silahsızlanma kongresini toplama tavsiyesi değil talimatı veren çağrıya PKK tarafından da olumlu cevap verildi ve ilk elde ateşkes ilan eden örgüt silahsızlanma kongresini toplayacağını açıkladı. Bugün itibarıyla süreç büyük bir engel çıkmazsa PKK kongresinin toplanacağı ve silahsızlanmanın gerçekleşeceği istikamette ilerliyor.
30 Eylül günü kimsenin beklemediği bir tokalaşma ve hiç zemini yokmuş görünen sürecin esas dinamiğinin 7 Ekim’de İsrail’de kırılan fay hattının hızlandırdığı jeopolitik olduğu artık izahtan vareste olmasa da herkes tarafından daha iyi anlaşılmış görünüyor. Bu yönüyle 2013-15 yılları arasında yürütülen çözüm sürecine de benziyor. 2013-15 arasında Arap Baharı eylemlerinin bölgeyi istikrarsızlaştırması riski karşısında bir tedbir olarak ve Arap Baharı’na bir cevap olarak başlayan süreç yine jeopolitiğin baskın olduğu gerekçelerle sona ermişti.
Suriye Kürtlerinin silahlı örgütü YPG, geniş bir alana hakim olmuş ve Suriye’de bir Kürt koridoru oluşma ihtimali Türkiye’nin güvenliği için yüksek düzey alarm hali yaratmıştı.
Suriye iç savaşı başladıktan kısa zaman sonra Esad lehine savaşa müdahil olan “Direniş Ekseni”nin amirali İran ve Lübnan Hizbullahı Ekim 2023’ten bu yana İsrail’in saldırılarıyla birlikte hem içeride hem Suriye’de önemli oranda etkisizleşti. Zaten oldukça kırılgan olan bölgesel istikrar, İran’ın vekil ağının kollarını kopardığı gibi Suriye’de Esad’ın düşüşünün de yolunu açarak bölgede beklenmedik ve öngörülemez bir tablo yarattı. Özellikle ABD Başkanı Donald Trump’ın İran takıntısı da dikkate alındığında fay hatlarının daha da kırılabileceği muhtemel. Bugünden bakıldığında Türkiye’de “Bahçeli Girişimi” olarak başlayan yeni süreç esas olarak bu bölgesel istikrarsızlığın yaratacağı belirsizliğe karşı bir cevap arayışının ürünüydü.
Bu uzun arka plan bilgisinden güncele dönecek olursak mektup okundu ve silahsızlanma süreci fiilen başlamış oldu. Taraflar arasında süreçteki ilk ve büyük görüş ayrılığı da çağrıdan sonra ortaya çıktı. Mazlum Abdi çağrının kendilerini kapsamadığını belirtirken AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik ve Devlet Bahçeli YPG’nin de tasfiye çağrısına dahil olduğunu vurguladılar.
Çağrı kimi kapsıyor kimi kapsamıyor?
Ben özetle çağrının doğrudan YPG’yi içermediğini ama YPG’yi sürecin dışında da tutamayacağımızı düşünüyorum. Suriye’de YPG açısından silah bırakmanın koşulları son bir haftada daha da zorlaşmışken YPG’yi de çağrıya dahil etmenin PKK kongresini ve silahsızlanmasını geciktirme riski barındırdığını da eklemeliyim. Bu nedenle Türkiye’deki süreci en azından bundan sonra Suriye’den ayrıştırmak gerekiyor. Birbirini etkilemesi söz konusu olmakla birlikte paralelde yürümesini beklemek jeopolitiği ıskalamak anlamına gelecektir. Özellikle Mazlum Abdi ile Ahmed Şara’nın entegrasyon anlaşması imzalaması ardından YPG sürecinin Suriye’nin kendi iç dinamikleri içinde bir çerçeve alacağı anlaşılıyor.
Makul olan PKK kongresini ve silahsızlanmasını kendi takviminde işletirken süreçte YPG ve SDG ile ilgili süreci de kendi özgün koşulları içinde işletmektir. Nitekim Mazlum Abdi, geçtiğimiz ay kendisine sorulan bir soru üzerine “Ne Suriye Irak’tır ne de Suriye’nin kuzeydoğusu IKBY’dir” şeklinde bir cevap verdi ve hem demografik hem de coğrafi bölge ayrımı vurgusu yaparak koşulların özgünlüğüne vurgu yaptı. Dolayısıyla Suriye’de bir federatif yapı yahut adı konulmuş bir idari özerkliğin bugünkü koşullarda masada olmayışını Suriye’nin özgül koşulları ve Suriye’deki tarafların güç dengesi ile açıklamak mümkün. Ancak Suriye’nin aşırı merkeziyetçi bir devlet olamayacağı da bir o kadar aşikar görünüyor.
Mutabakatın kazananları
Bu noktadan hareketle merceği esas konuya, SDG lideri Mazlum Abdi ile Suriye’nin geçici Devlet Başkanı Ahmed Şara arasında imzalanan mutabakatın SDG-Şam ilişkilerine ve bunun Türkiye’de yürüyen süreçle ilişkisine çevirebiliriz.
SDG ile Şam arasında imzalanan mutabakatın kazananları listesini uzatabiliriz ama ben Şara ve Kürtler açısından önemini vurgulamakla yetineceğim. Alevi bölgesinde yaşanan sivil katliamını önleyemeyen Şara’nın meşruiyeti büyük ölçüde zedelenmiş, ülke Irak’ın 2005 yılına benzer bir kaosun eşiğine sürüklenmişti. Daha önce Kürtler ve Dürziler ile diğer askeri yapıları kendilerine katılmaya çağıran Şara’nın entegre olan gruplara bile hükmedemediği, bu yolla bir yeniden inşanın büyük ölçüde zayıfladığı da aşikar olmuştu. Böyle bir aşamada yapılan bu mutabakat, Şara’nın meşruiyetini kendisine yeniden teslim ederek hem Şara’yı hem de Suriye’nin geleceğini uçurumun eşiğinden almış oldu.
Merkezinde ABD’nin olduğu anlaşılan ancak Türkiye’nin onayı olmadan gerçekleşmesi pek mümkün görünmeyen mutabakatın Kürtler için tarihi bir kazanım olduğunu teslim etmek gerekiyor. Daha geçtiğimiz günlerde Suriye Diyalog Konferansı’na davet edilmeyen ve iç savaş öncesi Suriye’de önemli bir bölümünün nüfus cüzdanı sahibi bile olamadığı Kürtler, yeni devletin inşasında kurucu unsur olarak yer alacaklar. Diğer taraftan Suriye Kürtlerinin artık asli unsur olarak Türkiye’nin gözünde meşruiyet problemini önemli ölçüde gidermiş olmaları beklenecektir. Türkiye’nin Rojava’ya askeri operasyonu ihtimali ortadan neredeyse tamamen kalktı. Bu durum Suriye Kürtlerine rahat bir nefes aldıracak ve Türkiye ile ilişkilerini pozitif etkileyecektir. Batılı ülkelerin “Kürtler ne olacak?” sorularını da önemli oranda izale edecek mutabakat, Şara’nın Batılı ülkeler nazarında meşruiyetini pekiştirecek. Aynı zamanda ülkede iç gerilim ihtimalini de azaltma yönünde motivasyon sağlayacak bu girişim Ankara açısından hem güvenlik risklerinin minimize olması hem de kalkınma konusunda fırsat penceresi olacak.
Suriye Kürtlerini asli unsura ve Mazlum Abdi’yi Suriye Kürtlerinin temsilcisi bir devlet adamına dönüştüren mutabakatın Türkiye’de yürütülen sürecin bir sonucu olmakla birlikte sınır içinde bazı olumlu gelişmelerin sebebi de olabileceğini öngörüyorum. 2015’te Suriye’nin kuzeyinde tıkanmış ve 2024’te o düğümü çözmek üzere başlamış süreç gereği Öcalan’dan gelen silahsızlanma çağrısı ve PKK cenahının olumlu cevabı hem Suriye hem de Türkiye sathında kolaylaştırıcı bir işlev görmeye devam edecek görünüyor.Yukarıda bahsettiğim gibi silahsızlanma çağrısı değilse bile sürecin SDG’yi kapsadığını göz önünde bulunduracak olursak, PKK tarafında başlayacak silahsızlanma SDG’nin entegrasyonunu da kolaylaştıracaktır. Silahsızlanma her zaman silahları gömmek anlamına gelmiyor, silahların tehdit olmaktan çıkması da sürecin ihtiyacını giderecektir. Yani PKK için elzem olan silah bırakma, Suriye Kürtleri için başka bir formüle dönüşebilir. SDG’nin tamamen yahut kısmen silahsızlanarak merkeze entegre olması yahut merkeze bağlı bir güç olarak varlığını koruması tarafların, özellikle Türkiye’nin rıza göstereceği bir formülde gerçekleştiği taktirde sürecin SDG’yi kapsayan ayağı tamamlanmış olacaktır.
Tanınma, entegrasyon çatışmasızlık
Halihazırda yapılan anlaşma tanınma, merkeze entegrasyon ve çatışmasızlık ilkelerini öne çıkarmasıyla Suriye’nin geleceğinde ileriye doğru önemli bir sıçrama niteliği taşıyor. Ancak Suriye’de herkesin zamana ihtiyacı var.
Mutabakatın üçüncü maddesi olan ateşkes, SDG ile Şara yönetiminin tıkanıklıkları aşmak için silaha başvurmayacakları anlamına geliyor. Bu da tarafları mümkün oldukça müzakereye zorlayacaktır. Halihazırda HTŞ ile SDG arasında bir çatışma zaten yoktu. Tişrin Barajı çevresindeki çatışmalar Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) ile SDG güçleri arasında zaman zaman alevleniyor. Yani HTŞ bu çatışmaların henüz tarafı değil gibi görünüyor. HTŞ’nin Şam’ı almakla neticelenen aralık operasyonundan bu yana Kürt güçleriyle karşı karşıya gelmemeye özen göstermesi ve SDG’nin durumu bir fırsatçılığa dönüştürmemesi tarafların iyi niyet göstergesi olarak ön açıcı oldu.
Şiddetin Suriye’deki yıkıcı etkisini ve yeniden yapılanmaya ket vuracağını bilen tarafların kolaydan başlayacağını, sivil kurumların entegrasyonunda pek zorluk yaşamayacakları tahmin ediyorum. Dolayısıyla doğal beklenti sivil entegrasyon devam ederken silahlı çatışmasızlık halinin devam etmesi. Halihazırda aktif bir çatışma hali olmadığından HTŞ ve SDG güçleri içinden herhangi bir grubun bu anlaşmanın hilafına davranması beklenmiyor. Ancak Suriye’nin tamamına hükmetme ve bütün silahlı grupları bünyesine katma iddiasında olan Şara’nın SMO güçlerini durdurması da başka bir doğal beklenti. Fakat burada esas belirleyici gücün Şara ve HTŞ değil Türkiye olduğunu da herkes biliyor.
Anlaşmanın başka önemli bir maddesi, diğer maddelerin uygulanması için belirlenen süre. Buna göre oluşturulacak yürütme komiteleri anlaşma maddelerinin en geç yıl sonuna kadar uygulanması için çalışacaklar. Bu süre hem uzun hem kısa. Bu kadar istikrarsız bir bölgede, önümüzdeki dokuz ayda neler olacağını kestiremeyeceğimiz için uzun. Ancak yine bu istikrarsızlık sebebiyle de anlaşmanın işlemesi zaman istiyor ve bu süre dokuz ayı geçebilir. Bu süre zarfında işler ileriye doğru devam ederse tarafların süreyi uzatabileceklerini tahmin edebiliriz. Şara’nın Ulusal Konferans’ı toplama biçimi ve kapsayıcılıktan yoksunluğu gibi örnekler dikkate alındığında da itidali elden bırakmamak gerekiyor. Her halükarda SDG, ABD’nin bölgeden çekilme yönündeki belirsizliği ve Türkiye’nin tehditleri karşısında sıkışmış olsa da Şara da “devrimin” meşruiyetinin ve başarısının yolunun Kürtlerle uzlaşmaktan geçtiğinin farkında.
Başka bir tahmin şu olabilir: Eğer Trump nevi şahsına münhasır bir çıkışla işleri değiştirmezse mutabakatın garantörü konumundaki ABD’nin Suriye’deki güçlerini en azından 2026’dan önce çekme ihtimali oldukça zayıf görünüyor. Hatta İran’ın bir daha Suriye-Lübnan-Filistin hattına girmemesi için Kürtler ve Şara yönetimiyle birlikte yeni bir mihver olacağı da anlaşılan ABD’nin bölgedeki askeri varlığını çekmemesi de güçlü seçenek. Yine iddialara göre “ABD’nin Suriye’deki birliklerini çekme niyetini açıktan göstermesi ve bunu bir baskı unsuru olarak kullanmasının” anlaşmanın gerçekleşmesinde önemli bir rol oynadığı göz ardı edilmemeli. Bu noktada Abdi’nin Şara’dan nasıl bir garanti aldığı da merak konusu.
Sonuç
Suriye gibi istikrarsız, henüz toparlanma emareleri zayıf olan ve silahların daha fazla konuştuğu bir bölgede 70 binden fazla üyesiyle HTŞ’den daha kalabalık ve bir düzenli ordu hüviyetindeki SDG’nin bugünden yarına PKK gibi silahsızlanması ve tasfiyesi mümkün görünmüyor. Ancak PKK sathında bir silahsızlanma sürecinin de Suriye Kürtlerinin entegrasyonunu kolaylaştırdığı görülüyor.
Şara ile Mazlum Abdi arasındaki mutabakat aynı zamanda Suriye’yi yeni bir iç savaş riskinden alıkoyuyor. Yeni bir iç savaşın ekonomik, sosyal ve göç maliyetini üstlenebilecek herhangi bir bölgesel ve küresel aktör olmayışı bu aktörleri de anlaşmayı zorlamak yönünde harekete geçiriyor. Suriye’ye dönük yaptırımların kaldırılarak ülkenin rahat bir nefes almasını sağlayacak gelişmeler de bu anlaşma ile daha mümkün hale gelmiş görünüyor.
İleriye doğru atılmış bu hayati adımın SDG-Şam ve SDG-Türkiye trafiğini olumlu yönde etkilemesi bekleniyor. Ateşkes süresince PKK kadrolarının Suriye’den tamamen çekilmeleri ve PKK ile ilgili sürece dahil olmaları Türkiye’yi gözeten anlamlı bir ilerleme olacaktır. Türkiye’den gelecek her olumlu reaksiyon ve eylemin de trafiği ileriye doğru güçlü bir şekilde hızlandıracağı, dolayısıyla Suriye’nin çoğulcu bir yeniden inşasına katkı yapacağı hem tahmin hem de temenni olarak yazının son cümlesi olmaya uygun düşüyor.
Suriye Demokratik Güçleri kimlerden oluşuyor?
Kürtlerin ağırlıklı olduğu ancak Arap, Süryani, Ermeni ve Türkmen gruplar da barındıran SDG’nin silahlı gücünün büyük kısmını YPG oluşturuyor. ABD tarafından desteklenen grubun 10 Ekim 2015’te ortaya çıkış amacı, IŞİD ile mücadeleydi. Ancak Türkiye’nin YPG’ye yönelik operasyonları nedeniye defalarca Türk askeriyle ve Türkiye’nin desteklediği SMO ile çatıştı. Bazı kaynaklara göre 100 bin kişi kadarlar. Liderleri Abdi, 2012’ye kadar doğrudan PKK üyesiydi. Türkiye’nin yanı sıra Interpol’ün de arama listesinde yer alan Abdi için Abdullah Öcalan’ın “manevi oğlum” diye söz ettiği bazı haberlere konu olmuştu.
İlk işbirliği alanı cezaevindeki IŞİD’liler
“SDG ile Şam yönetimi arasındaki erken işbirliği alanlarından biri, IŞİD tutuklularının bulunduğu hapishane ve kampların kontrolü olabilir. Bu kapsamda, SDG ve Şam yönetiminin ortak bir mekanizma aracılığıyla bu kampları gözetlemesi, hem SDG’nin varlığı sebebiyle uluslararası koalisyonun güvenlik endişelerini giderecek hem de sorumluluğun tamamen Kürtlerin omzunda kalmasını engelleyecektir.”
Gerçek tehditler savaş tamtamları arasında unutuluyor
Sol görüşlü Alman gazetesi Taz’ın yazarlarından Ilija Trojanow, Almanya’da silahlanma tartışmaları arasında iklim krizi gibi daha acil tehditlerin unutulduğunu vurguladı
Yeniden başlıyor. Mırıldanmalar. Bir türlü kalkmayan sabah sisi. Korkuları körüklüyor, henüz yükselmemiş duvarların üzerine tehdit dolu yazılar yazılıyor. Ve bin yıldır her derde deva olan o çözüm yüksek sesle pazarlanıyor: Bedeli ne olursa olsun silahlanın! Bir gazete konu savunmaysa en kötüsünü düşünmemiz gerektiğini söylüyor. Hatta düşünmek için bile zaman yok. Her köşe yazısında ‘kader günlerinde’ olduğumuz yazıyor. Güçlenmeli, olgunlaşmalı ve askeri bir güç haline gelmeliyiz. Çok geç olmadan. Hatta hemen.
Peki bizi tehdit eden kimdir? Çok açık, görmüyor musun? Rusya! ABD olmadan mahvolduk. O halde, güçlü ve zayıf yönleri kıyaslayalım. Avrupalı NATO ülkeleri, GSYİH’si İtalya’nınkinden daha düşük olan Rusya’dan çok daha büyük bir ekonomik çıktıya sahipler. Avrupalı NATO üyeleri savunmalarına yaklaşık 420 milyar ABD doları yatırım yaparken, Rusya yalnızca 300 milyar dolar yapıyor. Ki Rusya bunu ulusal bütçesinin üçte birini harcayarak yapıyor. Bu da sürdürülebilir bir durum değil.
Dahası, ABD olmasa bile NATO neredeyse tüm temel askeri parametrelerde Rusya’dan üstün: Statista’ya göre NATO’nun 2025 yılında yaklaşık 3.44 milyon askeri vardı. ABD birliklerini çıkarırsanız, 2.14 milyon aktif asker kalırken, Rusya’nın çoğu Ukrayna savaşıyla meşgul 1.2 milyon askeri var. Savaş tankları açısından bakıldığında, yaklaşık 2 bin Rus tankına karşılık 6 binden fazla Avrupa tankı bulunuyor. Avrupalı NATO ortakları 2 bin 73 savaş uçağına sahipken, Rusya’nın sadece bin 26 savaş uçağı var. 15 bin 399 topçu sistemi Avrupalı NATO devletlerine aitken, Rusya’nın 5 bin 399 topçu sistemi bulunuyor. Nükleer silahlar konusunda da stratejik bir denge söz konusu. Uzmanlara göre, yönetilebilir açıklar var: uluslarüstü entegrasyon, etkili koordinasyon için komuta merkezleri ve komuta sistemleri gerekiyor. Başka bir deyişle, daha fazla Avrupa entegrasyonu ve daha az ulusal müstakil çaba: “Rusya ile askeri bir çatışma riski düşük olduğu gibi nükleer bir değişim riski de düşüktür.” Viyana’da çalışan siyaset bilimci Velina Tchakarova böyle diyor. Dahası, Rusya’nın şu anki gücü hammadde için ekonomik şantaj ve dezenformasyon yoluyla siyasi müdahalede yatıyor; her ikisini de kendimizi fosil yakıtlardan bağımsız hale getirerek ve dezenformasyonla mücadeleyi cömertçe destekleyerek önleyebiliriz.
Mevcut odak noktası, sınırlar ve insansız hava araçlarıyla kontrol altına alınamayacak tehditleri göz ardı ediyor. Her şeyden önce iklim ve diğer ekolojik krizleri.
Spekülatif tehditler
Spekülatif bir tehdide - Rusya’nın NATO’ya olası saldırısı - bilimsel olarak kanıtlanmış bir tehditten daha fazla önem veriliyor: İklim krizi! Alman ordusunun savunmada yetersiz ve savaşa uygun olmadığı, askerlerin kasklarının ve silahların cephanesinin olmadığı söyleniyor. Eğer bu doğruysa, o zaman kendimize bunun sorumlusunun kim olduğunu sormalıyız. Ne de olsa Federal Almanya Cumhuriyeti yıllardır savunmaya büyük miktarlarda yatırım yapıyor ve 100 milyarlık özel bir fon da sağladı. Eğer bu meblağlar Almanya’nın öz savunmasını garanti etmiyorsa bakanlığı, bürokrasiyi ve askeri endüstriyi incelemeli ve Winston Churchill’in zafer sözleri yerine, askeri-endüstriyel kompleks hakkındaki uyarısı acı verici bir şekilde güncel olan Dwight D. Eisenhower’dan alıntı yapmalıyız. Savaş harcamalarının 2022’de 2.2 trilyon doları aşmasıyla birlikte, küresel silah ticareti karlı olduğu kadar kanunsuz ve yozlaşmış bir hal almış halde.Öte yandan Almanya’da milliyetçiliğin güçlendiği bir dönemde kitlesel silahlanma ne kadar mantıklı? Yeniden yayılmacılık fikrinin hakim olması ne kadar zaman alacak? Bunlardan gerçekten korkmalıyız.
Fox News bile artık Trump’ı savunamıyor
Sol görüşlü Amerikan dergisi The New Republic, “yandaş” Fox News’un dahi Trump’ın radikal ekonomi politikalarına dayanamadığını yazdı: Bu da Trump’ın siyasi projesinin oldukça kırılgan görünmeye başladığına dair bir emare. Bu tür bir muhalefetin arkası gelebilir
NEDEN HAMAS'I DOĞRUDAN MUHATAP ALDIKLARI, GÖRÜŞTÜKLERİ BELLİ OLDU ! :)
Gazze için müzakere yeniden başlıyor
Gazze için müzakerenin yeniden başlayacağını açıklayan Hamas, 1 rehine ve 4 rehine cenazesini teslim edeceklerini duyurdu. Serbest bırakılacak rehinenin ABD heyeti ve Hamas arasındaki müzakereler sonucu ABD'li rehine Edan Alexander olduğu ortaya çıktı
Al Jazeera'nin haberine göre Hamas Gazze ateşkesinin ikinci aşaması için İsrail ile ateşkes müzakerelerine başlamaya "tam olarak hazır" olduğunu teyit etti. Hamas'ın yaptığı açıklamada, "Dün, Hamas liderlik heyeti, arabulucu kardeşlerden müzakerelere yeniden başlama teklifini aldı" denildi ve ekledi:
"Bu sabah sorumlu ve olumlu bir şekilde yanıtımızı sunduk. Yanıt, Amerikan vatandaşlığı da bulunan İsrailli asker Edan Alexander'ın yanı sıra dört diğer çifte vatandaşın naaşlarının teslim edilmesine yönelik anlaşmayı da içeriyor."
Daha önce, Hamas yetkilisi Hossam Badran, grubun "ateşkes anlaşmasını çeşitli aşamalarında uygulamaya kararlı olduğunu ve işgalin üzerinde anlaşılanlardan sapmasının bizi en başa döndüreceğini" söyledi.
ABD'nin Alexander temasları
Başkan Donald Trump'ın özel elçisi Steve Witkoff, geçen hafta Beyaz Saray'da gazetecilere yaptığı açıklamada, Gazze'de Hamas tarafından tutulduğu düşünülen ve hayatta kalan son Amerikalı rehine olan New Jerseyli 21 yaşındaki Edan Alexander'ın serbest bırakılmasının "bizim için en önemli öncelik" olduğunu söyledi.
Alexander, İsrail ordusunda asker olarak görev yapıyordu. Boehler, onun serbest bırakılmasının ve dört Amerikalı-İsrailli rehinenin naaşlarının teslim edilmesinin, daha fazla esirin serbest kalmasına yol açmasını umduklarını belirtti.
Boehler ile Hamas arasındaki görüşmeler, Washington’un onlarca yıldır terör örgütü olarak tanımladığı gruplarla müzakere etmeme politikasını bozdu.
ELON MUSK KETAMİN Mİ KULLANIYOR ?
Elon Musk, geçen ay Muhafazakar Siyasi Eylem konferansında havada bir elektrikli testere salladı, bazı kelimeleri karıştırdı ve ABD ordusuna ait Fort Knox’ta altın saklanıp saklanmadığını sorguladı. Musk’ın sahibi olduğu sosyal medya platformu X’te ise insanlar ketamin hakkında paylaşımlarda bulunmaya başladı.
Musk geçmişte düzenli olarak ketamin kullandığını söylemişti. Dolayısıyla son yıllarda sıkça ne kadar kullandığı, bir konuşma yaptığında kafasının iyi olup olmadığı ve ketaminin davranışlarını nasıl etkilediği tartışılıyor. Geçen sene Musk, CNN’e verdiği söyleşide ketamini depresyon semptomlarına karşı reçeteli olarak kullandığını ve bir hafta aralıkla aldığını söylemişti. Sunucu Don Lemon kendisine ketamini istismar edip etmediğini sorduğunda ise Musk, “Sanmıyorum. Çok fazla ketamin kullanırsan iş yapamazsın” dedi ve daha sonra yatırımcılarının kendi ilaç kullanımını sürdürmesini isteyeceğini belirtti. Herkes ikna olmuş değil. The Wall Street Journal’ın 2024’ün başında yayımladığı bir habere göre Musk, eğlence için de uyuşturucu kullanıyor. Ronan Farrow'un 2023’te The New Yorker'da yayımlanan haberine göre Musk'ın “iş arkadaşları” ketaminin “izolasyonunun ve basınla giderek daha da zorlaşan ilişkisinin yanı sıra, kaotik ve fevri açıklamalar yapma ve kararlar alma eğilimine katkıda bulunabileceğinden” endişe ediyordu.
Ketamine dissosiyatif uyuşturucu deniyor, çünkü 1 saat süren etkisi boyunca insanlar vücutlarından, duygularından veya zamanın geçişinden kopuk hissedebiliyorlar. Sık, yoğun eğlence amaçlı kullanımın - örneğin haftada birkaç kez - hafıza bozukluğu, sanrısal düşünme, batıl inançlar, özel ve önemli olma hissi de dahil olmak üzere bilişsel etkilerle bağlantılı olduğu bildiriliyor. İnsanların çok gezegenli insan yaşamını başlatmayı hedefleyen, küresel siyasete giren ve ABD hükümetini yeniden yapılandırmaya çalışan bir adamın ketamin kullanımını neden merak ettiklerini anlayabilirsiniz. Musk'ın yeni siyasi gücüyle birlikte, bilişsel ve psikolojik sağlığı sadece şirketlerinin hissedarları değil, tüm Amerikalıları ilgilendiriyor. Gece geç saatlerde X'te yaptığı paylaşımlar, federal çalışanlara gönderdiği toplu e-postalar ve televizyonda sarf ettiği anlamsız sözler, uyuşturucu kullanımına ilişkin soruların daha da artmasına neden oldu.
Ketaminin en büyük gücü insanları çevresindeki dünyadan ayırabilmesi oldu. İlk olarak 1970 yılında anestezik olarak onaylandı, çünkü insanların nefes alma kalitesini etkilemeden bilinçlerini kaybetmelerini sağlayabiliyordu. 1990'larda, Special K olarak bilinen bir sokak uyuşturucusu olarak ketamin, gece kulüplerinde popüler hale geldi. Ardından 2000'li yıllarda araştırmacılar, insanları uyutmayan ketamin dozlarının depresyon belirtilerini hızla azaltabileceğini keşfettiler, çünkü ilacın beynin fiziksel devrelerini değiştirdiği düşünülüyordu. 2019 yılında FDA, diğer tedavilere yanıt vermeyen depresyon hastaları için esketamin (Spravato markası altında satılır) adı verilen bir ketamin formu içeren bir burun spreyini onayladı. Spravato, ilacın nasıl uygulanması gerektiğine dair bir kurallar listesiyle birlikte geldi: bir sağlık uzmanı tarafından sertifikalı bir tıbbi ortamda, kişinin ne kadar süredir tedavi gördüğüne göre belirlenen sınırlı dozaj miktarlarıyla kullanılmasına izin verildi.
Ancak Spravato'nun onaylanmasının ardından jenerik ketamin reçetelerinde bir artış oldu; ketamin zaten bir anestezik olarak ABD’de Gıda ve İlaç İdaresi onaylı olduğu için esketamini denetleyen kurallar olmaksızın etiket dışı uygulanabiliyordu. (Eğlence amaçlı kullanım da son on yılda artış gösterdi.) Bazı sağlayıcılar düşük dozlu enjeksiyonları konuşma terapisi ile eşleştiriyor. Ülke çapında, ısmarlama ketamin klinikleri, anksiyete ve travma sonrası stres bozukluğu dahil olmak üzere çok çeşitli ruh sağlığı sorunlarını tedavi etmek için iğneler ve pastiller sunuyor; bazıları, konuşmayı sürdürmenin mümkün olmadığı kadar yüksek dozlarda serum kullanıyor. Bir piyasa raporuna göre ketamin endüstrisinin 2023 yılında yaklaşık 3,5 milyar dolar değerindeydi. Klinik dışında, ilacın Silikon Vadisi'nin teknoloji seçkinleri arasında popüler olduğu ve liderlik gelişimi, kurumsal ekip oluşturma veya çift danışmanlığı için yapılan ‘inzivalarda’ da kullanıldığı belirtiliyor.
Araştırmacılar henüz uzun süreli ketamin tedavisinin yan etkilerini tespit edemedi, ancak keyfi kullanım üzerine yapılan bazı eski araştırmalar uzun süreli ve yüksek dozlu kullanım üzerine bazı bilgiler sunuyor. Şu anda İngiltere'deki Exeter Üniversitesi'nde psikofarmakoloji profesörü olan Celia Morgan, 2010 yılında 120 eğlence amaçlı ketamin kullanıcısını bir yıl boyunca takip eden bir çalışmaya öncülük etti. Ayda ortalama üç kez kullanan seyrek kullanıcılar bile sanrısal düşünce ölçeğinde eski ketamin kullanıcılarından, diğer uyuşturucuları kullananlardan ve hiç uyuşturucu kullanmayanlardan daha yüksek puan aldı. Ayda 20’den fazla kez kullananlar puanlarının daha da yüksek olduğu görüldü. Kullanıcılar kendilerine gizli mesajlar gönderildiğine inanıyor ve toplumun onlara uyum sağladığına inanıyordu. Morgan ve ekibi, sık ketamin kullanan bir kişinin psikolojik profilinin, kısa ve uzun süreli hafızada “derin” bozukluklar yaşayan ve “günlük varoluşlarında belirgin bir şekilde ayrışmış” biri olduğu sonucuna vardı. Araştırma sonuçlarına göre ketamin kullanımının bırakılması sanrıları önemli ölçüde azaltıyor.
Doktorlar yıllardır uzun süreli ketamin kullanımının mesaneye ciddi zarar, karın krampları ve kullanmayı bırakmakta zorlanma gibi tehlikeleri konusunda insanları uyarıyor. 1994 yılında araştırmacı D.M. Turner, “Ketamin deneyenlerin ciddi bir bölümü zulaları bitene kadar aralıksız kullanacaktır” yazdı. Nöropsikolog ve araştırmacı John Lilly, aşırı ketamin kullanımı sonucu uzaylıların kendisiyle temas kurduğunu düşünmüş ve penisini kesmişti. Miami'de bazı hastalara ketamin terapisi uygulayan psikiyatrist David Mathai, “Uzun bir süre boyunca düzenli olarak çok önemli miktarda ketamin kullanan kişilerin farklı türde bilişsel ve psikolojik bozukluklara sahip olabileceğinden şüphelenmek için iyi bir neden olduğunu düşünüyorum,” dedi.
Bu tür bozuklukların herhangi bir kişide görülmesi endişe verici olabilir. Ancak teorik olarak ABD’nin eş başkanı olarak tanımlanabilecek güçte bir kişide bu bozuklukların görülüyor olma ihtimali daha da korkutucu. Tabii Musk’un eylemlerinin ketaminle hiçbir bağlantısı olmayabilir. Belki de sadece aşırı sağcı siyasi ideolojisine uygun hareket ediyordur. Ayrıca Musk sıkça nadiren uyuduğu konusunda övünüyor. Bu konuşmalar için de hareketler için de asla iyi bir strateji değildir.
Musk hiçbir zaman ketaminin risklerini kamuya açık olarak kabul etmedi ancak depresyon tedavisinde yaygın olarak kullanılan selektif serotonin gerialım inhibitörlerinin (SSGİ) insanları “zombileştirdiğini” iddia etti. Ketamini savunan diğer ünlüler de benzer şekilde davranıyor. ”
Comments