Macron Ropörtajı
- mutlunecmettin
- 15 Haz 2024
- 5 dakikada okunur
Avrupa'nın önünde 3 önemli risk var
Macron’dan karamsar kehanet: Avrupa ölebilir
Elysée Sarayı’nda The Economist’e kapsamlı bir röportaj veren Fransız lidere göre Avrupa’nın önünde üçlü bir hayati tehdit var: Askeri ve güvenlik riski, refaha yönelik ekonomik risk, içerideki uyuma ve demokrasilerin işleyişine yönelik varoluşsal risk
Fransa 1940 yılında Nazilerin “Blitzkrieg” adıyla bilinen yıldırım harbine yenik düşünce tarihçi Marc Bloch iki dünya savaşı arasındaki dönemde yaşayan Fransız elitleri, önlerindeki tehdidi görüp yüzleşememekle suçlamıştı. Bugün Emmanuel Macron da Bloch’a atıfla Avrupalı seçkinlerin aynı ölümcül rehavete kapıldığını söylüyor.
Fransa cumhurbaşkanı geleceğe dair karamsar vizyonunu Elysée Sarayı’nda The Economist’e verdiği röportajda paylaştı. Bundan birkaç gün önceyse Avrupa’nın geleceğine dair Castro tarzı iki saatlik, ele avuca sığmaz bir konuşma yapmış, nükleer imhadan Avrupa kütüphanelerinin birleşmesine kadar birçok konuya değinmişti. Muhaliflere göre Macron’un sözlerinde seçim propagandası, bilindik Fransız bencilliği ve kendi manevi mirası için dertlenen kibirli bir cumhurbaşkanının entelektüel havailiği vardı.
Keşke haklı olsalardı. İşin aslı, Macron’un mesajı korkutucu olduğu kadar dikkat çekici. Avrupa’yı güvenli hale getirmek için yapılacak çok iş olduğunu söylüyor. Ama yurtiçinde beğenilmemekten ve Almanya ile kötü ilişkilerden rahatsız olduğu da ortada.
Macron’un uyarısının temelinde Ukrayna işgali var. Savaşın Rusya’yı değiştirdiğini düşünüyor. Uluslararası hukuka burun kıvıran, nükleer tehditler savuran, silaha ve hibrit taktiklere ciddi yatırım yapan Rusya “bilinen tüm çatışma alanlarında saldırganlığı” benimsedi. Artık Rusya’nın hiçbir sınır tanımadığını söylüyor. Cumhurbaşkanına göre Moldova, Litvanya, Polonya, Romanya veya herhangi bir komşusu Rusya’nın hedefi olabilir. Ukrayna’da kazanırlarsa Avrupa’nın güvenliği mahvolacak.
Macron şubatta Avrupa’nın Ukrayna’ya asker gönderme seçeneğini değerlendirmesi gerektiğini söylemişti, hâlâ aynı fikirde. Temkinli davranmanın Rusya’yı cesaretlendirmekten başka işe yaramadığını düşünüyor.
Avrupa’nın ABD’ye askeri bağımlılığından ve başını kuma gömüp gönülsüz davranmaktan kurtulup sert gücü ciddiye alması gerektiğinde ısrarcı. “Benim sorumluluğum Amerika’yı Çin konusunda Avrupalılar ile kendi çıkarları arasında seçim yapmasını gerektirecek bir stratejik ikilemde bırakmamak” diyor. Birkaç ay içinde “hayati” bir görüşme için çağrıda bulunuyor.
Nükleer silah istiyor
İngiltere ve Norveç gibi AB dışından ülkeler de sürece dahil edilirse Avrupa’nın savunması için yeni bir çerçeve oluşturulup Amerika’nın sırtındaki yük hafifletilebilir. Macron ayrıca Fransa’nın nükleer silahlarının sağladığı korumayı genişletmeye de istekli. Bu yaklaşım ülkeyi klasik De Gaulle’cü doktrinden ayırıp Avrupa’nın geri kalanıyla ilişkilerde dönüşüm getirecek.
Macron’un ikinci gündemi ise Avrupa’nın sanayide ABD ve Çin’in gerisinde kalmasıyla açığa çıkan tehlikeli uçurum. Macron’a göre bu durum yenilenebilir enerji ve yapay zeka başta olmak üzere enerji ve teknoloji alanındaki büyük çaplı bağımlılığın yansıması. Avrupa şimdi harekete geçmezse bu ülkelere asla yetişemeyebilir. “Amerikalılar Çinlileri uluslararası ticaret kurallarına uymaya çağırmayı bıraktı” diyor.
Enflasyonu Düşürme Yasası’nı “kavramsal devrim” olarak niteleyen Macron ABD’yi kritik sektörlere verdiği teşvikler sebebiyle Çin’e benzemekle suçluyor.
Önerdiği çözüm ise Avrupa’nın ABD ve Çin’deki sübvansiyon ve korumayla aynı seviyeye gelmesini istemekten ibaret değil. Avrupa’nın işleyişinde derinlikli değişim istiyor. Araştırma harcamalarını iki katına çıkarmak, sanayideki denetimi azaltmak, sermaye piyasalarını serbest bırakmak ve Avrupa’nın risk iştahını artırmak gerektiği görüşünde. Sübvansiyonların ve sözleşmelerin, her ülkenin ne koyduysa iyi kötü geri almasını sağlayacak şekilde dağıtılması konusunda sert. Bazı ülkeler bundan zararlı çıkacak olsa bile Avrupa’nın uzmanlaşmaya ve genişlemeye ihtiyacı olduğunu söylüyor.
Seçmenler Avrupa’nın güvenlik ve rekabet gücünün zayıfladığının farkında. Bu da Macron’u üçüncü başlığa, Avrupa siyasetinin kırılganlığına getiriyor. Cumhurbaşkanı özellikle popülist milliyetçileri hiç sevmiyor. İsim vermese de bu kişilerden biri 2027’de kendisinin yerini almayı hedefleyen Marine Le Pen. Macron’a göre popülist milliyetçilerin kendi ülkelerini güçlendirmeye yönelik boş vaatleri neticede bölünme, gerileme, güvensizlik ve çatışma getirecek.
Macron’un fikirleri güçlü. Öngörü sahibi olduğunu daha önce de göstermişti. Ama çözümleri sorunlu. Önerileriyle Avrupa’nın güvenliği daha da baltalanabilir. Planları Amerika’yla arasına mesafe koymaya yönelik ama yerine inandırıcı bir Avrupalı alternatif koyamıyor. Böyle bir durumda Avrupa Rusya’nın av merakı karşısında daha savunmasız kalabilir. Uzun zamandır Avrupa ile ABD’yi müttefik değil ayrı ayrı görüp ikisiyle bu şekilde başa çıkmayı amaçlayan Çin’in de işine gelir.
Macron’un planları AB’nin hantal yapısına da kurban gidebilir. Gerçekleşmeleri için 27 hükümetin Avrupa Komisyonu’na daha fazla yetki vermesi gerekse de böyle bir şey muhtemel görünmüyor. Macron’un sanayi politikası sübvansiyon ve himayeyi artırırken denetimi azaltamaz ve serbestleşme getiremezse tam da artırmaya çalıştığı dinamizmi çökertir.
Alman şansölyeyle araları berbat
Son bir mesele daha var. Macron yurtiçinde tutulmadığı için politikalarında başarısız olabilir. Le Pen’e karşı uyarıyor ama şu ana dek onu alt edebilecek bir halef bulamadı. Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un yardımı olmadan, II. Dünya Savaşı sonrası dönemin iki büyük lideri Charles de Gaulle ve Konrad Adenauer’i bile zorlayacak bir ajandayı yürürlüğe koyamaz. Ama Scholz’la arası berbat.
Avrupa’da tehlikeler konusunda Macron kadar açık konuşan başka bir büyük ülke lideri yok. Lider kıtlığı yaşanan bir dönemde tarihle yüzleşecek cesarete sahip. Ama Fransa’nın Kassandra’sına kimse kulak asmazsa Avrupa büyük bir trajedi yaşayabilir.
(Oksijen’in notu: Kassandra Yunan mitolojisinde geleceği gören ama gördüklerine kimseyi inandıramayan kahraman).
Soru-cevap
Milliyetçiler kıtayı rehin alıyor
The Economist: Sorbonne’daki konuşmanızda, “Avrupa ölebilir” dediniz. Bu sözler tam olarak ne anlama geliyor?
Macron: Fransız yazar ve düşünür Paul Valéry I. Dünya Savaşı’ndan sonra artık bir medeniyetin ölebileceğini bildiğimizi söylemişti. Ben de ona atıfta bulundum. İlk olarak, önümüzde askeri ve jeopolitik bir risk, bir güvenlik riski var. Avrupa dünyanın en güvenli bölgesi değil. Kıtanın şu an Fransız ordusu gibi sağlam, kapsamlı ve etkili bir silahlı kuvvetler modeli olsa da bu değişmiyor. Çünkü Avrupa genelinde ABD ve Çin’e kıyasla savunma ve güvenliğe çok daha az yatırım yapıldığını görüyoruz. Üstelik mevcut küresel düzende nükleer silahlar giderek yayılıyor. Rusya, İran ve diğer güçleri düşünün. Dahası şiddetin Avrupa topraklarına dönüşü nükleer silahları olan, söylemi savaş meraklısı bir güç tarafından gerçekleştirildi. Üstelik 2019’da yine The Economist’te söylediğim gibi, ABD’nin aynı korumayı sağlamayacağı gerçeğine de hazırlanmak zorundayız. Kendimizi korumaya hazırlıklı olmamız şart.
İkincisi, Avrupa’nın önünde ekonomik ve teknolojik bir engel var. Ekonomik refah ve enerji ve teknoloji alanlarında bağımsız olmadan büyük güç olamazsınız. Mevcut taarruz savaşının başında bunu gördük. Fransa bu konuda kıtanın geri kalanından daha iyi durumda olsa da Avrupa’nın üretim modeli büyük ölçüde Rus gazına bağlıydı. Bu yüzden enerji, hammadde ve ender bulunan kaynaklar konusunda, ayrıca kilit beceri ve teknolojilerde egemenliğimizi, stratejik özerkliğimiz ve bağımsızlığımızı inşa etmeliyiz. Bu uyanışı başlattık ama henüz yolu tamamlamış değiliz. Daha güçlü, kararlı ve radikal olmamız gerekiyor.
Üçüncüsü, Avrupa bugünkü demokrasilerin krizinden olumsuz etkileniyor. Liberal demokrasiyi bulan kıta biziz. Sosyal sistemlerimiz bu kurallara dayanıyor. Ama sosyal ağlardan, toplumların dijitalleşmesinden ve demokrasinin işleyişinden doğan kırılganlıklar bizi vuruyor. Demokratik kırılganlık özellikle de seçim dönemlerinde bu tür liberallik karşıtı veya bağnaz dürtüyü besliyor. Kırılganız çünkü gençlerimiz ekranların ve dijital teknolojinin suistimaline maruz kalıyor ve bu suistimal toplumlarımızı dönüştürüyor.
Avrupa’nın önünde üçlü bir varoluş tehdidi mevcut: Askeri ve güvenlik riski; refahımıza yönelik ekonomik risk; içerideki uyuma ve demokrasilerin işleyişine yönelik varoluşsal risk.
The Economist: Bu faktörlerin birleşmesi sizce yavaş mı yoksa hızlı bir ölüm mü getirir?
Macron: Her şey bir anda darmadağın olabilir. Avrupa’da ve başka yerlerde öfke ve kin dalgası yükseltiliyor. Vatandaşlarımız bunu hissediyor. Bazı şeyler düşündüğümüzden çok daha çabuk olup bitebiliyor ve zannettiğimizden çok daha vahşi bir ölüme yol açabilir. En büyük derdim bu gidişatı savuşturmak ve ileriye dönük adım atmanın mümkün olduğunu göstermek.
The Economist: Milliyetçileri tam olarak nasıl durdurabilirsiniz?
Macron: Yükselişlerinin kaçınılmaz olduğunu düşünmeyecek kadar cesur davranarak. Avrupa’da olduğu gibi Fransa’da da beni en çok yaralayan şey bu yenilgi havası. Bu hava iki şey getiriyor: Alışıp mücadeleyi bırakıyorsunuz. Siyaset, Eros ile Thanatos’un (Yunan mitolojisinde ölüm tanrısı) mücadelesidir. Siyaset budur. Thanatos daha aç olursa ölüm kazanır. Avrupalıların başarılı olması için Eros’un safında yer almaktan başka çareleri yok. Korkmayın, cesur olun. Yapılacak harika işler var. Birinci nokta bu. İkincisiyse “ne anlamı var?” sorusuyla kendini gösteren korkaklık. İnsanlar anketlere bakıyor ama siyaseti anketler yapmıyor. Siyaset sizin işleri halletme becerinizle ilgili. Herkes milliyetçiliğin yükselişte olduğunu söylüyor. Elbette bunu söyleyip geçmek daha kolay. Ama milliyetçiler Avrupa’daki tartışmayı çarpıtıyor. Brexit İngiltere’yi fakirleştirdi ve ülkenin göç sorununu çözmekte hiçbir işe yaramadı. Buna rağmen bazılarına göre hâlâ o kadar da kötü değil. Ama kimse yanlışları söylemeye cesaret edemiyor. Kimse hiçbir şey için sorumluluk almıyor. Marine Le Pen’in partisi Ulusal Birlik Avrupa’dan, euro’dan, her şeyden çıkmak istiyordu. Şimdi hiçbir şey demiyor. Bir yandan hiçbir şey demeden Avrupa’yı yok etmek isterken bir yandan Avrupalı olmanın artılarından faydalanıyor. Bu tavır her ülke ve her yer için geçerli. Dolayısıyla milliyetçilere ses çıkarmayınca bankayı soygunculara emanet etmekte sorun yok demiş oluyoruz. Masanın başına oturunca Avrupa’yı rehin alıyorlar.
Kommentare