top of page

Kısa Kısa...

  • Yazarın fotoğrafı: mutlunecmettin
    mutlunecmettin
  • 22 Haz 2024
  • 4 dakikada okunur

İsrail’in karşısında bölgenin süper gücü İran var. İran, müttefikleri ve vekilleri Hamas, Hizbullah, Husiler ve Irak’taki Şii milisleri kullanarak İsrail’i kıskaca almayı başardı. İsrail buna askeri veya diplomatik bir yanıt verebilmiş değil. Daha da kötüsü, Gazze Şeridi, Lübnan ve Batı Şeria olmak üzere üç cephede savaş ihtimaliyle karşı karşıya ve işler daha da ters gidebilir: Hamas’ın aksine Lübnan Hizbullah’ı hassas füzelere sahip ve bunları kullanarak İsrail’in altyapısında kapsamlı yıkıma yol açabilir. Havalimanları, limanlar, üniversite kampüsleri, askeri üsler ve enerji santralleri tehlikede.



Ama İsrail’in başında yolsuzluk suçlamaları sebebiyle hapse girme ihtimalini ortadan kaldırmak için koltuğuna tutunması gereken Binyamin Netanyahu adında bir başbakan var. Sırf bu sebeple ruhunu satıp aşırı sağcı Yahudi aşırılıkçılarla birlikte hükümet kurdu. Şimdi o hükümet “kesin zafer” kazanılana, yani son Hamas üyesi öldürülene kadar İsrail’in Gazze savaşını sürdürmesi gerektiğini iddia ediyor ve Hamas sonrası Gazze’nin yönetimi konusunda, Oslo Barış Anlaşmaları’nı kabul etmiş Filistin Yönetimi’yle hiçbir ortaklığa yanaşmıyor. Çünkü İsrail’in Gazze de dahil olmak üzere Şeria Nehri ile Akdeniz arasındaki toprakların tamamını kontrol etmesini istiyor.



Netanyahu’nun savaş kabinesi başbakanın savaşı nasıl bitireceğine ve Gazze’den nasıl çekileceğine dair planı bulunmaması yüzünden parçalanmış durumda ve koalisyon hükümetindeki aşırılıkçılar iktidarı ele geçirmek için gözünü sıradaki hamleye dikti.



Şimdiden ülkeye çokça zarar verseler de ne ABD Başkanı Joe Biden, ne İsrail yanlısı Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi (AIPAC) ne de ABD Kongresi mevcut İsrail hükümetinin ne kadar radikal olduğu gerçeğiyle yüzleşmiş durumda.

Bilakis, Temsilciler Meclisi Sözcüsü Mike Johnson ve Cumhuriyetçi Parti içindeki diğer fesatçılar Netanyahu’yu 24 Temmuz’daki ortak Kongre toplantısında konuşma onuruyla ödüllendirdi. Senato ve Temsilciler Meclisi’nde yer alan Demokratlar köşeye sıkıştığından bu davete onay verse de Cumhuriyetçilerin gizli amacı Demokratları bölüp içlerindeki en ilericilerin tepkisini kışkırtmaktı. Böylelikle Demokratlar ile Amerikalı Yahudi seçmen ve bağışçıların arası açılacak, onlardan kaçanlar Donald Trump’a yönelecekti.


Netanyahu esas meselenin Amerikan iç siyaseti olduğunu biliyor. Tam da bu yüzden konuşma davetini kabul etmesi, 7 Ekim’in ertesinde İsrail’e kadar gelip kendisini kucaklayan Biden’a yapılmış korkunç bir sadakatsizlik örneği.

İsrail’in dostu olduğunu söyleyen kimse bu sirkte yer almamalı. İsrail’in kendisini bugünkü çoklu krizden çıkaracak pragmatik ve merkez siyasette yer alan bir hükümete ihtiyacı var. Aynı hükümet daha sonra Biden’ın düzenlediği Suudi Arabistan’la normalleşme teklifini de benimsemeli. Bunun tek yolu ABD Senatosu çoğunluk lideri Chuck Schumer’in mart ayında cesur bir şekilde dile getirdiği gibi, yeni bir seçim yapıp Netanyahu’yu göndermekten geçiyor.


İsrail “dostlarının” İsrail hükümetinin gerçek niteliğine dair bir fikri olup olmadığını insan ister istemez merak ediyor. Bu hükümet dedelerinizin bildiği İsrail değil. Hatta Netanyahu bile eski Netanyahu değil.

Geçmiş İsrail kabinelerinin aksine mevcut hükümet Batı Şeria’yı ilhak etme hedefini koalisyon anlaşmasına dahil etti. Dolayısıyla ilk yılını İsrail Yüksek Mahkemesi’nin hükümetin yetkilerini denetleme kabiliyetini mahvetme çabalarıyla ( yargı reformu )geçirmesi şaşırtıcı değil. Netanyahu ayrıca emniyetin ve savunma bakanlığı içindeki kilit makamların kontrolünü de koalisyon içindeki Yahudi üstünlükçülere devrederek Batı Şeria’daki yerleşimciler üzerindeki tahakkümü sıkılaştırmalarını sağladı. Bu kişiler hemen harekete geçip işgal altındaki bölgenin merkezine rekor sayıda konut yaptılar. Amaçları Batı Şeria’da Filistin devleti kurulmasını engellemekti.


Bu kabus gibi koalisyon şimdilerde ultra-Ortodoks genç Yahudilerin savaşa gitmemesini sağlayacak düzenlemelerle meşgul. Halbuki sekiz aylık çatışma sonunda seküler genç erkek ve kadınlar bitkin düşmüş durumda. İsrail Genelkurmay Başkanı Korgeneral Herzi Halevi geçtiğimiz hafta sonu Gazze’deki askerlere daha az dindar “binlerce” yedek kuvvetin bir kez daha cepheye gönderilmemesi için ultra-Ortodoks Yahudilerin askere alınmasına “acil ihtiyaç” duyulduğunu söyledi.


İsrail’in görece küçük muharip subay kadrosu o kadar zayıfladı ki Lübnan’daki savaşı nasıl sürdürebileceğini hayal bile edemiyorum.

Tüm bunları üst üste ekleyince ortaya ekonomik, askeri ve ahlaki aşırılığın pervasız bir örneği çıkıyor. 7 milyon Yahudi nehir ile deniz arasındaki 7 milyonu aşkın Filistinliyi (aralarındaki 2 milyon İsrailli Arap dahil) sonsuza dek kontrol etmek için seferber ediliyor.

Barış zamanında böyle bir şey delilik olurdu. Bugün hafif seyreden ancak her an şiddetlenebilecek üç cepheli savaş zamanında bunu yapmak zırdelilik. İsrail giderek yalnızlaşıyor çünkü bu ajandaya ortak olmak isteyecek müttefik bulmak imkansız.


Bu yüzden eski başbakan Ehud Barak’ın perşembe günü Haaretz gazetesine yazdığı yazıya kelimesi kelimesine katılıyorum: İsrail “ülke tarihinin en ciddi ve tehlikeli kriziyle karşı karşıya. Kriz 7 Ekim’de İsrail tarihinin en büyük başarısızlığıyla başladı. Asker ve subayların cesaretine ve fedakarlığına karşın ülkeyi yönetenlerin stratejik açıdan felç olması sebebiyle tarihin en başarısız savaşına dönüşen çatışmayla devam etti.”

Aynı zamanda eski genelkurmay başkanı olan Barak’a göre İsrail ayrıca “İran ve vekillerini de kapsayan çok cepheli bir savaşa girme riski taşıyor. Üstelik tüm bunlar olup biterken arka plandaki yargı darbesi sürüyor. Amaç ırkçı, ultra milliyetçi, mesihçi ve cahil bir dini diktatörlük yaratmak.”

Barak mevcut hükümetin iktidarda kalmasına izin verilirse İsrail’in sadece Gazze’ye saplanıp kalmayacağını söylüyor. Eski başbakana göre ülkenin “kuzeyde Hizbullah’la topyekun savaşa girme, Batı Şeria’da üçüncü intifada ile karşılaşma, Yemen’de Husilerle ve Golan’da Iraklı milislerle çatışma, ayrıca bizzat İran’la savaşma ihtimali yüksek.”


Bu durum bütün Amerikalıları endişelendirmeli. Çünkü ABD’nin İsrail’e yardım için Orta Doğu savaşına sürüklenmesine davetiye çıkarıyor. Bu da Rusya, Çin ve İran’ın hayallerinin gerçekleşmesi anlamına gelir.

Gerçekten de 7 Ekim’den beri İsrail’e sekiz kez gelen ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, İsrail ile Hamas’ın savaşı bitirmeye yönelik net bir planda anlaşamaması halinde yeni ziyarette bulunmamalı. Aksi halde hem kendisinin hem de ABD’nin gücünü itibarsızlaştırıyor. Vakit ültimatom vakti. Biden İsrail’e Hamas’ın temel talebini kabul etmek zorunda olduğunu söylemeli: Savaş hemen tamamen bitmeli ve İsrail tüm İsrailli rehineleri geri alma karşılığında Gazze’den çekilmeli. İsrail kendi insanları Hamas’ın elinde olduğu sürece doğru düşünemez.



İsrail Gazze’deki savaşı bitirebilirse kuzey sınırındaki savaşı yatıştırmak için ABD arabuluculuğunda Hizbullah ile anlaşmaya varıp her iki taraftaki sivillere büyük zarar veren korkunç çatışmayı sonlandırabilir. Böylelikle sınır bölgelerinde yaşayan İsrailli ve Lübnanlılar yurtlarına dönebilir. Bu arada İsrail ordusu da bu yorucu çatışmadan sonra toparlanıp eksiklerini kapatma imkanı bulur. Bu hamle İsrail ekonomisindeki ve ülkenin ahlaki statüsündeki erozyonu durdurup aslında 8 Ekim’de yapmış olması gereken şeyi yapmasını sağlayabilir: Durup iyice düşünmek, strateji hazırlamak ve İran ile Hamas’ın istediğini yapmamak. Mesela ABD’nin 11 Eylül’den sonra yaptığını yaparak hiçbir planı veya ortağı olmadan sonsuz bir savaşa dalmamak. Devamında da Barak’ın söylediği gibi seçime gidilmeli. 

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント


©2023 copyright by MD all rights reserved

bottom of page