top of page

JFeed: Şin Bet Türkçe bilen eleman arıyor

  • Yazarın fotoğrafı: mutlunecmettin
    mutlunecmettin
  • 28 Şub
  • 29 dakikada okunur

İsrailli Jfeed haber portalının aktardığına göre, söz konusu elemanlar İsrail sınırları içerisinde çalışacak. Haberde, Türkiye’nin İsrail’e yönelik olası bir güvenlik tehdidi olabileceğine yönelik analizlerin artmasının bu girişimde etkili olduğu belirtiliyor. İsrail’e yönelik güvenlik tehdidi analizleri yapan Alma Araştırma Merkezi’nin değerlendirmelerine yer verilen haberde, Beşar Esad rejiminin devrilmesinin ardından kontrolü ele geçiren yeni Suriye yönetiminin Türkiye ile olan yakın ilişkilerine dikkat çekilerek, Türkiye’nin buradaki silahlı grupları İsrail’e karşı vekil güç olarak donatabileceği iddia ediliyor.

Türkiye’nin Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail’e karşı açılan soykırım davasına katıldığı hatırlatılan haberde, Türkiye’nin İsrail ile olası bir çatışmada kullanabileceği geniş bir balistik füze cephaneliği olduğu vurgulanıyor.

Haberde şu ifadelere yer verildi: “Birkaç ay öncesine kadar Türkiye, iki ülke arasındaki büyük coğrafi mesafe nedeniyle İsrail için büyük bir güvenlik tehdidi olarak ciddiye alınmıyordu. Ancak Suriye'nin Türkiye destekli güçlerin eline geçmesi, bu denklemi değiştirdi ve artık giderek daha fazla sayıda insan Türkiye'nin İsrail'i doğrudan nasıl tehdit edebileceğini araştırıyor.”

İsrail’de Şin Bet ve Mossad olmak üzere iki istihbarat teşkilatı bulunuyor. Şin Bet iç güvenlik tehditlere, Mossad ise uluslararası tehditlere yoğunlaşıyor.


The Economist'in yeni dünya düzeni kapağı: Trump, Putin, Erdoğan...

Birleşik Krallık merkezli The Economist dergisi, bu hafta yayımladığı yeni sayısının kapağında dünya liderlerine yer verdi. Derginin kapağında "The Don's New World Order (Don'un Yeni Dünya Düzeni)" başlığı yer aldı


The Economist dergisinin görselinde ise kırmızı bir zemin üzerine siyah renkte, yedi ülke başkanı bulunuyor. Yakından uzağa şeklinden resmedilen görselde, başlıktan da anlaşılacağı üzere ilk sırada ABD Başkanı Donald Trump yer alıyor. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan da kapakta

Dergide Trump'ın arkasında sırasıyla Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Suudi Arabistan Başbakanı Muhammed bin Selman, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu yer alıyor.  


'Güçlü olanın haklı olduğu' bir dünya hızla yaklaşıyor

Derginin kapağını Instagram hesabından paylaşan The Economist, açıklamasında şu ifadelere yer verdi: 

"1945 sonrası düzenin çöküşü, hız kazanıyor.

Bu hafta BM’de yaşanan olağanüstü sahnelerde, Amerika, Ukrayna ve Avrupa’nın karşısında Rusya ve Kuzey Kore’nin yanında yer aldı.

Öte yandan, Almanya’nın muhtemel yeni şansölyesi Friedrich Merz, NATO’nun haziran ayına kadar sonunun gelebileceği konusunda uyardı.

Büyük güçlerin anlaşmalar yapıp küçükleri sindirdiği, “güçlü olanın haklı olduğu” bir dünya hızla yaklaşıyor.

Trump ekibi, bu pazarlıkların barışı getireceğini ve Amerika’nın 80 yıl boyunca sömürülmesinin ardından nihayet süper güç statüsünü kâra dönüştüreceğini iddia ediyor.

Ancak gerçekte, bu yaklaşım dünyanın daha tehlikeli hale gelmesine, Amerika’nın ise daha zayıf ve yoksul olmasına yol açacak. Nasıl mı?"


Epstein davasına ait belgelerin ilk kısmını yayınlandı

ABD Adalet Bakanlığı, kız çocuklarına yönelik cinsel istismar, pedofili ve fuhuş ağı oluşturmaktan gözaltında tutulurken hapishanede ölü bulunan ABD'li milyarder Jeffrey Epstein ile ilgili uçuş kayıtları ve diğer kritik kayıtlar da dahil olmak üzere, davayla ilgili belgelerin bir kısmını yayınladı


AB 'kavga ya da savaş' istemiyor: ABD ile birbirimize kenetlenmemiz gerekiyor

AB Yüksek Temsilcisi Kallas, birliğin ABD'yi mahvetmek amacıyla kurulduğunu savunan Trump ve yönetimiyle ilişkiler için "ABD'yle herhangi bir kavga ya da savaş başlatmamaya çalışıyoruz. Çünkü dünyada neler olup bittiğine bakarsanız, gerçekten de birbirimize kenetlenmemiz gerektiğini görürsünüz" dedi


Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, AB ile ABD'nin kenetlenmesi gerektiği mesajını vererek, "Amerika Birleşik Devletleri ile herhangi bir kavga ya da savaş başlatmamaya çalışıyoruz" dedi. Washington merkezli Hudson Enstitüsünde katıldığı programda AB-ABD ilişkileri ve Ukrayna gündemini değerlendiren AB Yüksek Temsilcisi Kallas, "müttefikliğin güçlendirilmesi" mesajı verdi.


Kallas, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin henüz göreve geldiğini ve ikili ilişkilerin seyri konusunda Avrupalı liderlerin Beyaz Saray'ı birer birer ziyaret ettiğini hatırlattı. Trump yönetimi ile her konuda anlaşacakları gibi bir durumun olmadığını belirten Kallas, şu değerlendirmelerde bulundu: "Farklı konularda her zaman aynı fikirde olduğumuz anlamına gelmez ancak müttefikler oturup endişelerini tartışır ve çözümler üretir. Amerika Birleşik Devletleri ile herhangi bir kavga ya da savaş başlatmamaya çalışıyoruz. Çünkü dünyada neler olup bittiğine bakarsanız, gerçekten de birbirimize kenetlenmemiz gerektiğini görürsünüz."

ABD'ye Ukrayna çağrısı

Ukrayna'nın NATO'ya üye olmasının İttifakı daha da güçlendireceğini vurgulayan Kallas, bununla birlikte güncel durumdaki gelişmelerin de farkında olduklarını ve süreçle ilgili değerlendirmeleri yeni koşullara göre yaptıklarını söyledi.

Kallas, Trump yönetimine Ukrayna'nın NATO üyeliği konusunda çağrıda bulunarak, "Eğer güçlü bir NATO ile ilgileniyorsanız, o zaman en güçlü ordu Ukrayna ordusudur. Onları da dahil edersek çok güçlü bir NATO'ya sahip oluruz. Ama şu anki durum bu değil." diye konuştu.

AB'nin Türkiye'ye ihtiyacı var

Öte yandan Kallas, AB olarak kendi içlerine kapanma gibi bir lükslerinin olmadığını, ABD ile de diğer birçok ülke ile de ciddi miktarda alışveriş yaptıklarını kaydetti. Kallas, "AB olarak tamamen kendi içimize kapanmanın akıllıca olduğunu düşünmüyorum. Diğer ülkelere ihtiyacımız var. Örneğin Türkiye'ye ihtiyacımız var. Birleşik Krallık endüstrisine de ihtiyacımız var" dedi.


ABD Başkanı Trump, dünkü açıklamasında, AB'nin ABD'yi mahvetmek amacıyla kurulduğunu savunmuş, ancak kendi başkanlığı döneminde bunun olmayacağını ifade etmişti.

Kaynak: AA


ABD Dışişleri Bakanı Rubio Tayland'dan 40 Uygur Türkü'nün sınır dışı edilmesini kınadı

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Tayland'dan 40 Uygur Türkü'nün zorla sınır dışı edilmesini kınayarak Uygur Türklerinin sığındığı tüm ülkelerdeki hükümetlere, "etnik grup Uygurları zorla Çin'e göndermemeleri" çağrısı yaptı


ABD Dışişleri Bakanlığı, Rubio'nun, Tayland'dan Uygur Türklerinin sınır dışı edilmesine ilişkin yazılı açıklama yaptığını bildirdi. Rubio, açıklamasında, "Tayland'ın en az 40 Uygur'u yasal süreç haklarından mahrum oldukları, zulüm, zorla çalıştırılma ve işkenceye maruz kaldıkları Çin'e zorla göndermesini en güçlü ifadelerle kınıyoruz" değerlendirmesinde bulundu.

Tayland'ın Uygur Türkleri'ni sınır dışı etmesi nedeniyle endişe duyduklarını belirten Rubio, Bangkok yönetiminin bu eylemiyle Birleşmiş Milletler'in (BM) "İşkenceye ve Diğer Zalimane Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşmesi" ile "Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme" kapsamındaki yükümlülükleriyle ters düşme riskinde olduğu belirtildi.

Rubio, Tayland'ın bu eyleminin, "insan haklarını korumaya bağlılığıyla ters düştüğüne" dikkati çekerek Uygurların sığındığı tüm ülkelerdeki hükümetlere, etnik grup Uygurları zorla Çin'e göndermeme çağrısı yaptı.

Çin'in "Uygur Türkleri gibi farklı etnik ve dini gruplara karşı geçmişte de soykırım yaptığını ve insanlığa karşı suç işlediğini" savunan Rubio, Pekin yönetimine, ülkeye gönderilen Uygur Türklerinin "refahının düzenli olarak teyidi için tam erişim sağlama" çağrısı yaptı.

Rubio, Tayland hükümetinin de Çinli yetkililerin Uygur Türklerinin haklarını koruduğunu teyit etmek için çalışması gerektiğini ifade etti.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) de Tayland'dan 40 Uygur Türkü'nün sınır dışı edilmesini kınamıştı.

BMMYK'nin Koruma Yüksek Komiser Yardımcısı Ruvendrini Menikdiwela, bu durumun, geri göndermeme ilkesinin ve Tayland'ın uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerinin açık bir ihlali olduğuna işaret etmişti.

Kaynak: AA


İtalya'da faşizmle anılan Salo kentinden Mussolini kararı: 'Fahri vatandaşlık' ünvanı geri alındı

İtalya'da faşizmle anılan yerlerin başında gelen Salo kenti, diktatör Mussolini'ye verdiği 'fahri vatandaşlık' ünvanını geri aldı. Belediye başkanı Francesco Cagnini, "Bugünün İtalya'sında artık onun fikirlerine yer yok" dedi


İtalya'nın kuzeyindeki Garda Gölü kıyısında yer alan Salo kenti, 1922-1943 yıllarında yönetimde olan faşist lider Benito Mussolini'ye verdiği 'fahri vatandaşlık' ünvanını 100 yıldan fazla bir süre sonra geri aldı.

İtalyan basınında çıkan haberlere göre, ülkede faşizmle anılan yerlerin başında gelen Salo kentinin belediye meclisi dünkü toplantısında, Mussolini'ye Mayıs 1924'te verilen 'fahri vatandaşlık' ünvanının geri alınmasını karara bağladı. Söz konusu karar, belediye meclisinde sol partilerin oylarıyla alındı.


Salo'nun 29 yaşındaki belediye başkanı Francesco Cagnini, "Bugünün İtalya'sında artık onun fikirlerine yer yok" dedi. Haberlerde, Salo kent meclisinde son 20 yılda 3. kez Mussolini'ye verilen ünvanın geri alınması için teklif verildiği ve sol partilerin 3. girişimlerinde istedikleri sonucu elde edebildiği belirtildi.

Salo kenti, 2. Dünya Savaşı sırasında diktatör Mussolini'nin Nazi Almanyası'nın güdümündeki İtalyan Sosyal Cumhuriyeti'ni (RSI) 1943 yılında kurduğu yer olarak biliniyor. İtalya'da bazı faşist gruplar ve Mussolini sempatizanları her yıl, faşist liderin Ekim 1922'de yaptığı 'Roma'ya yürüyüş' olarak bilinen, başkente yürüyüp iktidarı ele geçirmesinin yıl dönümünde Salo kentine 'hac' yolculuğu yapıyor.



Katy Perry uzay yolculuğu yapacak

ABD'li ünlü şarkıcı Katy Perry'nin uzay yolculuğu yapacağı açıklandı

Amerikalı iş insanı Jeff Bezos'un sahibi olduğu havacılık ve uzay şirketi Blue Origin'den, NS-31 misyonu kapsamında yapılacak ve yaklaşık 10 dakika sürecek uzay yolculuğuna ilişkin açıklamada bulunuldu.

Açıklamada, ilkbaharda "New Shepard" adlı roketle gerçekleşmesi planlanan uzay uçuşunda Perry'nin yanı sıra Bezos'un nişanlısı eski gazeteci Lauren Sanchez, gazeteci Gayle King, eski NASA roket bilimcisi Aisha Bowe, bilim insanı Amanda Nguyen ve film yapımcısı Kerianne Flynn'ın da yolcular arasında yer alacağı aktarıldı.

Fırlatmanın ne zaman yapılacağına dair tarih bilgisi paylaşılmayan açıklamada, söz konusu uçuşun New Shepard roketinin 11. insanlı uçuşu olacağı belirtildi.

Blue Origin şirketi, uzay turizmi kapsamında 2021'den bu yana 10 dakika süren ücretli uçuşlar gerçekleştiriyor.


Trump Rusya'nın barış anlaşmasından sonra bir daha işgal girişiminde bulunmayacağını düşünüyor

ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna ile bir barış anlaşması imzalanması halinde Rusya'nın daha sonra yeniden bir işgal girişiminde bulunacağını düşünmediğini söyledi


ABD Başkanı Trump, Beyaz Saray'da İngiltere Başbakanı Keir Starmer'i ağırladığı sırada Oval Ofis'te gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Ukrayna ile barış anlaşması imzalanması durumunda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e ne kadar güvendiği sorulan Trump, "Ukrayna ile bir barış anlaşması imzalanırsa Putin'in daha sonra yeniden bir işgal girişiminde bulunacağını sanmıyorum." dedi.

Trump, "Onu uzun zamandır tanıyorum, sözünü bozacağına inanmıyorum. Anlaşma yaptığımızda geri döneceğini sanmıyorum. Anlaşmanın geçerli olacağını düşünüyorum. Hem Rusya'nın hem de Ukrayna'nın güvenlikleri olacak" diye konuştu.

"Zelenskiy'e diktatör dediğime inanamıyorum"

Daha önceki açıklamalarında Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy için "diktatör" ifadesini kullanan Trump, konuyla ilgili bir soru üzerine önceki sözlerinden geri adım attı.

Trump, "Halen Zelenskiy için diktatör ifadesini kullanır mısınız?" şeklindeki soruya, "Öyle mi demiştim, bunu dediğime inanamıyorum" diye yanıt verdi.

Önce barış anlaşması, sonra barış gücü

Ukrayna'ya ne zaman barış gücü askerleri gönderilebileceği konusunda da değerlendirmeler yapan Trump, önceliklerinin barış anlaşması olduğunu söyledi.

Trump, "Bir barış gücünden bahsediyorsunuz ama önce bir anlaşma yapmalıyız. Şu anda bir anlaşmamız yok. Anlaşma konusunda oldukça ilerlemiş durumdayız ama henüz bir anlaşma yapmadık. Bu yüzden anlaşma yapana kadar barış gücü hakkında konuşmak istemiyorum" dedi.

Zelenskiy ile nadir toprak elementleri anlaşması imzalanacak

Öte yandan Trump, yarın Zelenskiy'nin Beyaz Saray'da olacağını ve kendisiyle nadir toprak elementleri anlaşmasını imzalayacaklarını kaydetti.

Hem Putin hem de Zelenskiy ile iyi bir ilişkisi olduğunu anlatan Trump, "Muhtemelen medyanın önünde bu anlaşmayı birlikte imzalayacağız. Biz Devlet Başkan Zelenskiy ile çalışmak istiyoruz. Bence Zelenskiy ile aslında çok iyi bir ilişkimiz vardı ama belki ilişkimiz biraz hırçınlaştı" ifadelerini kullandı ve bunun sebebinin Ukrayna'ya verdikleri parayı geri alamamaları olduğunu söyledi.

"AB ile sorunlarımız var"

Trump, ABD ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki ilişkiler hakkında ise, "AB ile sorunlarımız var çünkü bize gümrük tarifesi uyguluyorlar. Biz de onlara karşılıklı gümrük tarifeleri uygulayacağız." dedi.

Kral Charles'tan Trump'a davet

Görüşmede İngiltere Başbakanı Starmer, Kral Charles tarafından Trump'ı İngiltere'ye resmi olarak davet eden mektubu ABD Başkanı'na iletti.

Trump ise, aldığı davet üzerine, "Bu gerçekten çok özel, daha önce hiç olmamıştı. Yakında İngiltere’yi ziyaret edeceğim" ifadesini kullandı.

"Ukrayna'nın NATO üyeliği gerçekleşmeyecek"

Trump bir soru üzerine, Ukrayna'nın NATO üyeliğinin gerçekleşmeyeceğini, zaten sorunun kaynağının bu konu olduğunu ifade etti.

Kaynak: AA


Trump Starmer'in Ukrayna için daha fazla ABD askeri desteğini reddetti

ABD Başkanı Donald Trump Perşembe günü yaptığı açıklamada Ukrayna ile yapılacak maden anlaşmasının Kiev'in Rusya'ya karşı ihtiyaç duyduğu güvenlik garantisi olduğunu söyleyerek İngiltere Başbakanı Keir Starmer'ın daha fazla ABD askeri desteği taahhüdü talebini geri çevirdi


ABD liderinin ikinci dönemine başlamasından bu yana Trump'la Beyaz Saray'da ilk kez bir araya gelen Starmer, Ukrayna'da barışın ancak Trump sayesinde mümkün olduğunu söyledi.

Oval Ofis'te Starmer, Kral Charles'ın devlet ziyareti için gönderdiği davet mektubunu Trump'a verdi. Trump kabul etti. Henüz bir tarih belirlenmedi. Ancak müttefikler arasındaki temel farklılıklar, bunu takip eden özel görüşmede masada kaldı. Bunlar arasında Ukrayna savaşını sona erdirmeyi amaçlayan ABD-Rusya görüşmelerine ilişkin transatlantik sürtüşmeler de yer alıyor.

Görüşmeden önce Starmer, ABD'nin sağlam güvenlik garantileri olmadan Ukrayna'da uzun vadeli bir barış olamayacağını savunmuştu ki bu argüman Trump tarafından reddedilmişti.

Trump, ekonomik ortaklığın bir sonucu olarak “Biz orada olacağız, çalışacağız. Orada çok sayıda insanımız olacak” dedi.

Starmer, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Pazartesi günü Beyaz Saray 'a gelerek Rusya'nın Ukrayna ile savaşı ve ABD'nin hızlı bir ateşkes için yaptığı baskılar konusunda keskin farklılıklar sergileyen dostane bir görüşme yapmasının ardından Trump ile görüşen son Avrupalı lider oldu.


Ateşkes diplomasisi için “Oldukça hızlı ilerliyor” diyen Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in herhangi bir pazarlıkta kendi payına düşeni yapacağına dair iyimserliğini ifade etti ve “Ya çok yakında olacak ya da hiç olmayacak” dedi.

Trump ile ortak bir basın toplantısı düzenleyen Starmer, “Bunu doğru yapmak zorundayız. Saldırganı ödüllendiren bir barış olamaz” şeklinde konuştu.

Şok eden müttefikler

Göreve 20 Ocak'ta başlayan Trump, Putin'e yakınlaşarak, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy'e “diktatör” dedi ve ABD'nin Kiev'e verdiği mali desteğin karşılığını talep ederek ABD'nin Avrupa'daki geleneksel müttefiklerini şoke etti. Perşembe günü Trump, daha önce yaptığı diktatör yorumundan uzak bir duruş sergiledi ve aksine Ukrayna lideriyle iyi geçindiğini söyledi.

Zelenskiy'nin Cuma günü Trump'la nadir toprak mineralleri konusunda bir anlaşma imzalamak üzere Washington'da olması bekleniyor ki Ukraynalı lider bu anlaşmanın daha fazla ABD yardımına bağlı olduğunu söyledi. Trump anlaşmayı, Ukrayna'yı desteklemek için harcanan Amerikan parasını telafi etmenin bir yolu olarak tasvir ediyor. Anlaşma Ukrayna için özel bir güvenlik garantisi içermiyor.

Starmer İngiltere'nin savunma harcamalarını arttıracağının sinyalini verdi ve ABD başkanına Rusya ile barış görüşmelerinin başarılı olması halinde Avrupa'nın Kiev'e destek ve güvenlik garantileri sağlayacağı konusunda güvence vermeye çalışması bekleniyor.

Trump yönetiminden üst düzey bir yetkili gazetecilere yaptığı açıklamada Starmer'ın savunma harcamalarını arttırma taahhüdünden memnuniyet duyduklarını söyledi.

Putin'den Avrupa liderlerine uyarı

Putin Perşembe günü “Batılı liderleri” Rusya ve ABD arasındaki olası bir yakınlaşmayı sabote etmeye çalışmamaları konusunda uyararak Moskova'nın bu tür çabaları engellemek için diplomatlarını ve istihbarat servislerini kullanacağını söyledi. Bu sözler Avrupa Birliği ve İngiltere'ye açık bir göndermeydi.

İkinci döneminin başlangıcından bu yana dış politika ve iç politika normlarını altüst eden Trump, Gazze Şeridi'nin ABD'ye ait olduğunu savunarak ve ABD'nin hem dostlarına hem de düşmanlarına ticaret tarifelerinden bahsederek müttefiklerini sarstı.

Trump, yardımcılarından birinin gazetecilere “İngiltere ile karşılıklı ve eşit ticarete dayalı bir ekonomik ilişki” arayışında olduklarını söylemesinden saatler sonra, ABD'nin İngiltere ile “çok kısa bir süre içinde” bir ticaret anlaşmasına varacağını söyledi.

Oval Ofis'te Trump, İngiltere'nin 2020'de ayrıldığı Avrupa Birliği ile ticari ilişkilerden şikayet etti.

Starmer araya girerek, “Ticaretimiz adil ve dengeli. Ve aslında biraz fazla veriyorsunuz, bu yüzden farklı bir konumdayız” dedi. ABD hükümet istatistiklerine göre ABD, İngiltere ile mal ticaretinde fazla veriyor.

Bu arada toplantıya katılan ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, liderlerin İngiltere'de ABD teknoloji şirketlerini etkileyen “ifade özgürlüğü ihlalleri” olarak tanımladığı konuları ele alacaklarını söyledi.

Starmer, “Birleşik Krallık'ta çok çok uzun zamandır ifade özgürlüğümüz var” diye yanıt verdi.

Dostane ilişkiler

Trump'ın Starmer ile ilişkisi Eylül ayında New York'ta Trump Tower'da iki saatlik bir akşam yemeği ile dostane bir başlangıç yaptı. İngiliz liderin ekibi, “nazik bir ev sahibi” ile sıcak bir atmosfer olduğunu söyledi.

Macron gibi Starmer da Ukrayna ya da Avrupa ülkelerinin katılımı olmadan Rusya ile aceleye getirilecek bir barış anlaşmasının Avrupa'da daha fazla istikrarsızlığa yol açabileceğini ve bunun da ABD için iyi olmayacağını savunuyor.

Starmer, İngiliz birliklerinin Ukrayna'ya güvenlik garantisi sağlamasına açık olduğunu ancak bunun sadece diğer Avrupa ülkeleriyle birlikte ve “doğru koşullar sağlandığında” yapılabileceğini söyledi.

ABD'li yetkili, Avrupa ülkelerinin şu anda Ukrayna'daki yüksek çatışma seviyesinden endişe duyduklarını, ateşkesin ise aktif çatışmayı caydırmaktan ziyade barışı koruma rolleri olduğu için onları daha fazla rahatlatacağını söyledi.

ABD'li yetkili, “Kuvvetin türü büyük ölçüde savaşı sona erdirmek için varılacak siyasi anlaşmaya bağlı” dedi ve ekledi: “Bugün liderlerin tartışacakları konuların bir parçası da bu değiş tokuş”



Trump'a göre Ukrayna ile yapılacak maden anlaşması ilişkilerinin gelecekteki temelini oluşturacak

ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna ile yapacaklarını söylediği nadir toprak elementleri anlaşmasının, ABD ile Ukrayna arasında gelecekte daha sürdürülebilir bir ilişkinin temelini oluşturacağını belirtti


Trump, Beyaz Saray'da ağırladığı İngiltere Başbakanı Keir Starmer ile ortak basın toplantısı düzenledi.

Başbakan Starmer ile yaptıkları görüşmede Ukrayna'daki savaşı bitirme çabalarına ilişkin bilgi verdiğini belirten Trump, ABD'nin Ukrayna'ya askeri teçhizat dahil herhangi bir ülkeden çok daha fazla para harcadığını yineledi.

Trump, bu kapsamda Ukrayna ile yapacaklarını söylediği nadir toprak elementleri anlaşmasının, ABD ile Ukrayna arasında gelecekte daha sürdürülebilir bir ilişkinin temelini oluşturacağını ifade etti.


Başkan Trump, "Bu, Ukraynalıların yıkılıp harap olmuş ülkelerini yeniden inşa etmelerine yardımcı olacak, uzun vadeli refahı teşvik edecektir" dedi.

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy'yi Washington DC'de ağırlayacağını ve bu konuda anlaşma imzalayacaklarını belirten Trump, Zelenskiy'ye "diktatör" dediğinin hatırlatıldığı soruya, "Zelenskiy'ye çok saygı duyuyorum. Ona epey silah verdik, onlar da iyi savaştılar." yanıtını verdi.

"Filistinlilerin geri dönmelerine ve hayatlarını yeniden kurmalarına izin vermeliyiz"

İngiltere Başbakanı Starmer de ABD ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in daha fazlası için geri gelmesini engellemek üzere sert, adil ve güçle desteklenen bir barışa ulaşmaya yönelik bir planı görüştüklerini söyledi.

Starmer, Trump'ın, Ukrayna'daki barış çabalarına tam destek verdiklerini belirterek, "Ancak bunu doğru bir şekilde yapmalıyız" dedi.

Saldırganı ödüllendiren bir barışın olamayacağını ifade eden Starmer, "Tarihin işgalcinin değil barış yapıcının yanında olması gerektiği konusunda hemfikiriz, bu yüzden şu an mevcut riskler daha yüksek olamazdı ve iyi bir anlaşma sağlamak için birlikte çalışmaya kararlıyız" diye konuştu.

Starmer, Ukrayna konusunda karşı karşıya oldukları tehditlerin arttığını gördüklerini belirterek, bu nedenle İngiltere'nin bu yıl Ukrayna'ya her zamankinden daha fazla askeri yardımda bulunacağını kaydetti.

Gazze konusunda iki devletli çözüme hala inanıp inanmadığıyla ilgili soruya karşılık da Starmer, ateşkesten sonra Gazze'de enkazlar arasından evlerine dönmeye çalışan binlerce Filistinlinin görüntüsünü unutamadığını söyledi.

Starmer, ateşkesin ve yardımların devamı için elden gelen her şeyin yapılması gerektiğini dile getirerek, "Filistinlilerin geri dönmelerine ve hayatlarını yeniden kurmalarına izin vermeliyiz ve hepimiz bunu yapmaları için onları desteklemeliyiz. Ve evet, iki devletli çözümün nihayetinde bölgede kalıcı bir barış için tek yol olduğuna inanıyorum" ifadesini kullandı.


“Biz bu Tesla’yı Musk delirmeden önce aldık"

Bu sloganı bir zamanlar çevreci niyetlerle Tesla alıp bugün markanın sahibi Elon Musk’ın yaptıklarına bakarak pişman olan birçok Amerikalının aracının tamponunda görmek mümkün. Washington Post “mağdur” Tesla sahipleriyle konuştu…


Tom Blackburn bundan yaklaşık 10 yıl önce Tesla’nın Model S’inden satın alan ilk 100 bin kişiden biriydi. Çevreye daha duyarlı bir yaşam sürmek adına Virginia’daki evine güneş panelleri de kurmuştu. Bugün 76 yaşında olan Blackburn sahip olduğu arabanın insanlara kendisi hakkında yanlış bir izlenim vermesinden endişeleniyor. O izlenim de şu: Sağcı politikaları benimseyen, kişisel X hesabında antisemitik komplo teorilerini destekleyen, Trump yönetiminin merkezi bir figürü haline gelen Musk’a destek veren biri. Bu nedenle üzerinde “Bunu aldığımda onun deli olduğunu henüz bilmiyordum” yazan çıkartmalardan alıp aracının tamponuna yapıştırmış.

“Arabama yumurta attılar”

41 yaşındaki, Maryland’li Carla Harne, Tesla ve Musk aleyhine dönen havaya şık kırmızı Model 3’ünün ön koltuğunda bizzat şahit olmuş. Aslında arabası yüzünden başkalarıyla etkileşimleri çoğunlukla olumluymuş. Ta ki geçen yıl Trump’ın ABD başkanı seçilmesinden saatler sonra, işten eve dönerken birinin arabasına bir düzine kadar yumurta fırlatmasına kadar.

Kuzeybatı D.C.’den Andrew Loewinger, Musk’ı ve onun “iğrenç politika ve eylemlerini” protesto etmek için kasım ayında Model S’ini sattı. 71 yaşındaki Loewinger “Arabayı sattıktan sonra onlardan bir müşteri memnuniyeti anketi aldım. O ankete şunu yazdım ki hâlâ aynı görüşteyim: Musk markaya geri dönüşü olmayan bir şekilde zarar verdi. Bu markayla bir daha ilişki kurmayacağım, nokta” diyor.

Washington’ın ağırlıklı Demokrat olan bölgesinde, bir zamanlar öncü bir sürdürülebilirlik hareketinin parçası olarak görülen bazı Tesla sahipleri, CEO’nun ülkedeki en güçlü sağcı siyasi figürlerden birine dönüşmesi meselesiyle boğuşuyor. Dünyanın en zengin insanı Musk, Başkan Trump ve diğer Cumhuriyetçi adayların seçilmesine yardımcı olmak için en az 288 milyon dolar harcadı. Şimdi, yeni oluşturulan DOGE’nin yani Hükümet Verimliliği Departmanı’nın başkanı olarak Musk önemli işgücünün büyük bölümünü ortadan kaldırdı, çeşitlilik ve kapsayıcılık çabalarını azalttı ve bazı şirketlerin devletle yaptığı anlaşmaları yırtıp attı.

Musk’ın eylemleri, federal işgücünün yaklaşık yüzde 20’sinin yaşadığı Washington’ın metropol bölgesinde belirgin bir şekilde hissediliyor. DOGE’ye karşı neredeyse her hafta protestolar düzenleniyor. Georgetown, Arlington ve Owings Mills, Maryland gibi yerlerde Tesla showroom’ları işgal edildi. Bu ayın başlarında Georgetown’daki gösterilerden birinde protestocular “Kimse Muskrat’a oy vermedi” ve “Musk Amerika’yı soyuyor” yazılı pankartlar taşıdı. Bir mesajda, Nazilerle özdeşleşen gamalı haça gönderme yapılarak “Svastika ister misin?” yazıldı.

 

“Bir daha almayız”

Blackburn “Tesla’yı başlatan ve başka iyi şeyler de yapan bir adamın tamamen raydan çıkması beni çok rahatsız ediyor. Bir daha asla Tesla almam. Benim ısrarım üzerine Tesla alan bir kardeşim, yine benim ısrarımla arabayı alan çok iyi bir arkadaşım var. Onlar da bir daha asla almayacak” diyor. Otomotiv sitesi edmunds.com’dan sektör analisti Jessica Caldwell Tesla sahiplerinin iki kampa ayrıldığını söylüyor: Bir daha asla Tesla almayacağını söyleyenler ve Musk ile Tesla arasında ayrım gözetenler.

Caldwell’e göre bir taraf “Tesla’mı gerçekten seviyorum. Onunla aynı fikirde olmam gerekmiyor ama ikisini ayrı şeyler olarak görüyorum ve Elon Musk benim arabamın içindeymiş gibi hissetmiyorum, diyor.”

Chesterfield, Virginia’dan elektrikli araç tutkunu olan Chris Terrell da bu kamptan. 58 yaşındaki Terrell her zaman bir elektrikli araç sahibi olmak istemiş ama çok pahalı olduğu için alamamış. İkinci el elektrikli araç arzı arttıkça, bu araçlar daha uygun fiyatlı hale geldi. Terrell ilk elektrikli aracı olan 2023 model Chevy Bolt EUV’yi geçen yıl mayıs ayında 20 bin 800 dolara almış. Eylül ayında da eşiyle birlikte Biden döneminin kullanılmış temiz araç kredisinden yararlanarak 2021 Tesla Model 3’ü 22 bin dolara almışlar. Terrell da Tesla’sını çok seviyor: “Muhteşem bir makine.”

Kendisini nadiren Cumhuriyetçilere oy veren merkez sol bir Demokrat olarak tanımlayan Terrell, diğer Tesla sahiplerine de meseleyi CEO’dan ayırma çağrısında bulunuyor. “Tesla’nın 120 bin çalışanı var. Harika arabalar üretiyorlar. Sorun Musk’ta, Tesla’da değil.”

Terrell “Musk’ın CEO’luktan istifa ettiğini görmeyi çok isterim. Musk yarın istifa etse Tesla karşıtlığı bir gecede yok olur” diye ekliyor. Hem Tesla X’i hem de Cybertruck’ı olan, Silver Spring, Maryland’den Luis Garay, Tesla ve Musk ile ilişkisini gerilimi bir koca, karısı ve kayınbiraderi arasındaki gerilime benzetiyor:“Kayınbiraderinizle anlaşamamanız karınızdan nefret etmeniz gerektiği anlamına gelmez.”

 

Son yıllarda diğer elektrikli otomobil üreticileri güç kazansa da Tesla halen ABD pazarına hakim. Ancak şirket 2024’te elektrikli araç teslimatlarında on yıldan uzun bir süredir ilk kez yıllık bazda düşüş yaşadı. Şirketin 2023’teki yaklaşık 1.8 milyon araca kıyasla 2024’te yaklaşık 1.78 milyon araç teslim etmesiyle toplam satışlar yüzde 1’in biraz üzerinde azalmış oldu. Geçtiğimiz ocak ayında Musk, şirketin 2025’te üretmeye başlamayı planladığı yeni nesil araçlara yatırım yaptığı için Tesla’nın “önemli ölçüde daha yavaş bir büyüme oranı olacağını” söyledi.


Uyarılara kulak asmadı

Washington Post’ta bu ayın başlarında çıkan bir habere göre bazı Tesla çalışanları ve yatırımcıları, Musk’ın şirketin markasını lekelediğine dair endişelerini dile getirdi ve bazıları Musk’ın istifa etmesi halinde şirketin daha iyi durumda olacağını söyledi. Tesla’nın hisseleri seçimlerin ardından yükselişe geçti ve aralık ortasında 479.86 dolarla zirve yaptı. Ancak o zamandan bu yana istikrarlı bir şekilde gerileyerek 290 dolara kadar düştü (27 Şubat).

Musk ise şimdiye kadar eleştirilere kulak tıkadı. Ocak ayında yaptıklarının Tesla’yı olumsuz etkileyip etkilemediği sorulduğunda, sosyal medya platformu X’teki 127 milyon takipçisine işaret ederek “Bazı insanlar arasında popüler olmayabilirim ama insanların büyük çoğunluğu için takipçi sayım bir şeyler anlatıyor” dedi.

Ancak geçen hafta perşembe günü yayınlanan bir Washington Post-Ipsos anketine göre Musk’ı onaylamayanların sayısı onaylayanların sayısından daha fazla. Amerikalı yetişkinlerin sadece yüzde 34’ü Musk’ın federal hükümet içinde yaptığı işi onayladığını söylüyor. Demokratların yüzde 85’i onaylamıyor.


Öfkeyi paraya çevirdi

Matthew Hiller için Musk’a karşı oluşan tepki, sürdürdüğü yan işine bereket getirdi. Etsy’de, insanların Musk’ı desteklemediklerini bilmelerini isteyen Tesla sahiplerine yönelik tampon çıkartmaları ve magnet’ler satıyor. Honolulu’da yaşayan Hiller’ın “Bunu Elon’un deli olduğunu bilmeden önce satın almıştım” gibi mesajlar içeren çıkartmalarına her gün yüzlerce sipariş geliyor. “Anti Elon Tesla kulübü” çıkartması da ilgi görüyor. Günde 400 ila 500 sipariş almaya başlamış.

Avrupa’da da “istemezuk” sesleri

Tesla’nın Avrupa satışları geçen ocak ayında yüzde 45 azaldı. Financial Times, bu verilerin Musk’ın Avrupa siyasetine müdahale ettiği tartışmalarının ardından kıtada otomobile ilginin azaldığına işaret ediyor olabileceğini belirtti. Avrupa Otomobil Üreticileri Birliği verilerine göre Tesla geçen ay Avrupa’da sadece 9 bin 900 otomobil sattı. FT’nin aktardığına göre bu 2024’ün aynı periyodundaki satışlara kıyasla yüzde 45’lik bir düşüş anlamına geliyor. Tesla’nın satışlarındaki erime, Musk’ın daha önce pek örneği görülmemiş bir biçimde Avrupa siyasetine müdahil olmasının ardından yaşandı.

Musk, geçen haftasonu yapılan genel seçim öncesinde Almanların aşırı sağcı Almanya için Alternatif’e (AfD) oy vermesi için kampanya yürüttü. Ayrıca İngiltere’de de aşırı sağcı Reform Partisi’ne desteğini açıkladı. Daha sonra genel başkan Nigel Farage’ın değiştirilmesini istedi. Ayrıca Avrupa Birliği’ni “antidemokratik” olarak niteledi.


Otomobile “siyasi alerji”

Otomobillerin siyasi bir sembol olarak görülmesi daha önce de Oksijen’e konu olmuştu. Ancak 5 Haziran 2024 tarihli Malumat köşesine göre o dönem bugünün neredeyse tersi bir “alerji” söz konusuydu: İklime duyarlı Demokratlar elektrikli araçları desteklerken çevre kaygılarını abartılı bulan Demokratlar “istemem” diyordu.

İşte o malumat:

Morning Consult adlı araştırma şirketi 9-11 Mart 2024 tarihleri arasında 2 bin 200 Amerikalı yetişkine elektrikli araçlar hakkındaki düşüncelerini sordu. The Wall Street Journal için yapılan araştırmanın sonuçlarına göre Cumhuriyetçi Parti’yi destekleyen muhafazakar seçmenlerin yüzde 61’i elektrikli araçlar hakkında olumsuz görüşlere sahip. Büyük çoğunluğu Demokrat Parti’yi destekleyen liberal seçmenlerin yüzde 66’sı ise olumlu görüş beyan etti.

Olumsuz görüş bildiren muhafazakarların gerekçeleri arasında bu araçların maliyeti (ki çoğunlukla diğer araçlara göre daha ucuz), menzillerinin kısıtlı olması, şarj istasyon sayısının yetersizliği, Çin’den yedek parça ithalatı gereksinimi gibi maddeler var. Olumsuz görüş bildiren her 100 kişiden 38’i gerekçeleri arasında “Siyasi görüşüme uygun değil” maddesini de sayıyor.

 

Kendine soru soracak gazetecileri seçecek

Beyaz Saray Basın Sekreteri Karoline Leavitt Trump yönetiminin, Başkan’ın günlük faaliyetlerini kamuoyuna aktaran küçük ve dönüşümlü bir gazeteci grubu olan başkanlık havuzuna hangi medya kuruluşlarının katılmasına izin verileceğini kendi elleriyle seçmeye başlayacağını söyledi. Leavitt tarafından duyurulan değişiklik onlarca yıllık teamülleri yıkıyor. Yönetimle ilgili haber yapan gazetecileri temsil eden bir grup olan Beyaz Saray Muhabirleri Derneği uzun zamandır hangi muhabirlerin günlük havuza katılacağını kendisi belirliyordu. Başkanlar genellikle Oval Ofis gibi, başkanı takip eden her muhabirin sığamayacağı küçük ortamlarda etkinlik düzenledikleri için, gazetecilerin başkanın yorumlarını doğru bir şekilde kaydetmelerini sağlamak amacıyla havuz formatı uzun süredir kullanılıyor. Havuz çoğunlukla CNN, Reuters, Associated Press, ABC News, Fox News ve The New York Times gibi kuruluşlardan gazetecilerden oluşuyor. Beyaz Saray Muhabirleri Derneği sert bir açıklamayla bu hamleye tepki gösterdi:

“Bu ABD’de özgür basının bağımsızlığını zedeliyor. Özgür bir ülkede liderler kendi basın mensuplarını seçememeli.” 


Eric Adams ve Elon Musk’ın avukatını mı tutmak istiyorsunuz? Saatliği 3 bin dolar

Tesla'nın CEO'su Elon Musk, Google ve başı davalardan kurtulmayan New York Belediye Başkanı Eric Adams'ın avukatı Alex Spiro, şu anda ABD'nin en çok kazanan avukatlarından biri. Spiro'nun saatlik ücreti tam olarak 3 bin dolar ve kendisi Martı'nın da yönetim kurulunda

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

Tesla’nın CEO’su ve dünyanın en zengin insanı Elon Musk ile başı davalardan kurtulmayan New York Belediye Başkanı Eric Adams’ın avukatının saatlik ücreti 3 bin dolar. Ücret, avukatı Manhattan’ın en pahalı avukatlarından biri yapıyor. 

Bahsettiğimiz isim Alex Spiro. Avukatın çalıştığı firma Quinn Emanuel Urquhart & Sullivan’ına yakın bir kaynağa göre, tanınmış müşterileri ve amansız dava tarzıyla tanınan Spiro, hukuk firmasında şu anda 3 bin dolarlık ücret talep eden küçük bir avukat grubundakilerden biri.

Kaynak, en yüksek oranın Spiro ve firmanın küresel ortak yönetici ortağı William Burck için geçerli olduğunu söyledi.

Musk’ı da savunuyor, Google’ı da

Reuters’ın haberine göre, Los Angeles merkezli Quinn Emanuel'in sözcüsü konuya ilişkin yorum talebini reddetti. Musk ve Adams'a ek olarak, firmanın müşterileri arasında Google da yer alıyor.

Spiro, Musk'ı ABD Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu tarafından açılan iftira ve hissedar davaları dahil olmak üzere çok sayıda farklı davada temsil etti. 

Spiro şu anda Eric Adams'ı belediye başkanının Türk yetkililerden rüşvet aldığı yönündeki suçlamalara karşı savunuyor. Adams suçsuz olduğunu iddia etti.

Martı'nın da yönetim kuruluna katılmıştı 

Öte yandan Donald Trump’a yakınlığı ile bilinen Avukat Alex Spiro, Martı’nın gelecekteki büyüme ve kârlılık hedeflerine liderlik etmek için Aralık 2024'te yönetim kuruluna katıldığını duyurmuştu. 

Martı kurucusu Oğuz Alper Öktem, "Alex ile çalışacak olmaktan dolayı çok mutluyum" demiş, Sprio da “Dünyanın en başarılı girişimcileri ve şirketleriyle çalışma şansım oldu. Alper ve ekibi, şimdiye kadar gördüğüm en iyiler arasında" ifadelerini kurmuştu.

Adams’ın davası

DW Türkçe’nin haberine göre Adams hakkında ağır rüşvet suçlamasıyla hazırlanan iddianame Eylül 2024'te New York Güney Bölge Mahkemesi tarafından kamuoyuna açıklandı.

Adams, iddianamede Türk yetkili ve iş insanlarından yasa dışı bağış ve rüşvet almakla suçlanıyor. ABD'de vatandaş olmadan, dolayısıyla oy kullanma hakkına sahip olmadan bir siyasi kampanyaya doğrudan veya dolaylı olarak bağış yapılamıyor.

İddianameye göre, Adams'ın yasadışı bağış ve hediye kabul etmesi 2015'te Türkiye'ye gerçekleştirdiği ziyaretlerle başladı.

Yaklaşık on yıl öncesine ait olaylarla ilgili 57 sayfalık iddianamede, o dönem New York'a bağlı Brooklyn İlçe Belediye Başkanı olan Adams'ın, Türk hükümet yetkilisinin lüks bir seyahat hediyesini kabul ettiği ifade edilerek Adams ve yakın çevresine Türk Hava Yolları (THY) tarafından on binlerce dolar değerinde uçak bileti, lüks otellerde konaklama, şoförlü özel araç, tekne turu, deniz kenarında bir otelde hamam ziyareti ve lüks restoranlarda yemekler gibi çok sayıda avantaj sağlandığı savunuluyor.

İddianamede ayrıca Eric Adams'ın 2021 yılında yapılan New York Belediye Başkanlığı seçimleri öncesindeki kampanya döneminde yasa dışı bağış aldığını ve aynı zamanda yabancı uyruklu kişilerden sadece değerli şeyler kabul etmekle kalmadığı, bunları açık bir şekilde talep de ettiği öne sürülüyor.

İddianameye göre "yabancı hamileri" Adams'ın ünü ve etkisi arttıktan ve özellikle de 2021 yılında 8,5 milyon nüfuslu New York'un belediye başkanı olacağı belli olduktan sonra "rüşvete dayalı ilişkilerinden faydalanmak" istedi. Eric Adams da bu talebe onay vererek ilgili kişilere avantajlar sağladı.

Savcılık soruşturmasında Ankara ile bağlantılı inşaat şirketlerinin, söz konusu yasa dışı bağışlarla ne ölçüde bağlantılı olduğu da araştırılıyor. Yetkililer, Türkiye'nin, Manhattan bölgesinde Birleşmiş Milletler binasının tam karşısında inşa ettiği Türk Evi gökdeleni ile Türkiye Cumhuriyeti Başkonsolosluğu binasının yapımına, Adams'a verilen rüşvetler sayesinde ruhsat aldığından kuşkulanıyor.

Eric Adams iddiaların tamamını reddediyor. 

Hukuk firmaları için dönüm noktası

Quinn Emanuel'in 3 bin dolarlık en yüksek ücreti, avukatların saatlik ücretlerinin artmaya devam ettiği bir dönemde, önde gelen ABD hukuk firmaları için bir dönüm noktası niteliğinde. Zira ABD’deki hukuk firmalarının saatlik ücretinin zamlı hali şu anda ortalama 2 bin 500 dolarda. 

Quinn Emanuel, mahkeme dosyalarında ortaklarının artık saatte bin 860 ila 3 bin dolar arasında faturalandırıldığını ifade etti. Şirketteki "danışman" avukatlar için saatte bin 775 ila 2 bin 725 dolar ve ortaklar için bin 35 ila bin 665 dolar arasında ücret talep edeceğini de belirtiyor.




Trump, yozlaşmış ve Amerikan değerlerine ihanet eden bir müesses düzeni yıktığını iddia ediyor. İşin ilginç ve ürkütücü yanı gerek siyasal gerek toplumsal muhalefet Trump yönetiminin bu atağı karşında tamamen paralize olmuşa benziyor. Trump karşısında geleneksel parti siyaseti ya da örgütlü sivil toplum mücadelesi işe yaramıyor. Trump’ın hedefi yalnızca Demokrat Parti değil. NATO’dan Dünya Sağlık Örgütü’ne tüm uluslararası örgütlere karşı büyük bir nefret besliyor. Ona göre hepsi ABD’nin gücünü sınırlayan ve onu sömürülen bir devlet haline getiren yapılardan ibaret. Federal devletin kapasitesini sıfırlamak, hatta yeni bir devlet inşa etmek gerektiğini ifade ediyorlar


Otoriter-popülist sağ dalganın Avrupa ve ABD’de etkili olması ve liberal demokratik düzenin sarsılması; 2019’da patlak veren COVID-19 pandemisi; iklim krizinin yol açtığı doğal afetlerin artışı; kanlı ve bitmek bilmeyen Ukrayna-Rusya savaşı; Hamas’ın 7 Ekim’de Güney İsrail’de gerçekleştirdiği saldırı ve ardından İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım; uluslararası anlaşmaların ve konvansiyonların birer birer işlevsiz hale gelmesi; Suriye’de Baas rejiminin beklenmedik çöküşü; ABD-Çin rekabetinde sıcak savaş ihtimallerinin konuşulması ve nihayet ABD’de müesses düzeni sarsmaya gelen, üstelik çok hızlı hareket eden Trump dönemi…

Son birkaç ayda, Trump’ın iktidara yerleşmesiyle bu dönüşümün ivmesi ve şiddeti daha da arttı. İçinde bulunduğumuz bu dönemi anlamlandırmak, bir bağlama oturtmak, kavramsallaştırmak zaten zordu; şimdi iyice karmaşık hale geldi.

(Gerçi bir tarihçi olarak son üç yıldır yazdığım yazılar tam da bu tanımlanması güç dönem üzerinde düşünmek, ona tarihsel referanslarla anlam vermeye çalışmak üzerine kurulu değil miydi? Dönemin radikalliği karşısında her yazıda yetersizliğimi itiraf etmekten bıkmadım mı!)

Yıkılanın ne olduğunu biliyoruz, ama yerine neyin inşa edildiğini kestiremiyoruz. Ya da kestirmekten korkuyoruz. Çünkü tarih bize, bu tür büyük dönüşümlerin insanlık lehine olmayabileceğini defalarca gösterdi.

ABD’de Trump devrimi (ya da karşı devrimi)

ABD ile başlayalım. Trump yalnızca bir ayda ülkeyi altüst etti. Birbiri ardına gelen radikal kararlar, kritik devlet kurumlarını çökertmek için atanan yöneticiler, binlerce devlet memurunun işten çıkarılması, cadı avları ve en nihayetinde 6 Ocak 2021’de ABD Kongresi’ni basarak darbe girişiminde bulunanların affedilip serbest bırakılması…

Trump, yozlaşmış ve Amerikan değerlerine ihanet eden bir müesses düzeni yıktığını iddia ediyor. 6 Ocak darbe girişiminin bile ABD’nin derin devleti tarafından tezgahlandığını öne sürüyor. FBI’ın, derin devletin kontrolündeki bir aygıt olduğunu ve yurtsever Amerikalıları “iç terörist” olarak kodlayarak ABD toplumuna karşı suç işlediğini savunuyor. FBI’ın başına getirdiği yeni yönetim ise iç güvenlik teşkilatının toptan tasfiye edilmesini savunuyor.

Son yıllarda FBI, ırkçı, Müslüman karşıtı ve beyaz üstünlüğünü savunan paramiliter gruplarla ciddi bir mücadele yürütmüştü. Ancak tablo şimdi tersine dönüyor. FBI terörist, bu gruplar ise “vatansever” ilan ediliyor.

Benzer adımlar ordu içinde de atılıyor. Trump, Genelkurmay Başkanı Charles Brown’ı (kendisi aynı zamanda siyah bir genelkurmay başkanıydı) görevden aldı. Yerine muhtemelen daha düşük rütbeli emekli bir general atanacak. Ordu içinde yaşanacak değişiklikleri izlemek oldukça ilginç olacak. Trump, ordunun kendisine karşı bir kumpas kurduğuna inanıyordu. Şimdi büyük bir tasfiye başlatmaya hazırlanıyor.

Elon Musk’ın başında bulunduğu ve kamu harcamalarını kısmak için olağanüstü (ve anayasal olmayan) yetkilerle donatılmış kurum, federal devletin her birimine giriyor ve bütçede gereksiz olduğunu düşündüğü kalemleri ve işten atılması gereken çalışanları tespit edip, Başkan’a sunuyor. Başkan da hızlıca kararnameler ile gereğini yapıyor.

Üniversitelere yönelik saldırılara ayrıca değinmek gerekiyor. Üniversitelerin vergiden muaf bağışlarından %20 vergi alınmasını öngören bir kararname yolda. Bu hamle, üniversite bütçelerinde devasa bir daralmaya yol açacak. Aynı zamanda federal hükümetin üniversitelere sağladığı araştırma destekleri de ciddi biçimde kesilecek. Görünen o ki, Harvard, Yale, Princeton ve Stanford’ın “altın çağı” sona ermek üzere.


DEI meselesi

Özellikle Trump yönetimi, DEI politikalarına (diversity, equity, and ınclusion - çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık) karşı büyük bir savaş açmış durumda. Devlet ve özel sektör kurumlarında çalışanların (ve üniversiteler özelinde öğrencilerin) sosyal sınıf, etnik ve ırksal köken bakımından çeşitlenmesini teşvik eden, tarihsel olarak dezavantajlı grupların güçlenmesini amaçlayan pozitif ayrımcılık uygulamaları kaldırılıyor. Federal hükümet, bu politikaları uygulayan kurumlara ağır baskılar yapıyor.

Ancak asıl mücadele, toplumsal cinsiyet meselesinde yoğunlaşıyor. Son yıllarda trans bireylerin kimliklerini tanıyan ve sağlık hizmetlerine erişimlerini garanti altına alan yasalar, muhafazakâr çevrelerde büyük tepkiyle karşılanmıştı. Trump yönetimi, trans bireylerin cinsel kimlikleri üzerinden sahip oldukları hakları artık tanımayacağını ilan etti.

ABD toplumunun %10’u kendini bir şekilde LGBTQ olarak tanımlıyor. Bu oran gençler arasında daha da yüksek. Trans bireylerin oranı ise % 2’nin biraz altında. Ancak Trump yönetimi, özellikle trans bireylere yönelik hakları tanıyan kurumlara federal yaptırımlar uygulamaya hazırlanıyor. İnsan hakları çerçevesinde ele alınması gereken bu konu, muhafazakâr çevreler tarafından “toplumsal yozlaşma” ve “cinselliğin siyasallaşması” olarak tanımlanıyor.

Kazanılmış haklar hızla geri alınıyor; sağlık sigortaları iptal ediliyor, insanlar işlerinden ediliyor, destek açıklamaları ve ilgili belgeler üniversite ve devlet kurumlarının web sitelerinden tek tek kaldırılıyor. Trump’a karşı toplumsal muhalefet belki de bu meseleden patlayacak, kim bilir?

Liste çok daha uzun. İşin ilginç ve ürkütücü yanı gerek siyasal gerek toplumsal muhalefet Trump yönetiminin bu atağı karşında tamamen paralize olmuşa benziyor. Toplumun birçok kesiminin kazanımlarını geri alacak bu “karşı devrim” karşısında muhalefetin çıkaracağı bir lider yok. Zaten geleneksel ABD siyasetinde muhalefet tek bir lider üzerinde yükselmiyor. Ama Trump karşısında geleneksel parti siyaseti ya da örgütlü sivil toplum mücadelesi de işe yaramıyor. Trump son anketlere göre ABD toplumundan ciddi bir destek alıyor. Evet, toplumun yarısına tekabül eden ve Trump'izme karşı olan kesim de var, ama henüz bu kesimi güçlü bir şekilde mobilize edecek bir ihtimal gözükmüyor. İnsanlar adeta başlarına geleceği kabul etmiş gibi bekler durumdalar. Gerçi daha çok erken ama çıkması gereken, yeni bir siyaset ve gelecek tasarımı kurabilen, ve Trump radikalizmini alternatif bir radikalizm ile karşılayacak yeni bir muhalefet enerjisi ihtimalinden çok uzağız.

Trump, muhalefet ve ABD’nin geleceği

Trump’ın hedefi yalnızca Demokrat Parti değil. O, sivil ve sosyal hak mücadeleleri sonucunda federal devlete yerleşmiş pek çok kurumu yıkmak, geçmişte kazanılmış uygulamaları tarihe gömmek ve kadroları tamamen tasfiye etmek istiyor. MAGA’cı olmayan Cumhuriyetçi Partili siyasetçiler bile gelinen noktanın aşırılığından rahatsız olabilirler, ancak Trump yanlıları “şok tedavisi” benzeri bir değişim gerektiğini savunuyor. Hatta çoğu orada burada federal devletin kapasitesini sıfırlamak, hatta yeni bir devlet inşa etmek gerektiğini ifade ediyorlar.

Peki, Trump’a oy veren toplum kesimleri gerçekten bu kadar radikal mi? Onun performanslaştırdığı yıkıma razılar mı? ABD’de Trump öncesi ekonomi büyük bir çöküş içinde değildi, ülke de geniş çaplı bir yozlaşma yaşıyor değildi. Ancak son 15-20 yılda yıpranmış, mutsuz ve ekonomik olarak zorlanan büyük bir kesim vardı. Ama Trump’ın zaferi bu kesimin öfkesi yanında Evanjeliklerin dini uyanış hayaliyle veya beyaz üstünlüğünü savunan ırkçılarla açıklanamaz. Sadece pandemi sonrası bir türlü düşmeyen enflasyonla da açıklanır gibi gözükmüyor. Amerika toplumunun derinlerinde yaşanan ve büyük bir bölümünü Trump’ın bu “yıkım” projesine çeken dinamik nedir? Bu soruyu sormaya devam edeceğiz.

Trump ve dünya

Donald Trump’ın iktidarı yalnızca ABD’yi değil, dünyayı da sarsıyor. ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri üstlendiği “Özgür Dünya’nın lideri” olma iddiasını artık terk etmiş durumda. Bu liderlik iddiası elbette tartışmalıydı. ABD’nin emperyalizmi ile Özgür Dünya'nın lideri olma iddiası arasında her zaman bir örtüşme vardı. Ancak bugün, liderlik iddiası ortadan kalkarken, emperyalist proje çok daha pervasızca dillendiriliyor.

Kanada’yı, Grönland’ı, Panama Kanalı’nı ve en son Gazze’yi ilhak etme açıklamaları yalnızca deli saçması fanteziler ya da birer pazarlık taktiği olarak görülmemeli. Trump’ın ABD’si, dünya liderliğinin gerektirdiği maddi ve manevi özveriyi bir yük olarak görüyor. Dış politika, yalnızca ekonomik kazanca çevrilebilecek bir alan olarak algılanıyor; adeta fetihçi ve neo-merkantilist bir strateji izleniyor. (Gerçi Kanada ABD’ye katılırsa, uzun yıllar bir Cumhuriyetçi adayın yeniden başkan seçilmesi zor olabilir!)

Trump, NATO, BM, Dünya Sağlık Örgütü, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve ABD ekonomisini Kanada ve Meksika ile entegre eden NAFTA gibi uluslararası örgütlere karşı büyük bir nefret besliyor. Ona göre, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan tüm uluslararası kurumlar, ABD’nin gücünü sınırlayan ve onu diğer ülkeler tarafından sömürülen bir devlet haline getiren yapılardan ibaret.

ABD-Rusya yakınlaşması, Trump için öncelikli bir mesele. Elbette Rusya’yı Çin’den koparmak önemli bir jeostratejik hamle olabilir. Ancak Trump-Putin ilişkilerinin bir boyutu da Ukrayna ve Avrupa’yı sıkıştırmak, hatta zayıflatmak. Bugün ABD, Rusya’nın saldırısına karşı Ukrayna’ya yaptığı yardım karşılığında ülkenin tüm doğal kaynakları üzerinde hak talep eder hale geldi. Trump’ın mesiyanik iddiası, kulağını sıyıran kurşundan sonra iyice yoğunlaştı. O artık kendisini yalnızca ABD’nin değil, dünyanın kaderini belirleyen bir lider olarak görüyor. ABD’nin dünya üzerindeki kaynakları hak etme iddiasını yalnızca askeri güçle değil, Tanrı’nın ona bahşettiği bir hak olarak da algılıyor.

Trump'çı fetihçilik ile Elon Musk’ın tekno-faşist eğilimleri birleşince ortaya çıkan manzara hiç de iç açıcı değil. Oval Ofis’te Trump’ın ekibi tarafından yerleştirilen Ronald Reagan’ın portresi ve Winston Churchill’in büstü, bu yeni dış politika vizyonuna pek uyan semboller değil. Çünkü Trump’ın dünyaya bakışı, Soğuk Savaş dönemi muhafazakârlığından çok uzak. Hatta diyebiliriz ki o, Amerikan gücünü idealist bir misyona dayandıran eski düzeni yerle bir etmek istiyor.

Türkiye: Trump dönemini hakkıyla yaşamak

Son iki ayda Türkiye’de yaşananlar üzerine çok şey yazabiliriz, ama yerim kalmadı. Açıkçası, pek içim de kaldırmıyor. Üstelik bu yazıyı salı günü yazıyorum ve sabah bile tuhaf tuhaf haberler okudum. Yazı cuma günü yayınlanana kadar kim bilir daha neler olacak…

Bir iki nokta ile kapatalım: Türkiye, Trump dönemini adeta hakkını vererek yaşıyor. Erdoğan rejimi, Trump’ın yarattığı fırsatı ganimet olarak görüyor. Erdoğan, Trump’ın Türkiye’deki otoriterleşme konusundan hiç rahatsızlık duymayacağını, hatta bunu destekleyeceğini düşünüyor.



Haritaya bak, Soğuk Savaş günlerine geri döneceksin

Almanya 35 yıldır tek bayrak altında olsa da, geçen hafta yapılan seçimlerde harita eski doğu-batı sınırından yine iki ayrı renge bölündü. Doğudaki 50 seçim bölgesinin 47’sinde aşırı sağcı AfD zafere koşarak ülkenin ikinci partisi oldu. Batıdaki oylarla iktidara yürüyen muhafazakarlar ise Avrupa’nın yalnızlaştığı günlerde koalisyon kurmak için çalışmalara başladı

Almanya’yı 35 yıl önceye kadar Demir Perde bölüyordu. Doğu ve Batı Almanya bugün tek bayrak altında birleşmiş halde olsa bile, Almanları bu sefer dikenli teller ve köpekler yerine gelir düzeyi, işsizlik ve aşırı görüşlü partilere oy verme eğilimi ayırıyor.

Geçen hafta yapılan seçimlerde birinci parti oyların yüzde 28.5’ini alan muhafazakar Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) oldu. Ancak asıl çarpıcı olan uzmanlarca Nazi ideolojisiyle bağdaşlaştırılan AfD’nin oyların yaklaşık yüzde 21’ini alarak 2. parti olması oldu. Ana akım partiler, Nazi Almanyası döneminden alınan dersler sonucunda geliştirdikleri “güvenlik duvarı” adını verdikleri sistem nedeniyle aşırı görüşlere sahip partilerle koalisyon kurmuyor. Bir sonraki şansölye olması beklenen Friedrich Merz, Sosyal Demokratlar (SPD) ile büyük koalisyon kurmak için görüşmelere başladı. Ancak AfD’nin ana muhalefet partisi haline gelmesi de Almanya’da aşırı sağcıların artık ana aktörlerden biri haline geldiğini kanıtlıyor.

Seçim haritasına bakıldığında Almanya’nın oy verme tercihleri olarak doğu ve batı olarak bölündüğünü görüyoruz. AfD, eski Doğu Almanya topraklarındaki 50 seçim bölgesinden 47’sini kazandı. Bu bölgede her üç oydan birini aldı. FAZ’a konuşan Dresdenli siyaset bilimi profesörü Hans Vorländer, “AfD şu anda doğuda hegemon konumunda. Artık sadece ‘geride bırakılmış’ olarak adlandırılan bölgelerde güçlü değil, şehirleri de kazanıyor” dedi.

New York Times’a konuşan analistlere göre bu bölünme sadece doğunun tam olarak entegre edilememesini değil, aynı zamanda Soğuk Savaş döneminde onlarca yıl süren komünist yönetimin ve Moskova ile eski Sovyet blokuna yakınlaşmanın şekillendirdiği kendine özgü sorunlarını ve kültürünü de yansıtıyor. Doğu Almanya üzerine çalışan bir siyaset bilimci olan Benjamin Höhne, “Bunun önemli bir yönü, birçok Doğu Alman’ın Batı Alman demokrasisi ile duygusal ya da zihinsel olarak hiçbir zaman gerçekten bağ kuramamış olmasıdır” dedi.

Doğuyu doğu yapanlar

Doğu ile Batı Almanya’yı birbirinden ayıran şeyler bunlarla sınırlı değil. Doğudaki eyaletlerin yıllık gelirleri batıya göre çok daha düşük. İşsizlik çoğu doğu bölgesinde çok daha fazla. Doğudakiler daha uzun saatler mesai yapıyor ve bu eyaletlerde asgari ücret alanların oranı daha yüksek.

FAZ’ın politika editörü Tim Niendorf’a göre AfD, bu bilgiler ışığında artık Almanya’daki işçilerin ve işsizlerin partisi haline gelmiş durumda. Eski ana akım partilere destek azalırken AfD, birçok kişiyi ilk kez sandığa götürmeyi başardı. Almanya’nın 35 yıl önce birleşmesinden bu yana katılımın en yüksek olduğu seçimin bu olmasında AfD’ye desteğin rolü büyük.


Türkiye ile Suriye’de yakın işbirliği ihtimali

Merz bu ay Anadolu Ajansı’na verdiği söyleşide Türkiye ile daha yakın işbirliği vurgusunda bulundu. Kendisi ABD’nin taleplerine karşı Almanya ve Avrupa’nın Türkiye ile temas kurması gerektiğini vurgularken Ankara’nın Avrupa savunması için vazgeçilemez olduğunu ifade etti: “ABD, NATO müttefiklerinden kendi güvenlikleri için daha fazla sorumluluk almalarını beklerken, Avrupalı NATO müttefikleri ortak dış politika çıkarlarımızı nasıl daha iyi takip edebileceğimiz konusunda Türkiye ile stratejik bir diyaloğa girmelidir.” Alman hükümet istatistiklerine göre Türkiye, 2023 yılında 51.8 milyar dolarlık ikili ticaretle Almanya’nın Orta Doğu’daki en büyük ticaret ortağı oldu. Almanya’da yaklaşık üç milyon Türk kökenli insan yaşıyor. Al Monitor’un aktardığına göre Merz’in Türkiye’yle daha yakın işbirliği çağrısı Suriye için de geçerli. RTL’ye yaptığı açıklamalarda “Bölgede siyasi barışı sağlamak için şimdi Türkiye ile çok daha yakından çalışmalıyız” diyen Merz, Esad’ın düşmesinden sonra Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolünün artacağını vurguladı.

Amerikasız Avrupa’nın yeni lideri olur mu?

Merz, seçimlerden sonra yaptığı ilk açıklamalardan birinde “Trump’ın geçen hafta yaptığı açıklamalar ABD’deki bu yönetimin Avrupa’nın kaderini büyük oranda umursamadığını göstermiştir” dedi. Almanya’nın yeni lideri, ABD Başkanı Donald Trump’ın Avrupa başkentlerini Rusya-Ukrayna barış görüşmelerinde kızağa çektiği, Washington’ın Avrupa savunmasına desteği bırakmayı konuştuğu bir dönemde göreve gelecek.

 

Koyu bir Atlantikçi olan Merz, gerçekliğin farkında olduğuna işaret ederse savunma konusunda ABD’den “tamamen bağımsız” bir Avrupa istediğini söyledi. Bunun için muhafazakar liderin önünde uzun bir yol var. Financial Times’ın aktardığına göre Berlin’in savunma harcamalarını sürdürülebilir bir şekilde arttırmak, yeniden silahlanmak, altyapısını modernize etmek, enerji maliyetlerini düşürmek ve inovasyona yatırım yapmak için yılda on milyarlarca euro harcaması gerekecek. Merz’in önündeki en ciddi sınavlardan biri önceki koalisyonun borçlanma ile ilgili getirdiği kurallar olacak.

Borç freni sorunu

Anayasa değişikliği nedeniyle Almanya’da kamu harcamaları, hükümetin acil durumlar dışında GSYH’nin yüzde 0.35’inden daha fazla yapısal açık vermesini yasaklayan bir “borç freni” tarafından engelleniyor.

Bunun kaldırılması için Federal Meclis’te üçte ikilik çoğunluk gerekiyor. The Economist’in aktardığına göre AfD asla bunu desteklemeyecektir. Oylarını geçen seçime kıyasla neredeyse üçe katlayan Sol Parti ise prensipte kalkmasını kabul etse de tekrar silahlanma için oy kullanmayacaktır. The Economist’e göre Merz, SPD ve Yeşiller ile birlikte hala eski parlamento görevdeyken borç frenini kaldırmak için harekete geçmeli.Almanya’nın önde gelen gazetelerinden Handelsblatt’ın editörlerinden Frank Specht ise Alman ordusunun savaşa hazır hale gelmesinin çok uzak olduğunu, ne Rusya’nın ne de ABD’nin kendilerini ciddiye alacağını yazdı. Üstüne Almanya’nın zayıflayan ekonomisi nedeniyle artık “çek defteri diplomasisinden de mahrum olduğunu” yazdı: “İnsanın Merz için neredeyse üzülesi geliyor. Seçimin galibi, dünya güçlerinin satranç tahtasında Almanya’yı yeniden önemli bir piyon haline getirmek istiyor. Ancak Almanya’nın köşeye sıkıştırılmasını çaresizce izlemek zorunda kalacak.

Gençlerin oyları aşırı uçlara

Almanya’da 25 yaşın altındakilerin en çok desteklediği parti aşırı solcu Sol Parti (Die Linke) olurken, ikinci sırada AfD yer aldı. Infratest Dimap’ın kamu yayıncısı ARD için yaptığı araştırmaya göre 18-24 yaş grubundakilerin yüzde 25’i Sol Parti’ye oy verdi. Bu, partinin 2021 seçimlerinde aynı yaş grubundan aldığı oy oranından yüzde 17 daha fazla. Gençlerin yüzde 21’i ise oylarını AfD’ye verdi. 2021 seçimlerinde yaş grubunda aşırı sağcı partiyi destekleyenlerin oranı yaklaşık yüzde 7 idi. CDU’yu iktidara taşıyan oyların önemli bölümü 45 yaşın üzerindekilerden geldi. 18-24 yaş grubunun sadece yüzde 13’ü muhafazakarlara oy verdi.

Seçime sosyal medyayla damga vuran iki kadın

Peki Sol Parti ve AfD’nin gençler arasında bu kadar popüler olmasının nedeni ne? Die Welt’e konuşan Düsseldorf Heinrich Heine Üniversitesi’nden siyaset bilimi Profesörü Stefan Marschall’a göre iki partinin adaylarının sosyal medyada yürüttüğü kampanyanın rolü büyük.

Sol Parti’nin 36 yaşındaki adayı Heidi Reichinnek, ocak ayına kadar tanınmayan bir isimdi. Hatta geçen aya kadar Sol Parti’nin yine Federal Meclis’te grup kurmak için gerekecek yüzde 5 oy sınırını yine kaçıracağı düşünülüyordu. Parti geçen pazar günü neredeyse yüzde 9 oy alarak beklentileri aştı. Kolunda Polonyalı-Alman devrimci Rosa Luxemburg’un dövmesini taşıyan Reichinnek bugün TikTok ve Instagram’daki 1 milyon takipçisiyle Almanya’da gençler arasında bir siyasi güç. Kendisinin Merz’i ve AfD’yi eleştirdiği konuşmalardan alınan kesitler, kampanya sürecinde milyonlarca Alman TikTok kullanıcısına ulaştı. Merz’in göçmenlere karşı söylemlerine karşı göçmen yanlısı duruşunu koruması, ilerici görüşlü birçok genç Alman’ın gönlünü kazanmasına yardımcı oldu.

 

AfD’nin lideri Alice Weidel de seçim dönemi boyunca TikTok’u etkin kullandı. Platformda yaklaşık 1 milyon takipçisi olan Weidel, öfkeli gençlerin oylarını kazanmak için popülist söylemlerini sosyal medya aracılığıyla yaydı.

 

Marschall, “Sol Parti’nin başarısındaki kilit faktörlerden biri kampanya sürecinin sıcak sürecinde sosyal medyadaki güçlü varlığı oldu. Meyvesini aldılar. Sosyal medyada oldukça profesyonel şekilde konumlanmış olan AfD de bundan fayda sağladı. AfD sosyal medyada daha avantajlı Algoritmalar popülist ve abartılı içeriği daha fazla yayıyor. Bu sayede seslerini daha çok duyurdular” dedi. Siyaset bilimci, “TikTok, YouTube ve Instagram gibi platformlar birçok genç için temel bilgi kaynağı. Onlara ulaşmak istiyorsanız onların dilinden konuşmalısınız. Özellikle Sol Parti şehirlerdeki kiralar ve konut problemi gibi konulara değinerek gençlere ulaştı” diye konuştu.

Kurulacak koalisyonu bekleyen büyük sınavlar

Merz, partisi CDU’nun hedefinin SPD ile bir koalisyon kurmak olduğunu açıkladı. Almanya’nın 1990’da tekrar birleşmesinden bu yana CDU ve SPD dışında hiçbir parti seçimlerden birinci çıkamadı. Dolayısıyla federal yapıdaki Almanya’da şu ana kadar kurulan her koalisyonda ya CDU ya da SPD yer aldı. Bunlar ülkenin ana akım partileri olarak biliniyor. CDU ve SPD, 1990’dan bu yana 3 kez aynı koalisyonun içinde yer aldı. İki parti, AfD’yi hükümetten uzak tutmak için bir kez daha işbirliği yapmaya hazırlanıyor. Merz, hükümetin 20 Nisan’dan, yani Paskalya Bayramı’ndan önce kurulmasını hedefliyor. SPD’nin bu seçimlerde yaşadığı büyük erimede aslan payının sahibi olarak görülen Şansölye Olaf Scholz, artık üst düzey görevlerde yer almayacağını açıkladı. Politico’ya göre bu SPD’li Savunma Bakanı Boris Pistorius’a daha büyük bir rol için kapı açabilir. Kendisi tıpkı Merz gibi Rusya konusunda sert görüşlere sahip. Politico’nun baş Avrupa siyaseti muhabiri Tim Ross, “Merz ve Pistorius’un işbirliği, Avrupa’nın çok ihtiyacı olduğu zamanda Almanya’ya savunma konusunda bir omurga sağlayabilir” yazdı. Ancak kurulması beklenen koalisyonu bekleyen büyük riskler var. AfD, hükümetin hata yapmasını bekliyor olacak.

 

Göçte reform beklentisi

AfD’nin üzerinde yükseldiği konulardan biri olan göç konusundaki tartışmaların sürmesi bekleniyor. Ross, “Güç kazanan aşırı sağ, göç konusunda yapacağı baskı ile SPD ile kurulacak koalisyonu yıkabilir, bu da dış politika planlarını riske sokabilir” değerlendirmesinde bulundu. Almanya’nın etkili dergilerinden Spiegel’ın başyazısında da, “Almanya’da kasım ayından bu yana parlamento çoğunluğuna sahip olmayan bir hükümet var. Jeopolitik çalkantılar göz önüne alındığında bu vahim bir durum. Almanya’daki ekonomik durum da hızlı kararlar alınmasını gerektiriyor. Göç politikasında büyük bir revizyona ihtiyacımız var. Son yıllarda ülkeyi bu kadar karıştıran başka bir konu olmadı. Bu durum AfD’ye yardımcı oldu. Şimdi meseleyi yatıştırma zamanı. Bunun için koalisyon kurması beklenen merkez partilerin düzensiz göçe karşı sertlikle açıklığı birleştiren bir iltica uzlaşısına varması gerekiyor. SPD ve CDU bunu başarabilir” denildi.


ABD'den İstanbul'daki kritik zirveyle ilgili açıklama

Rusya ve ABD'den heyetlerin dün İstanbul'da gerçekleştirdiği görüşmeler sonrasında ABD Dışişleri Bakanlığı, ABD'nin Rusya'ya bazı endişeleri aktardığını açıkladı


Rusya ve ABD'den heyetlerin dün İstanbul'da gerçekleştirdiği görüşmeler sonrasında ABD Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaptı Açıklamada, "Dışişleri Bakanı Rubio ve Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov'un görüşmelerin başlatılması konusunda varılan mutabakatın ardından heyetler 27 Şubat'ta İstanbul'da bir araya geldi. ABD Dışişleri Bakanlığı sekreter yardımcısı Coulter ve Büyükelçi Darchiyev yakın bir zamanda bir takip toplantısı yapma konusunda anlaştı" denildi.

Ayrıca, ABD'nin Rusya'ya bazı endişeleri aktardığı da vurgulandı. Açıklamada, "ABD Dışişleri Bakanlığı, bankacılık ve sözleşmeli hizmetlere erişim konusunda Rusya'ya endişelerini dile getirdi" denildi.

Tarafların ikili ilişkileri istikrarlı hale getirmek için "somut ilk adımları" belirlediği de duyuruldu.



 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

留言


©2023 copyright by MD all rights reserved

bottom of page