top of page

4 Nisan 3 Suudi Game of Thrones'u

  • Yazarın fotoğrafı: mutlunecmettin
    mutlunecmettin
  • 4 Nis
  • 17 dakikada okunur

“İslami Game of Thrones” Arap dünyasını karıştırdı

Muaviye’nin hayatını konu alan Suudi yapımı dizi, “tarihi kinleri derinleştirdiği” gerekçesiyle bazı ülkelerde yasaklandı

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

Suudi Arabistan’ın sahip olduğu ve İslam dünyasının büyük bölümünde yayın yapan medya holdingi MBC tarafından üretilen 21 bölümlük gösterişli TV dizisi Muaviye tartışmalara sebep oldu. MBC yıllardır, bölgedeki pek çok insanın evde normalden daha fazla zaman geçirdiği, televizyonun en çok izlendiği dönem olan Ramazan’a denk gelen ve izlenme rekorları kıran yapımlar üretiyor. Ancak bu yılki yapım tepkilere yol açtı. Dizinin kahramanı Muaviye, bazı Sünni Müslümanlar tarafından övülürken Şiiler tarafından yeriliyor. MBC’nin tasviri tartışmalara neden oldu.


İran’ın Şii yetkilileri diziyi yasakladı. Şiilerin yoğun olarak yaşadığı Irak’ta ise dizi, mezhepsel şiddeti körükleyebileceği endişesiyle yayına alınmadı. Mısır’da, önde gelen Sünni kurumlardan El-Ezher Üniversitesi’ndeki akademisyenler, Hz. Muhammed’in ashabının tasvirinin dini açıdan uygunsuz olduğu gerekçesiyle Muaviye’nin izlenmemesini tavsiye etti.

Mısırlı tanınmış yazar Youssef Ziedan bu ayın başlarında bir YouTube videosunda Muaviye’nin “tarihi kinleri derinleştirdiğini” ve dizinin “sonsuz tarihi hatalar” içerdiğini söyledi.

Bloomberg’ün aktardığına göre Muaviye’nin dayandığı hikaye yüzyıllardır Müslümanlar arasında tartışma konusu. 

Mekkeli zengin bir tüccarın oğlu olan Muaviye başlangıçta Hz. Muhammed’e muhalifken daha sonra İslam’ı benimsemiş. Peygamber’in 632’deki ölümünden sonra İslam’ın takipçileri, Peygamber’in kuzeni ve damadı olan Ali’nin gerçek halef olduğuna inanan Şiiler ile bir konseyin seçim yapması gerektiğini düşünen Sünni arasında bölündü. Muaviye, 656-661 yılları arasında süren ve İlk Fitne olarak bilinen Müslüman iç savaşı sırasında Sünni tarafın önde gelen askeri ve siyasi figürlerinden biri ve büyük bir ordunun başı oldu. Savaştan sonra Emevi Halifesi’nin ilk halifesi olarak 680 yılı civarında ölene kadar hüküm sürdü.

Muaviye, Ali ile olan savaşı nedeniyle Şiiler arasında; halifeliği dünyevi bir krallığa dönüştürdüğü ve kutsal eğilimleri terk ettiğine inanan bazı Sünniler arasında tartışmalı bir figür.

Pahalı kostümler, destansı savaşlar ve siyasi entrikalar içeren MBC dizisinin 100 milyon dolardan fazla bir bütçeye sahip olduğu ve şimdiye kadarki en maliyetli Arap dili yapımlarından biri olduğu bildiriliyor. Çekimleri Tunus’ta gerçekleştirilen filmin oyuncu kadrosunda Filistinliler, Ürdünlüler ve Mısırlılar yer alıyor. Muaviye’yi canlandıran Lujain İsmail ise Suriyeli. Senaryo Mısırlı Halid Salah tarafından yazıldı ve Mısırlı Tarık Alarian ve Ahmed Medhat tarafından yönetildi.

Salah, tepkilere yol açsa da “Arap yaratıcıların” Muaviye gibi hikayeleri ele almasının önemli olduğunu söyledi. Bir röportajında “Bu diziyi yazarken tartışmalara yol açacağından hiç şüphem yoktu” dedi. “Ancak modern, liberal bir sivil devlet inşa etmek istiyorsak bunu tartışmaya açmanın çok sağlıklı ve gerekli olduğunu düşünüyorum.”

Suudi Kamu Yatırım Fonu’nun çoğunluk hissesine sahip olduğu Riyad merkezli MBC, birçok Arap ülkesinde yayın yapıyor; online yayın platformunun yaklaşık 5 milyon abonesi var. Muaviye 21 Mart’a kadar MBC’nin ana yayın kanalında yayınlandı ve şu anda internette izlenebiliyor.

Fragmanında “Doğu’dan Batı’ya uzanan bir imparatorluk, kurnazlık ve gücü birleştiren bir yönetim” ifadelerine yer verilen dizide Muaviye karizmatik bir lider olarak tasvir ediliyor. Başrol oyuncusu İsmail, yapım ekibinin böylesine hassas bir konuya yaklaşırken temkinli davrandığını söyledi. Arabiya TV’ye verdiği bir röportajda, “Daha yayınlanmadan önce bile programa saldıran ve izlenmemesini tavsiye eden insanlar vardı” dedi.Ancak diziyi eleştirenler, dizinin Muaviye’nin mirasını yücelterek onu bir bilgelik ve güç figürüne dönüştürdüğünü söylüyor.

Diğer eleştirmenler ise diziyi İslam tarihinin “Game of Thrones” versiyonuna benzetiyor. Set tasarımları, kostümler ve makyaj, tarihi yanlışlıklara dikkat çeken bazı izleyiciler arasında alay konusu oldu. Bir sahnenin arka planında günümüzden bir kitap standı yer alırken, Muaviye’yi ziyaret eden bir doktorun deri bir evrak çantası taşıdığı görüldü. 


Netanyahu ve Erdoğan’ın savaş meydanı: Suriye

Newsweek dergisi, Suriye’de iktidar değişiminin ardından İsrail ile Türkiye’nin bölgede hakimiyet kurmak için birbiriyle tehlikeli bir rekabet halinde olduğunu yazdı. Bu haberin ardından İsrail, “Türkiye’ye mesajımız” diyerek Suriye’de hava saldırısı düzenledi

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

Orta doğu, Gazze Şeridi’nde devam eden savaş nedeniyle hala büyük bir çalkantı içindeyken, Esad’ın devrilmesinden dört ay sonra jeopolitik olarak körüklenen çatışmaların devam ettiği Suriye’de Newsweek dergisine göre ABD müttefikleri İsrail ve Türkiye arasında tehlikeli bir rekabet tırmanıyor. Derginin analiz haberi şöyle devam ediyor: 

Hamas ve İran’ın bölgedeki müttefikleriyle savaşında kazandığı zaferlerden cesaret alan İsrail, uzun süredir işgal altında tuttuğu Golan Tepeleri’nin ötesindeki güney topraklarını ele geçirmek ve potansiyel düşmanlarına karşı yeni bir tampon bölge oluşturmak için Suriye’nin Esad sonrası kaosundan yararlandı. İsrail ordusu da Suriye’deki askeri mevzilere yönelik hava saldırılarını yoğunlaştırdı ve çoğunluğu Arap olan ülkedeki yerel Dürzi ve Kürt azınlık topluluklarıyla temas kurmaya çalıştı.

Giderek daha etkili bir bölgesel güç ve ABD liderliğindeki NATO ittifakının bir üyesi olan Türkiye ise, kuzeyde üsler bulunduruyor ve uzun süredir Suriye liderinin aralık ayında İslamcıların önderliğindeki isyancıların saldırısı sonucu devrilmesinden sonra etkisi azalan Esad’ın müttefikleri İran ve Rusya’nın yokluğunda konumunu güçlendirmek için Suriyeli muhalif gruplarla yakın bağlarını güçlendirmeye çalışıyor. Ankara ayrıca kısa bir süre önce PKK ile Suriye ve Irak’ta on yıllardır sürdürdüğü isyanı bastırmak için bir ateşkes anlaşması imzaladı.


ABD Başkanı Donald Trump hem İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’ya hem de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hayranlığını dile getirdi ve onları Orta Doğu’ya yönelik yeni vizyonunda önemli oyuncular olarak gördü. Ancak iki liderin giderek daha istikrarsız hale gelen bir düelloya kilitlenmesiyle birlikte bazı gözlemciler, Suriye’deki karşıt çıkarlarını düzgün bir şekilde yönetmemeleri halinde ufukta potansiyel bir çatışma olduğu uyarısında bulundu.

‘Olası bir çatışma riski var’

Bar-Ilan Üniversitesi’nde doçent ve Begin-Sadat Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde kıdemli araştırma görevlisi olan Efrat Aviv Newsweek’e verdiği demeçte “Geleceği tahmin etme iddiasında bulunmadan bunu ihtiyatlı bir şekilde ifade edeceğim” dedi. “İsrail ile Türkiye arasında bir aşamada küçük çaplı da olsa askeri bir çatışma yaşanabileceğine inanıyorum.”

Newsweek yorum için İsrail’in New York Başkonsolosluğu, Suriye Geçici Hükümeti Enformasyon Bakanlığı, ABD Dışişleri Bakanlığı ve Beyaz Saray’a ulaştı. İsrail kendisini Suriye’deki azınlık haklarının garantörü olarak göstermeye çalışırken, Türkiye kendisini istikrar ve birlik için öncü bir güç olarak sundu. Newsweek’e konuşan Türkiye’nin ABD Büyükelçiliği’nden bir yetkili, “Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin korunduğu, güvenli ve emniyetli bir Suriye’ye öncelik vermektedir” dedi ve ekledi: “Bu bağlamda, Suriye’nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü zayıflatmayı amaçlayan tüm girişimlere karşı çıkıyoruz.” 

Türkiye üs kurup ‘Hisar’ sistemi yerleştirecekti 

Middle East Eye’ye bilgi veren bir kaynak Türkiye’nin İsrail tarafından vurulan üssü yeniden inşa etmek için plan hazırladığını, Ankara ve Şam’ın aralık ayından bu yana savunma alanında müzakerelerde bulunduğunu söyledi. İddiaya göre Ankara bölgeye Hisar Hava Savunma Sistemi “Hisar-O”, “Hisar-RF” ve uzun menzilli Siper sistemlerinden oluşan katmanlı bir hava savunma ağı kurmak istiyor. 

T4 üssüne kurulacak bir üs ve hava savunma sistemi Türkiye’ye bölge genelinde hava kontrolü sağlamasının yanı sıra bu sistem ile birlikte savaş uçakları, İHA’lar ve füze saldırılarına karşı kısa, orta ve uzun menzilli hava savunma kapasitesine sahip olmasına yarayacak. Türk hava savunma sistemleri ve İHA’larının varlığının, İsrail’in bölgeye hava saldırısı düzenlemesini büyük ölçüde caydırabileceği de belirtiliyordu.


Avrupa neden göz yumuyor?

Wall Street Journal’ın dış haberler baş muhabiri Yaroslav Trofimov yazdı…

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

Türkiye’de demokratik muhalefetin bastırılması geçmişte Avrupa’nın güçlü protestolarına neden olurdu. Ancak şimdi, Atlantik ötesi ilişkilerde uzun yıllardır yaşanan en büyük çatlak ve artan Rusya tehdidi, bu endişeleri gölgede bırakıyor.

NATO’nun en büyük ikinci ordusuna ve güçlü bir savunma sanayisine sahip olan Türkiye, Trump yönetiminin Kremlin ile geniş bir uzlaşma arayışında olduğu ve Avrupalı müttefiklerine açık bir düşmanlıkla yaklaştığı bir dönemde Avrupa’nın güvenliği için hayati önem taşıyor.

Avrupalı liderler ABD olmadan güvenlik işbirliği planları yapmaya başlarken, üst düzey Türk yetkililer de bu planlarda önemli bir yer tutuyor. Avrupa’nın büyük çaplı yeniden silahlanma hamlesini özetleyen yeni AB savunma kitabında İngiltere, Norveç ve Kanada’nın yanı sıra Türkiye de kilit bir ortak olarak adlandırıldı.Bu yakınlaşmanın ortasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önümüzdeki seçimlerindeki en büyük rakibi olan Ekrem İmamoğlu, hapse atıldı. Başta Fransa olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri “derin endişe” duyduklarını ifade etseler de bu eleştiriler nispeten cılız kaldı ve Türkiye’nin iç siyasetiyle genişleyen güvenlik işbirliği arasında bir bağ kurmadılar.

Almanya’nın eski üst düzey savunma yetkililerinden ve Münih Güvenlik Konferansı’nın kıdemli üyelerinden Nico Lange, Avrupa ülkelerinin, Rusya’dan gelen varoluşsal tehdit ve giderek daha düşmanca bir tutum sergileyen Washington’la birlikte Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma çok yakından odaklanma lüksüne sahip olmadıklarını söylüyor.

İtalyan parlamenter Lia Quartapelle Ankara ile güvenlik işbirliği arzu edilen bir durum olsa da Türkiye’nin İngiltere, Norveç ve Kanada gibi diğer demokrasilerle aynı kategoriye konulmaması gerektiğini söyledi:

“Türkiye’nin içinde olup bitenleri görmezden gelmek çok basiretsiz bir seçim. Baştaki kişinin siyasi bekasının ulusal çıkarların önüne geçtiği ülkeler, güvenilir bir ittifak kurabileceğimiz ülkeler değildir. Ne yazık ki bu dersi ABD ile birlikte büyük bedeller ödeyerek öğreniyoruz.” 


Kurumsal olamayan aile İşletmesi: Ulusal Birlik A.Ş.

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

Marine Le Pen yolsuzluk suçlamasıyla aldığı cezayı siyasileştirerek yargıya saldırıyor. Le Pen suçlu bulunacağını bildiğinden, Trumpvari bir çıkışla sistemi eleştirmeye başladı. Ama aynı esnada politikadan 5 yıl menedilen Marine yerine, aile işletmesi gibi yönetilen partide eğitilmiş iki genç fert görev bekliyor


Milli Cephe, yeni ismiyle Ulusal Birlik, Fransız aşırı sağının en uzun soluklu partisidir. Diğerleri, kurucularının isimleriyle anılan akımlar olmanın ötesine geçemeyip liderlerin ölümüyle silinip gittiler. 

Aşırı sağın sembolü Jean-Marie Le Pen geçtiğimiz ocak ayında 96 yaşında vefat etti. Yahudi düşmanlığı; gaz odaları için en az 5 kere 2. Dünya Savaşı’nda “bir detay” nitelemesi; provoskasyonları ile 60 yılı aşan siyaset hayatı art arda yargılanma ve hüküm giyme silsilesinden ibaret kaldı. 5 kez giriştiği cumhurbaşkanlığı savaşını hiç kazanamadı. 5. Cumhuriyet Dönemi’nde yapılan 12 cumhurbaşkanlığı seçiminde Le Pen’in seçilememesi kendi başarısızlığı değil, seçmenin kritik durumlarda aşırı akımlara karşı tek cephe olmasındandır.

En yüksek skorunu (yüzde 17.8) 2002 seçimlerinde, ilk kez ikinci tura kalarak alabildi. 70 ve 80’li yıllarda parti, militanlarının kamu alanlarına çizdikleri gamalı haçlar, faşist sloganlar, tahrip ettikleri Yahudi mezarlıkları ile hatırlanır. 

1988 seçimlerinde Cumhurbaşkanı Mitterrand ikinci kez aday olurken karşısında yine Le Pen vardı. Sıfırdan yarattığı Ulusal Cephe aşırı milliyetçi ve yabancı düşmanı söylemleri ile oyunu ilk kez yüzde 15’e çıkarmıştı. 

O dönemde Türk nüfus epeyce arttığından görüşme talep etmiştim. Paris’e en güzel bakan batı banliyösü St-Cloud’nun, her yeri gördüğü için “Montretout” ismi verilen, III. Napolyon’un metresine yaptırdığı şatonun da içinde bulunduğu özel parkta, bir sempatizanı tarafından hediye edilen büyük malikanede ailesiyle oturuyordu. 

Fotoğrafçı/kameraman arkadaşımla dış kapıdan bize eşlik edildi çünkü bahçede canavara dönüştürülmüş köpekler serbestçe dolaşıyordu. Bu köpekler yokluğunda Marine’in birkaç kedisini parçalamışlar, sonunda Marine baba evini böyle terk etmişti. 

Sanırım “yabancıyı” mahremiyetine fazla sokmamak için bizi girişe yakın, bekleme salonundan hallice, çalışma odasına bitişik bir odada kabul etmişti. Jeanne d’Arc heykelleri, Fransız Kraliyet armaları, haritalar, büstler, tablolar ve yüzlerce eski obje ile süslü oda monarşist lideri iyi yansıtıyordu. En korkunç fikirlerini ifade ederken dahi tüm dişleriyle gülümsüyordu Jean-Marie Le Pen. 

1981’de iktidar olan sol ittifak kaçak yabancıları her yıl af çıkararak yasallaştırdı. Bunu duyan kaçak göçmenler her yolla Fransa’ya akın ettiler. Göçmen politikalarının Fransızları rahatsız etmeye başlaması, yeni göçmenlerin ağırlıklı olarak Müslüman olmalarının Le Pen’in oyunu artırmasında rolü olmuştur. 

Görüşmemizin konusu Türk göçmenler idi ama Baba Le Pen o gün sohbete gitmişim gibi mavi tur anıları, Türk yemekleri, Türkiye denizleri, Türk erkeklerin çirkinliği, kadınlarının güzelliği gibi havadan sudan konularla söyleşiyi sulandırıyordu. Türk göçmenlerle ilgili aklımda kalan tek görüşünü “Türkleri seviyorum ama Türkiye’de kalmaları koşulu ile” mealinde özetleyebilirim. 

Çıkarken hissiyatım Le Pen’in korkutucu boyutta Yahudi ve yabancı düşmanı olduğu, Müslümanları ise müthiş küçümsediği için “halledebileceği bir sorun” gördüğü oldu. 

Oy avcılığı için Müslüman düşmanlığını konuşmalarına katıyor, Yahudi düşmanlığını ise her hücresinde hissediyordu sanki. 

Yıllar geçti, kaçaklar ve göçler arttı, bugün her dört kişiden biri yabancı, 11 eylül yaşandı, Bataclan vahşeti yaşandı, Müslümanlar kültürlerini içlerinde yaşayan ezik göçmenler değil, sokaklarda intifada çağrısı yapmaktan dahi çekinmeyen, tehdit oluşturan bir kesim olarak görülüyor. Büyük çoğunluk böyle olmasa da içlerinden çıkan aşırı İslamcılara seyirci kaldılar. 

Aşırı akımlar düşman yaratarak var olurlar malum. Yahudi düşmanı Fransa aşırı sağının düşmanı artık Müslümanlar. Aşırı sağ geliyor diye ülkeden göçmeye hazırlanan dostlarım vardı. Şimdi “Aslında haklı oldukları noktalar var” diyorlar Marine için. 

2011’de partinin başına geçen Marine 2015’te babasını yönetimden ihraç etmişti. Babasına hayran olup onu örnek alsa da “Yahudi düşmanı parti” damgasını silmeye karar vermişti. 

2012’deki ilk başkanlık kampanyasında babasının rekorunu henüz ilk turda yüzde 17.9 alarak kırdı. Takip eden 2 seçimde de ikinci tura çıktı, oylarını 2017’de yüzde 34 ve 2022’de yüzde 42’ye yükseltti. Fransa ikinci turlarda demokrasi bloku kurup geçit vermiyordu.

Babasının kaderini mi paylaşacak? 

 

2027 seçimleri için 4. kez cumhurbaşkanlığı adaylığına yürüyüşü 31 Mart’ta demokrat blok tarafından sandıkta değil, işlediği suç yüzünden yasa ile engellendi. 

Sondajlarda yüzde 34-37 oy potansiyeli ile ilk sırada görülen politikacının yolu adaletin kılıcı ile kesildi. Cezanın verildiği gün yapılan kamuoyu yoklamasında 10 Fransız’dan 6’sı mahkumiyetinin partisine zarar vermeyeceğini; üçte iki de adil bir dava yürütüldüğünü düşünüyordu. 

Yaşamları davalarla dolu Le Pen’lerin diğer ortak özelliği de provokasyon ustası olmaları, suçluyken güçlü çıkma becerileri denebilir. Cezası okunurken duruşmayı terk ederek işine gelmeyen hukuku tanımadığını gösteren Marine sessizce olanları kabul edecek biri değil. Başkanlık yarışına geri dönebilmesi için Macron’un özel affı gibi bir mucize gerekli. Ya da meclisin acil olarak mahkumiyete neden olan ek yasayı değiştirme kararı alıp toplanması. Temyize gidecek ama hem zaman az, hem de üst mahkemede kazanma ihtimali düşük. Asıl o zaman karar siyasi addedilir. 

“Şahsen zenginleşmediğimize göre suçsuzuz” gibi değişik bir savunmayla, 4 milyon euro’luk Avrupa Parlamentosu bütçesini hayali danışmanlar sahteciliği ile kendi seçim bölgelerinde yeniden seçilmek için harcamalarını “parlamento ile idari bir görüş ayrılığı” diye haklı görüyor ve pişmanlık duymuyorlar. İşte mahkeme başkanı ve 3 yargıç, “yeniden aynı suçu işleme ve toplum düzenini sarsma” durumunda uygulanmak üzere yasama tarafından 2016’da çıkartılan “cezanın hemen uygulanmasını” bu nedenle verdi. Daha önce 800 kişiye uygulanmış bir yasa neden Marine Le Pen için sakıncalı bulunuyor? 

2027 ve Bardella 

Le Pen ailesi damat Jordan Bardella’yı yedek lider olarak yörüngeye oturttu. 1995 doğumlu Bardella 16 yaşında partiye kaydoldu. Parti sözcüsü, gençlik kolları başkanı, başkan yardımcısı, 23 yaşında Avrupa parlamenteri, 25 yaşında parti başkanı… Baş döndürücü hızla yükseldi. 2024 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yüzde 35’e yakın oyla seçimin galibi oldu. Marine’in kız kardeşinin kızı ile evli genç adam 2027’de 32 yaşında olacak. Baba Le Pen’in kurmaya çalıştığı “Başı dik, elleri temiz” sloganına şimdilik en fazla Bardella uyuyor. Sondajlarda Marine’e göre daha güvenilir bulunuyor. 

 

Bardella ile amaç partinin şiddet yanlısı imajından sıyrılmaktı ve kısmen başardılar. Kararının açıklanmasıyla attığı ilk twit’te Bardella halkı “pasifist direniş için sokağa” çağırdı; mahkumiyeti “hukuki darbe” diye niteledi; Marine için halk oylamasına başvuracaklarını belirtti. Dünya gençleri birbirlerinden hayli esinleniyorlar! 

 

Planlara göre Marine’in başkanlığında başbakan yapılacaktı. Şimdi ister misiniz tam tersi olsun! Her halükarda Ulusal Birlik A.Ş.’nin yeni lideri olarak uzun yıllar siyasi sahnede olacak.

Aile işletmesi gibi yönetilen partide her olasılık düşünüldüğünden, kurucu Le Pen’in torunlarından 1989 doğumlu Marion Marechal Le Pen de yörüngede. 19 yaşında dedesinin partisine katıldı, 22 yaşında milletvekili oldu. Nedense aile işletmesini terk edip o sıra güçlü görülen aşırı sağcı Eric Zemmour’un partisine girdi, 2024’te Avrupa parlamenteri seçildi. Dedesinin partisi ile yakınlaşma çalışmalarını başkandan habersiz yürüttüğü için partiden atıldı. Hemen kendi partisi Kimlik-Özgürlükler’i (IDL) kurdu. 

Sonuçta Le Pen klanı her durumda politikada varlığını sürdürüyor. 


ABD medyasının yeni süper kahramanı

ABD’de medya elitleri teker teker Trump baskısına karşı geri adım atarken, Laurene Powell Jobs ve sahibi olduğu Th Atlantic Beyaz Saray’ı köşeye sıkıştırıyor

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

Apple’ın efsanevi kurucusu ve CEO’su Steve Jobs öldükten sonra eşi Laurene Powell Jobs, kendisine kalan büyük servetle kendi mirasını yaratmak için büyük adımlar attı. Medyaya da girme kararı alan Powell, bu doğrultuda 2017 yılında ülkenin en eski siyasi dergilerinden 167 yıllık The Atlantic’i satın aldı. 

The Atlantic, geçen haftalarda aralarında Savunma Bakanı Pete Hegseth’in de bulunan Trump yönetiminin üst düzey savunma yetkililerinin Husilere yönelik saldırısını mesajlaşma aplikasyonu Signal üzerinden tartıştığını ortaya çıkardıktan sonra ülke gündeminin merkezine oturdu. Derginin genel yayın yönetmeni Jeffrey Goldberg, yanlışlıkla mesaj grubuna alındıktan sonra konuşmayı The Atlantic için kaleme aldı. Böylece dergi, ABD tarihinin en büyük güvenlik protokolü ihlallerinden birini ortaya çıkarma başarısını sergilemiş oldu.

Dergi, haberi yayımladıktan sonra Trump yönetiminin hedefine oturdu. Elon Musk, The Atlantic’in tirajının çok düşük olduğuna dair paylaşımlarda bulundu. Trump, Goldberg’e “Gazeteciliği ülkeye zarar veren bir adi” dedi.  Ancak birçok kişi tarafından derginin Trump’ın medya üzerindeki baskısının arttığı bir dönemde bu kadar hassas bir haberi yayımlayabildiği için övülüyor. 

Medya haberleriyle tanınan The Wrap’in genel yayın yönetmeni Sharon Waxman, “Süper kahraman” olarak tanımaladığı Powell’ın burada oynadığı role ise yeterince değinilmediğini savundu: “Bu olayda adı duyulmayan kişi Powell Jobs. Hükümeti sorumlu tutan değerli yayınların milyarder sahiplerinin (Washington Post’un sahibi Jeff Bezos ve Los Angeles Times’ın sahibi Patrick Soon-Shiong başta olmak üzere) boyun eğdiği bir dönemde Powell editörünün arkasında duruyor”. 

Powell, birçok milyarderin aksine Trump’ın açılış törenine katılmadı ve birçok medya elitinin aksine Başkan veya üst düzey yetkilileriyle bir görülme yapmadı. Waxman, “DOGE manyağı Elon Musk başta olmak üzere Meta’nın Mark Zuckerberg’inin, Amazon’un Bezos’unun aralarında bulunduğu milyarder teknoloji kardeşlerinin Trump’ın yüzüğünü öpmek için sıraya girdiklerini hatırlatmaya gerek var mı? Bunu yaparken de sahibi oldukları medya yayınlarının bütünlüğünü feda etmeye hazır olduklarını gösterdiler” yazdı. Waxman, bunlar karşısında 15 milyar dolar serveti olan Powell’ın “çelik gibi bir omurga” sergilediğini söyledi. 

Goldberg, The Wrap’e yazdığı bir e-postada Powell’ı şöyle anlattı: “Laurene sert, akıllı ve cesur biri. Yayıncı ve sahip düzeyinde bu özelliklere sahip olmayan pek çok insan var - özellikle de cesur. The Atlantic için daha iyi bir yönetici düşünemezdim. Gazetecilik dürüstlüğümüzü ve bağımsızlığımızı onurlandırıyor ve zor zamanlarımızda yanımızda duruyor. Başka ne isteyebilirsiniz ki?” 

Powell 2017’de The Atlantic’i satın aldıktan sonra dergi zorlu Covid dönemini atlatarak kayda değer bir rönesans yaşadı.  Dergi bugün ise The New Yorker’a ciddi bir rakip haline gelmiş durumda. Waxman özellikle Goldberg’in dergiye yetenekli gazeteci çekme ve derinlikli araştırma dosyaları yayınlama konusunda önemli rol oynadığını vurguluyor. The Atlantic, geçen yılın sonlarında derginin 1 milyon aboneyi aştığını ve karlılığa ulaştığını duyurdu. Bu sürede ise Powell, sahibi olduğu yayının başarısına rağmen kendini öven açıklamalarda bulunmadı. 

İşte Powell’ın Atlantic’i

The Atlantic dergisi “Signaldate” tartışmalarıyla gündemdeyken, “Amerika geleceğin Macaristan’ı” başlıklı cesur bir yazı yayımladı. İşte o yazıdan bir kesit: 

Macaristan pek çok açıdan ABD’den olabildiğince farklı: Küçük, yoksul, homojen. Ancak burada sanki geleceği görüyorum. Bir devlet müteahhidi olan Elon Musk, kamu hizmetimizi ateşe verip kendisini denetleyen kurumlarla ilgili kararlar alırken; FBI ve Adalet Bakanlığı, meslektaşlarını yolsuzluktan asla yargılamayacak partizanlar tarafından ele geçirilirken; genel müfettişler kovulurken ve çıkar çatışmalarıyla ilgili kurallar göz ardı edilirken, Amerika hızla Macar popülizmine, Macar siyasetine ve Macar adaletine doğru dönüyor. Ancak bu, Macar durgunluğu, Macar yolsuzluğu ve Macar yoksulluğunun bizim geleceğimizde yattığı anlamına geliyor. 


Ülkenin en tiksinilen arabasında bir gün

Musk’ın Trump hükümetindeki rolü sonrası Tesla ABD’de bir nefret simgesi haline geldi. Cybertruck ise modern sağın vücut bulmuş hali olarak görülüyor. Atlantic yazarı Saahil Desai aracı bir gün boyunca başkentte sürdü ve işitmediği hakaret kalmadı

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

Baharın ilk pazar gününde çevrem evler ve manolya ağaçlarıyla sarılıyken korkunç bir gerçeklikle karşı karşıya kaldım: Annem haklıydı. Bana en az 17 kez hareket çekildi, hem İngilizce hem İspanyolca ağır küfürler işittim. Bir kere de “... ineği” denildi. Mavi süveterli bir kadın bana gözlerini dikti, içini çekti ve “Kendinden utanmalısın” dedi. Tüm bunlar başıma bir Tesla Cybertruck sürdüğüm için geldi. 

Anneme bu arabayı kiralayıp Washington DC’de sürme planımdan söz etmiştim. ABD’nin en nefret edilen arabasının direksiyonunda olmak nasıl bir şey, anlamak için bir gazetecilik deneyi yapacaktım. Bana cevap olarak hemen, “Dikkatli ol” yazdı.  İkimiz de Cybertruck’ların ateşe verildiği, Molotofkokteyli ile bombalandığı ve akla gelebilecek her şekilde tahrip edildiği haberlerini okumuştuk. İnsanlar Elon Musk’ın Donald Trump yönetimindeki rolünü protesto etmek için aracı ve bir bütün olarak Tesla’yı hedef aldılar. Ancak mazoşistliğimden ya da aptallığımdan olsa gerek, yine de gidip bir günümü bu otomobili sürerek geçirdim. Mount Pleasant’ta bir mahallede camlarımı indirmiş şekilde dururken bir kadın bana verandasından, “Seni de, bu kamyonu da, Elon’u da …” diye bağırdı. “Nazi kamyonu” sürüyorsun dedikten sonra önce kapısını kapadı, sonra tekrar açıp “Umarım biri b.ktan arabanı patlatır” dedi.

20 saniye boyunca hareket çektiler

O günün erken saatlerinde ilk durağım direnişin kalbi olan Dupont Circle çiftçi pazarı oldu. Oradaki insanlar organik kuşkonmaz ve aslan yelesi mantarlarını görmek istiyorlardı. Görmek istemedikleri şey ise paslanmaz çelikten yapılmış, sözde kurşun geçirmez bir Cybertruck’tı. Her kırmızı ışıkta yeni bir tepki gördüm. P Caddesi’nde yanımdan pedal çevirerek geçen bir bisikletli “Seni pislik!” diye bağırdı. Yakındaki kaldırımda brunch yapanlar güldü ve onlara tezahürat yaptı. Sonra bir sonraki stop lambası geldi: Le Pain Quotidien’de dışarıda yemek yiyen bir kadın, sohbetini kesmeden 20 saniye boyunca bana orta parmağını gösterdi.

 

Bir noktada tamponunda ‘Anti Elon Tesla Club’ yazan siyah bir Tesla Model Y’nin peşine takıldım. Ancak Cybertruck, Amerika’nın yollarında LeBron James’in anaokulu sınıfında olduğu kadar göze çarpıyor. Nerede yaşıyor olursanız olun, bu araç yaklaşık 7 bin kiloluk bir Rorschach testi: İkinci Trump döneminin tanımlayıcı sembolü haline geldi. Eğer Trump ve Musk’tan nefret ediyorsanız, bu dev bir MAGA şapkası. “Swasticar” olarak da anılıyor. Pazartesi günü FBI Direktörü Kash Patel Tesla vandalizmini “iç terörizm” olarak nitelendirdi ve bu tür eylemleri araştırmak üzere bir Tesla görev gücü kurulduğunu açıkladı. 

Öğle yemeği için Takoma Parkı’na park ettiğimde yan masadakilerin, “Bu arabaya yumurta mı atmalıyız” diye konuştuğunu duydum). Sürekli hem sürücülerin hem de yayaların bana gözlerini diktiğini fark ettim ve sürekli kendime “Bu sadece bir araba” diye hatırlatmak zorunda kaldım. Aslında havalı da bir araba he. İddiaya göre bir Porsche 911 arkasına bağlıyken yine bir Porsche 911’i yarışta geçebilirmiş. Ben Cybertruck’ı çok zorlamadım, ama araçtaki 8 kamera günümü oldukça kolaylaştırdı. Ayrıca araç emisyonsuz. Dış görünüşü ne kadar çok özelliği olduğunu gölgeliyor. Pazartesi sabahı aracı teslim etmeden hemen önce, dev araç içi dokunmatik ekrandan Zoom toplantısına katıldım. 

“Elon bir parazit”

10 saat boyunca aralıksız tacize uğradıktan sonra kamyonu ve oldukça hasar gören imajımı tekrar şarj etmek için bir yer altı otoparkı buldum. Biri o sırada hemen Tesla logosunun altına “Elon Musk bir parazittir” yazılı çıkartma yapıştırmış. DC’de olsak bile Cybertruck’ım turistlerin yoğun olduğu bölgelerde olumlu tepkiler aldı. National Mall yakınlarında kırmızı bandanalı ve şortlu bir adam “Bu müthiş” diye bağırdı ve tezahürat yaptı. Belki de bu bir Trump destekçisi birliği girişimiydi. Birçok kişi arabanın havalı göründüğünü düşünüyor. 20’li yaşlarında, “Para kazan, dost değil” yazılı bir sweatshirt giyen adam kamerayla arabayı çekti. En Demokrat mahallelerde bile çocuklar Cybertruck’ı çok beğendi. Takoma Park’ta bir kız çocuğu “Cybertruck, Cybertruck” diye tezahürata tutuştu.

21.00 sularında artık bıkmıştım. Oteldeki valeye aracı verdim, bana huzursuz şekilde baktı. Bu arabayı modern sağın çeliğe bürünmüş hali olarak gören kimseyi eleştiremem. Bu hafta Ohio’da bir ilçe şerifi yeşil bir Cybertruck’ın önüne geçerek Tesla vandallarını “Annelerinin bodrumlarında yaşayan ve onun pijamalarını giyen küçük şişman insanlar” diye niteledi. Ancak Cybertruck’ın tarihin en partizan arabası haline gelmesi bir yandan da üzücü. Cybertruck, Amerika’nın elektrikli araçlara aşık olmasını sağlayabilirdi. Bunun yerine tam tersine sebep oldu. Tesla’ya yönelik tepki azalmıyor ve bazı insanlar da arabalarını elden çıkarıyor. Arizona senatörü Mark Kelly’nin elektrikli Tesla’sını satıp petrol yutan bir SUV alması gerçekten bir zafer mi?

Yine de Cumhuriyetçiler Cybertruck’ı toplu halde satın almıyor. Araç çok pahalı ve çok tuhaf. Herhangi bir Tesla satın almak liberalleri kızdırmanın bir yolu olabilir, ancak sağ kesim elektrikliye geçme konusunda çıldırtıcı bir direnç gösterdi. Elektrikli araç analisti McDonald, “Ortalama bir MAGA Trump destekçisi gidip bir Tesla satın almayacaktır,” dedi. Otomobil Kasım 2023’te sevk edilmeden önce Musk, Tesla’nın yılda 250 bin satacağını öngörmüştü. Toplamda bunun beşte birini bile satamadı ve satışlar düşüyor. (Ne Tesla ne de Musk yorum talebine yanıt vermedi.)

Musk yerine getiremediği birçok söz verdi: Cybertruck güya 40 bin dolardan ucuza satışa çıkacaktı. Şu anda en ucuz model bile bunun iki katı. Musk aracın “gerçekten sağlam olacağını, sahte sağlam olmayacağını” söyledi. Ancak paslanmaz çelik yan panelleri Tesla’nın yanlış yapıştırıcı kullanması nedeniyle düştü ve bu, aracın sekiz geri çağırma işleminden sadece en sonuncusuydu. Cybertruck’ın “neredeyse sonsuz kütleyi” taşıyabilmesi ve “kısa süreliğine bir tekne olarak hizmet verebilmesi” gerekiyordu. Sadece bu ay içinde, bir Cybertruck’ın arka kısmı çekme gücünün test edilmesi sırasında koptu ve bir diğeri de yatağından bir Jetski’yi indirmeye çalışırken Los Angeles açıklarında battı.

Cybertruck, bu anlamda Musk’ın kendisi için mükemmel bir metafor. Dünyanın en zengin adamının bir şey vaat edip başka bir şey sunma gibi kötü bir alışkanlığı var. X’in “her şey uygulaması” olması gerekiyordu; şimdi ise beyaz üstünlüğünün bir lağım çukuru. DOGE, hükümeti daha çevik ve teknoloji meraklısı yapma girişimi olarak tanıtıldı. Bunun yerine, kesintiler yaşlıların sosyal güvenlik çeklerini almakta zorlanmalarına neden oldu. Şimdiye kadar Musk sadece daha zengin ve daha güçlü olmaya devam ederken, geri kalanımız enkazla uğraşmak zorunda kaldık. Kendisinin de söylemekten hoşlandığı gibi, bunu bir düşünelim. Cybertruck’ın felaketi çirkin, alışılmadık ya da saçma bir şekilde sivri olması değil. Asıl felaket çoğu insan için bu aracın sürülmeye değmez olması. 


Özgürlükler yok oluyor, şimdi ABD için ‘beyin göçü’ zamanı

Nature bilim dergisinin araştırmasına göre ABD’de her 4 bilim insanından üçü Trump yönetiminin araştırma çalışmaları üzerindeki çok olumsuz etkisi nedeniyle ülkeden ayrılmayı düşünüyor

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

ABD’de Trump yönetiminin araştırma konusunda yaptığı baskıların ardından birçok bilim insanı kariyerlerini ve hayatlarını yeniden değerlendiriyor. Nature dergisi tarafından bin 608 bilim insanı arasında yapılan ankete katılanların dörtte üçünden fazlası Trump’ın müdahalelerinin ardından ABD’den ayrılmayı planladıklarını söyledi. Ülkeden ayrılmayı planlayanların tercihleri çoğunlukla Avrupa ve Kanada.

Bu eğilim özellikle kariyerinin başındaki araştırmacılar arasında belirgin. Ankete katılan 690 lisansüstü araştırmacıdan 548’i ayrılmayı düşünürken; 340 doktora öğrencisinden 255’i de aynı şeyi söyledi.

Toplamda katılımcıların yüzde 75.3’ü ABD’den ayrılmayı düşündüklerini, yüzde 24.7’si ise ayrılma niyetleri olmadığını vurguladı.


Alçaklığın seviyesi dünyayı şaşırttı

ABD’li bakan Noem, ABD’den gönderilen göçmenlerin El Salvador’da tutulduğu cezaevinde mahkumların önünde poz verdi. İnsan hakları grupları ziyarete ateş püskürürken, Vanity Fair “daha önce görülmemiş bir alçaklık seviyesi” dedi


Dr. IrvIn Cemil SchIck: Filmlerdeki özgür ABD bir süre yok!

Osmanlı tarihçisi Prof. Cemal Kafadar, Harvard’daki görevinden alındı. Bir dönem Harvard’da da ders veren Dr. Irvin Cemil Schick, bunu “siyasi” bir karar olarak niteledi. Schick, Trump’ın kurduğu baskıyı anlattı


ABD Senatosu İsrail'e silah satışının iptal edilmesini talep eden tasarıyı reddetti

ABD Senatosu, bağımsız Senatör Bernie Sanders'in İsrail'e yapılacak yaklaşık 9 milyar dolarlık silah satışının iptal edilmesini öngören karar tasarısını reddetti

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

ABD Senatosu'nda Vermont eyaletini temsil eden bağımsız Senatör Sanders'in İsrail'e yapılacak yaklaşık 9 milyar dolarlık silah satışının iptalini öngören tasarısı, Senato'da oylandı.

Oylama öncesi konuşan Sanders, "ABD'nin Filistin halkının yıkımına ortak olmaya devam etmemesi gerektiğini" söyledi.

Sanders, ABD'nin geçen yıl İsrail'e 18 milyar dolar askeri yardımda bulunduğunu ve 50 bin tondan fazla askeri teçhizat ulaştırdığını hatırlattı.

İsrail'in Gazze'ye yönelik ölümcül askeri saldırısını sert dille eleştiren Sanders, yüksek sivil kayıplarına ve kapsamlı yıkıma dikkati çekti.

Sanders, oylama öncesi X'ten yaptığı paylaşımda, "(İsrail Başbakanı Binyamin) Netanyahu'nun hükümeti Gazze'de 50 bin kişiyi öldürdü ve 112 bin kişiyi yaraladı. İki hafta önce ateşkesi bozdular ve o zamandan bu yana da 322 çocuğu öldürdüler ve 600 kişiyi yaraladılar. ABD, suç ortaklığına son vermeli" ifadelerini kullandı.

Yapılan oylamada tasarıya 15 Senatör "evet" derken, 82 Senatör "hayır" dedi.

Böylece ABD yönetimi, İsrail'e her biri yaklaşık bir tonluk 35 binden fazla bomba ve bazı diğer mühimmatları kapsayan 8,8 milyar dolarlık silah satışı yapacak.

Kaynak: AA


'Generale de Gaulle' yerine 'Mamadou Dia': Senegal'de sömürge döneminden kalma cadde ve sokak isimleri değiştiriliyor

Senegal'de, başkent Dakar'daki 'Generale-de-Gaulle' bulvarının adı ülkenin ilk başbakanı Mamadou Dia'nın ismiyle değiştirilecek


Trump'ın tarifelerine 'gönülsüz' misilleme: 'ABD'de maksimum, Kanada'da minimum etkiye yol açacak'

Kanada Başbakanı Carney, ABD Başkanı Trump'ın açıkladığı tarife artışları kapsamında Kanada'ya uygulanacak yüzde 25'lik otomobil tarifelerine yanıt vereceklerini söyledi. Carney, "Bu önlemleri gönülsüzce alıyoruz" dedi


Pezeşkiyan'dan ABD'ye mesaj: Hiçbir ülkeyle savaş halinde değiliz ama hazırlık ve kabiliyetimiz en üst düzeyde

İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan ile Suudi Arabistan Veliaht Prensi bin Selman telefonda görüştü. Pezeşkiyan, "Hiçbir ülkeyle savaş halinde değiliz ancak kendimizi savunma konusunda da tereddüdümüz yok ve bu konuda da hazırlık ve kabiliyetimiz en üst düzeyde" dedi


İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile telefonda görüştü. İran Cumhurbaşkanlığının yazılı açıklamasına göre, Pezeşkiyan, Bin Selman ile telefon görüşmesinde, İsrail'in Gazze'deki soykırımı başta olmak üzere bazı bölge ülkelerine yönelik saldırganlığın durdurulması için durdurmak için İslam ülkelerinin birlikte hareket etmesi gerektiğini ifade etti.


Fitch'ten 'tarife' yorumu: Fed daha fazla faiz indirimi için daha temkinli olacak

Kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Trump'ın açıkladığı beklenenden yüksek gümrük vergilerinin ABD'de tüketici fiyatlarının yükselmesine ve şirket karlarının düşmesine neden olacağını, bu durumun Fed'in faiz oranlarını daha fazla düşürme imkanını kısıtladığını belirtti



Harvard Filistin'e destek veren öğrenci komitesinin etkinliklerini askıya aldı

Harvard Üniversitesi, kampüste Filistin'e destek gösterisi yapan Harvard Lisans Öğrencileri Filistin Dayanışma Komitesinin etkinliklerini iptal etti




 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
18

Beyaz Saray: Rusya 50 gün içinde anlaşmaya varmazsa ağır yaptırımlarla karşı karşıya kalacak Beyaz Saray Sözcüsü Leavitt, Başkan Trump’ın...

 
 
 
17

Savaşları bitireceğim' demişti: Trump'ın ilk 5 ayındaki saldırı sayısı, Biden'ın 4 yılını geçti ABD Başkanı Trump, ikinci döneminde...

 
 
 

Comments


©2023 copyright by MD all rights reserved

bottom of page