top of page

20 Haziran 2

  • Yazarın fotoğrafı: mutlunecmettin
    mutlunecmettin
  • 20 Haz
  • 25 dakikada okunur

Savaşın karanlık gölgesi tüm Orta Doğu’nun üzerinde

İran ve İsrail arasında tırmanan gerilim, Orta Doğu’daki jeopolitik fay hatlarını daha da derinleştirecek. Suriye tekrar savaşa çekilebilir, Türkiye’nin güneyi ABD desteğiyle güçlenen askeri yapılarla çevrili halde, Körfez ise “tarafsız kalabilir miyiz” sorusuna yanıt arıyor

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

Sarkis Kassargian

İran’ın geçtiğimiz cuma sabahı İsrail’in askeri ve istihbari saldırılarına verdiği eşi benzeri görülmemiş yanıt, bölgedeki çatışma dinamiklerini kökten değiştirdi. Sınırlı operasyonlardan tam kapsamlı bir savaşa evrilebilecek yeni bir dönemin kapısı aralandı.

Bu dramatik gelişme, coğrafi ve güvenlik açısından iç içe geçmiş bölge ülkelerinde ciddi bir alarm hali yarattı. Beş ülke hava sahasını kapattı, bölgesel ticaret ve ekonomik faaliyetlerde ciddi aksamalar yaşandı. Bu durum, çatışmanın yalnızca iki ülke ile sınırlı kalmayabileceği ve bölgesel düzeyde genişleyebileceği endişelerini artırıyor.

Şu ana kadar İran’ın kullandığı füze ve İHA’ların maliyeti yaklaşık 500 milyon dolar olarak tahmin ediliyor. Ayrıca İran’ın saldırılar sonrası hasar gören askeri altyapısını onarması ve yeniden inşa etmesi için 1 ila 2 milyar dolar arasında bir kaynak ayırması gerekebilir. İsrail tarafında ise sadece hava savunma sistemlerinin bir gecelik maliyeti yaklaşık 1 milyar dolar civarında hesaplanıyor. Buna altyapı kayıpları ve ekonomik durgunluk da eklendiğinde, her iki taraf açısından da ciddi bir ekonomik yıkım söz konusu.

Bölgedeki pek çok ülke, olası bir genişleme senaryosunda başkentlerinin veya büyük şehirlerinin hedef olabileceğinden endişe ediyor. Olası bir Amerikan müdahalesi, bölgedeki askeri üslerinin ve çıkarlarının İran ya da onun vekil güçleri tarafından hedef alınması riskini doğuracaktır.

Caydırıcılıktan tehdidi

Görünen o ki, İsrail’in hedefi sadece İran’ın askeri kapasitesini sınırlandırmakla kalmayıp, Batı desteğiyle Tahran’daki rejimi zayıflatmak ya da devirmek gibi daha kapsamlı stratejilere yönelmiş durumda. Bu ise, iç savaş, rejim krizi ve bölgesel güvenlik açığı gibi daha derin senaryoların önünü açabilir.

Tahran yönetimi ise özellikle Suriye sahasından büyük ölçüde çekilmek zorunda kaldığı, Lübnan’daki etkisinin zayıfladığı ve ekonomik olarak baskı altında olduğu bir dönemde, geçici de olsa içe kapanmaya zorlanmış durumda. İran’ın nükleer programı bugüne kadar rejimin en önemli caydırıcılık kartıydı; ancak bu kez aynı program, rejim için doğrudan bir tehdit kaynağına dönüşmüş görünüyor.

Öte yandan, mevcut konjonktür hem Washington hem de Tel Aviv için İran’a karşı böyle büyük bir saldırı başlatmak adına oldukça uygun. Suriye’de Esad rejiminin çöküşü, İran ve Hizbullah’ın bu sahadaki stratejik hareket alanını ortadan kaldırdı. Aynı zamanda, İsrail’in Amerikan desteğiyle Hizbullah’a verdiği son darbeler, örgütü bölgedeki caydırıcı güç rolünden fiilen çıkardı.

İsrail ile İran arasında tırmanan doğrudan çatışma, Suriye üzerinde yeni bir jeopolitik baskı kuruyor. Savaşın ilk saatlerinden itibaren Suriye hava sahasında düşen füzeler ve SİHA’ların kalıntıları, ülkenin bir kez daha çatışma alanına dönüşme riskini gözler önüne serdi. Şam yönetimi, İran’a ait füzelerin İsrail’e ulaşmasını engellemek için hava sahasını açtığı iddialarını kesin bir dille yalanladı. Ancak bu açıklama, zaten kırılgan olan Suriye ekonomisini daha da tehdit eden bölgesel tansiyonu düşürmeye yetmedi.Görünen o ki, İran için Suriye ve Lübnan artık aktif cephaneler değil. Özellikle Hizbullah’ın, İsrail’in artan saldırılarına henüz yanıt vermemesi, Tahran’ın bölgesel oyun planında ciddi değişikliklere işaret ediyor. Daha da önemlisi, İran’ın Hizbullah’a sağladığı yüksek hassasiyetli füze sistemleri üzerindeki doğrudan kontrolü sürdürdüğü biliniyor. Fransız dışişleri kaynaklarına göre, 2023’teki İsrail-Hizbullah geriliminde Moskova, Tahran’ı bu füzelerin aşırı kullanımının sonuçlarına dair uyarmıştı.

Bu bağlamda, Suriye’nin çatışmanın doğrudan bir parçası değilse de, çatışmanın yan etkilerinden ciddi biçimde etkileneceği öngörülüyor. İsrail’e ulaşan İran füzelerinin büyük bölümü Suriye ve Ürdün hava sahasından geçiyor. Bu durum, Suriye’yi istemese de jeostratejik bir tampon bölge haline getiriyor. Ayrıca kuzeydoğu Suriye’deki ABD üslerine yönelik İran menşeli saldırılar, Amerikan savaş uçaklarının bölge genelinde yoğun uçuş gerçekleştirmesine neden oldu. Irak sınırındaki Amerikan konuşlanmaları da yüksek alarm seviyesinde.

Daha çarpıcısı ise, Suriye’nin mevcut siyasi konumlanması. Yeni Şam yönetimi, bölge analizlerine göre, bu kez tarafsız değil; hatta İsrail’e, geleneksel müttefiki İran’dan daha yakın. Başkan Ahmed el-Şara, birçok beyanatında İran’ın Suriye’den çekilmesini stratejik bir “temizlik” olarak tanımlamış, İran’ı İsrail ile ortak bir tehdit düzeyine yerleştirmişti. Son aylarda Şam ile Tel Aviv arasında Azerbaycan ve İsrail’de gerçekleştiği iddia edilen gizli görüşmeler basına sızdıysa da, henüz somut bir sonuç alınabilmiş değil.

İsrail’in Golan Tepeleri’ne ve Dera kırsalına kurduğu yeni askeri üsler, Suriye’nin güneyinde kalıcı bir güvenlik kuşağı oluşturmayı hedefliyor. Bu durum, ilerideki müzakerelerde Şam’ın elini zayıflatabilir. İsrail’in İran’la yaşadığı çatışmayı bahane ederek, Suriye’de daha derin bir nüfuz elde etmeye çalıştığı açıkça görülüyor.

Eğer mevcut tırmanış, uzun soluklu bir savaşa dönüşürse, Suriye iki taraftan da kullanılabilecek bir geçiş sahası haline gelecektir. Bu durum, hem Irak sınırında hem de Ürdün hattında güvenlik risklerini artırır. Suriye’nin coğrafi konumu, onu doğrudan hedef yapmasa da, savaşın tüm lojistik ve ekonomik etkilerini yüklenmesine neden olur.

Savaşın süresi, kullanılan silahların yıkıcılığı ve İran’ın bölgeye yeniden nüfuz etme çabaları, Şam hükümeti için büyük bir meydan okuma anlamına geliyor. İran’ın Irak’taki vekil milislerini Suriye’ye kaydırması durumunda, Şam istemediği bir çatışmanın içine çekilebilir.

Öte yandan, ABD ile İran arasında olası bir diplomatik anlaşma, İran’ın Suriye’deki etkisini büyük ölçüde sınırlayabilir. Bu senaryo, Türkiye ile İsrail arasında yeni güvenlik koordinasyonlarını gündeme getirebilir ve Suriye’nin güneyinde yeni bir “çatışmasızlık alanı” mimarisini zorunlu kılabilir.

Bu sırada Ankara, güneyinde uzanan uzun sınırlarda, merkezi otoriteye bağlı olmayan ve Batı, ABD hatta perde arkasında İsrail desteğiyle güçlenen askeri yapılarla çevrili halde buluyor kendini. Bu tablo, Şam ve Ankara’yı güvenlik endişeleri noktasında ortak bir zeminde buluşturuyor.

Uzmanlar ikiye bölündü

İran ile doğrudan bağlantılı grupların faaliyet gösterdiği Yemen, Irak ve Lübnan gibi ülkeler, çatışmanın dolaylı ama sert şekilde etkilenmesi beklenen ilk alanlar. İran destekli Haşdi Şabi ve Husiler, Tahran-Tel Aviv geriliminde vekâleten sahaya sürülebilecek güçlerdi; ancak son gelişmeler farklı bir tablo çiziyor.İran, özellikle Irak’taki milis gruplara ABD hedeflerine saldırmamaları yönünde talimat verdi. Ancak savaşın uzaması, bu politikayı değiştirebilir. Şu ana dek gelen bilgiler, İran’ın bu grupları daha aktif hale getirebileceği yönünde.

Husiler ise, ABD ile yaptıkları gizli anlaşmalar doğrultusunda Kızıldeniz’deki saldırılarını durdurmuştu. Fakat İran’ın büyük kayıplar vermesi hâlinde, bu anlaşmaların çöpe gitmesi ihtimal dışı değil. Ne var ki, ağır altyapı kayıpları nedeniyle Husilerin yeniden taarruz kapasitesi tartışmalı.

Uzmanlar ikiye bölünmüş durumda: Bir kesim, İran’ın vekillerine olan desteğinin zayıflayacağını ve bu grupların zemin kaybedeceğini savunurken; diğer kesim, bu yapıların kendi başlarına ekonomik ve askeri kapasiteye sahip olduklarını ve savaşı sürdürmekte kararlı olduklarını düşünüyor.

Kırılgan dengeler

Mısır’ın İsrail ve İran ile ilişkileri tarihsel olarak gergin, fakat bu kez durum daha karmaşık. Kahire, Tel Aviv ile imzaladığı Camp David Anlaşması’nın ardından yıllar boyunca İsrail için Arap dünyasıyla diyalog köprüsü işlevi gördü. Ancak Netanyahu’nun Gazze nüfusunu Sina’ya sürme planları ve bu plana dair Batı baskısı, Mısır’ın İsrail’e olan güvenini sarstı.

Son yıllarda İran ile Mısır arasında bazı bölgesel dosyalarda örtüşen yaklaşımlar dikkat çekiyor. Özellikle İsrail’in güç artışı ve Suriye’de Selefi unsurların yükselişi gibi konularda Kahire ile Tahran zaman zaman örtüşen tavırlar sergiledi.

Kahire, İsrail’in bölgeyi kendi vizyonuna göre şekillendirmesi halinde, kendisinin de benzer baskılara maruz kalacağından endişeli. Filistin meselesinde Arap girişimlerini bertaraf eden bir İsrail, Mısır’ın bölgesel liderlik iddiasına tehdit olarak algılanıyor.

Tarafsız kalmak mümkün mü?

Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve diğer Körfez ülkeleri, bu savaşı yalnızca askeri değil, jeopolitik üstünlük savaşı olarak yorumluyor. Tel Aviv’in İran’ı doğrudan ve Batı desteğiyle yenecek bir konuma gelmesi, Körfez’in stratejik manevra alanını daraltabilir.

Resmi açıklamalarda, İsrail’in İran’a saldırısı kınandı, savaş karşıtı mesajlar verildi. Körfez’in endişesi, bu savaşın kontrolsüz biçimde büyüyüp, iç güvenliklerini tehdit edecek boyuta ulaşması.

Savaşın süresi uzadıkça, Körfez’in tarafsız kalması giderek zorlaşacak.

Ekonomik açıdan, Körfez için en büyük risk, Hürmüz Boğazı’nın kapanması. Günde 20 milyon varil petrolün geçtiği bu koridorun kapanması, dünya piyasalarını sarsar. Savaş sigorta primleri şimdiden %2’ye ulaşmış durumda ve bu durum lojistik maliyetleri ciddi biçimde artırıyor.

Körfez’in bu savaştan elde edeceği tek avantaj, İran’ın zayıflaması hâlinde enerji piyasasında yeniden baskın oyuncu hâline gelmesi olabilir. Ancak bu da kısa vadeli bir kazanç olur. Uzun vadede savaş, enerji dönüşümünü hızlandırabilir ve Körfez vizyonları için yeni tehditler yaratabilir. 


NYT yazdı | Trump'ı bekleyen İsrail’in ikilemi: Ne böyle senle ne de sensiz

The New York Times’ın Kudüs büro şefi, İsrail’in Amerikan bombalarını beklemediği her günün savaşın maliyetini artırdığını ancak kendi başına savaşı bitirecek hamleye girişmesinin çok riskli olduğunu yazdı. Pulitzer ödüllü Kingsley, Netanyahu'ya seçmen desteğinin arttığına da dikkat çekti

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

Patrick Kingsley / The New York Times

ABD Başkan Donald Trump'ın İran'a yönelik ABD saldırısını ertelemesi, İsrail'i stratejik bir açmaza soktu.İsrail'in geriye kalan ana savaş hedefi, İran'ın kuzeyindeki Fordo'da bulunan nükleer zenginleştirme tesisini yok etmek. Ancak tesis yerin o kadar derinliklerinde gömülü ki İsrail bombalarının zarar vermesi güç.

İsrailli yetkililer günlerce Trump'ın Fordo'yu yok edecek kadar güçlü olduğu kabul edilen dünyadaki tek mühimmatla donatılmış ABD savaş uçaklarını göndereceğini umdu.

Ancak Trump, böyle bir müdahaleye karar vermeden iki hafta bekleyeceğini söyledi. Bu gecikme, İsrail'i çetin bir ikileme soktu.

İsrail Trump'ı ne kadar uzun süre bekletirse, hava savunma sistemi üzerindeki baskı o kadar artacak. İsrail, İran’ın balistik füze saldırılarını engellemek için füze savunma sistemlerinin stoklarını tüketiyor. Ayrıca bazı bölgelerin korunmasına öncelik vermek zorunda kalıyor. Zaman geçtikçe, daha fazla füzenin sivil yerleşim bölgelerine ve stratejik güvenlik tesislerine isabet etme riski artıyor.

İsrail'in hava sahasının kapatılması ve ekonomik hayatının büyük bir kısmının durmasıyla, savaşın uzaması ekonomik bir maliyet de getirecek. Savaş ne kadar çabuk sona ererse, ticari uçuşlar o kadar çabuk yeniden başlayacak. Böylece işletmeler tam kapasiteyle çalışmaya devam edebilecek.

İsrail ABD'nin yardımını beklemek yerine Fordo'ya tek başına saldırmaya karar verebilir. Elindeki uçak ve mühimmatla bu riski göze alabilir. Bazı analistler, İsrail'in komandoları bölgeye göndererek tesisi sabote edebileceğini dahi söylüyor. Başbakan Benjamin Netanyahu dün (perşembe) tek başına harekete geçme niyetini ima etti. Bir televizyon röportajında İsrail'in “tüm hedeflerine, tüm nükleer tesislerine ulaşacağını” söyleyerek “Bunu yapma gücümüz var.”

Ancak uzmanlar, bu yolun risklerle dolu olduğunu ve etkisinin sınırlı olabileceğini söylüyor. Eski İsrail'in Washington Büyükelçisi Itamar Rabinovich”e göre İsrail’in tek başına düzenleyeceği bir operasyon “muhtemelen Eski diplomat “ABD'nin yapabildiğini yapabilseydik, çoktan yapardık” dye konuştu.Diğer bir seçenek ise İsrail'in Fordo'ya saldırmadan tek taraflı olarak savaşı sona erdirmesi. Ancak bu yaklaşım, İran'ın nükleer zenginleştirme programının en azından önemli bir kısmını sağlam bırakacak ve İran'ın İsrail'e karşı kullanılabilecek bir nükleer bomba üretme olasılığını açık bırakacaktır.

Şu an için İsrail bu yolu izlemeye niyetli görünmüyor. İsrail'in siyasi liderleri, İran rejiminin çöküşünü ve lideri Ayetullah Ali Hamaney'in suikastını açıkça dile getirmeye başladı. İsrail'in Hamaney'in hükümetini devirmek için gerçek bir yolu olmasa bile, yapılan açıklamaların tonu, İsrail'in en azından birkaç gün daha saldırılarına devam etme niyetinde olduğunu gösteriyor.

Bugün (cuma) İsrail basınının tonu ve yeni kamuoyu yoklamaları da İsrail'in saldırısına iç destek devam ettiğini gösterdi. İsrail'in İran'a saldırısının ardından Netanyahu'nun partisi, Hamas'ın İsrail tarihinin en kanlı saldırısını gerçekleştirdiği Ekim 2023'ten bu yana en güçlü konumda.


Araplar savaşı maç seyrediyor gibi izliyor

Araplar bu sefer füzelerin kendilerinin üzerine gelmiyor olmasından memnun, bazı sosyal medya kullanıcıları İsrail ile İran arasındaki saldırılara dair haberleri ellerine cips alıp izlediklerini yazıyorlar

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

Lübnan’da sosyal medyada bugünlerin trendi, gece gökyüzünü aydınlatan balistik füzelerin videoları. İran’ın İsrail’e ateşlediği füzeler; ev partileri, akşam yemekleri ve hatta birkaç düğüne dramatik bir arka plan oluşturdu. Bu videoları paylaşanların bazıları, geçen yıl Lübnan’a savaş açan İsrail’e yönelik saldırıları memnuniyetle karşılıyor. Birçoğu ise füzelerin başka bir yere yönelmiş olmasından dolayı rahatlamış durumda. İkincisi, sadece Lübnan’da değil, tüm Arap dünyasında yeni bir duygu. Bölgesel bir savaş patlak verdi, ancak bu sefer Arap ülkeleri dahil değil (en azından şimdilik).

İsrail’e karşı çok az sempati var, bu da şaşırtıcı değil: Son 20 aydır Gazze’de uyguladığı acımasız taktikler, bir zamanlar onu hayranlıkla izleyen bazı Arap ülkelerini bile sert eleştirmenlere dönüştürdü.Tahran’a da sempati duyulmuyor. İran milisleri, çok sayıda muhalifi (aralarında eski bir Lübnan başbakanı da var) suikastlarla öldürdü, hazinelerden milyarlarca dolar haraç aldı ve Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi komşu ülkelere saldırılar düzenledi.

Levant ve Körfez’deki birçokları için İran, güçlü ve nefret edilen bir hegemondu - ta ki birdenbire öyle olmaktan çıkana kadar. İsrail’in İran’ın güvenlik servislerine bu kadar kolay sızması, hem kafa karışıklığı hem de sevinç kaynağı oldu.

Schadenfreude’nin (Oksijen’in notu: Almanca başka birinin duyduğu acıdan alınan keyif anlamına gelen kelime) en güçlü olduğu yer, Beşar Esad rejimine karşı on yıl süren iç savaştan yeni çıkan Suriye. Aralık ayında ülkeden kaçan Esad, rejimini desteklemek için Devrim Muhafızları ve müttefik milisleri gönderen İran’ın yardımı olmadan bu kadar uzun süre dayanamazdı. 13 Haziran’da İsrail tarafından öldürülen İranlı komutanların bazıları, yarım milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği Suriye savaşında merkezi bir rol oynadı. Suriyeliler, onların ölümünü kutladı. Bir adam, Esad’ın kaçmasından bu yana kapalı olan Şam’daki İran büyükelçiliğine bir kutu şekerleme getirdi. Bir başkası, büyükelçiliğin boş olduğu için muhtemelen İran’ın tek güvenli bölgesi olduğunu söyleyerek şaka yaptı.

Bölgede çoğu kişi bu savaşı bir maçı seyreder gibi izliyor. 1980’lerde İran-Irak savaşının başlangıcında, İsrail Başbakanı Menachem Begin, her iki tarafa da iyi şanslar dilemişti. Bugün Arap izleyicilerden de benzer sözler duyuluyor: Sosyal medya, İsrail ve İran’ın ateş açtığı her akşam “maçı” izlemek için atıştırmalık ve içecekler hazırladıklarına dair şakalarla dolu.

Bazı haber kanallarında ise ton oldukça farklı. Katar tarafından finanse edilen Al-Jazeera, haberlerinde İran’a büyük sempati gösteriyor. Bunun nedeni kolay anlaşılabilir: Kanal İsrail’e düşman ve Katar, Basra Körfezi’ndeki devasa Güney Pars gaz sahasının ortak sahibi olduğu İran ile uzun süredir dostane ilişkiler sürdürmeye çalışıyor. Ancak Suudi Arabistan’ın yönettiği yayın organlarında da beklenmedik bir şekilde ölçülü bir üslup kullanılıyor. Burada ideoloji bir faktör değil. Suudiler, İran’ı uzun süredir baş düşmanları olarak görüyor.

Ancak bugün Suudiler, İran’ın savaşı kışkırttığı için krallığı suçlayıp saldırmaya karar vermesi (2019’da olduğu gibi) endişesiyle, bölgesel komşusunu kızdırmaktan çekiniyor. Çalışanlara, İsrail’in şahin seslerini yayınlamamaları ve İran rejiminin zayıflıklarına odaklanmamaları talimatı verildi. Ancak rejim düşerse, Körfez’deki üslup tersine dönebilir. İran’daki savaş, bölgede İsrail’in bölgesel hegemonyası konusunda kalan tüm şüpheleri ortadan kaldırdı. Birleşik Arap Emirlikleri’nden akademisyen Abdulkhaleq Abdulla, “İsrail korkutucu ve güçlü, ve her gün askeri ve istihbarat alanında ustalıkla hareket ettiğini kanıtlıyor” diye yazdı. Ancak İsrail’in artan gücü, en yakın Arap müttefiki olan BAE gibi ülkelerde bile endişe kaynağı.

İsrail, önce Arap düşmanlarını, şimdi de İran’ı ezebileceğini gösterdi. Ancak daha istikrarlı bir bölgesel düzen kurmak için dostlarıyla işbirliği yapmaya ilgisiz görünüyor. Gazze’deki savaş hâlâ devam ediyor. İran’daki savaş, diğer ülkeleri de içine çekme riski taşıyor. Dubai’de analist olan Mohammed Baharoon, “İsrail bölgedeki istikrarsızlığın ana kaynağı haline geliyor” dedi. Özellikle Körfez ülkeleri istikrar ve sükunet istiyor; İsrail ise bunun tam tersini sunuyor gibi görünüyor. 


İran ‘ilkel atom bombası’ atabilir

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

İran geleneksel bir çatışmada yenilirse geleneksel olmayan yöntemlere başvurabilir. Radyoaktif madde yaymak için bir “kirli bomba” patlatması olasılık dahilinde. Korkulan ikinci seçenek ise ilkel bir nükleer silah saldırısı.Tahran’ın nükleer silah üretmek için elindeki uranyumu yüzde 60’tan yüzde 90 oranına kadar zenginleştirmesi gerektiği kabul ediliyor. Ama silah uzmanları yüzde 60 zenginleştirilmiş uranyumla ilkel bir nükleer silah üretmenin mümkün olduğunu söylüyor

Savaşlar öngörülemez. İsrailliler de İranlılar da mevcut çatışmanın nasıl sona ereceğini bilemez.Ancak dikkate alınması gereken bir dizi örnek var. İlki, 1967’deki altı günlük savaş. İkincisi, 2003’teki Irak savaşı. Üçüncü senaryo, İran’ın İsrail ve Batı’ya karşı geleneksel olmayan yöntemlerle misilleme yaptığı yeni bir tür çatışma. Mevcut çatışma terör, hatta kitle imha silahlarının da dahil olabileceği melez bir savaşa dönüşebilir.

Netanyahu hükümeti, 1967’nin tekrarını çok isterdi. O savaşta İsrail ordusu Mısır, Suriye ve Ürdün’e karşı hızlı bir zafer kazanmak için önleyici bir saldırı düzenleyerek Mısır hava kuvvetlerini yerden yok etmişti.Şüphesiz, İsrail bu çatışmada da hızlı ve çarpıcı bir başlangıç yaptı. Ancak İran’ın büyük kısmı yeraltında bulunan ve dağınık nükleer programını ortadan kaldırmak, yerdeki hedefleri yok etmekten çok daha karmaşık bir iş.

 

Öfke ve intikam arzusunu küçümsemeyin

Özellikle ABD’den bazı eleştirel yorumcular, sonuçta 2003 Irak savaşının ilk aşamalarının tekrarlanmasından korkuyor. O savaş da rejim değişikliğini sağlamak amacıyla nükleer silahların yayılmasını önlemek için yapılmıştı. ABD önderliğindeki koalisyonun ilk başarılarının ardından, savaş kanlı bir bataklığa dönüştü.Ancak İsrail-İran savaşının kendine özgü bir yol izlemesi daha olası. Batılı güvenlik yetkililerini endişelendiren senaryolardan biri, çaresiz kalan İran rejiminin geleneksel olmayan yöntemlerle misilleme yapmaya karar vermesi.

Üst düzey bir siyasetçi “Durumun henüz III. Dünya Savaşı’na dönüşmemiş olmasının nedeni, İran’ın geleneksel yöntemlerle misilleme yapma imkânlarının çok sınırlı olması” diyor. Bir başka üst düzey yetkili ise, İsrail’in “derinlik derinliği”nin (yani dilinde silah stoklarının) sınırlı olması nedeniyle bu yoğunlukta savaşmaya devam etme kabiliyetinin de sınırlı olabileceğini belirtiyor.

Buna rağmen İran rejimi, geleneksel bir çatışmada ağır bir yenilgiye uğrayacağına inanırsa, zor bir seçimle karşı karşıya kalacaktır. Durumu boyun eğerek kabul edip müzakere yoluyla bu durumdan çıkmaya çalışabilir. Ya da alışılmadık yöntemlerle çatışmayı tırmandırabilir. Rejim, hayatta kalma mücadelesi verdiğine, İran halkına ve dünyaya gücünü göstermeye ihtiyacı olduğuna inanırsa, bu eşiği aşma olasılığı yükselir. Öfke ve intikam arzusu da küçümsenmemeli.

Birkaç günde nükleer silah üretebilir mi?

Washington ve Brüksel’de, İran rejiminin köşeye sıkışması halinde çaresizlik içinde saldırıya geçebileceği endişesi var.

Yakın geçmişte ABD, İran’ı gizli biyolojik ve kimyasal silah programları yürütmekle suçladı. Bu korkular doğruysa, Tahran İsrail veya ABD hedeflerine ölümcül ama inkar edilebilir bir şekilde misilleme yapma imkanına sahip olabilir.

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı da İran’ın yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş önemli miktarda uranyum stoğu olduğunu açıkladı. Tahran’ın nükleer silah üretmek için yüzde 90 oranında zenginleştirme yapması gerektiği genel olarak kabul ediliyor. Bu, birkaç gün içinde yapılabilir ancak silah haline getirilmesi çok daha uzun sürer.

“Kamyonla bile patlatılabilir”

Yine de silah uzmanları, yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyumla ilkel bir nükleer silah üretmenin aslında mümkün olduğunu belirtiyor. Bilim ve Uluslararası Güvenlik Enstitüsü düşünce kuruluşundan David Albright ve Sarah Burkhard “yüzde 60’lık bir zenginleştirme seviyesi, nispeten kompakt bir nükleer patlayıcı üretmek için yeterlidir; yüzde 80 veya 90’a kadar daha fazla zenginleştirme gerekmez” diye yazıyor. Bu tür bir silah “İran’ı nükleer güç olarak kabul ettirmek için yeterli olan uçak, nakliye konteyneri veya kamyon gibi ilkel bir taşıma sistemi ile taşınmaya” uygun olacaktır.

İran, İsrail’i savaşı sona erdirmeye zorlamak için ilkel bir nükleer silah kullanmayı tercih edebilir. Bir başka olasılık ise, radyoaktif maddeleri yaymak için geleneksel patlayıcılar kullanan bir “kirli bomba” patlatması. Uzmanların endişe duyduğu senaryo, bir gemiyi kullanarak İsrail’in Hayfa Limanı’nın yakınında bir cihazı patlatması yönünde.

Bu hususlar sadece İsrail tarafından değil, ABD tarafından da değerlendiriliyor. Genel olarak, İran’ın Fordo’daki yeraltı nükleer tesisini yok etme şansına sahip tek ülkenin Amerika olduğu düşünülüyor.

Trump hata yapar

Washington’da, ABD’nin Fordo’yu yok etmek ve İran’ın nükleer silah programını sonlandırmak için ikinci aşama bombardımana katılacağına inanan (veya bundan korkan) çok insan var. Ancak, Fordo’ya yönelik bir Amerikan saldırısının bile bunu başaracağına dair hiçbir garanti yok. İsrail’in eski başbakanı Ehud Barak şöyle yazıyor: “Gerçek şu ki Amerikalılar bile İran’ın nükleer silaha ulaşmasını birkaç aydan fazla geciktiremez.”

Barak, İran’ın asla nükleer silaha sahip olmamasını garanti etmenin tek yolunun, ABD ve İsrail’in “devrilmesi için rejime savaş ilan etmesi” olduğunu savunuyor.

Ancak Donald Trump, defalarca barışçı olacağına söz verdi ve İran ile İsrail’i anlaşmaya çağırdı. Daha geçen ay Riyad’da yaptığı tarihi konuşmada, dışarıdan gelenlerin güç kullanarak Orta Doğu’da olumlu bir değişim sağlayabileceği fikrini küçümsedi. Trump’ın Orta Doğu’da rejim değişikliği için başka bir savaşa sürüklenmesi, büyük bir ironi, siyaseten de korkunç bir hata olur. ,


New York Times yazdı: Hamaney meydan okuyor, Trump ne yapacağını sır gibi saklıyor

İsrail ile İran arasındaki çatışmada 6'ncı gün geride kalırken ABD Başkanı Donald Trump, İran’a saldırı sinyali verirken kararsız bir tavır sergiledi ve “Yapabilirim de, yapmayabilirim de” şeklinde konuştu. ABD’nin savaşa katılması durumunda İran, bölgedeki Amerikan üslerini vurmakla tehdit ediyor

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

Isabel Kershner, David E. Sanger, Ephrat Livni, Richard Pérez-Peña / New York Times

ABD Başkanı Donald Trump, Çarşamba günü İran’ın nükleer tesislerine saldırı emri verip vermeyeceği konusunda açık konuşmayı reddetti ve İran ile İsrail arasındaki savaşa katılıp katılmamaya henüz karar vermemiş olabileceğini ima etti.

Beyaz Saray çimlerinde gazetecilere Trump “Yapabilirim. Yapmayabilirim. Yani, ne yapacağımı kimse bilmiyor” şeklinde demeç verdi.

Bundan sadece birkaç saat önce, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, Trump’ın bir gün önce yaptığı tehditleri küçümsemiş ve “koşulsuz teslim” çağrısını reddetmişti. Bu da Ortadoğu’da daha geniş çaplı bir savaş korkusunu artırdı.

İran devlet medyasına göre Hamaney “İran’ı, halkını ve tarihini bilen aklı başında insanlar bu milletle tehdit diliyle konuşmazlar; çünkü İran milleti teslim alınamaz” dedi ve şöyle devam etti: “Amerikalılar şunu bilmelidir ki, herhangi bir ABD askeri müdahalesi şüphesiz onarılmaz zararlara yol açacaktır”

Savaşın altıncı gününde gelen bu açıklamalar, İsrail’e ve Trump’a karşı meydan okuma niteliğindeydi. Trump, ABD’nin İran’ın nükleer programına yönelik İsrail’in bombalama kampanyasına katılıp katılmamayı değerlendirdiğinin sinyallerini verdi. Hem ABD hem İsrail, İran’ın nükleer bomba sahibi olmaması gerektiğini savunuyor; İran ise nükleer silah geliştirme niyetinde olmadığını iddia ediyor.

Trump, İran’ın müzakere etmek istediğini ve bunun için hâlâ geç olmadığını söyledi, ancak İran liderliğini daha önce harekete geçmemekle eleştirdi.

Trump tehditkâr bir şekilde şunları söyledi: “Neden iki hafta önce benimle müzakere etmediniz? İyi sonuç alırdınız. Bir ülkeniz olurdu”

Gerçekte, İran nükleer programının geleceğiyle ilgili olarak ABD ile müzakerelere başlamıştı – fakat İsrail’in bombalamaya başlaması üzerine bu görüşmeleri askıya almıştı. Ancak İran, Beyaz Saray’ın taleplerine boyun eğmemişti.

İsrail, ABD’den İran’ın nükleer programını yok etmeye yönelik çabalara destek vermesini, özellikle de ABD’ye özgü en büyük sığınak delici bombaların kullanılmasını istiyor. Bu bombalar İsrail’de bulunmuyor ve bunları taşıyabilecek uçaklara da sahip değiller. İran’ın yer altındaki nükleer tesisleri bu bombaları gerektiriyor.

Trump uzun süredir dış savaşlara karışmaya karşı olduğunu belirtiyor ve İran’la bir nükleer anlaşma umudunu dile getiriyor. Ancak Salı günü yaptığı açıklamada “sabırlarının tükendiğini” söylemiş ve Hamaney’i öldürme ihtimalinden de bahsetmişti.

İsrail, Çarşamba günü de İran’a saldırmaya devam etti, İran’ın başkenti Tahran’a yeni saldırılar düzenledi. Günün erken saatlerinde İsrail ordusu, 50’den fazla İsrail savaş uçağının Tahran genelindeki hedeflere saldırı düzenlediğini ve bu hedefler arasında bir nükleer santrifüj tesisi de olduğunu açıkladı. İranlı yetkililer bu iddialar hakkında hemen yorum yapmazken, BM’nin nükleer denetim kurumu iki santrifüj üretim tesisinin vurulduğunu bildirdi.

İran, gece yarısından sonra iki dalga halinde yaklaşık 30 balistik füzeyi İsrail’e fırlattı, ardından Çarşamba sabahı iki dalga drone saldırısı düzenledi. Ancak İsrail’e göre bu füzelerin çoğu ve tüm dronlar önlendi. Can kaybı bildirilmedi ve İran’ın bu saldırılarının önceki saldırılara kıyasla daha sınırlı olduğu görüldü.

Diğer dikkat çeken gelişmeler şöyle:

Misilleme tehdidi: İranlı yetkililer, ABD savaşa dahil olursa, bölgedeki Amerikan üslerini vuracaklarını söyledi. ABD’li yetkililerin incelediği istihbarat raporlarına göre İran, bu tür saldırılar için füzeleri hazırlamış durumda.

Strateji değişikliği: İsrail, İran’da şimdiye kadar tehdit etmekle yetindiği kapsamlı ve cüretkâr bir saldırıyı ilk kez hayata geçiriyor. Bu kampanya, Hamas’ın Ekim 2023’teki saldırısından bu yana İsrail askeri doktrininde yaşanan olağanüstü değişimi yansıtıyor. Ortadoğu’daki güç dengeleri yeniden çizilirken, İran’ın bölgesel ittifakı dağılmış durumda ve İsrail bölgenin hâkim askeri gücü haline gelmiş görünüyor.

Yurtdışında mahsur kalanlar: Yurt dışında mahsur kalan İsraillileri taşıyan ilk uçaklar Çarşamba günü Ben Gurion Uluslararası Havalimanı’na indi. Geçen hafta hava sahası sivil uçuşlara kapatıldığı için binlerce turist İsrail’den ayrılamamıştı.

İnternet kesintisi: İran’da internet hizmetlerinde ciddi kesintiler yaşanırken, devlet televizyonu halkı telefonlarından WhatsApp uygulamasını silmeye çağırdı. Yayın kuruluşu, uygulamanın kullanıcı bilgilerini toplayıp İsrail’e gönderdiğini iddia etti. WhatsApp ise bu suçlamaları reddetti.


New York Times yazdı: İran'a saldıran İsrail potansiyel Arap müttefiklerini kendinden uzaklaştırıyor

İsrail’in İran’a saldırısı Körfez ülkelerinde dengeleri değiştirdi. BAE, İran'a destek verirken, Suudi Arabistan da İsrail’i kınama yolunu seçti. “Artık bölgede silahı ateşleyen deli İran değil, İsrail” diyen Körfez uzmanları, Trump’ın pasif tutumu karşısında da şaşkınlık yaşıyor

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

Vivian Nereim / New York Times

İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki gelişen ilişkilerin destekçileri kısa bir süre öncesine kadar Dubai’yi bölgesel uyumun merkezi olarak lanse ediyordu. İsrailli influencer’lar, İran’a sadece bir feribot yolculuğu uzaklıktaki göz kamaştırıcı Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) şehrine taşınıyordu. Yatırımcılar ise Dubai ile İsrail’in Tel Aviv kenti arasında mekik dokuyordu.

Geçen hafta İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine yönelik saldırısıyla başlayan savaşın ardından BAE, ülkede mahsur kalan İran vatandaşları için tüm vize aşım ücretlerini iptal etti. Salı günü BAE lideri Şeyh Muhammed bin Zayed el Nahyan, İran Cumhurbaşkanı’nı arayarak “bu zorlu dönemde İran ve halkıyla dayanışma içinde olduklarını” ifade etti.

Bu durum, son beş yılda yaşanan keskin değişimi yansıtıyor. Bir zamanlar İran’ı dizginlemek için İsrail’i potansiyel müttefik olarak gören Körfez yönetimleri, şimdi İran’la diplomasi kurmanın daha pragmatik olduğuna karar vermiş durumda. Gazze Şeridi’nde süren, sonu görünmeyen savaş bölge genelinde öfke ve umutsuzluğu artırırken çözülmemiş çatışmaları da alevlendiriyor. Bazı Körfez yetkilileri artık İsrail’i Ortadoğu’daki başlıca istikrarsızlaştırıcı güç olarak görmeye başladı.

BAE’nin en büyük şehri olan Dubai’de yaşayanlar, İsrail ve İran arasında uçuşan füzelerle bölgesel savaşın kapılarına dayandığını korku içinde izliyor. Başkan Donald Trump’ın İsrail’in safında savaşa dahil olup olmayacağını tartmasıyla birlikte, İran’ın ülkelerindeki ABD askeri varlıklarına misilleme yapma ihtimali de endişe kaynağına dönüşmüş durumda.

BAE hükümetinin İran’a duyduğu derin güvensizliğe rağmen, ülkedeki birçok kişi şiddetin tırmanmasından yalnızca bir tarafı sorumlu tutuyor: Geçen hafta İran’a yıkıcı bir saldırı düzenleyerek İsrail-İran çatışma tarihinde eşi görülmemiş bir yangını başlatan İsrail.

“Artık silahı elinde tutan İran değil İsrail” diyen Dubai’deki B’huth araştırma merkezinin başkanı Muhammed Baharoon “Savaşın bitmesini istemeyen başka bir devlet görmedim, İsrail dışında” şeklinde konuştu.

Yine de Körfez hükümetleri, gerilimi yatıştırmaya ve ABD’yi savaşa girmekten caydırmaya çalışsalar da, doğrudan müdahalede bulunmaları pek olası görünmüyor. Hatta yeni savaşın ortasında bazı Körfez liderleri özel görüşmelerde İsrail’le ortaklık ve İran’ı zayıflatma arzusunu dile getirmeye devam ediyor.

Bu hafta daha önceden planlanmış bir ziyaret kapsamında Suudi Arabistan, Bahreyn ve BAE’yi ziyaret eden iki partili ABD Kongre heyeti, bölge başkentlerinde liderlikten duydukları temel mesajın nükleer silahlı bir İran’ın oluşturduğu tehdit olduğunu aktardı.

Varoluşsal tehdit

Nebraska Cumhuriyetçi Temsilcisi Don Bacon, “Elbette nükleer silahlardan kurtulmak için daha barışçıl bir yol tercih ederlerdi. Ancak görüştüğümüz tüm Körfez yetkilileri, nükleer silahlı bir İran’ın onlar için varoluşsal bir tehdit olduğunu açıkça ifade etti” dedi.

Ancak milletvekilleri, Körfez hükümetlerinin bölgesel bütünleşme ve ortak ekonomik refah arzularının şiddetin tırmanmasıyla karmaşıklaştığını da belirtti.

“Görüşmelerimizin çoğunda İran’ın uzun süredir bölgede istikrarsızlaştırıcı bir güç olduğu konusunda bir anlayış vardı” diyen Kaliforniya Demokrat Temsilcisi Jimmy Panetta “Ancak İsrail’in bölgede başlıca istikrarsızlık kaynağına dönüşmesini kesinlikle istemedikleri yönünde de bir görüş hâkimdi” sözlerini kaydetti.

Savaş karşısında Suudi Arabistan’ın tepkisi, bölgedeki karmaşık ve değişken ittifakları en iyi yansıtan örnek olabilir.

Suudi Arabistan uzun süredir İran’ın bölgesel rakibi olarak tanımlanıyor ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman bir dönem İran’ın dini liderini “Hitler’den beter” olarak nitelemişti. Ancak Prens’in, Ortadoğu’yu Suudi Arabistan merkezli “yeni bir Avrupa”ya dönüştürme hayali, bölgesel gerilimlerin azaltılmasını gerektiriyor. Bu nedenle 2023’te İran’la barıştı. Krallık, geçen hafta “kardeş İslam Cumhuriyeti İran’a yönelik açık İsrail saldırganlığını” kınayan bir açıklama yayımladı.

Dubai’de şiddetin tırmanmasının ülke turizmini tehlikeye atabileceği yönünde endişeler dile getirildi. İran ile ABD arasında İran’ın nükleer programını sınırlamaya yönelik görüşmelere arabuluculuk yapan


Umman’da ise bu saldırı aylar süren diplomatik çabaları boşa çıkardı.

Ayrıca fosil yakıt zengini Arap Yarımadası genelinde savaş; sigorta primlerinin ve taşıma maliyetlerinin artmasına neden olarak, Trump’ın geçtiğimiz ay bölgeye yaptığı ziyarette ilan edilen teknoloji, havacılık ve savunma yatırımlarına dayalı yüz milyarlarca dolarlık ekonomik yapıyı tehdit ediyor.

“Tüm devletler İran rejiminden ne kadar hoşlanmasalar da İsrail’in ölçülü olmaması ya da stratejik bakış açısından yoksunluğu konusunda endişeli” diyen Washington merkezli Tahrir Ortadoğu Politikaları Enstitüsü’nün başkan yardımcısı Timothy E. Kaldas. “Ortada bir nihai hedef varsa, o nedir?” diye sordu.

İsrail’in saldırısı, ABD ile İran arasında nükleer gelişmeler üzerine yürütülen görüşmeler sırasında başladı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran’ın nükleer tesislerine yönelik saldırının “varoluşsal tehdidi” ortadan kaldırmak için yapıldığını söyledi. Ancak İsrail’in bu hamlesinin İran’daki rejimi devirebileceğini de savundu. Netanyahu, “Ortadoğu’nun çehresini değiştiriyoruz” sözleriyle dikkat çekti.

İsrail’in saldırıları sonucu aralarında üst düzey generaller ve bazı nükleer bilim insanlarının da bulunduğu en az 225 kişi İran’da öldü. İran’ın İsrail’e yönelik misillemeleri ise en az 24 kişinin ölümüne yol açtı. İsrail’e göre füzelerin çoğu hava savunma sistemleri tarafından etkisiz hale getirildi.

Körfez’de bazı kesimler İran’a yönelik bombardımanı desteklese de, geçen haftaki gelişmeler İsrail’in uluslararası sistemin dışında hareket eden “serseri bir aktör” olduğu ve Batılı güçlerin buna göz yumduğu yönündeki inancı güçlendirdi.

Dubai’deki araştırma merkezinin başkanı Baharoon, El Kaide ve IŞİD gibi devlet dışı aktörlerin yeniden şiddet eylemlerine başlamasından endişe ettiğini belirterek, “Eğer devletler İsrail’i durduramıyorsa, bazı insanlar meseleyi kendileri ele alacaktır” dedi.

Yeni savaş, bölgedeki bazı kişilerde derin bir çaresizlik duygusu da yarattı. Onlara göre İsrail üzerinde etkisi olabilecek tek güç ABD ama Trump ya müttefikinin davranışlarını sınırlamak istemiyor ya da bunu yapacak durumda değil.

 

Analistlere göre, şu ana kadar Körfez hükümetleri diplomasi dışında pek bir adım atmaya istekli görünmüyor.

Tahrir Enstitüsü’nden Kaldas, Suudi Arabistan ve BAE’nin enerji piyasaları üzerindeki etkileriyle ekonomik baskı uygulama potansiyeline sahip olduklarını, ancak bunu yapmalarının olası olmadığını söyledi.

Kaldas “Bu kadar ileri gitmeye kimse hazır değil” dedi.

© 2025 The New York Times Company 


Trump bu savaşı bitirebilir tabii isterse

“Zorlayıcı diplomasi” zamanı geldi. Trump, Tahran’a Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nın ülkeye girmesine izin verilmemesi durumunda İsrail’e tesisleri yok etmek için gerekli bombayı vereceğini söylemeli. Filistinlileri kendi kaderini tayin etme hakkına sahip bir halk olarak tanıdığını açıklamalı

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

Mevcut İsrail-İran Savaşı’nda gördüğümüz saldırı ve karşı saldırıların temelinde iki stratejik doktrinin çatışması yatıyor. Doktrinlerden biri İran’ı, diğeri İsrail’i harekete geçirmiş durumda ve ikisi de son derece kusurlu. ABD Başkanı Donald Trump’ın elinde ikisini de düzeltmek ve Orta Doğu’yu istikrara kavuşturmak için yıllardır görülmemiş bir fırsat var. Tabii böyle bir niyeti varsa.

İran’ın kusurlu stratejik doktrinini düşmandan daha gözü kara davranıp karşı tarafın gözünü korkutmak şeklinde tanımlayabilirim. Bu doktrin İran’ın vekili Hizbullah tarafından da uygulanmış ve aynı şekilde olumsuz sonuç vermişti.

Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin suikastla öldürülmesi, Beyrut’taki ABD Büyükelçiliği’nin bombalanması, Beşar Esad’ın iktidarda kalmak uğruna kendi halkından binlerce kişiyi öldürmesi gibi olayların hepsinde İran’ın ve vekili olarak kullandığı Hizbullah’ın birlikte veya ayrı ayrı izi var. Dünyaya vermek istedikleri mesaj şu: “Kimse bizden daha deli değil. Bu yüzden dikkat edin. Bizimle kavgaya girerseniz kaybedersiniz. Çünkü biz sonuna kadar götürürüz, sizin gibi ılımlılar ise sıvışıp kaçar.”

İran yanılıyor

Hizbullah’ın İsrail’i Lübnan’ın güneyinden atmasında İran doktrini gerçekten de işe yaradı. Ama İran ve Hizbullah’ın İsraillileri kutsal kitaplarında geçen ana vatanlarından kovmasına yetmedi. Tıpkı Hamas gibi İran ve Hizbullah da bu konuda yanılıyor. İsrail’i bu topraklarla gerçek bağı bulunmayan yabancı bir sömürge girişimi olarak nitelendirmeye devam ediyorlar. Bu yüzden de Yahudilerin önünde sonunda Belçikalıların Belçika Kongosu’nda yaşadığı akıbetle karşı karşıya kalacağını varsayıyorlar. Yeterince baskı uygulanırsa Yahudilerin de kendi Belçika’sına döneceğine inanıyorlar.

Ama İsrailli Yahudilerin Belçika’sı, yani başka bir ana vatanı yok. Elit üniversitelerde öğretilen “sömürgecilik karşıtı” saçmalıklar ne derse desin onlar da tıpkı Filistinliler gibi bu toprakların yerlisi. O halde İsrailli Yahudileri onlardan daha gözü kara davranarak yıldıramazsınız. Bıçak kemiğe dayanınca sizden daha gözü kara olurlar.

Bölgenin kurallarına göre hareket ederler ve evet, bu kurallar Cenevre Sözleşmeleri’nde yazılı olanlardan farklı. Bunlar Orta Doğu’nun kuralları, hatta benim tabirimle Hama Kuralları. Bu terimi ilk kez 1982’de Hafız Esad yönetimindeki Suriye hükümetinin Hama’ya yönelik saldırıları sonrası kullanmıştım. Hafız Esad kentin büyük bölümünü acımasızca yıkıp dümdüz etmişti. Kısacası Hama kuralları, “kural yok” demekti.

Eski Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ve İran ruhani lideri Ali Hamaney, İsrailli Yahudilerden daha gözü kara olabileceklerini, İsrail’in asla kendilerini öldürmeye kalkmayacağını, Yahudi devletinin bir gün baskı altında ezilip gidecek - Nasrallah’ın çok sevdiği tabirle - bir “örümcek ağı” olduğunu düşünüyorlardı. Nasrallah bu yanlış hesabın bedelini geçen yıl kendi canıyla ödedi. Trump geçen hafta İsrail’e engel olmasa muhtemelen Hamaney de aynı sonla karşılaşacaktı.

 

“Kesin biçimde” doktrini

Diğer yanda ise İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve hükümeti birlikte yönettiği aşırılıkçılar güruhu var. Onlar da “kesin biçimde” adını verdiğim doktrine saplanıp kalmış durumda ve büyük bir stratejik yanlış içinde.

Filistinliler ve İran’ın vekilleri ne zaman İsrailli Yahudilere yönelik ölümcül saldırıda bulunsa İsrail hükümeti meseleyi güç kullanarak “kesin biçimde” çözeceğini iddia ediyor. Bu sözü her duyduğumda bir dolar alsam şimdiye zengin olurdum.

İki yol var

Gerçekte ise meseleyi kesin biçimde çözmenin sadece iki yolu var.


Birincisi Amerika’nın II. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya ve Japonya’ya yaptığı gibi İsrail’in Batı Şeria, Gazze Şeridi ve İran’ın tamamını kalıcı olarak işgal etmesi ve siyasi kültürü değiştirmeye çalışması.,


Ama İsrail’in bütün İran’ı işgal etme şansı yok. Üstelik 58 yıldır Batı Şeria’yı işgal etmesine rağmen bırakın Filistin milliyetçiliğini, 1987’de kurulan Hamas’ın bölgedeki nüfuzunu bile silebilmiş değil.


Çünkü Filistinliler de Yahudiler kadar bölgenin yerlisi.İsrail-Filistin çatışmasını “kesin biçimde” sonlandırmak, en azından buna yaklaşmak için tek yol, iki devletli çözüme yönelik çaba göstermekten geçiyor. Trump’ın İran konusunda izlemesi gereken yöntem de buradan okunabilir. ABD Başkanı “anlaşmaya varılacağına” dair umudunu koruduğunu söylüyor. Ama iyi bir anlaşma istiyorsa eş zamanlı olarak atması gereken iki adım var.


Birincisi, İran derhal Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) ekiplerinin ülkedeki yer altı nükleer tesislerini dağıtmasına ve Tahran’ın ürettiği tüm nükleer materyali almak üzere İran’daki bütün nükleer bölgelere erişmesine izin vermeli. Trump aksi halde ABD’nin İsrail Hava Kuvvetleri’ni bütün bu yer altı tesislerini imha etme becerisine sahip B-2 bombardıman uçaklarıyla ve 14 tonluk sığınak avcısı bombalarla donatacağını duyurmalı.

“Zorlayıcı diplomasi”

Trump aynı zamanda bugünkü ABD yönetiminin Filistinlileri kendi kaderini tayin etme hakkına sahip bir halk olarak tanıdığını açıklamalı.

Trump ayrıca yerleşimin hızla büyümesine ve İsrail’in şu an yarattığı tek devlet düzenine tolerans göstermeyeceğini açıkça ortaya koymalı. Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinliler birden ortadan kaybolmayacağına ve ulusal kimlik ve isteklerinden “kesin biçimde” vazgeçmeyeceklerine göre, bugünkü durumun devamı savaşın sonsuza dek sürmesi anlamına gelir. Bu amaçla Trump ABD yönetiminin iki devletli çözüme yönelik barış görüşmelerine destek vermekte kararlı olduğunu da söyleyebilir.

İsrail Orta Doğu’da hayatta kalabilmek için her zaman gözü karaların gözünü korkutmaya hazırdı. Ama bu tutum da artık yetmiyor. Gazze’deki savaşın gösterdiği gibi, bu strateji sürekli kendi benzerlerini doğuruyor. Amerika’nın bölgedeki askeri varlığını sonlandırmasa bile azaltmasına imkan verecek, Orta Doğu’da barış için yetersiz ama zorunlu bazı koşullar var:


İran batı sınırını net bir şekilde çizmeli, Arap komşularını sömürgeleştirmeye ve İsrail’i nükleer bombayla yok etmeye çalışmaktan vazgeçmeli.


İsrail doğu sınırını net biçimde çizmeli ve Batı Şeria’nın tamamını kolonileştirmeye uğraşmayı bırakmalı.


Filistinliler İsrail ile Ürdün arasındaki doğu ve batı sınırlarını net bir şekilde çizmeli ve “nehirden denize” saçmalığını bir kenara bırakmalı.



Uzun yıllar Orta Doğu’da arabuluculuk yapmış bilge devlet adamı Dennis Ross, “Statecraft 2.0” adlı yeni kitabında “zorlayıcı diplomasi” kavramından bahsediyor. Bugünkü savaş, zorlayıcı diplomasi için on yıllardır görülmemiş bir fırsat yarattı. Trump bu şansı kullanır mı? Bilemiyorum ama yakında göreceğimiz kesin. 

© 2025 The New York Times Company


İsrail’in de gizli nükleer programı var

Tel Aviv, İran’ı nükleer programı yüzünden vurduğunu söylüyor. Ancak İsrail’in de varlığını resmen kabul etmediği bir gizli nükleer programı var. Uzmanlar, ülkenin en az 90 savaş başlığı olduğuna inanıyor

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

Lara Jakes/The New York Times

İsrail’in İran’a karşı başlattığı savaş, uzmanların birkaç ay içinde atom bombası üretme noktasına gelebileceği söylenen Tahran’ın nükleer programını hedef alıyor. İsrail’in de kamuoyu karşısında kabul etmediği, gizli bir nükleer programı var. Bazı uzmanlar bu programın da büyümekte olduğunu düşünüyor.Londra’daki Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’nden Alexander K. Bollfrass, “Resmi bir diplomatik duruş olarak, İsrailliler bu programın varlığını ne kabul ediyor ne de reddediyor” dedi.

İsrail’in nükleer cephaneliği ne kadar büyük?

Silah Kontrolü ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Merkezi ve Nükleer Tehdit Girişimi’ne göre, İsrail’in en az 90 savaş başlığı ve yüzlerce tane daha üretmeye yetecek kadar kaynak maddeye sahip olduğu yaygın olarak kabul edilmekte.

Birleşmiş Milletler’in nükleer denetim kurumu olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, 30 ülkenin nükleer silah geliştirme kapasitesine sahip olduğunu, ancak bunlardan sadece dokuzunun bu silahlara sahip olduğunu tahmin ediyor. Nobel Ödüllü bir savunma grubu olan Uluslararası Nükleer Silahların Yasaklanması Kampanyası’na göre, İsrail bu dokuz ülke arasında en küçük ikinci nükleer silah cephaneliğine sahip ve sadece Kuzey Kore’nin önünde yer alıyor. Uzmanlar, İsrail’in savaş uçakları, denizaltılar veya balistik füze yer fırlatıcılarından savaş başlıkları ateşleyebileceğini belirtiyor.İsrail; Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore ve Güney Sudan ile birlikte BM Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nı imzalamayan beş ülkeden biri. (İran bu anlaşmanın imzacısı ancak İsrail ve dünya güçleri Tahran’ı nükleer silah üretmeye yetecek düzeyde uranyum zenginleştirerek anlaşmayı ihlal etmekle suçluyor.)

İsrail’in anlaşmayı imzalaması durumunda nükleer silahlarından vazgeçmesi gerekecek. Anlaşma sadece BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ABD, Çin, Fransa, İngiltere ve Rusya’yı “nükleer devletler” olarak kabul ediyor.

Ne zamandır var?

Tarihi kayıtlara göre İsrail liderleri, Holokost’un ardından 1948’de kurulan ülkenin varlığını korumak için nükleer silahlar geliştirmeye kararlıydılar.

İsrail Atom Enerjisi Komisyonu 1952 yılında kuruldu ve Yahudi Sanal Kütüphanesi’ne göre ilk başkanı Ernst David Bergmann, nükleer bombanın “bir daha asla kurbanlık koyunlar gibi kesime götürülmemelerini sağlayacağını” söyledi.

Araştırmacılar, İsrail’in 1958 yılında güneydeki Dimona kasabası yakınlarında bir nükleer silah geliştirme tesisi inşa etmeye başladığına inanıyorlar.

Silah Kontrol Derneği’ne göre, 1967 yılı civarında İsrail gizlice nükleer patlayıcılar üretmeyi başardı. Amerikan Bilim İnsanları Federasyonu daha sonra, 1973 yılına gelindiğinde ABD’nin “İsrail’in nükleer silahlara sahip olduğuna ikna olduklarını” yazdı.

İsrail, ABD’nin “nükleer şemsiyesi” altında korunduğu kabul edilen, tamamı Avrupa ve Asya’da bulunan 36 ülke arasında yer almıyor. Bu koruma, ABD’nin düşmanlarına karşı bir caydırıcı unsur olmakla kalmıyor, aynı zamanda bu ülkeleri kendi nükleer silahlarını geliştirmemeye teşvik etmeyi de amaçlıyor.

Uzmanlar, İsrail’in nükleer şemsiye altında yer almamasının, İsrail’in kendi atom silahlarına sahip olduğunu ve koruma veya caydırıcılığa ihtiyaç duymadığını gösteren bir başka açık itiraf olduğunu söylediler.

Hiç kullandı mı?

Hayır. Dünyanın en kapsamlı Yahudi ansiklopedileri arasında sayılan Yahudi Sanal Kütüphanesi, İsrail’in 1967 ve 1973 Arap-İsrail savaşları sırasında nükleer bombalarını hazırladığını, ancak bu silahların kullanılmadığını belirten raporlara atıfta bulunuyor. Son 50 yıl içinde yer altı tesislerinde nükleer silahlarını test ettiği yönünde birkaç rapor yayınlandı.

En önemli olay 1979 yılının eylül ayında, nükleer patlamaları tespit etmek için tasarlanmış bir ABD uydusunun Güney Atlantik ve Hint okyanuslarının birleştiği noktada çift bir parlama tespit etmesiydi. Bazı bilim insanları, bu çift parlamanın İsrail veya Güney Afrika ya da muhtemelen her ikisi tarafından yapılan bir nükleer denemenin sonucu olabileceğine inanıyordu.

İsrail, uydunun adından dolayı Vela olayı olarak bilinen patlamada parmağı olduğunu reddetti. Eski Başkan Jimmy Carter’ın 2010 yılında yayınlanan Beyaz Saray günlüklerinde, o dönemde İsrail’in Güney Afrika’nın güney ucunda bir nükleer patlama denemesi yaptığına dair “artan inanç”tan bahsediliyordu. Ancak bu hiçbir zaman kanıtlanamadı. 

© 2025 The New York Times Company,


New York Times yazdı: ABD'nin İran'a saldırması Çin'in gücünün sınırlarını gösterecektir

2023’te İran ile Suudi Arabistan arasındaki barışı arabuluculukla sağlayan Çin, bölgesel diplomasi gücünü pekiştirmişti. New York Times'a göre ABD-İran geriliminin tırmanması, Pekin’in etkinliğinin sınırlarını gösteriyor

A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült

David Pierson, Keith Bradsher, Berry Wang / New York Times

2023’te İran ile Suudi Arabistan arasında barış anlaşmasına aracılık eden Çin, bu gelişmeyi diplomatik bir zafer ve ABD’nin küresel rakibinin Orta Doğu’da önemli bir güç olarak yükselişi şeklinde değerlendirmişti. Ancak eski ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail’le birlikte İran’a askeri müdahaleyi açıkça tartışması, Çin’in bölgedeki etkisinin sınırlarını ortaya koyuyor.

Çin için kontrolsüz bir çatışma büyük riskler taşıyor. Ülkenin petrol ithalatının yarısı, İran’ın güney kıyısındaki Hürmüz Boğazı’ndan geçen tankerlerle taşınıyor. Ayrıca Pekin, uzun süredir bölgedeki en yakın ortağı Tahran’ı, Amerikan etkisine karşı denge unsuru olarak görüyor.

Ancak stratejik çıkarlarına rağmen, Trump yönetimi üzerinde sınırlı bir etkisi bulunan Çin’in, ABD’nin doğrudan müdahil olduğu bir durumda İran’ı askeri olarak savunması pek olası değil. Amerikan Enterprise Enstitüsü’nden kıdemli araştırmacı Zack Cooper’a göre, “Çin’in İran’ın askeri tesislerini savunacak kapasitesi yok. Muhtemelen sessizce maddi destek, söylemsel destek ve belki insani yardım sağlayacaktır.”

Çin, Orta Doğu’daki istikrarı desteklese de, ABD’nin uzun sürecek bir savaşa sürüklenmesi Pekin için bir fırsat da olabilir. Bu, Amerikan askerî kaynaklarının Asya’dan uzaklaşmasına neden olabilir.

Trump’ın İran’a saldırıp saldırmayacağına dair kararı, Pekin’in jeopolitik stratejisini şekillendirecek dersler sunabilir. Çin, Trump’ın dış politikaya yaklaşımını ve güç kullanma isteğini anlamaya çalışıyor. Bu durum, ABD’nin Tayvan’ı savunup savunmayacağına dair Pekin’deki değerlendirmeleri de etkileyebilir.

Çin’in İran’la yakın ilişkisine rağmen, Pekin’in üst düzey söylemi oldukça ölçülü. Devlet Başkanı Şi Jinping’in Rusya lideri Vladimir Putin’le yaptığı telefon görüşmesinde ateşkes çağrısı yapmasına rağmen, görüşme özetinde İsrail’in İran’ın egemenliğini ihlal ettiği açıkça belirtilmedi. Şi, ABD’ye doğrudan çağrıda da bulunmadı. “Uluslararası toplum, özellikle çatışmaya etki edebilecek büyük güçler, durumu yatıştırmak için çaba göstermeli” ifadesiyle yetindi.

Çin’in en üst düzey diplomatı Wang Yi, İsrailli mevkidaşıyla yaptığı görüşmede Pekin’in saldırılara karşı olduğunu ifade etti. Ancak İran’la yaptığı görüşmedekinin aksine, bu saldırıları “kınamadı.” Umman Dışişleri Bakanı’yla yaptığı başka bir görüşmede ise, “Bölgedeki durumun bilinmez bir uçuruma sürüklenmesini seyredemeyiz” dedi. Ancak Çin’in somut diplomatik bir çözüm girişiminde bulunup bulunmadığı belirsiz.

Zaten İsrail, Çin’in İran’la yakın ilişkileri ve Hamas’la olan temasları nedeniyle Pekin’in tarafsızlığına şüpheyle yaklaşıyor. Çin’in kamuoyuna yansıyan önceliği ise İsrail ve İran’dan 1.000’den fazla vatandaşını tahliye etmek oldu.

Biden yönetiminde Beyaz Saray ve Dışişleri’nde Çin politikası üzerine çalışan Julian Gewirtz’e göre, “Pekin olayların hızına ayak uydurmaya çalışıyor ve önceliğini bölgedeki Çin vatandaşları ve çıkarlarını korumaya veriyor, geniş çaplı bir diplomatik inisiyatif yerine.”

Çin’in sıkı denetlenen çevrimiçi forumlarında, İran ordusu ve güvenlik yapısının zayıf performansı tartışılıyor. Bazı yorumcular ise Pekin’in İran’a olan desteğinin sınırlı olduğunu vurguluyor.

Pekin Uluslararası İşletme ve Ekonomi Üniversitesi’nden Ortadoğu uzmanı Zhu Zhaoyi’ye göre, Çin İran’a “koşulsuz koruma” sağlayamaz ve ABD-İsrail’e karşı askeri mücadeleye giremez. Çin’in tek yapabileceği, BM Güvenlik Konseyi aracılığıyla baskı kurmak.

Zhu, “Ortadoğu’daki bu kargaşa Çin için hem bir sınav hem de bir meydan okuma” dedi.

Pekin’in bölgedeki avantajı, Batılı güçlerin aksine, insan hakları gibi konularda diğer ülkeleri eleştirmemesi olarak görülüyor. Tsinghua Üniversitesi’nden Wen Jing’e göre, “Çin, bölgedeki rakip grupların güvenini kazanan tek büyük güç. Bu yüzden ABD’nin başaramadığını başarabiliyor.”

Ancak bazı Batılı analistlere göre Çin, İran-Suudi Arabistan yakınlaşmasının yalnızca son aşamalarında sınırlı rol oynadı. Ayrıca Washington, Pekin’in, Yemen açıklarında gemilere saldıran Husi militanları üzerinde baskı kurma konusundaki isteksizliğinden rahatsız. Çin yalnızca kendi gemileri tehdit altındaysa müdahil oluyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nda Orta Doğu’dan sorumlu eski üst düzey yetkili Barbara Leaf’e göre, bu durum Çin’in bölgedeki nüfuzunu sınırlıyor: “Kimse ‘Pekin’i arayalım, çözüm bulur’ demiyor. Çünkü Çin yalnızca ekonomik ve ticari bir rol oynuyor.”

Leaf, "Orta Doğu’daki yetkililer Çin’in sadece kendi çıkarını düşüneceğini zaten biliyor" diye ekledi.

© 2025 The New York Times Company 

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
1710

1️⃣ COGAT ve Gazze Sonrası Plan İsrail’in COGAT birimi (Coordination of Government Activities in the Territories) Gazze sonrası “askeri-sivil geçiş modeli” kuruyor. • COGAT artık sadece “işgal koordin

 
 
 
410

Avrupa’nın aşırı sağcı partileri ekonomide solcu oldu Çünkü daha küçük devlet çağrısı, oylarının büyük bölümünü aldıkları işçi sınıfında...

 
 
 
4010

Trump, Hamas'ın Gazze Ateşkes Teklifine Yanıt Vermesi İçin Pazar Günü Son Tarihi Belirledi Anlaşma sağlanamazsa Trump, 'Daha önce hiç...

 
 
 

Yorumlar


©2023 copyright by MD all rights reserved

bottom of page