18 Nisan
- mutlunecmettin
- 18 Nis
- 17 dakikada okunur
Trump yönetiminde her gün öyle çılgınlıklar yaşanıyor ki bazı çok tuhaf ama anlamlı gelişmeler arada kaynıyor. Son örneklerden biri 8 Nisan’da Beyaz Saray’da görüldü. ABD Başkanı kendi başlattığı ticaret savaşının orta yerinde, kömür madenciliğini teşvik eden başkanlık kararnamesini imzalama vaktinin geldiğine karar verdi.
Reuters’e göre kömür madencilerinin sayısı son on yılda 70 binden yaklaşık 40 bine indi. Trump bu madencilerden birkaçını baretleriyle birlikte etrafına toplayıp açıklamasını yaptı. “Yüzüstü bırakılmış bu sektörü yeniden canlandırıyoruz. Madenciler işe dönecek” diye konuştu. Tabii abartmadan edemedi: “5. Cadde’nin en güzel dairesini ve işini de verseniz mutlu olmazlar. Onlar kömür çıkarmak istiyor. Sevdikleri iş bu.”
İş gücüne 5 dakika kafa yormuyordur
Başkanın beden gücüyle çalışan erkek ve kadınları onurlandırması takdire şayan. Ama kömür madencilerini överken temiz teknolojideki istihdamın geliştirilmesine yönelik çabaları bütçeden çıkarmaya çalışıyor. 2023’te ABD rüzgar enerjisi sektörü yaklaşık 130 bin kişiyi, güneş enerjisi sektörü ise 280 bin kişiyi istihdam etti. Başka bir deyişle, Trump yeşil enerjiye dayalı üretim istihdamını “gerçek” iş olarak görmüyor.
II. Trump yönetimi baştan aşağı saçmalıklarla dolu. Trump’ın yeniden aday olmasının sebebi Amerika’yı 21. yüzyılın gereklerine uygun biçimde dönüştürmeye dair bir fikri olması değildi. Hapse girmemek ve kendisini kanun önüne çıkaranlardan intikam almak için aday oldu. İş gücüne dair beş dakika bile kafa yorduğunu sanmıyorum.
Neticede 1970’lerden kalma fikirleriyle Beyaz Saray’a döndü. Hiçbir müttefiki ve ciddi hazırlığı olmadan ticaret savaşı başlattı. Gümrük vergilerini hemen her gün değiştirmesi bundan. Dahası bugünkü küresel ekonominin büyük bölümünün farklı ülkelerden gelen parçaların birleştirilmesiyle ortaya çıkan ürünlerden oluştuğunu anlamış değil. Üstelik ticaret bakanı, “iPhone üretmek için küçük vidaları sıkan” Çinli işçilerin yerini almak için yanıp tutuşan milyonlarca Amerikalı olduğunu zannediyor.
Ama bu saçmalıklar bütün Amerikalıları etkilemek üzere. Trump hem en yakın müttefiklerimiz olan Kanada, Meksika, Japonya, Güney Kore ve Avrupa Birliği’ne hem de en büyük rakibimiz Çin’e aynı anda saldırarak Rusya’yı Ukrayna’ya, iklimi mahveden enerji sektörlerini geleceğe dönük enerjilere tercih ettiğini gösteriyor. Gezegen mi? Ne hali varsa görsün.
Şimdilerde Trump’ın Amerika’sının neye dönüştüğünü bütün dünya apaçık görüyor: Hukukun üstünlüğünden, Amerikan anayasal ilke ve değerlerinden kopuk, dürtüleriyle hareket eden tek adamın yönettiği haydut bir devlet. Demokratik müttefiklerimizin haydut devletlere ne yaptığını biliyorsunuz değil mi? Gelin parçaları birleştirelim.
Hazine tahvilleri
Birincisi, böyle ülkelerin Hazine tahvillerini eskisi kadar sık almıyorlar. Bu yüzden ABD’nin tahvil satmak için daha yüksek faiz sunması gerekecek. Bu da bütün ekonomiyi olumsuz etkileyecek. Borçlarımızı ödeyebilmek için geri kalan her şeyi feda edeceğiz. The Wall Street Journal başyazısında “ABD için yeni bir risk priminden söz edilebilir mi?” başlığı altında “Trump’ın gelişigüzel kararları ve sınır vergileri dünyadaki yatırımcıların dolardan ve ABD Hazine tahvillerinden kaçmasına yol açar mı?” sorusu soruldu. Cevap için henüz erken ama sormanın tam vakti. Tahvil getirileri artmaya, dolar ise zayıflamaya devam ediyor.
Casusluk
İkincisi, müttefiklerimiz kurumlarımıza güvenmemeye başlıyor. Financial Times’ın pazartesi günkü haberine göre Avrupa Birliği yönetici komisyonu ABD’de casusluk riskine karşı tek kullanımlık telefonlar ve basit laptoplar kullanmaya başladı. Normalde böyle tedbirler Çin’e karşı alınırdı. AB artık Amerika’da hukukun üstünlüğüne güvenmiyor.
Eğitim
Yurtdışındaki insanlar kendilerine ve çocuklarına artık Amerika’da okumanın çok da iyi bir fikir olmayabileceğini söylüyor. Birkaç hafta önce gittiğim Çin’de bunu defalarca duydum. Çocuklarının keyfi biçimde tutuklanma ve aile fertlerinin sınırdışı edilip El Salvador’daki hapishanelere götürülme ihtimalinden endişe ediyorlar.
Bu hava terse döner mi? Şimdilik tek bir bildiğim var. Siz bu yazıyı okurken bir yerlerde, Steve Jobs’un 1950’lerde Wisconsin Üniversitesi’nde doktora yapmak için ülkemize gelen Suriye doğumlu babası gibi biri, Amerika’da okumaktan vazgeçip Kanada ve Avrupa seçeneklerini değerlendiriyor.
steve jobs'ı evlatlık veren biyolojik babası.
varlıklı suriyeli bir ailenin dokuz çocuğunun en küçüğü.
müslüman olmasına rağmen bir cizvit yatılı okulunda eğitim görmüş, beyrut'taki amerikan üniversitesinde lisans diploması almış, öğretim asistanlığı için wisconsin üniversitesi'ne gitmiştir. üniversitede tanıştığı alman kökenli joanne schieble yaşadığı ilişkiden dünyayı değiştiren adamlardan biri olan steve jobs doğmuştur. ikisi evlenmiş olsalar da joanne'nin babasının itirazlarıyla ayrılmışlar ve steve jobs'ı evlatlık vermek zorunda kalmışlardır. oysa her ikisi de varlıklı ailelenin çocuklarıy
Sonuçta elinizde refahı ve saygınlığı azalmış, üstelik giderek yalnızlaşan bir Amerika kalıyor. Çünkü dünyanın inovasyon merkezi olmamızı sağlayan en enerjik ve girişimci göçmenlerini çekme becerimizi, on yıllardır dünyadaki tasarrufların orantısız bir kısmını almamızı mümkün kılarak kazandığımızdan fazlasını harcamamızı sağlayan gücümüzü ve hukukun üstünlüğünün yanında duran ülke itibarımızı mahvetmiş oluyoruz.
İyi de Çin de madenlerde kömür çıkarmıyor mu? Evet, çıkarıyor ama bu işlemi aşamalı olarak bitirmek için uzun vadeli bir planı var. Üstelik madenciler için tehlikeli ve sağlıksız olan bu görevde robotları kullanmaya hazırlanıyor. Esas mesele de bu. Trump herhangi bir anda kendisine doğru politika olarak görünen şeyler arasında “zikzaklar” çizerken Çin uzun vadeli planlara göre hareket ediyor.
2015’te, yani Trump başkan olmadan bir yıl önce dönemin Çin Başbakanı Li Keçiang “Made in China 2025” adlı geleceğe dönük büyüme planını açıkladı. Açıklama metni 21. yüzyılda büyüme motorunun ne olacağı sorusuyla başlıyordu. Devamında Pekin o motorun parçalarına devasa yatırımlar yaparak Çinli şirketlerin hem yurtiçinde hem de yurtdışında hakimiyet kurmasını sağladı. Temiz enerji, piller, elektrikli taşıtlar, otonom araçlar, robotlar, yeni malzemeler, üretim aletleri, kuantum bilişim ve yapay zekadan söz ediyoruz.Son Nature endeksine göre Çin kimya, yer ve çevre bilimleri ile fizik veri tabanındaki araştırma çıktılarında dünya lideri. Biyoloji ve sağlık bilimlerinde ise ikinci sırada. Tüm bunlar Çin’in bizi açık ara geride bırakacağı anlamına mı geliyor? Hayır. Pekin dünyanın geri kalanının Çin’in ürün ve hizmetlere yönelik iç talebi sonsuza dek bastırmasına izin vereceğini, böylelikle hükümetin ihracat sektörlerini sübvanse ederek her şeyi tek başına üretip diğer ülkeleri kendine bağımlı kılabileceğini sanıyorsa çok yanılıyor. Pekin’in kendi ekonomisini yeniden dengeye oturtması gerekiyor ve Trump bu konuda Çin’e baskı yapmakta haklı.Ama Trump’ın bitmeyen hışmı ve gümrük vergilerini bir koyup bir kaldırması gerçek bir strateji değil. ABD Hazine Bakanı Scott Bessent Pekin’in “elinde sadece döper” olduğunu söylüyor. Gerçekten böyle düşünüyorsanız Beyaz Saray’da poker oynayacağınız zaman beni de çağırın. Gelip biraz kazanmak istiyorum.
Pekin ve dünyanın geri kalanı için sorulması gereken soru belli: Çin yarattığı ticaret fazlalarını nasıl kullanacak? Bu parayı daha tehditkar askeri harcamalara mı yatıracak? Aslında böyle bir ihtiyacı olmayan kentlere yeni yüksek hızlı tren hatları ve altı şeritli otoyollar mı yapacak? Yoksa bir yandan yurtiçi tüketim ve hizmete yönelik yatırım yapıp diğer yandan Amerika ve Avrupa’da yüzde 50 ortaklıkla yeni nesil Çinli fabrikalar ve ikmal hatları mı kuracak?
Bir de Trump’ın tercihlerine bakalım. Hukukun üstünlüğünün altını oyuyor, müttefiklerimizi uzaklaştırıyor, doları baltalıyor, ulusal birliğe yönelik tüm umutları paramparça ediyor. Kanadalılar bile kızıp Las Vegas’ı boykot etmeye başladı. Sizce kimin elinde döper var? Trump serseri mayın gibi davranmayı bırakmazsa Amerika’yı güçlü, saygın ve müreffeh bir ülke yapan her şeyi yok edecek. Ömrüm boyunca Amerika’nın geleceği için hiç bu kadar endişelenmemiştim.
Kinşasa’daki ünlü “Rumble in the Jungle” maçı için George Foreman’la dövüşe hazırlanan Muhammed Ali’yi düşünün. Wimbledon merkez kortunda John McEnroe’yla kapışmayı bekleyen Björn Borg’u hayal edin. Daha da isabetli bir örnek vermek verelim: 1972’de Reykjavik’te oynanacak “yüzyılın maçı” öncesi Sovyet rakibi Boris Spassky ile karşılaşmak üzere olan satranç büyük ustası Bobby Fischer aklınıza gelsin. Onlarca yıl sürmesine ve iki süper gücün gidişatını etkilemesine karşın, Amerika’nın Soğuk Savaş dönemindeki iki büyük stratejisti Zbigniew Brzezinski ile Henry Kissinger arasındaki rekabet de benzer bir ilgiyi hak ediyor.
Brzezinski ve Kissinger Oslo’da, 2016 Nobel Barış Ödülü Forumu’nda. Brzezinski, ABD başkanlarından Johnson’a danışmanlık, Jimmy Carter’a ulusal güvenlik danışmanlığı yaptı. Kissinger da Nixon ve Ford dönemlerinde dışişleri bakanlığı ulusal güvenlik danışmanlığı görevlerini yerine getirdi. Bu ikili Soğuk Savaş diplomasisine damga vurdu.
Aralarında temel bir anlaşmazlık vardı. Kissinger ABD ile ezeli rakibi SSCB arasındaki yumuşamayı sürdürmek istiyor, Brzezinski ise Sovyetlerle ideolojik mücadeleye geri dönüşün doğru olduğunu savunuyordu. Şöhret savaşını Kissinger kazandı. Ama bana göre Soğuk Savaş konusunda haklı çıkan Brzezinski oldu. Kissinger Sovyetlerin kalıcı olduğunu varsaymıştı. Brzezinski ise Ukrayna gibi uykudaki SSCB ülkelerinin aslında Sovyetlerin zayıf karnı olduğunu görebilmişti. Her halükarda Soğuk Savaş’ın idaresine dair anlaşmazlıkları, bugün Donald Trump’ın Rusya’yla yumuşama isteğini övenler ile başkanın Ukrayna’ya felaket getireceğini söyleyenler arasındaki ayrışma kadar önemliydi.
İkisi de göçmen
Ukrayna’nın kaderi savaşın ve barışın gidişatına bağlı. Kissinger-Brzezinski dönemi ile arada temel bir fark var. Günümüzde bu ikilinin entelektüel yaratıcılığına, kamuoyu önündeki itibarına ve diplomatik ağırlığına yaklaşabilecek tek kişi yok. Başka bir deyişle, Amerika’daki strateji eksikliği biraz da büyük stratejistlerin eksikliğinden kaynaklanıyor. Peki bugünkülerde olmayıp onlarda olan neydi? Akla ilk gelen, ikisinin de göçmen olması. Sonradan gelenler Amerika’daki özgürlüklere genellikle yerlilerden daha çok değer veriyor. Üstelik istatistiklere bakılırsa yeni şirket kurma, Nobel Ödülü kazanma ve hatta düşünce akımları başlatma ihtimalleri çok daha yüksek.
Brzezinski Amerika’nın “Soğuk Savaş üniversitesi” çağında önce Harvard sonra Columbia’da Sovyetolog olarak yükselirken Kissinger da aynı günlerde çok satan diplomasi tarihi kitaplarıyla Harvard’da adını duyurmaya başlamıştı. İkisinin de akranlarını şoke edecek iddialı hedefleri vardı.
İkisinin göç hikayesinden başka benzerlikler çıkarmak da mümkün. 15 yaşındaki Heinz Kissinger’ın Amerika’ya 1938 yılında, Neville Chamberlain’in Münih’te Çekoslovakya’ya ihanetinden bir ay önce gelmiş olması tesadüf değildi. Hitler’in Sudetenland işgalini sonuçlandırmasından iki gün sonra Avrupa kıyılarından ayrılan Brzezinski de birkaç hafta sonra Özgürlük Heykeli’ni ilk kez görecekti.
İkisi de iki Dünya Savaşı arası dönemde Avrupa’nın “kanlı topraklarında” büyümüştü. Biri uzak akrabaları Holokost’ta katledilecek Yahudi asıllı Alman bir mülteciydi. Diğeriyse bir yıl geçmeden Sovyetler ve Naziler arasında bölüştürülüp yerle bir edilecek Polonya’dan geliyordu ve diplomat oğluydu. Çok önemli bir ortak noktaları vardı. Trajik olayların acısını yürekten hissedebiliyorlardı. 2021 yılında, Brzezinski’nin 89 yaşında Virginia’da ölümünden dört yıl sonra konuştuğum Kissinger bana “Göçmenler olarak toplumların kırılganlığını ve insanların algılarının geçiciliğini içgüdüsel olarak biliyorduk” demişti. Kissinger da iki buçuk yıl sonra Connecticut’ta 100 yaşında hayatını kaybetti.
Önümüzdeki ay yayınlanacak Brzezinski biyografimin kaynaklarından biri de Kissinger’dı. Ona göre ikili arasındaki fark kendisinin Almanya’dan gelmesi ama Almanlıkla tanımlanacak biri olmaması, Brzezinski’nin ise Polonyalı kimliğiyle biçimlenmiş olmasıydı.
Kissinger daha ziyade ortak noktalarına vurgu yapıyordu. Birlikte eski Anglo-Amerikan elitlerin yerini almışlardı. Averell Harriman, Dean Acheson ve John McCloy gibi figürler diplomasiyi yarı zamanlı iş gibi görürdü. Kissinger ve Brzezinski ise atılgandı. Acheson’a göre kendi kuşağı II. Dünya Savaşı sonrası ABD yapımı düzen “yaratılırken oradaydı”. Kissinger ve Brzezinski o düzene yönelik tehditle farklı şekillerde mücadele etti.
”Tarih bitmez”
Ama daha önemli bir şey vardı. İkisi de hiçbir WASP’ın, yani beyaz Protestan Amerikalının yaşamadığı bir tecrübe yaşamış, kendi toplumlarının çözülüşünü ve jeopolitiğin sonsuzluğunu görmüştü. Kissinger, “Amerikalılar sonu olmayan sürekli bir deneyim içinde yaşadığımızı ve hayatı asla farklı sorunlara ayrıştıramayacağımızı günün birinde anlayacak mı, anlamayacak mı? Esas meselemiz bu. Biz Avrupalılar olarak tarihin sürekliliği içinde yaşadığımızı biliyorduk. Tarih asla bitmiyor” diyordu.
İki modern vezirin dünyeviliği de çok farklıydı. Kissinger baştan çıkarıcı, iltifat uzmanı ve basın toplantıları erbabıydı. Brzezinski medyada kendine düşman yaratmakta ustaydı. SSCB’nin ölümcül hastalığa yakalanmış bir gerontokrasi olduğu yönündeki temel teorisinden hiç sapmadı. Halbuki Kissinger stratejik açıdan amorftu ve sürekli şekil değiştirirdi. “Hareketsiz devinim” adını verdiği illüzyon sanatında mükemmelleşmişti. Ama her zaman büyük güçlerin dengede kalmaya çalıştığı dünya anlayışına geri döndü. Brzezinski’nin dünya görüşü ise küçük aktörler üzerinden ilerliyordu. SSCB içinde bulunan ve uyandırmaya çalıştığı çeşitli ayrılıkçı milli grupları da önemsiyordu.
Hokkabaz ve boksör
Kissinger hokkabaz, Brzezinski boksördü. Brzezinski, Nixon döneminde Kissinger’ı “akrobasi” yapmakla suçlayınca köprüleri atma noktasına geldiler. Sık sık girdikleri hararetli tartışmalara rağmen Cumhuriyetçi ve Demokrat ortakları Beyaz Saray yakınındaki Sans Souci adlı Fransız restoranındaki buluşmaları hiç aksatmadı. Bugün kapanan o restoran, aslında görünmek isteyenlerin gittiği bir mekandı. Kissinger 1970’lerin başında böyle bir yemek sonrası Brzezinski’ye “‘Dostça eleştirenler’ eleştirmeyen dostlardan daha çok şey öğretiyor” diye yazacaktı. Bugünün Washington’ında böyle bir düşman kardeş ilişkisini hayal etmek bile zor.
Gümrük vergisi konusu da asla gündeme gelmedi. O günlerde küreselleşmenin temellerini atıyordu. İki stratejist de bu konuda müdahil değil ama hemfikirdi. Ekonomi ikisinin de güçlü olmadığı bir alandı. Bugün Trump bu projeyi zorla tersine çeviriyor.
Çin’e açılım ise hem Kissinger’ın hem de Brzezinski’nin kariyerinin merkezinde yer aldı. Trump’ın Çin’le ilgili bir stratejisi var mı? Trump’ın “ters Kissinger” yaparak, yani Çin-Sovyet ayrışmasından yararlanan Kissinger gibi Rusları Amerika’nın yörüngesine sokarak başarılı olacağı iddiası hayalden ibaret. Bugünlerde Trump’ın çok amaçlı elçisi haline gelen New Yorklu müteahhit Steve Witkoff’in Putin’le boy ölçüşemeyeceği kısa süre önce açıkça görüldü.
1972’de Amerika’nın sürpriz Çin açılımı sırasında Richard Nixon ile Kissinger süreci gizli tutmak zorunda olduğundan Pekin kişisel diyaloga büyük önem veriyordu. Çin’in nazik, yumuşak ve bilge başbakanı Çu Enlay muazzam bir Mandarin ve Kissinger için ideal mevkidaştı. Açılışı Nixon ve Mao Zedong yapmış, süreci Kissinger ve Çu devam ettirmişti. Çu’nun yerine Deng Şiaoping’in geçmesiyle Kissinger en sevdiği muhatabından mahrum kaldı. Çin Başbakanı Deng’in dobra tavırları bazen görgüsüzlüğe varıyordu ve gizlilik konusunda sabırsızdı. Kissinger’ın hiç hazetmediği bu özellikler Brzezinski’ye cazip gelecekti.
Ama ikilinin Sovyetler'e duyduğu ortak alerji Jimmy Carter’ın Çin hamlesinin tetikleyicisi olacaktı. Kissinger, Nixon’ın ulusal güvenlik danışmanlığını yapmıştı. Devamında Brzezinski, Carter için aynı görevdeydi. Çin başbakanının ne sıkça kullandığı tükürük hokkası ne de ardı ardına eklediği Lesser Panda sigaraları Brzezinski’nin saygısını zedelemişti. Ona göre Deng “Cüssesi küçük ama cesareti büyük bir adamdı.” Çin’in 1.50 boyundaki lideri de Brzezinski’nin açık sözlülüğüne kıymet veriyordu.
Kissinger’ın Ruslara yönelik yumuşama hamlesini neredeyse tamamen ortadan kaldıran Brzezinski, Deng’in SSCB’ye taktığı “ayı” lakabından hareketle Çin medyasında “kutup ayısı terbiyecisi” olarak anılmaya başlandı. Kissinger ABD, SSCB ve Çin’den oluşan bir “eşkenar üçgen” kurup üçlü arasındaki mesafeyi eşit tutmak istiyordu. Carter döneminde fiili ortak haline gelmişlerdi.
Her halükarda Trump’ın Çin Devlet Başkanı Şi Cinping veya Putin’le saatler boyu taktiksel hamlelere dalacağını hayal etmek zor. Trump’ın kendi ulusal güvenlik danışmanı Mike Waltz’a veya dışişleri bakanı Marco Rubio’ya da Kissinger-Brzezinski benzeri bir serbestlik tanıması muhtemel görünmüyor.
Deng Amerikan topraklarındaki ilk gecesini Brzezinski’nin Virginia’daki aile evinde, içkili bir akşam yemeği davetinde geçirdi. Tarihte ilk kez Çinli bir lider ABD’ye resmi ziyarete gelmiş, ziyarete bu evden başlamıştı. SSCB’nin Washington büyükelçisi Anatoli Dobrinin’in Brzezinski’ye hediye ettiği votkayla ABD-Çin normalleşmesine kadeh kaldırdılar. Konuklara Brzezinski’nin çocukları servis yaptı.
Ertesi gün Deng’e verilen resmi yemekte Nixon’ın da bulunması tartışma yarattı. Eski başkan Nixon’ın Watergate skandalı sebebiyle görevi bıraktıktan sonra başkente ilk dönüşüydü. Ama Brzezinski, Carter’ı ikna etmeyi başarmıştı: Nixon da orada olursa Çin’in Amerika’nın çift taraflı dostluğuna güvenini pekişecekti. Kissinger normalleşmeye sırt çevirdi. Ama kızgınlığı çok sürmedi. Çin’in en sevdiği Amerikalı misafir olacaktı.
Zelenski’ye böyle davranmazlardı
İki stratejist bugün Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaşa nasıl yaklaşırdı? Farklılıklarına rağmen muhtemelen ne Brzezinski ne de Kissinger, Trump’a henüz barış müzakereleri başlamadan Rusya’ya tavizler vermesini önerirdi. Tavizler peşinen sunulmak değil hediye olarak karşıdan gösterilmek içindir.
İkisi de şubat ayında Trump ve yardımcısı JD Vance’in Oval Ofis’te Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’yi aşağıladığı konuşmadan utanç duyardı. Ama ikisi de Zelenski’ye, özellikle de kameralar önünde av muamelesi yapmazdı.
Kissinger ve Brzezinski’nin Rusya’ya dair tutumları ilerleyen yaşlarda yer değiştirmiş gibiydi. Brzezinski 2014’te Financial Times’ta yayınlanan yazısında Ukrayna’nın “Finlandiyalaştırılmasını”, yani Batı yanlısı ama müttefiksiz, Rusya ile NATO arasında tampon bölge haline gelmesini önermişti. Daha da şaşırtıcı olanı Kissinger’ın 2022’deki Rus işgalinden sonra Ukrayna’nın NATO üyeliğine destek vermesiydi. Kissinger’ın U dönüşü muhtemelen giderek büyüyen Kissinger Associates şirketinin ihtiyaçlarını da dikkate alarak uzlaşıyı besleme alışkanlığından kaynaklanıyordu.
Brzezinski ticarete atılmadığından görüşlerini yumuşatmaya gerek duymadı. Her başkanı eleştirdi. Beyaz Saray’a gelmesini desteklediği ve 2003 Irak Savaşı’na karşı çıkmasını övdüğü Barack Obama da buna dahil. Bill Clinton ile de sonradan arası bozuldu. Brzezinski’ye göre Clinton yeni seçilen Putin’e fazla yumuşak davranmıştı. Tek istisna ise ömür boyu dost kaldığı Jimmy Carter oldu.
Brzezinski’nin Rusya’ya yönelik tavrını yumuşatması da yaşlılığa bağlanabilir. Ama Putin’e asla iyi gözle bakmadı. 2014 yılı sonunda geçirdiği felcin ardından çocuklarının çabasıyla kalbine pil takmaya ikna edildi. Bu süreç Brzezinski’yi birkaç yönden yaralamıştı: Birincisi, kalbindeki pil ne kadar az ömrünün kaldığını hatırlatıyordu. Üstelik hayatı boyunca içgüdüsel biçimde uzak durduğu teknolojiye mahkum kalmıştı. En beteriyse bir alıcıya yüklenecek verilerle hayatının tehlikeye girme ihtimaliydi. Ruslar kendisi hakkındaki tıbbi bilgileri hackleyip ele geçirebilirdi. Büyük oğlu Ian Brzezinski “Bence Putin’in derdi başından aşkındır. Senin sağlık bilgilerinle uğraşmaz,” demişti.
Rolling Stone: Nihayet öldü
Kissinger ve Brzezinski’yi eleştirmek isteyenlerin elinde bolca malzeme var. Rolling Stone dergisi Kissinger’ın vefatını “Savaş suçlusu ve Amerikan egemen sınıfının sevgilisi Henry Kissinger nihayet öldü” başlığıyla duyurdu. Nixon’ın Kamboçya’yı gizlice bombalamasındaki payı, Pakistan’ın sonradan Bangladeş adını alacak bölgedeki ayaklanmayı kanlı biçimde bastırmasına verdiği destek, Şili’deki ABD destekli darbede oynadığı rol ve kendi personelini gizlice dinletmesi ömrü boyunca yakasını bırakmadı. Ama ilk nükleer silah kontrolü anlaşmasını yapan ve ikinciyi de imzalamaya çok yaklaşan da oydu. Yumuşama hayali değildi. Kissinger yaşlandıkça kahin muamelesi görmeye başladı.
Afganistan: Yemi yuttular
Brzezinski hükümetteki görevinden eli kanlı ayrılmadı. Carter II. Dünya Savaşı sonrası askerlerini savaşa sürüklemeyen tek ABD Başkanı oldu. Sadece İran’daki rehine kurtarma girişiminde sekiz asker öldü. Sovyetlerin 1979’da Afganistan’ı işgal kararı Leonid Brejnev’e ait olsa da Brzezinski bu süreci hızlandırmak için elinden geleni yapmış, hatta iddiaya göre işgal haberini alınca “Yemi yuttular!” demişti. Küresel cihatçılığın kökenlerini o günlere dayandırmak mümkün. Ama Brzezinski’ye “El Kaide’nin vaftiz babası” demek saçma.
Bugünkü şartların yeni bir Kissinger veya Brzezinski çıkmasını zorlaştırdığını söyleyenler var. Dijital çağda jeostratejik manevralar çok daha zor. Karşıtları, bu ikilinin çağdaş versiyonlarının gelmemesinin iyi bir şey olduğunu söylüyor. Ama Trump’ın favori sinema karakterlerinden Hannibal Lecter’ın sorgu sırasında söylediklerini hatırlatmak gerekirse, Kissinger ve Brzezinski’nin olduğu dünya daha ilginç bir yerdi. Başka bir alıntı yapalım: Rakip stratejiler olması hiç strateji olmamasından iyidir.
Brzezinski’nin ölümü Kissinger’ı çok yalnız hissettirdi. 67 yıl önce Harvard’da tanışmışlardı. Kissinger ölüm haberinin ardından Brzezinski ailesine yazdığı mektupta, “Zbig’in varlığının, yaşanmaya ve savunulmaya değer bir dünya tasavvurumda ne kadar önemli yer tuttuğunu anlamak içime oturdu. Dert ettiğim dünyayı ayakta tutan bir kolon yıkılmış gibi hissettim. Belki hedeflerimiz her zaman aynı değildi ama davamız ortaktı” diyordu.
Bir çağ sona ererken ve Amerika kendi kurduğu dünyayı inkar eder hale gelmişken ikisi de incelenmeyi hak ediyor.
New York Times analizi: Çin, Trump’a karşı ülkeleri yanına çekmeye çalışıyor
Pekin, diğer ülkelerin Çin'i izole etme konusunda ABD'nin yanında yer almasını engellemek için diplomatik atağa geçti. New York Times, Şi Cinping'in ticaret savaşında yalnız olmadığını göstermeye çalıştığını yazdı
Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ve kurmayları, Trump yönetiminin tarifelerine karşı diğer ülkeleri kendi yanlarına çekmek için yoğun bir diplomatik girişim başlattı. Pekin, böylece ticaret savaşında yalnız kalmadığını göstermek istiyor.
Son günlerde Çin Ticaret Bakanı, Avrupa Birliği’nin üst düzey ticaret yetkilisiyle video konferans yoluyla bir görüşme gerçekleştirdi. Çinli diplomatlar, Tokyo ve Güney Kore’nin başkenti Seul'deki yetkililerle temaslarda bulundu. Şi Jinping ise bu hafta Vietnam ve Malezya’ya resmi ziyaretler düzenledi ve dikkatle organize edilmiş destekçi kalabalıkları tarafından karşılandı.
Şi için mesele, Çin’in küresel üretim gücüne dönüşümünü sağlayan ticaret sisteminin geleceği ve ABD'nin ağır tarifelerle hedef aldığı Çinli ihracatçılar için pazar erişiminin korunması. Aynı zamanda Pekin, Washington’un rakibini baskılamaya yönelik çabalarına karşı kendi küresel güç statüsünü test ediyor. Çin, ABD ürünlerine ağır tarifeler ve otomobil, füze ve drone üretiminde kritik olan nadir toprak elementlerinin ihracatına kısıtlamalar getirerek karşılık vermişti.
ABD'yi güvenilmez gösterdi
Bu doğrultuda Şi, ülkeleri Çin ürünlerine yeni tarifeler uygulamaktan veya ABD'nin Çin üretiminden kopma taleplerine boyun eğmekten vazgeçirmeye çalışıyor. Güneydoğu Asya’daki temaslarında Çin’i küresel düzenin savunucusu olarak konumlandıran Şi, dolaylı olarak ABD’yi güvenilmez bir aktör gibi gösterdi. Hanoi’de Vietnam’ı “tek taraflı zorbalığa” karşı Çin’le birlikte durmaya çağırdı. Kuala Lumpur’da ise Güneydoğu Asya ülkelerine “tedarik zinciri kopukluklarına ve tarife suistimallerine” karşı çıkmaları çağrısında bulundu.
Brookings Enstitüsü'nde Lee Kuan Yew Kürsüsü’nde görev yapan Lynn Kuok, Çinli yetkililerin, ABD'nin uzun süredir müttefiklerine yönelik tutumunun, Güneydoğu Asya için bir uyarı olduğu mesajını verdiğini belirtti. Trump’ın bölgeye yönelik ağır tarifeleri ise bu mesajı pekiştirdi.
Ancak Pekin’in serbest ticaretin savunucusu olarak kendini konumlandırma çabası, Çin’in yıllardır süren ekonomik baskıları ve belirli sektörlere sağladığı cömert sübvansiyonlar nedeniyle sınırlı karşılık buluyor. Bu nedenle, Washington’a yönelik erozyona uğrayan güven, Pekin’e yönelik bir yakınlaşmaya dönüşmedi. Ayrıca Trump yönetiminden gelebilecek olası misillemeler de ülkeleri temkinli davranmaya itiyor.
Avrupa Birliği, Japonya ve Güney Kore, Çin’in Trump tarifelerine karşı ortak bir cephe oluşturulduğu yönündeki iddialarına mesafeli yaklaştı. AB yetkilileri, Çin ürünlerinin piyasalarında damping yapmasından duydukları endişeyi vurguladı. Avustralya ise Çin Büyükelçisi Xiao Qian’ın “ABD’ye karşı birlikte hareket etme” çağrısını reddetti.
Asya Toplum Politikaları Enstitüsü'nden Rorry Daniels, bu tepkilerin, “Pekin’in ABD’nin bıraktığı güven boşluğunu dolduramadığını, yalnızca Trump yönetiminin şok etkisine karşı geçici bir rahatlama sunduğunu” gösterdiğini söyledi.
Şi'nin Vietnam ve Malezya ziyaretleri, Trump'ın “Kurtuluş Günü” olarak adlandırdığı tarife artırımlarını 90 gün ertelemesiyle daha da aciliyet kazandı. Bu süreyi değerlendiren Trump, Japon yetkililerle Washington’da bizzat görüşmelere katılarak ticaret anlaşmaları için baskıyı artırdı.
Vietnam için ise yüzde 46’ya varan yeni tarifeler tehdidi, müzakerecileri Washington’a gönderdi. Vietnam hükümeti bu hafta, sahte ticaret uygulamalarına karşı önlem alacağını açıkladı. Bu adım, Çin mallarının Vietnam üzerinden ABD'ye yeniden ihraç edilmesi girişimlerine atıf olarak görülüyor.
Buna rağmen Trump, Şi’nin Vietnamlı lider To Lam ile görüşmesinin “Amerika’yı kandırmak” üzerine olduğunu öne sürerek Hanoi üzerindeki baskıyı sürdürdü.
'Dengeyi korumak zorlaşıyor'
Singapur’daki ISEAS – Yusof Ishak Enstitüsü’nden Nguyen Khac Giang, “Hanoi, Trump yönetimini kızdıracak adımlar atmaktan kaçınarak dikkatli davranıyor. Ancak giderek sertleşen jeopolitik ortamda, bu dengeyi korumak zorlaşıyor” dedi.
Vietnam, Çin’i karşısına alması halinde ekonomik misillemeyle karşı karşıya kalma riski taşıyor. Pekin geçen ay Kanada’dan ithal edilen kanola, domuz eti ve diğer gıdalara yüzde 100’e varan oranlarda tarife uygulamıştı.
Şanghay merkezli uluslararası ilişkiler uzmanı Shen Dingli, “ABD’ye yanaşan ülkeler hem Çin’e hem de kendilerine zarar verirler” değerlendirmesinde bulundu.
Brookings Enstitüsü’nden ve eski CIA yetkilisi olan Jonathan Czin ise “Xi’nin amacı ülkeleri Pekin’i seçmeye zorlamak değil, Washington’dan uzak tutmak” dedi. Bu nedenle Çin’in “cazibe atağı” bugüne kadar sınırlı başarı getirdi.
|
Gündemin Başında Suudi Arabistan savunma bakanı dün İran'ın en üst düzey lideriyle bir araya gelerek ABD-İran nükleer görüşmeleri öncesinde ikili ilişkileri güçlendirme hedefini dile getirdi. ABD ve Tahran'dan gelen elçiler, geçen hafta sonu yapılan müzakerelerin ardından yarın Roma'da ikinci bir görüşme turu için bir araya gelecek. Savunma bakanı, onlarca yıldır resmi görüşmeler için İran'ı ziyaret eden en üst düzey Suudi kraliyet ailesi üyesiydi. Uzmanlar, nadir ziyaretinin ABD-İran müzakerelerinin Orta Doğu'daki diğer ülkeler için önemini vurguladığını ve başarısızlığa uğramaları durumunda çatışma riskini de vurguladığını söyledi . Bölgedeki son durum.
Nükleer görüşmelerde son durum.
|
"İran'ın nükleer programı, vekillere verdiği destek ve füze programı açısından yeterli mutabakat vardı ve müzakereciler bu görüşmelere devam edebileceklerine karar verdiler. Ancak benim hissiyatım, Trump yönetimi gerekliliklerini sürdürürse -İran'ın nükleer programının kaldırılması, vekillere verilen desteğin sona erdirilmesi ve İran'ın füze programının kontrol altına alınması- bu görüşmelerin bir noktada engellerle karşılaşacağı yönünde." —CFR uzmanı Steven A. Cook MSNBC'ye şunları söylüyor |
Rusya-Ukrayna Ateşkes Anlaşması Kayıp mı Oluyor? Sofiia Gatilova/Reuters Üst düzey ABD'li ve Fransız yetkililer, Trump'ın Ukrayna'da ateşkes müzakereleri çabalarının bir parçası olarak bu hafta Paris'te bir araya geldi; ancak böyle bir anlaşmanın şansı giderek azalıyor, CFR Kıdemli Üyesi Max Boot bu Uzman Özeti'nde yazıyor . |
Dünya çapındaABD-Ukrayna mineraller muhtırası. ABD Hazine Bakanı Scott Bessent ve Ukrayna Ekonomi Bakanı Yulia Svyrydenko dün ikili mineral yatırım anlaşması için sanal bir niyet muhtırası imzaladılar. Her iki ülkeden yetkililer önümüzdeki hafta tam anlaşmayı sonuçlandırmayı planladıklarını söylüyorlar. Ayrı olarak, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio bugün Paris'te Trump yönetiminin Ukrayna'daki savaşı sona erdirme konusunda ilerleme kaydedilip kaydedilemeyeceğine "birkaç gün içinde" karar vereceğini ve eğer kaydedilemiyorsa " devam etmemiz gerektiğini" söyledi.
Büyüme ve faiz indirimleri. Uluslararası Para Fonu (IMF) başkanı Kristalina Georgieva, ABD'nin şu anki "küresel ticaret sisteminin yeniden başlatılmasının" büyüme projeksiyonlarında " dikkat çekici indirimlere " yol açacağını söyledi, ancak küresel bir durgunluk öngörmekten kaçındı. IMF'nin önümüzdeki hafta daha spesifik ekonomik projeksiyonlar açıklaması bekleniyor. Bu arada, Avrupa Merkez Bankası dün tarife belirsizliği nedeniyle faiz oranlarını düşürdü.
İsrail ve Hamas anlaşma konusunda çatıştı. Hamas, İsrail'in on rehineyi serbest bırakma karşılığında kırk beş günlük bir ateşkes önerisini reddetti ve bunun yerine savaşın kalıcı olarak sona ermesi karşılığında tüm rehineleri serbest bırakmaya hazır olduğunu söyledi. Çatışmalar devam ederken, İsrail'in yerinden edilmiş Filistinlilerin yaşadığı bir bölgeye düzenlediği saldırılar Çarşamba gecesinden Perşembe gününe kadar en az on iki kişiyi öldürdü, bir kurtarma servisi söyledi. Hamas, Gazze'ye yönelik para ve yardım kısıtlamaları nedeniyle siyasi kadrosuna ve savaşçılarına ödeme yapmakta zorlanıyor , Wall Street Journal bildirdi.
Meloni-Trump görüşmeleri. Trump, dün Beyaz Saray'da İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ile yaptığı görüşmede, Amerika Birleşik Devletleri'nin Avrupa Birliği ile bir ticaret anlaşmasına varacağından " yüzde 100 " emin olduğunu söyledi. Görüşmelerden hemen sonra hiçbir ayrıntı açıklanmadı. Trump daha sonra gazetecilere, "önümüzdeki "üç veya dört hafta" içinde Çin de dahil olmak üzere " herkesle bir anlaşma yapacağız" dedi.
Fransa-Haiti komisyonu. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Fransa'nın iki yüz yıl önce Haiti'ye bağımsızlığı için yüklediği borcun adaletsiz olduğunu söyledi ve "ortak geçmişimizi incelemek" için ortak bir Fransız-Haiti tarih komisyonu kurulduğunu duyurdu. Uzun zamandır Haiti'nin talep ettiği mali tazminat olasılığından bahsetmedi. New York Times, Haiti'nin altmış yıl boyunca 2022 doları olarak 560 milyon dolar geri ödediğini tahmin etti .
Rusya Taliban'ı listeden çıkardı. Moskova dün Afgan Taliban'ı yirmi yılın ardından yasaklı terörist gruplar listesinden çıkardı . Dışişleri bakanlığı, Rusya'nın Afganistan ile "ticaret ve "uyuşturucu ve terörle mücadele" dahil olmak üzere her alanda karşılıklı olarak faydalı ilişkiler" umduğunu söyledi. Rusya, Mart 2024'te Moskova'daki bir konser salonuna düzenlenen saldırıyı kendini ilan eden İslam Devleti'nin Afgan koluna bağladı .
Kuzey Amerika'da kızamık. Kanada bu yıl 730'dan fazla kızamık vakası bildirirken , Meksika 360 vaka ve bir ölüm bildirdi. Virüsün komşu ülkelerde dolaşması ve ABD'nin kendi salgınıyla mücadele etmesi (ABD'nin güneybatı eyaletlerinde 665'ten fazla vaka bildirildi) Dünya Sağlık Örgütü'nün Batı Yarımküre kolunu virüsün ortadan kaldırılma durumunun risk altında olduğu konusunda uyarmaya yöneltti.
El Salvador tutukluyla görüşmesi. ABD Senatörü Chris Van Hollen (D-MD) dün Trump yönetiminin El Salvador'a haksız yere sınır dışı ettiğini kabul ettiği Kilmar Abrego Garcia ile görüştü . Van Hollen, El Salvador hapishanesine transfer edildikten sonra "tamamen ulaşılamaz" olduğunu söylediği Abrego Garcia'yı kontrol etmek için El Salvador'a gitti. Salvador Devlet Başkanı Nayib Bukele, sosyal medyada Abrego Garcia'nın El Salvador'un gözetiminde kalacağını paylaştı. |
Aşılar Dünyayı Nasıl Değiştirdi? Arif Ali/AFP/Getty Images Aşılama, en ölümcül ve bulaşıcı hastalıkların bazılarını neredeyse ortadan kaldırdı. Ancak aşı tereddüdünün arttığı bir dönemde, salgınlar yeniden ortaya çıkıyor, CFR'den Mariel Ferragamo bu Arka Plan'da yazıyor . |
Sırada Ne Var?
|
Haiti'nin Kalkınmaya Giden Zorlu Yolu Ralph Tedy Erol/Reuters |
留言