11 Nisan
- mutlunecmettin
- 11 Nis
- 24 dakikada okunur
Birleşmiş Milletler’den yaşlılar için tarihi adım
2050’de 65 yaş üzeri nüfus 1.6 milyara ulaşacak. Bu durumda dünya nüfusunun yüzde 16’sının, yani her 6 kişiden birinin 65 yaş ve üzerinde olması bekleniyor. Bu verilerin ışığında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, geçen hafta onlar için tarihi bir adım attı. Devletlerin de sorumluluğunda olacak sözleşme yolda
Dünya nüfusu hızla yaşlanıyor. 1950’li yıllarda 65 yaş üstü ve üzeri insan sayısı dünya nüfusunun yüzde 5’i kadardı. 2021’de bu oran yüzde 10’a yükseldi. 2050’de ise her 6 kişiden birinin 65 yaş ve üzeri olması öngörülüyor.
Hızla değişen, dönüşen ve dijitalleşen dünyanın yaşlı nüfusa da hazırlanması gerekiyor. Yapay zeka gibi teknolojilerin hızla ilerlemesi yaşamın birçok yönünü kolaylaştırıyorsa da bu ilerleme, toplumun bazı kesimlerini geride bırakma riskini de beraberinde getiriyor. Yoksulluğun çok yaygın olduğu yaşlı nüfus ve özellikle kadın nüfusu, yapay zeka ve gelişen teknolojilere erişemediği için dijital dünyaya ayak uydurmakta zorlanıyor ve bu durum, onların toplumdan giderek daha fazla dışlanmasına yol açabiliyor.
Yeni teknolojiler bazı fırsatlar sunduğu kadar, zaten çok yönlü zorluklarla karşı karşıya olan yaşlı hakları açısından ciddi riskler de barındırıyor.
Patiska Platformu - Yeni Teknolojiler ve Yaşlılıkta Kadın’ın kurucusu Doç. Selma Acuner Birleşmiş Milletler’in bu konuda gerçekleşen çabalarını, adımlarını yakından izliyor. Acuner, Türkiye’nin de yaşlılar için politikalar üretmesi ve BM’nin attığı adımların da izlenmesi gerektiğini vurguluyor.
Acuner, “Türkiye’de yaş ayrımcılığı (ageism) yaygın bir sorun ve bu zaman zaman kendini bir insan hakları ihlali olarak da gösteriyor. Unutmamak gerekir ki, özellikle pandemi döneminde 65 yaş ve üzeri bireylere sert tedbirlerle sokağa çıkma yasakları uygulanmış, yaşlıların özgürlüklerini kısıtlamıştı. Bu yasaklamalar sosyal izolasyona maruz bırakılmalarına yol açmıştı. Buna ek olarak son derece düşük emekli maaşları ile yaşam mücadelesi vermekte olan bu nüfusa yönelik etkin politikalar geliştirilmesi önümüzdeki dönemlerin en önemli alanlarından biri olarak duruyor” diyor.
Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar, yaşlıların dijital dünyaya entegrasyonunu kolaylaştıracak politikalar geliştirmek için bir süredir çeşitli önlemler getirmeye çalışıyor. Acuner 3 Nisan’da BM’nin attığı adımın önemine dikkat çekiyor.
Yeni bir uluslararası sözleşme yolda
Geçen hafta, Birleşmiş Milletler (BM), yaşlı bireylerin insan haklarını daha etkin şekilde korumak amacıyla bir adım attı. 3 Nisan 2025 tarihinde BM İnsan Hakları Konseyi 58. Oturumu'nda, yaşlıların haklarına ilişkin ‘’bağlayıcı bir uluslararası sözleşme taslağını’’ hazırlamak üzere hükümetler arası açık uçlu bir çalışma grubu kurulmasına karar verildi. Bu karar, yaşlı bireylerin ve sivil toplum kuruluşlarının yıllardır sürdürdüğü kararlı savunuculuk
Eski Google CEO’su Londra’da 42 milyon sterlinlik malikane aldı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Google’ın eski CEO’su Eric Schmidt, Londra’daki Holland Park’ta 42 milyon sterline bir malikane satın aldı.
FT’nin haberine göre satın alma geçen senenin mayıs ayında gerçekleşse de basına yeni yansıdı. Tapu sicilindeki resmi kayıtlara göre malikanenin arkasında ona bağlı daha küçük evler de bulunuyor. Ev, Schmidt’ten önce en sonra 2022 yılında 36.2 milyon sterline satılmıştı. FT’nin haberine göre, eşiyle birlikte bir dizi mülke sahip olan eski Google CEO’su, malikaneyi kiraya vermeyi planlıyor. Milyarderler Londra’dan kaçarken, birçok ABD’li son bir yıl içinde İngiltere’nin başkentinden lüks gayrimenkuller aldı. Bu isimlerin arasında moda tasarımcısı Tom Ford ve Chelsea Futbol Kulübü’nün sahiplerinden Behdad Eghbali de var.
Emlak acentesi Knight Frank tarafından yapılan araştırmaya göre, geçen yıl Amerikalılar başkentteki Çinli alıcıları geride bırakarak denizaşırı alıcıların yüzde 9,3’ünü oluşturdu. Bu sayı 2019’da yüzde 5.6 idi. Donald Trump’ın başkanlığa adaylığını koymasının ardından İngiltere vatandaşlığı için başvuran Amerikalıların sayısı geçen yıl rekor seviyeye ulaştı. 6 bin 100’den fazla ABD vatandaşı İngiliz vatandaşlığı için başvuruda bulundu. Bu, 2023’e göre yüzde 26’lık bir artış ve veri toplamaya başlanan 2004 yılından bu yana en yüksek sayı.
Milyonerler Londra’yı terk ediyor
İngiltere’nin başkenti Londra, yüksek vergiler ve Brexit’in de etkisiyle artık en çok milyonerin yaşadığı 5 şehirden biri değil
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Geçen sene Moskova dışında dünyadaki tüm kentlerden daha fazla milyoner sakinini kaybeden İngiltere’nin başkenti Londra, artık dünyanın en zengin 5 şehrinden biri değil.
Küresel zenginlik üzerine hazırlanan yıllık bir rapora göre geçen sene Londra’dan ikisi milyarder toplamda 11 bin 300 dolar milyoneri başka şehirlere taşındı. Bu vesileyle Londra, en çok milyonerin yaşadığı şehirler sıralamasında 5. sıradan 6. sıraya geriledi. Danışmanlık firması Henley & Partners için New World Wealth tarafından yürütülen çalışmada servet; nakit, tahvil ve hisse senedi anlamına gelen ancak mülk servetini içermeyen “likit yatırım yapılabilir” varlıklar olarak tanımlanıyor.
Moskova’dan beter
New World Wealth, şu anda 215 bin 700 dolar milyonerine sahip olan Londra’nın, ilk 50’de on yıl öncesine göre daha az zengine sahip olan sadece iki şehirden biri olduğunu bildirdi. Bahsi geçen diğer şehir ise Rusya’nın başkenti Moskova. Paris bile bu dönemde yüzde 5’lik bir artışla milyoner sayısında bir yükseliş gördü. Toplamda Londra 2014’ten bu yana en zengin sakinlerinin yüzde 12’sini kaybederken, bu düşüş vergi artışları, Brexit ve sterlinin değerindeki düşüşe bağlandı. Moskova, çoğunlukla Vladimir Putin’in 2022’de Ukrayna’yı topyekun işgal girişimini başlatması sebebiyle en zengin sakinlerinin yüzde 25’ini kaybetti.
Bununla birlikte, mutlak anlamda, Londra başka herhangi bir yerden daha fazla milyoner kaybetti; son on yılda yaklaşık 30 bin kişi ülkeden ayrılırken, Moskova’dan kaçanların sayısı 10 bin.
Vergiler yatırımcıyı itiyor
Geçen hafta The Times, İşçi Partisi’nin yerleşik olmayan vergi rejimini kaldırmasından önceki yılın ilk üç ayında İngiltere’den servet göçünün nasıl keskin bir şekilde hızlandığını yazdı. Pazartesi gününden itibaren, Birleşik Krallık’ta yaşayan zengin yabancıların yıllık 30 bin sterlinden başlayan bir ücret karşılığında dünya çapındaki varlıklarını İngiliz vergilerinden korumalarına olanak tanıyan asırlık statü, yerini çok daha az cömert olan ikamete dayalı bir sisteme bıraktı. Yeni sistem, Birleşik Krallık’ta dört yıldan uzun süredir yaşayan varlıklı yabancıların artık küresel kazançları üzerinden Birleşik Krallık gelir ve sermaye kazancı vergisi ödemek zorunda oldukları anlamına geliyor.
Yani Londra’da yaşayan yabancılar, ülkede uzun süre kalırlarsa dünya çapındaki varlıkları da dünyadaki en yüksek oranlardan biri olan yüzde 40’lık Birleşik Krallık veraset vergisine tabi olacak. New World Wealth’in araştırma müdürü Andrew Amoils, Birleşik Krallık’ta diğer ülkelere kıyasla yüksek vergilerin birçok varlıklı yatırımcıyı Londra’yı terk etmeye teşvik ettiğini ve diğerlerini de onların yerini almaktan caydırdığını söyledi. Vergi danışmanları, yabancıların Portekiz, St Kitts ve Nevis, İspanya, Yunanistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İtalya gibi vergilerin çok daha düşük olduğu ülkelere taşındığını söylüyor.
Genel olarak, New York 384 bin 500 dolar milyoneri ile dünyanın en zengin şehri olarak sıralanırken, onu birçok teknoloji şirketinin bulunduğu Silikon Vadisi’ne ev sahipliği yapan San Francisco Körfez Bölgesi takip ediyor. Tokyo 292 bin 300 dolar milyoneri ile en zengin üçüncü şehir olurken onun arkasında Singapur var. 5. sırada Londra’nın yerini Los Angeles aldı. Manchester, 23 bin 400 dolar milyoneri ile 46. sırada yer alarak ilk 50’ye giren diğer tek İngiliz şehri oldu. Avustralya’nın ilk 50’de dört, Çin’in beş ve Almanya’nın üç şehri bulunuyor. Listede Türkiye’den hiçbir şehir bulunmuyor.
Gazze’de Hamas’a karşı direniş ve tepki artıyor
Militan grup, savaş uçaklarının gölgesinde yaşayan Gazzelilerin protestolarını şiddet ve tehditlerle şimdilik durdurdu. Ancak etkili aileler, öldürülen mensuplarının “intikamını almak” için Hamas üyelerini hedef alıyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Gazze Şeridi’nde Hamas’ın üzerindeki baskı artıyor. Filistinlilerle Hamas arasında şiddet olayları artmaya başladı ve İsrail’in kara operasyonlarını genişletmesinin ardından grup daha sert eleştirilere maruz kalmaya başladı. Geçen haftalarda 7 Ekim 2023’te İsrail’le savaşın başlamasından bu yana ilk kez Gazze’de geniş katılımlı protestolar düzenlendi.
Hamas, kendilerinin savaştaki rolünü protesto eden eylemleri şimdilik şiddet kullanarak bastırmayı başardı.
Bu bir savaş suçudur
İsrail, 15 acil durum çalışanını öldürdüğü katliamda iddialarını kanıtlayamadı. Uzmanlar, sağlık çalışanlarının bilinçli olarak hedef alınmasının savaş suçu sayılabileceğini vurguluyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
İsrail ordusu, 23 Mart’ta Gazze’de 15 Filistinli acil yardım çalışanını öldürüp toplu bir mezara gömmesinin ardından saldırının bilinçli yapıldığını gizlemek için yoğun çaba sarf etti. Ordu, öldürülenlerin Hamas mensubu olduğunu, sağlık ve kurtarma çalışanlarını taşıyan konvoyun farları ve yanıp sönen ışıklarının yanmadığını, şüpheli bir şekilde İsrail askerlerine doğru yaklaştığını iddia etti.
Bu hafta toplu mezardan çıkarılan bir Filistinli sağlık çalışanının cep telefonunda bulunan video ise İsrail’in iddialarını boşa çıkarıyor. İlk olarak The New York Times tarafından yayımlanan görüntülerde, yaralıları kurtarmak için yola çıkan konvoydaki ambulansın ışıklarının açık olduğu görülüyor. İsrail askeri önceden uyarı yapmadan, konvoya ateş açıyor.
Bunun ötesinde konvoydaki acil yardım çalışanlarının sağlık görevlisi olduklarını açıkça belirten yelekler giydiği ve araçların da İsrail’in iddialarının aksine açıkça işaretlendiği görülüyor.
Bir hafta sonra ulaşıldı
Beş dakikadan fazla süre videoyu çeken Rıfat Rıdvan isimli sağlık görevlisinin videoda son duasını ettiği, daha sonra da İsrail askerlerinin seslerinin giderek bulunduğu araca yaklaştığı duyuluyor. Görüntüler ayrıca öldürülen acil yardım çalışanlarının silahsız olduğunu da kanıtlıyor.
Öldürülen acil yardım görevlilerinin cesetlerine katliamdan bir hafta sonrasına kadar ulaşılamadı. Çünkü önce aralarında Birleşmiş Milletler’in de bulunduğu uluslararası kuruluşların bölgeye güvenli geçişinin organize edilemedi, ardından da ekipler işaretsiz mezarı bulamadı. İsrail ordusu, toplu mezarın cesetleri vahşi hayvanlardan korumak için açıldığını, konvoydaki araçların da “yolu açmak” için çekildiğini iddia etti. Araçların buldozerlerle gömüldüğü ifade ediliyor.
İsrail itiraf etti
İsrail, Rıdvan’ın çektiği videonun ortaya çıkmasının ardından geri adım atmak zorunda kaldı. Ordu, konvoydaki araçların ışıklarının kapalı olduğuna dair açıklamasının hatalı olduğunu kabul etti ve bu yanlış açıklamanın sebebinin olay yerindeki askerlerin merkeze sunduğu rapor olduğunu iddia etti. İsrail ordusu ayrıca saldırıyla ilgili “kapsamlı bir inceleme yürüteceğini” ve “olayın nasıl gerçekleştiğini ve neden böyle adımlar atıldığını anlayacağını” ifade etti. İsrail ordusu ayrıca konvoydakilerin silahsız olduğunu da kabul etti.
Filistin Kızılayı ve birçok uluslararası organizasyon ise kapsamlı bir soruşturma yürütüleceğine ikna olmuş değil. Bu kurumlar, katliamla ilgili bağımsız bir soruşturma gerçekleştirilmesini istiyor.
Filistin Kızılayı ayrıca öldürülenlerden bazılarının cesetlerinin kelepçeli halde bulunduğunu ve yakın mesafeden infaz edildiklerini söyledi. İsrail bu iddiaları yalanlamaya devam ediyor.
Öte yandan İsrail attığı geri adıma rağmen konvoydaki kişilerden 6’sının Hamas mensubu olduğunu savunmaya devam ediyor, ancak buna dair hiçbir kanıt sunamadı. Saldırıdan sağ kurtulan bir sağlık çalışanı, bu hafta BBC’ye yaptığı açıklamada aralarında hiç Hamas mensubu bulunmadığını vurguladı.
Sağlık ve sivil savunma çalışanları, savaş durumunda uluslararası hukukun koruması altında. Bu sebeple İsrail’in bu saldırısı uzmanlarca savaş suçu olarak niteleniyor.
Tarihin en büyük gazeteci mezarlığı Gazze
ABD’nin prestijli eğitim kurumlarından Brown Üniversitesi’nin Ulusalararası ve Kamu İlişkileri Enstitüsü tarafından yapılan bir araştırmaya göre Gazze, tarihin en büyük gazeteci mezarlığına dönüşüyor.
Araştırmanın yapılmasından birkaç gün sonra İsrail, Han Yunus’taki bir hastanenin yakınlarında bulunan basın çadırını vurarak iki gazeteciyi öldürdü ve dokuzunu da yaraladı.
7 Ekim 2023’te savaşın başlamasından bu yana Gazze’de öldürülen gazetecilerin sayısını takip eden enstitüye göre 26 Mart itibarıyla öldürülen basın mensubu sayısı 232’ye ulaştı. Raporun yayımlanmasından bu yana sadece basın çadırı saldırısında en az iki gazeteci daha öldürüldü.
Araştırmaya göre İsrail, savaşın başlamasından bu yana ayda ortalama 13 gazeteciyi öldürüyor. Enstitünün bulgularına göre İsrail son bir buçuk yılda Gazze’de; ABD İç Savaşı, I. ve II. Dünya Savaşları, Kore Savaşı, Vietnam Savaşı, Yugoslavya’daki savaşlar ve ABD’nin Afganistan’daki savaşında öldürülen gazetecilerin sayısının toplamından daha fazla gazeteci öldürdü.
Brown Üniveritesi’nden akademisyenler, “Gazeteci mezarlığı Gazze’de hayatta kalmayı başaran gazeteciler ölüm, yaralanma, tutuklanma ve siber saldırı tehdidi altında çalışmaya devam ediyor. Ailelerini, arkadaşlarını, meslektaşlarını ve evlerini kaybetmeye katlandılar” yazdı ve onların sesinin duyurulması gerektiğini vurguladı.
Türbülans
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Ve deli kuyuya attı! Zaten akıllı kıtlığı çeken dünyanın bu taşı çıkarıp çıkaramayacağı da meçhul. İlk bakışta Amerika'nın “tekrar büyük eylenmesi” yolunda büyük bir adım olarak gösterilse de gümrük tarifelerini arttırma oyunu, çok büyük boyutlu bir kırılmanın başlangıcını ateşlemiş olabilir mi?
Bu hareketin farklı seviyelerde farklı etkileri, tetiklemeleri ve sonuçları olması kaçınılmaz. Kişiler, kurumlar, şirketler, ülkeler ve toplam dünya için sadece ekonomik değil her açıdan öngörülmesi hayli zor bir süreç başladı. Korumacılığın gümrük duvarlarını yükseltip kalınlaştırmanın, içe dönmenin, komşuyu, rakibi ekonomik olarak zayıflatarak güçlenmenin benimsendiği son dönem iki dünya savaşı arasında, “Büyük Buhran”’ı gören, aslında 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru başlayan dönemdi. Savaş sonrası ekonomik dengeleri tesis edecek, düzenleyecek üst örgütler kuruldu. Nasıl Birleşmiş Milletler dünya siyaseti için üst yapı olarak planlandıysa, Dünya Ticaret Örgütü de benzer amaç güttü. Bu yapılar ile Soğuk Savaş dönemi bir şekilde aşıldıysa da, Vietnam Savaşı ve onu takip eden Orta Doğu savaşları ve sonunda kurulan OPEC gibi kuruluşlar oyunu kökünden etkiledi. Değeri dolar ile belirlenen petrol oyunun kurallarını da koyar konuma geldi. Enerji maliyeti tavan yaptı. Bu dönemin başta Reagan, Thatcher gibi hararetli liberalleşme aktörleri sınırları kaldırdı ya da zorladı. Böylece çok yükselen enerji ve ücretlerle baş etmek üzere maliyet optimizasyonu sağlamak üzere herkes dünyaya dağıldı.
Globallik esas marifet oldu. 3-5 ülkede ancak var olanlar bir anda 50 ülkeye yayıldılar. Bizde bile “Gloobıl”'da var olmak, çalışmak pek havalı oldu. “Global düşün, yerel oyna” lafının yer almadığı sunum neredeyse kalmamıştı. Bitti. Birkaç aydır gürültüsü yapılsa bile, nasıl olsa bu adam pazarlıkçı, bir şekilde çözülür beklentisi de sıkıntıda. Pazarlıklar şüphesiz olacaktır ama sonuçlar artık çok değişmez. Bundan sonrasının ekonomik etkilerini işin gerçek uzmanlarının bile öngörmesi hayli zor. Ama olan bitenin ekonominin ötesinde neler getirip götüreceği hakkında sağlam senaryolar yazma ve her gelişmede güncelleme vaktindeyiz.
Dünya Çinci - ABD'ci olarak kutuplaşıyor. Avrupa belki de seçim yapmak zorunda kalacak. Bu eksende pozisyon almak zor. O zaman sayısız soru art arda kafaları kurcalıyor. Bu durum iş modellerini nasıl etkiler? Bu karışık ve karmaşık dönem epey uzun sürer. Dünya globalleşme stratejilerini nasıl gözden geçirecek? Çin - ABD ticaretini sağlayan başta dev gemilerin etkilenmesiyle navlun krizi çıkar mı? Artacağına kesin gözüyle bakılan navlun fiyatlarının her konuya yansıması hangi büyüklükte olabilir? Ekonomilerin gireceği durgunluğa rağmen bu şartlarla enflasyonun önlenmesi de zorlaşacağına göre nasıl baş edileceği tartışılır bir stagflasyon dönemi başlar mı? Dünya ve dünyayı bir şekilde yöneten şirketler globalleşme stratejilerini gözden geçirmek durumundalar. Zaten enerji kaynakları açısından yalpalayan otomotiv sektörü bu koşullarda varoluşsal sorunları nasıl giderebilecek? Amerika koyduğu vergiyi de vatandaşlarına ödetmek durumunda kalırsa ne olacak? Çin'in başta ABD, Bat'ıya karşı en büyük kabahati fikri mülkiyetlerini ele geçirme, umursamama, bedava kullanma yöntemleri ve politikası etkilenir mi?
Hala dönüşülebilecek mi?
Bu arada farkında mısınız, yüksek teknoloji yapay zeka ve benzeri konulardaki haberler bir süredir seyreldi ya da gündemin epey alt sıralarına itildi. Halbuki Kasım 2022 yılından beri Open-AI ve ChatGPT deri ceketiyle özdeşleşen Jenseng Huang ve Nvidia ve malum büyükler ortalarda yok. En son Trump’ın tahta çıkış töreninde gündem odağı olmuşlardı. Ailenin hemen arkasında, kabinenin önünde oturarak “en müstesna önemi haiz” oldukları dünya aleme ilan edilmişti. Ama pek ortada yoklar. Son gümrük oyunlarından en çok etkileneceklerin ön sıralarındalar. Pek çok ürün Çin'de üretiliyor. Kimisinin tamamı. Amerika'da yapılanların benzeri hatta daha bile iyisi de hemen yapılıyor. DeepSeek ve lansman zamanlaması bunun en iyi göstergesi olmuştu. Başta Apple pek çok teknoloji firması için ve tabii her konuda çalışan pek çok şirket için tedarik zinciri darbeler almış hatta birkaç yerinden kırılacak hale geliyor olabilir. Pandemi ve Tayvan krizi sırasında pek çok parça, ürün ve özellikle çiplerin ABD'de üretilebilmesi için hızla harekete geçilmiş olsa da henüz sonuçlanmadı. Geçiş döneminin etkisi hangi konularda ve nasıl olacak göreceğiz. Ama bütün dünyanın teknolojik dönüşüme odaklandığı bir dönemde, günlük hayatın, sanayinin ve siyasi, askeri boyutta her alanın teknolojik gelişmeler doğrultusunda yeniden tanımlanıp düzenlendiği sırada yapılacak ani fren sonucu kim direksiyonuna hakim olacak bakalım. Yakın gelecekte Avrupa'nın bu itiş kakışta ne şekilde ayakta kalabileceği, darbe alıp almayacağı da muamma. Üstelik büyük savaşlardan sonra ABD'nin en güçlü kartı üniversitelerini dünya ölçeğinin en tepesine çıkaracak şekilde yapılandırmasıydı. Araştırma ve geliştirmenin yeniliklerin üniversitelerden kaynaklanmasını sağlama amacı hep fonlarla desteklendi. Şok. Orada da frene basılıverdi. Üniversitelere ve bilimsel faaliyetlerine destekler de maliyet programları yüzünden kesiliyor!
Bu oyun yeni başlıyor ama dünyayı önümüzdeki 5-10 yıl derinden etkileyecek, yaratacağı sorunların nasıl çözüleceği, çözülmemesi halinde çıkacak daha büyük sorunların vahameti, gümrüklerden başlayan sarsıntının domino etkisinin nereye varabileceği, sonunun ne olacağı çok önemli. Öngörmek zor. Dünya yine bindi bir alamete…
Bu süreçte her şeye rağmen fırsatlar çıkar mı? Özellikle bu ülkenin yüksek nitelikli yönetici kadroları ve kurumsal yapısının görece üstünlüğü nasıl avantaja dönüşebilir? Bu durumda ne tür yöneticiye, yönetim biçimine, organizasyon ve işleyiş yapısına ihtiyaç olabilir? Yabancı sermayenin gelmemesi durumunun senaryoları ne olabilir? Türkiye öngörülebilir hale gelirse avantajlarını katlayabilir mi? Bu durumdan nasıl fırsat çıkarılabilir diye kafa yormanın tam vakti. Bütün çalkantılara rağmen.
Fil züccaciye dükkanına girdi, kuyuya taş atıldı.
Mutlaka fırsat olduğuna, yaratılabileceğine inanmak gerek ve uğraşmak gerek.
Başka çare?
KAYNAK : OKSİJEN
‘Kapitalizm ve demokrasinin evliliği sona erdi’
ABD’li siyaset teorisyeni Wendy Brown, “Liberal demokrasinin tarihsel formu tükeniyor ancak sosyal, siyasal, ekonomik ve ekolojik adaleti kapsayan yeni bir demokrasi artık kaçınılmaz. Gençler ve toplumsal hareketler, daha kapsayıcı ve dönüştürücü bir demokrasi arayışı içinde" diyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Neoliberalizmin demokratik değerler üzerindeki etkilerine dair analizleriyle öne çıkan siyaset teorisyeni Wendy Brown bu yıl Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırmalar Ödülleri’nde jüri özel ödülünün sahibi oldu.
Her yıl 10 Nisan’da düzenlenen ödül töreninin bu yılki teması “Dönüşen dünya düzeninde değerleri yeniden tasarlamak”tı. Brown, neoliberalizmin demokratik değerleri nasıl aşındırdığına dair çalışmalarıyla bu yılki ödüle layık görüldü. Columbia, Cornell, LSE ve Birkbeck Koleji gibi dünyanın önde gelen üniversitelerinde ders veren Brown’un, özgürlük, adalet ve demokrasi kavramları üzerine kaleme aldığı kitapları 20’den fazla dile çevrildi. Wendy Brown, ödülünü almak üzere geldiği İstanbul’da Oksijen’e konuştu.
Demokrasinin sonuna mı geliyoruz?
Demokrasinin sonuna gelmedik ama biçim değiştiriyor. Liberal demokrasinin tarihsel formu tükeniyor olabilir, ancak bu demokrasinin de sonuna geldiğimiz anlamına gelmiyor. Sosyal, siyasal, ekonomik ve ekolojik adaleti kapsayan yeni bir demokrasi biçimi artık kaçınılmaz. Bugün gençler ve toplumsal hareketler, daha kapsayıcı ve dönüştürücü bir demokrasi arayışı içinde. Yapısal bir dönüşüm sürecindeyiz. Devrim başladı. Hem sağ hem sol, kendi yönlerinden mevcut düzenin ötesine geçmeye çalışıyor. Sağ, liberal demokrasiyi aşındıran otoriter bir dönüşüm içindeyken; sol, sosyal eşitlik, adalet ve ekolojik duyarlılığı içeren daha kapsayıcı bir demokrasi biçimi arayışında. Bu dönem hem bir çöküş hem de kurucu bir eşik.
Demokrasi ve kapitalizmin evliliği bitti mi, yoksa barışacaklar mı?
Kapitalizm, özellikle neoliberalizm biçiminde, demokrasiden uzaklaşmayı kolaylaştıran temel dinamiklerden biri. Neoliberalizm yalnızca demokratik değerleri zayıflatmakla kalmıyor, aynı zamanda demokrasinin en temel işlevi olan toplumun sosyal, politik ve ekolojik hedeflerini birlikte belirleme yetisini doğrudan hedef alıyor. Özellikle son yirmi yılda, dünya Çin’in sermayeyi otoriterlikle son derece etkili bir şekilde harmanlama kapasitesine özeniyor. Bu model demokratikleşmeden uzaklaşmaya katkıda bulunuyor. Bence demokrasi ve kapitalizmin evliliği sona erdi.
Neoliberalizmin günümüzdeki otoriter rejimlerle ilişkisi nedir?
Neoliberalizm yalnızca piyasaları serbestleştirmekle kalmadı aynı zamanda siyaseti de “başına buyruk” hale getirdi. Yani devlet, eskiden sosyal refahı sağlama işlevine sahipken, artık daha çok özel sermayeyi koruyan, dini, milliyetçi ya da geleneksel değerleri mobilize eden bir araca dönüştü. Bu, demokrasiyi zayıflatıyor ve otoriter rejimlerin güçlenmesine zemin hazırlıyor. Neoliberalizm ilk başta devleti küçültmek, piyasayı serbestleştirmek amacıyla yola çıktı. Ancak bugün gelinen noktada, devlet tekrar güçlü bir aktör haline geldi ama artık kamu yararı için değil; özel sermayeyi desteklemek, vatandaşları ekonomik çıkarları dışındaki kimlikler (din, milliyet, cinsiyet) üzerinden yönlendirmek için sahnede. Mevcut düzen geniş kitlelere hizmet etmiyor ve bu durum artık herkesçe fark edildi. Gençlerin öncülüğünde gerçekleşen protestolar, yeni bir demokrasi arayışını yansıtıyor: yalnızca liberal hakları değil, sosyal, ekonomik ve ekolojik adaleti içeren bütünlüklü bir demokrasi. Mevcut mücadele koşulları zorlayıcı olsa da umutsuz değilim. Çünkü sermaye ve devlet el ele verse bile, dünyadaki insanların çoğunluğu bu sistemden zarar görüyor. Asıl görev, bu çoğunluğu daha örgütlü hale getirmek, koalisyonlar kurmak ve uzun vadeli bir mücadele vermek.”
Trump’ı destekleyen zenginler neden pişman?
Nobel iktisat ödüllü gazeteci Krugman, kendi blog’una yazdı: Birçok zengin II. Trump’ın tıpkı I. Trump gibi, gönlü biraz himayeciliğe kayan standart bir sağcı olacağını hayal etmişti. Öyle olsa şu an oligarkların keyfine diyecek olmazdı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Paul Krugman
Bakalım bu hafta hangi cehennemle karşılaşacağız diye beklerken sormamız gereken bariz bir soru var: Bu kötü niyetli palyaçoları kim iktidara getirdi?
Kestirme cevap şu: Cahil halk. Ama politik cehaletin iki farklı biçimi var.
Bir tarafta siyaseti yakından takip etmeyen “ilgisiz” seçmen duruyor. Açık konuşmak gerekirse Amerikalılar haberlere ilgi göstermemekte haklı. Herkesin yapılacak işleri, çoluğu çocuğu, kendi hayatı var. Maalesef bu seçmenlerin birçoğu Trump’ın uydurma vaatlerine kandı. Neye oy verdiklerini yeni yeni anlamaya başlıyorlar.
Şimdilerde Demokratlar arasında ilgisiz seçmene nasıl ulaşılacağı konusunda hararetli bir tartışma var.
Bunu sonraki yazılarda ele alacağım.
Ama ilgisiz seçmenler uyarı işaretlerini görmeyip Donald Trump’ı destekleyenlerden ibaret değildi. Trump’ın Wall Street ve Silikon Vadisi’nden ultra zengin destekçileri de vardı. Şimdi onun hâlâ aynı Trump olduğunu görüp şoka uğramış gibiler.
Bill Ackman’dan U dönüşü
Geçen hafta sonu Trump’ın en ateşli destekçilerinden, serbest yatırım fonu milyarderi Bill Ackman birden başkana sırtını dönerek X’te şu paylaşımı yaptı: “Dost ve düşman ülkelere benzer seviyede, çok yüksek ve orantısız gümrük vergileri getirerek bir anda bütün dünyaya karşı küresel ekonomik savaş açmakla ticaret ortağı, iş yapılacak yer ve sermaye yatırımı yapılacak piyasa olarak itibarımızı mahvetme sürecine girdik.”Ama Ackman bu mahvoluşa giden yolu açma konusunda hiçbir sorumluluk üstlenmiyor: “Bunun öngörülebilir olduğunu düşünmüyorum. Ekonomik rasyonelliğin üstün geleceğini sanmıştım. Yanılmışım.”
Belki ben de yanıldım
Yanılmış! Her gün Truth Social platformunda çılgın paylaşımlar yapan Bay Gümrük Vergisi’nin yıkıcı gümrük vergileri getireceğini kim tahmin edebilirdi ki? Ben dahil birçok iktisatçının Trump zaferinin ekonomi için çok kötü olacağı yönünde uyarılarının doğru çıkacağı kimin aklına gelirdi? Aslına bakarsanız bir şeyde yanıldıysak hasarın bu kadar büyük olacağını düşünmemekte yanılmıştık.
Diyelim ki Ackman budalanın biri ama Trump’ı tamamen yanlış anlayan tek kişi o değildi. Birçok zengin de II. Trump’ın tıpkı I. Trump gibi, gönlü biraz himayeciliğe kayan standart bir sağcı olacağını hayal etmişti. Vergileri düşüreceğine, mali ve çevresel denetimleri ortadan kaldıracağına, kripto parayı teşvik edeceğine, kısacası kendilerini daha da zengin edeceğine inanmışlardı. Borsa düşünce gümrük vergisi takıntısından vazgeçeceğini umdular. Sosyal güvenlik ağlarını mahvetse bile nasıl olsa zenginlerin gıda kuponlarıyla veya kamu sağlığı sistemiyle işi yoktu.
II. Trump gerçekten de I. Trump gibi olsa şu an Amerika’nın oligarklarının keyfine diyecek olmazdı.
İş insanları kendini iktisatçı sanıyor
Bir gerçek de şu: Başarılı iş insanları meseleleri anlamaya dair hiç kafa yormasalar bile mali başarıları sayesinde kendilerini ekonomi politikası uzmanı zannediyorlar.
JPMorgan Chase’in başında bulunan Jamie Dimon gibi görece makul iş insanları bile iktisatçı rolüne girince bocalıyor. Dimon’ın 2014 yılında Amerika’daki çalışanların doğru vasıflara sahip olmaması sebebiyle ülkede tam istihdamın imkansız olduğunu ilan edişini kimler hatırlıyor? Halbuki o sözlerden beş yıl sonra işsizlik oranı yüzde 4’ün altına inmişti.
Geçen hafta sonu Elon Musk’ın görünüşe göre Trump’la fikir ayrılığına düşerek ABD ile Avrupa arasındaki gümrük vergisinin sıfıra indirilmesi yönünde çağrıda bulunmasından çok etkilendim. Ama bu çağrıyla bir şey daha görüldü: Musk 2024 yılında transatlantik gümrük vergilerinin sıfıra yakın olduğundan bihabermiş. Geçen yıl Avrupa Birliği’nde ABD mallarına uygulanan ortalama gümrük vergisi yüzde 1.7, ABD’de AB mallarına uygulanan vergi ise yüzde 1.4’tü.
“Kızgın şişko kediler”
Kısacası büyük zenginlik çoğu zaman büyük vizyonsuzluk getiriyor. Bazı okurlar Wall Street’in “Obama öfkesini” hatırlayacaktır. Finans dünyasının devleri kendilerini küresel mali krizden kurtarmış başkana öfkeliydi çünkü Obama krizde onların da payı olduğunu ima etmeye kalkmıştı. Hatta onlara “şişko kediler!” bile demişti.
Bu seferki vizyonsuzluk daha fena. Trump’ın yemin töreninden birkaç gün önce Financial Times’ta yayınlanan “Amerikan şirketleri MAGA’nın peşinden mi gidiyor?” başlıklı yazıda “üst düzey bir bankerden” yapılan alıntı şöyleydi: “Kendimi özgürleşmiş hissediyorum. Tepki görme korkusu olmadan ‘geri zekalı’ ve ‘…’ diyebileceğiz… Yeni bir dünya doğuyor.”
Acaba şimdi kendisini ne kadar özgür hissediyordur?
Dürüst olmak gerekirse II. Trump’ın ekonomi için ne kadar büyük bir felaket olduğunu göstermesinden memnunum. Biraz itidalli davransa ve Joe Biden’dan devraldığı sağlam ekonominin ekmeğini yemeye kalksa demokrasiyi mahvetmesine rağmen çoğu zenginden alkış alacaktı. Şimdi ona sırt çevirebilirler.
Ama umarım bizim gibi geri kalanlar oligarşinin Trump’a verdiği ve şimdilerde çatırdayan destekten gereken dersi çıkarıp, bu aşırı servet eşitsizliğinin siyaseti kötü etkileyen insanlara ne kadar büyük bir güç sağladığını görür.
Yıkımdan önceki sessizlik
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Dünya ekonomisinin temelini oluşturan yapı, çoktan dev bir saadet zincirine dönüşmüş durumda. Sistemde dolaşan paranın büyük bir kısmı, fiziki (altın) karşılığı olmayan bir güven illüzyonuna dayanıyor. Bu illüzyonun adıysa: “ABD’ye güven.” ABD fiziksel üretim savaşını çoktan kaybetti; yeni hegemonya artık verinin kontrolü üzerinden inşa ediliyor. Bu aşamada en kritik soru şu: Yeni model, fiziksel üretim kavgası ve dijital hegemonya üzerine kurulurken, biz bu oyunun neresindeyiz? Yerimiz neresi olacak?
Bir önceki yazımda, Trump ve ekibinin benimsediği yeni ekonomik modelin, “Hem pastam dursun hem karnım doysun” yaklaşımına dayandığını belirtmiştim. Üretimi yeniden ülke içine çekmeyi hedefliyorlar; fakat bunu, yıllardır karşılıksız bastıkları dolarlarla dönen mevcut finansal düzeni bozmadan gerçekleştirmeye çalışıyorlar demiştim. Bu, oldukça paradoksal bir hedefti.
Zira dünya ekonomisinin temelini oluşturan yapı, çoktan dev bir saadet zincirine dönüşmüş durumda. Sistemde dolaşan paranın büyük bir kısmı, fiziki (altın) karşılığı olmayan bir güven illüzyonuna dayanıyor.
Bu illüzyonun adıysa: “ABD’ye güven.”
Trilyonlarca dolar kâğıt üzerinde tanımlı bir değerden ibaret. Eğer ABD üretimi ülke içine çekmeye kalkarsa, bu karşılıksız paraların önemli bir kısmı da anavatanına dönecektir. Ve bu da uzun süredir ertelenen büyük bir ekonomik yıkımın fitilini ateşleyecektir.
Tam da bu sürecin ortasında, Trump dünyaya yeni gümrük tarifelerini ilan etti ve piyasalar son beş yılın en kötü haftasını yaşadı.
Dow Jones endeksi 2.231 puan (%5.5) düştü. S&P 500 %5.97, Nasdaq ise %5.82 değer kaybetti. Nasdaq, 2022’den bu yana ilk kez zirvesinden %20’nin üzerinde geriledi. Trump’ın göreve geldiği günden bu yana borsada 10 trilyon dolarlık bir kayıp yaşandı. Sadece bir günde, dünyanın en zengin milyarderleri 350 milyar dolar kaybetti.
İronik olan ise, bu saadet zincirinin potansiyel çöküşünü en iyi bilenlerin, zincirin en tepesindekiler olması. Bugün küresel servetin yaklaşık %40’ı bu küçük azınlığın elinde. Ve onlar da çok iyi biliyorlar ki, ellerindeki servet –dolarlar, hisseler, fonlar– artık üretime değil, ABD’ye olan güven beklentisine dayanıyor. Gerçek dünyada reel karşılığı olmayan devasa bir varlık balonunun üzerinde oturuyorlar.
Peki soru şu: Hem üretimi ülkeye geri çekmek hem de karşılıksız dolarların ABD’ye dönmesini engellemek mümkün mü? Böyle bir model mümkün mü?
Savaş çıkmaz
Bundan sonra yazdıklarım, artık tahminler ve olasılıklar dünyasına ait.
Birinci olasılık: Savaşlar ile mümkün. Ama bu kez bölgesel değil, küresel ölçekte bir savaş. Çünkü bu kadar karşılıksız parayı sistemde hareketli tutabilecek tek unsur, yıkılıp yeniden inşa edilmesi gereken bir dünya olabilir. Fakat Trump doğrudan savaştan yana değil. O bir tüccar; pazarlık, baskı ve zorlama yöntemleriyle çözüm üretmeye, istediğini almaya inanıyor. Üstelik dünya artık eski usul savaşları yürütemiyor. Bu ölçekte bir savaşın nükleer güçleri devreye sokmasıysa, insanlığın sonunu getirebilir. Kimse bu riski almak istemeyecektir. Evet, maalesef yerel savaşlar ve katliamlar hep olacak; ama küresel ölçekte bir savaşı pek olası görmüyorum.
Mega projeler
İkinci olasılık: Çılgın projeler. Ancak bugün dünyada, bu kadar büyük bir karşılıksız para yığınını yutabilecek çılgın projelerin sayısı on binlere ulaşırsa mümkün olur. Bu kadar sayıda çılgın projeyi zaten dünya iklimi kaldıramaz. %1’lik zümrenin sadece tarifelerde kaybettiği servet düşünüldüğünde, birkaç mega projenin bu para için denizde bir kum tanesi olacağı da aşikâr. Önümüzdeki dönemde bolca çılgın proje göreceksek de bunlar sistemin yapısal sorunlarını çözmeyecek, yalnızca yüzeysel pansuman işlevi görecektir.
Peki ilk iki olasılık, gerçekte pek de olası değilse, bu model nereye inşa edilecek?
Bunun yanıtını yine rakamlarda aramak lazım.
2024 itibarıyla ABD, yaklaşık 2 trilyon dolarlık fiziksel ürün ihraç ederken, 3.27 trilyon dolarlık ithalat yaptı. Yani yıllık ticaret açığı yaklaşık 1.3 trilyon dolar. Bu, 27 trilyon dolarlık ABD GSYİH’si içinde ciddi bir oran.Bu yüzden “çılgın tarifeler” stratejisi, ABD’ye başta verdiği zarara rağmen aslında içinde bir mantık da taşımıyor değil. ABD, fiziksel ürün savaşını çoktan kaybettiğinin farkında. Çin gibi üretim devleri karşısında artık üstünlük kurması mümkün değil. Bu yüzden agresif korumacı politikalara yöneliyor. İthalatı sınırlamak, üretimi içeri almak istiyor. Kavga ediyor, tehdit ediyor, pazarlık masasında dirsek atıyor. Fiziksel ürün dünyasında artık kaybedecek bir şeyi kalmamış; zaten bu savaşı çoktan kaybetmiş durumda.ABD’nin asıl ihracat gücü fiziksel ürünlerde değil, veride yatıyor. Bugün dijital altyapılar, sosyal medya uygulamaları, dizi platformları, tarayıcılar, reklam algoritmaları ve arama motorları üzerinden küresel ölçekte bir veri ihracatı yapılıyor. ABD, Netflix üzerinden içerik, Twitter üzerinden reklam, Google üzerinden ise sıralama satıyor. Veriyi yöneten, işleyen ve pazarlayan küresel lider konumunda. Bu nedenle ekonomik modelini de fiziksel ürünler üzerine değil, veri temelli bir hegemonya üzerine inşa etmek zorunda. Araba, çamaşır makinesi ya da yumurta değil; tartışmasız liderlik veride korunacak.
Yeni elitler
Tam da bu nedenle, Trump’ın başkanlık yemin töreni çok şey anlatıyordu. İlk kez geleneksel devlet protokolünün dışına çıkılmış, törenin en görünür alanlarına veri ekosisteminin devleri yerleştirilmişti. Oysa normalde bu koltuklar eski başkanlara, bakanlara ve üst düzey devlet yetkililerine ayrılırdı. Bu kez sahneye en yakın noktada dünyanın en zengin veri şirketlerinin CEO’ları oturuyordu.
Bu yalnızca bir oturma düzeni değişikliği değildi; gücün, temsilin ve meşruiyetin yeni aktörler üzerinden yeniden tanımlandığının sembolüydü. Eskiden siyasi elitlerin yönettiği geçiş töreni, artık dijital elitlerin görünürlüğüyle yeni bir kimlik kazanmıştı.
Yeni dönemin mimarları artık onlar.
Çok beklemeyiz
Önümüzdeki süreçte Trump, fiziksel üretim alanında daha agresif ve çatışmacı bir siyaset izleyecek. Burası onun savunmada olacağı ve masada çözüm arayacağı alan. Bu cephede diplomasi, siyaset ve pazarlık devreye girecek. Bu nedenle karşısındaki liderlerin de tek adam gücünde, kararlı ve bürokratik hantallığa takılmadan müzakere yürütebilecek nitelikte olması şart. Zira bu modelde pazarlık masada yapılmalı, karar da aynı masada alınmalı. İşte bu yüzden Avrupa Birliği gibi modeller bu tablo içinde önemli bir dezavantajla karşı karşıya.
Fiziksel ürünler alanında kavga sürerken, ABD esas savaşı dijital platformlar, algoritmalar ve kullanıcı davranışlarının kontrolü üzerinden kazanmak istiyor.
Bu aşamada en kritik soru şu: Yeni model, fiziksel üretim kavgası ve dijital hegemonya üzerine kurulurken, biz -hem bir ülke olarak hem de bu ülkenin bireyleri olarak- bu oyunun neresindeyiz? Yerimiz neresi olacak?
Şurası kesin; yanıtı öğrenmek için çok beklemeyeceğiz.
Yıkımdan önceki sessizlik sona ermek üzere…
Kriz beyaz perdeye taşındı: Çin, ABD'den film ithalatını azaltacak
Çin, ABD ile karşılıklı gümrük vergisi artışlarıyla tırmanan gerilim nedeniyle bu ülkeden film ithalatını azaltacağını duyurdu
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Çin'de vizyona girecek yabancı filmlerin seçilmesi ve uygulanan kotalardan sorumlu Çin Film İdaresi (CFA), gümrük vergisi artışlarının sinema sektöründeki alışverişi nasıl etkileyeceğine dair açıklama yaptı. Açıklamada, ABD'nin Çin'e karşı gümrük vergilerini istismar ederek 'yanlış tercih' yaptığı, bu durumun "Çinli izleyicilerin ABD filmlerine ilgisini kaçınılmaz olarak azaltacağı" belirtildi.
Beyaz Saray açıklık getirdi: Çin'e uygulanacak toplam gümrük vergisi oranı yüzde 145
CFA'nın piyasa kurallarına uygun hareket ederek izleyicilerin tercihine saygı duyacağının ifade edildiği açıklamada, ABD filmlerinin ithalatının 'makul ölçüde azaltılacağı' bilgisi verildi. Açıklamada, Çin'in dünyanın en büyük ikinci sinema pazarı olduğu belirtilerek, piyasadaki talebi karşılamak üzere kaliteli yabancı yapımların seyirciyle buluşturulmaya devam edileceği vurgulandı.
Mevcut ticaret anlaşmaları uyarınca Çin'de her yıl 34 yabancı film gösterime giriyor. Gelir paylaşımı esasına göre yapılan gösterimlerde filmin sahibi olan stüdyo bilet gelirlerinin yüzde 25'ini alıyor.
Apple'dan Trump'a karşı Hindistan hamlesi: ABD'ye 6 haftada 1.5 milyon adet iPhone ithalatı
ABD Başkanı Donald Trump, 2 Nisan'da aralarında Çin'in de olduğu ticaret ortaklarına 'karşılıklı tarifeler' kapsamında ek gümrük vergileri açıklamıştı. Çin'in karşılık vermesiyle iki ülke arasında başlayan restleşme sonunda ABD, Çin'e uyguladığı gümrük vergisini yüzde 125'e kadar çıkarmış, Çin de ABD'ye yüzde 84 gümrük vergisi getirmişti. Washington yönetimi, diğer ülkelerde getirdiği ek vergileri 90 gün ertelerken, Çin'e yönelik ek vergiler yürürlüğe girmişti.
Kaynak: AA
100 milyon dolarlık askeri geçit töreni istiyor
Trump’ın 2018’de ilk başkanlık döneminde başkentte tank ve uçaklardan oluşan bir askeri geçit töreni yapma planı suya düşmüştü. Görünen o ki bu kez kimse onu durduramayacak
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD Başkanı Donald Trump 2017’de Fransa’yı ziyaret ettiğinde bu ülkede düzenlenen askeri geçit töreninden çok etkilenmiş ve “Bunun daha iyisini biz yapmalıyız” demişti. 2018’de Pentagon’a ABD’de daha önce hiç yapılmamış olan bu tür bir tören için bir maliyet tablosu çıkarması talimatını verdi.
Doğum gününe denk geliyor
Ancak askeri liderlerin bunun 92 milyon dolara mal olacağını söylemesi ve bölge yetkililerinin ağır askeri teçhizatın (tanklar ve uçaklar dahil) yolları bozacağından ve sadece geçit töreninin kamu güvenliği için 21 milyon dolara mal olacağından şikayet etmesi üzerine Trump öfkeyle ve isteksizce planlarını iptal etti. O dönem Twitter’da “Büyük bir kutlama askeri geçit töreni düzenlemek için o kadar gülünç bir rakam istediler ki iptal ettim. Ama birinin sizi oyalamasına asla izin vermeyin!” diye yazmıştı.
ABD basınına göre Trump başkanlığının ikinci döneminde bu kez geri adım atmamak konusunda kararlı. Halen geliştirilmekte olan plan hakkında bilgi sahibi olan bir başkent kaynağına göre Trump, askeri geçit töreni için 14 Haziran Cumartesi gününü (ABD Ordusu’nun 250. yıldönümü ve Trump’ın 79. doğum günü) seçti. Arlington’daki Pentagon’dan Beyaz Saray’a kadar yaklaşık 6.5 km uzanacak olan geçit töreni, kaynağa göre yerel yetkililer tarafından yeni öğreniliyor.
Arlington ilçe yönetiminden Takis Karantonis, Washington City Paper’a yaptığı açıklamada Beyaz Saray tarafından geçit töreniyle ilgili bir “uyarı” yapıldığını, ancak kesin bir ayrıntı verilmediğini söyledi.
Karantonis “Bir geçit töreninin kapsamının ne olacağı benim için net değil,” diyor. “Ancak federal hükümetin, ordunun yıldönümünü en iyi şekilde nasıl kutlayacaklarını düşünürken, son federal kararlarla işlerini kaybeden ya da kaybedebilecek olan çok sayıda gazinin acılarına ve endişelerine duyarlı kalmasını umuyorum” dedi.
Amerika’ya gidenler azaldı
Trump ABD’ye yönelik seyahatleri bile düşürdü. Avrupa ve Kanada’dan ABD’ye gidenlerin sayısı hızla düştü. ABD’li havayolu şirketleri pandemi dönemi gibi değer kaybediyor
Trump: Ne halt yediğimi biliyorum
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Donald Trump kapsamlı gümrük vergilerinin uygulanacağını açıklarken “ne halt ettiğimi biliyorum” diye ısrar etmiş ve ticaret anlaşmalarını müzakere etmeye çalışan dünya liderleri için “kıçımı öpüyorlar” diye övünmüştü.
Washington’da partisinin yıllık bağış toplama yemeğinde konuşan Trump “Siz de ne yaptığımı biliyorsunuz. Bu yüzden bana oy veriyorsunuz” demişti.
“Size söylüyorum, bu ülkeler bizi arayıp kıçımı öpüyorlar. Anlaşma yapmak için can atıyorlar.”
Hatta şu sözlerle hayali bir yabancı liderin taklidini yaptı: “Lütfen, lütfen, efendim, bir anlaşma yapın. Her şeyi yaparım. Her şeyi yaparım efendim!”
Ancak bir günden kısa bir süre sonra Çin dışındaki ülkelere uygulanacak vergileri 90 günlüğüne dondurduğunu açıkladı. Kararın açıklamasını da kendi sosyal medya platformu Truth Social üzerinden yaptı. Bu kez küfretmeden ancak yine dağınık bir dille:
“75’ten fazla ülkenin, ticaret ve hazine bakanlıkları da dahil olmak üzere ABD temsilcilerini bir çözüm için müzakere etmeye çağırdığı ... ve bu ülkelerin, benim güçlü önerim üzerine, ABD’ye karşı herhangi bir yolla, herhangi bir şekilde, veya biçimde misilleme yapmadığı gerçeğine dayanarak, 90 günlük bir duraklamaya ve bu süre zarfında da hemen geçerli olmak üzere önemli ölçüde düşürülmüş yüzde 10’luk bir Karşılıklı Tarife’ye izin verdim.”
Çeviri hatası olduğunu düşünenler ya da bu karmaşık ifaedenin içinden çıkamayanlar için özetleyelim:
“75’ten fazla ülke bizi aradı, işbirliği yapmak istedi. Misilleme de yapmadılar. Vergileri erteledim.”
Türkiye ne satıyor?
Trump yönetiminin piyasaları durmaksızın dalgalandıran, küresel ekonomiyi derinden sarsan tartışmalı gümrük vergisi politikaları, çarşamba günü itibarıyla farklı bir evreye ulaştı. Beyaz Saray; Çin harici diğer ülkelere yönelik getirdiği tarife uygulamasını 90 günlüğüne dondurma kararı aldı. Bu politikalar bizi de çok yakından ilgilendiriyor çünkü TÜİK verilerine göre Türkiye’nin Almanya’nın ardından en büyük ihracat rotası ABD. Ülke, Türkiye’nin 2024 yılında gerçekleştirdiği 261.8 milyar dolarlık ihracatta yüzde 6.2’lik payla Almanya’nın ardından ikinci sırayı aldı. Dilerseniz, Türkiye ve ABD arasındaki ticari manzarayı daha iyi anlamak için, verileri derinlemesine inceleyelim.
Türkiye’nin ABD’ye ihracat kalemleri
ABD Nüfus Sayım Bürosu’nun verilerine göre, 2024 yılında ABD; Türkiye’den toplam 392 ürün grubu ithal etti. Bu ürünlerin ithalat değeri ise 16.7 milyar dolar oldu. Bunlar arasında ithalat tutarıyla en fazla öne çıkan ürün grubu sayısı 51. Bu 51 ürün grubunun toplam ithalat değeri 16.1 milyar dolar, yani Türkiye’nin ABD’den kazandığı ihracat gelirinin yüzde 96.4’ü, bu ürünlerden geliyor.
Türkiye’den ABD’ye en çok ihraç edilen 10 ürün
“Türkiye gümrük vergisine tabi değildi”
Geçmişte Türkiye’nin sahip olduğu daha farklı imtiyazlar da vardı. Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanvekili Ahmet Fikret Kileci, 2019 Mayıs’ına dek Türkiye’nin gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelere gümrük muafiyeti imtiyazı sağlayan Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi (GTS) kapsamında olduğunu söylüyor. Kileci şöyle diyor: “Bu nedenle o tarihe dek Türkiye’den ABD’ye ihraç edilen yaklaşık 3 bin 500 ürün gümrük vergisine tabi değildi. Tabi olanları da hesaba kattığımızda ortalama gümrük vergisi yüzde 2.5-3 civarına denk geliyordu. 2019’da ise Trump, Türkiye’nin gelişmiş bir ülke olduğuna hükmedip bu sistemden çıkarılmasına karar verdi. GTS’den çıkarılma sonrasında ABD, Türkiye’nin ihraç ürünlerine yine ortalama yüzde 5-6 düzeyinde gümrük vergisi uygulamaya başladı.”
Fransa’nın kitap mabedi 30 yaşında
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın son dev projesi Ulusal Kütüphane, 30. yaşını kutluyor. Sosyalist başkan, dünyanın en büyük kütüphanesini kurmuştu. Bir bilge olan cumhurbaşkanı belki de, tarihe savaşlarla değil, bıraktığı eserlerle geçileceğine inanarak kütüphane kuran İskenderiye Kralı’ndan esinlenmişti
Çanlar yeniden İran için çalıyor
İlk başkanlık döneminde İran ile Batı arasındaki nükleer anlaşmadan çekilen Trump, bu kez açık açık İran’ı vurmakla tehdit ediyor. Hafta sonu Umman’da yapılacak ABD-İran görüşmesi belki de bölgenin kaderini çizecek
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Obama döneminde nükleer faliyetlerine mali destek karşılığında neredeyse son veren İran yönetimi, Trump’ın başkan olur olmaz çekildiği İran anlaşmasından sonra düğmeye yeniden basmıştı. İran’ın elinde bir kısmı neredeyse nükleer silah yapımına uygun halde yüzde 60 zenginleştirilmiş olmak üzere 8 tondan fazla zenginleştirilmiş uranyum bulunuyor. İsrail, Tahran’ın atom bombasına sahip olmaya çok yakın olduğunu iddia ediyor. Son haftalarda, ABD’yi Irak’a iten neo-muhafazakâr seslerin çoğu da İran’a saldırı çağrısında bulunuyor. Washington Institute for Near East Policy gibi gruplar, harekete geçmek için daha iyi bir zaman olmayabileceğini iddia ederek bir kez daha çatışmayı teşvik ediyor. Trump başkanlığının ikinci döneminde İran’ı ülkenin üzerine ‘cehennem yağdırmakla’ tehdit etti. Geçtiğimiz günlerde ise “İran’a yakında bir şeyler olacak. Umarım bir barış anlaşması yapabiliriz” dedi. Netanyahu’nun Beyaz Saray ziyaretinde İran’a yönelik atılacak adımların konuşulmamış olması düşünülemez. ABD’ye ait 6 adet B2 hayalet bombardıman uçağının İran’a 10 saat mesafedeki Diego Garcia Hava Üssü’ne konuşlanmış olması da daha önce görülmemiş bir durum. Bu hamlenin İran’a yönelik bir gözdağı olduğu konuşulurken İran ve ABD heyetlerinin cumartesi günü Umman’da buluşacak olması da bölgenin kaderi açısından belirleyici olacak.
Çok ağır 4 talep
ABD basınına göre ABD’nin bu görüşmede Tahran yönetiminden kabul edilmesi çok da mümkün olmayan 4 talebi olacak:
Sıfır uranyum zenginleştirme
Nükleer programını tasfiye etme
Tüm bölgesel müttefikleriyle bağlarını kesme
Dış politikasını temelden değiştirme
Geçtiğimiz ay Trump, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’e bir mektup göndererek yeni bir anlaşmayı kabul etmesi ya da olası bir askeri harekatla karşı karşıya kalması çağrısında bulundu.
Trump, son olarak “Cumartesi günü çok büyük bir toplantımız var ve onlarla doğrudan görüşeceğiz” dedi.ABD’nin bölgede F-16, F/A-18, F-15E ve F-35 gibi uçak gemilerinde konuşlanmış ve Ürdün ve BAE gibi ülkelerde üslenmiş çeşitli uzun menzilli avcı uçakları olsa da, B-2’ler Trump yönetiminin tek taraflı saldırılar gerçekleştirmesine de olanak sağlıyor. Yani diğer Orta Doğu ülkelerinin izni ya da müdahalesi olmadan.
(Diego Garcia askeri olarak Birleşik Krallık tarafından kontrol edilmeye devam ediyor)
BBC Newsnight’a konuşan İngiltere’nin eski İran büyükelçisi Richard Dalton “Bir yanda İsrail ve ABD, diğer yanda İran arasında bir savaş riski hiç bu kadar yüksek olmamıştı” dedi.
Trump’a mektup yazdılar
Büyük bir protesto grubu olan İran Ulusal Direniş Konseyi, Tahran içinde ve dışında giderek güçleniyor.
Konsey’in en güçlü unsuru olan Halkın Mücahidleri Örgütü’nün (MEK) 1980’li yıllardan beri liderliğini yapan Meryem Recavi, İran’da molla rejiminin devrilmesi için yıllardır faaliyet gösteren isim. Geçtiğimiz hafta Recavi’ye destek veren İran asıllı Amerikalı önde gelen 100 akademisyen ve profesyonelden oluşan bir grup Başkan Trump’a gönderdikleri mektupta ABD hükümetini İran’a yönelik olarak İran halkının istekleriyle uyumlu, ilkeli ve bilinçli bir politika benimsemeye çağırdı:
“İran hiçbir koşulda ne sahada yabancı botlara ne de mali yardıma ihtiyaç duyuyor. İran halkının vizyonu ileriye dönüktür ve geçmişe bağlı değildir. Her türlü diktatörlüğü kategorik olarak reddediyor, hem Pehlevi hanedanına hem de mevcut teokrasiye karşı çıkıyoruz. İran Ulusal Direniş Konseyi (NCRI), İran’ın demokratik güçlerinin bir koalisyonu olarak hizmet vermektedir. Seçilmiş başkanı Meryem Recavi liderliğinde NCRI, 10 maddelik planıyla İran’ın geleceğine yönelik net ve kapsamlı bir vizyon ortaya koymuştur. Rejimin devrilmesi ve barışçıl, yumuşak bir geçiş için sahada güçlü bir varlığı, iyi yapılandırılmış bir örgütü ve tutarlı bir programı olan bir alternatif gereklidir. NCRI’nin ana kurucu örgütü olan MEK’in Direniş Birimleri rejim değişikliği ve istikrarlı bir geçiş için en önemli gücü temsil etmektedir.”
New York'taki Hudson Nehri'ne helikopter düştü: Kazada 6 kişi hayatını kaybetti
New York'ta bulunan Hudson Nehri'ne bir helikopterin düştüğü açıklandı. Helikopterde Siemens'in İspanya CEO'su Agustin Escobar ile ailesinin bulunduğu ve kazada kurtulanın olmadığı açıklandı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
New York Polis Departmanı, kazayı sosyal medya hesabından yaptığı açıklamayla duyurdu. Açıklamada, Hudson Nehri'ne bir helikopter düştüğü, kaza nedeniyle bölgeye ilk yardım ekiplerinin yönlendirildiği belirtildi.
New York Belediye Başkanı Eric Adams, düzenlediği basın toplantısında, kazada 3'ü yetişkin, 3'ü çocuk olmak üzere 6 kişinin hayatını kaybettiğini bildirdi. Helikopterde Siemens'in İspanya CEO'su Agustin Escobar, eşi ve üç çocukları bulunuyordu. Aile kazadan bir gün önce Barcelona'dan New York'a gelmişti.
Adams, kazanın nedenini tespit etmek için soruşturma başlatıldığını duyurdu.
NYPD Komiseri Jessica Tisch ise 4 kişinin kaza mahallinde, 2 kişinin ise hastanede hayatını kaybettiğinin tespit edildiğini söyledi.
Comentarios