Çin Akademik Yarış Harward
- mutlunecmettin
- 6 Haz
- 33 dakikada okunur
Çin akademik yarışta ABD’yi ezdi geçti
Bilimsel üretimi temel alan Nature Index ilk yayımlandığında ilk 100’de sadece 8 Çin kurumu vardı. Bugün ise ilk 10’da bile 7’si üniversite 8 Çin akademisi var
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Alman-İngiliz akademik yayın şirketi Springer Nature tarafından kurulan ve farklı kurumların bilimsel üretimini takip eden Nature Index’e bu sene Çin üniversiteleri damga vurdu. Veritabanına göre dünyada en çok bilimsel üretim gerçekleştiren 10 kurumdan 8’i Çin’de bulunuyor. İlk 20’de ise toplam 13 Çin, 3 ABD üniversitesi, 1 Çin devlet kurumu, 2 Alman ve bir Fransız araştırma merkezi bulunuyor.
Kasım 2014’te kullanıma açılan Nature Index; şirketler, üniversiteler, devlet kurumları, araştırma enstitüleri ve STK'ların bilimsel üretimini takip ediyor. Toplam 17 binden fazla kurumun listelendiği veritabanı başlangıçta 64 doğa bilimi dergisiyle yayımlanıyordu. 2018’de 82 doğa bilimi dergisine genişledikten sonra 2023’te de 64 sağlık bilimi dergisi eklendi.
Harvard ikinci sırada
Endeks en iyi üniversiteleri değil, en çok bilimsel üretim yapan kurumları takip ediyor. Endeks ayrıca sadece yüksek etkili ve seçkin dergilerde yayımlanan, biyoloji, kimya, yer ve çevre bilimleri, sağlık bilimleri ve fizik çalışmalarını temel alıyor.
Endekse göre Pekin’deki Çin Bilimler Akademisi, 1 Mart 2024 ile 28 Şubat 2025 arasında Nature’ın kriterlerine uygun 9 bin 782 çalışma ile 1. sırada yer aldı. Çin Bilimler Akademisi’nin çatısının altında 106 araştırma kuruluşu ve 2 üniversite bulunuyor. Akademinin toplamda 71 binden fazla tam zamanlı çalışanı ve 79 binden fazla öğrencisi var. 2. sıradaki ABD’nin en prestijli üniversitelerinden Harvard’ın 3 bin 875 çalışması bulunuyor. Yani Çin Bilimler Akademisi en yakın takipçisinin iki katından fazla üretim yapmış. 3. sıradaki Çin Bilim ve Teknoloji Üniversitesi, Harvard’ı 2 bin 737 bilimsel çıktı ile takip ediyor. Harvard bu sonuçlara göre dünyada hala en çok bilimsel üretim yapan üniversite ve en çok üretim yapan 2. kurum konumunda.
Endeksin ilk kez yayımlandığı 2014 senesinde ilk 100’de sadece 8 Çin kurumu vardı. 11 yıl içinde bu sayı 5 kattan fazla arttı. Artık ilk 100’de 42 Çin, 36 ABD ve 4 İngiliz üniversitesi yer alıyor.
Dünya tarihinin en büyük soygunu
The Atlantic yazarı David Frum, Trump’ın ikinci dönemini böyle niteledi
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Her gün aynı saatte, en önemli gelişmeler e-posta kutunda! Şimdi ücretsiz üye ol, gündemi kaçırma!
Donald Trump, ilk başkanlığı sırasında milyonlarca dolarlık başkalarının parasını topladı. Kendi mülklerini yüzlerce kez ziyaret ederken, kendisini korumak için vergi mükelleflerinden yaklaşık 2 milyon dolar talep etti. Kendisinin desteğini isteyen Cumhuriyetçi adaylardan milyonlarca dolarlık kampanya parası aldı. İşletmeleri, ilk görev döneminde yabancı hükümetlerden en az 13 milyon dolar topladı.
Her şey bitince, anlaşılan o ki Trump bu paraların çok küçük kaldığına karar verdi. İlk döneminde milyonlarca dolarlık usulsüz kazanç elde etmişti. İkinci döneminde ise milyarlarca dolara ulaşmaya çalışıyor: Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait bir devlet şirketi, Trump ailesinin stabilcoin varlığını kullanarak Binance kripto borsasına 2 milyar dolarlık yatırım yaptı. Katar’ın, emirlikteki Trump ailesinin gayrimenkul projesine yatırdığı milyarlarca doların yanı sıra, başkanın görev süresi boyunca ve sonrasında kişisel kullanımı için lüks bir 747 jet hediye edildi. Vietnam liderleri, Trump’ın gümrük vergilerinden muafiyet için ABD ile müzakere ederken, hükümet Trump’ın Vietnam’daki golf sahasına destek verdi. Geçen hafta Trump, 200’den fazla “meme coin” alıcısını özel bir akşam yemeğine davet etti. Bu kişilerin çoğu yabancı uyrukluydu ve başkanın zamanına erişmek için cebine para ödeyenlerin isimleri açıklanmadı.
Trump’ın gayrimenkul ve iş projelerinin sicili neredeyse kesintisiz bir başarısızlık öyküsü. 1991’den 2009’a kadar şirketleri altı kez iflas başvurusunda bulundu. Trump’ın görevde olmadığı dönemde, çok az sayıda meşru yatırımcı Trump’ın işlerine parasını emanet etti. Ancak Beyaz Saray’a döndüğünden beri Trump, Orta Doğu hükümetlerinden gelen nakit akışıyla boğulmuş durumda. Bilinmeyen Çinli şirketler aniden milyonlarca dolarlık Trump meme coin satın alıyor. Aynı şekilde, Trump’ın gümrük vergilerinden ağır darbe alan Amerikan şirketleri de erişim ve nüfuz için çaresizce çabalıyor. Trump, kripto fonlarının büyük sahiplerini akşam yemeğine davet ettikten sonra, Wired bir kripto analistinincoin’in değer önerisiyle ilgili şu sözlerini aktardı: “Önceden, hiçbir faydası olmayan bir Trump coin’i üzerine spekülasyon yapıyordunuz. Şimdi ise Trump’a gelecekte erişim üzerine spekülasyon yapıyorsunuz. Bu, biraz daha fazla para etmelidir.”
Afrika diktatörlüğü gibi
Amerikan başkanlık tarihinde böyle bir şey denenmemiş, hatta hayal bile edilmemişti. Geçmişteki hiçbir başkanın yaptığıyla benzerlik yok. Kendi çıkarını gözetme cesareti, daha önceki hiçbir Beyaz Saray’da görülmemiş bir şey. Bu, Sovyet sonrası bir cumhuriyet veya sömürge sonrası bir Afrika diktatörlüğü ölçeğinde bir Amerikan yolsuzluğu.
Trump’ın görevde olduğu veya görev için yarıştığı süre boyunca kullandığı hilelerden biri, ABD siyasi sistemini tepeden tırnağa yozlaşmış olarak göstermeye çalışmaktı. Bu yöntem şöyle işliyor.
Ağustos 2015’te Fox News, 2016 Cumhuriyetçi ön seçimlerinin ilk tartışmasını düzenledi. Trump o sırada anketlerde öndeydi, ancak genel olarak yeni bir aday olarak görülüyordu ve yazın sonuna doğru yarışın kızışmasıyla birlikte ortadan kaybolacağına inanılıyordu. Ne de olsa Trump, 2011’de de potansiyel adaylar arasında kısa bir süre anketlerde önde gitmiş, ancak yarışa hiç girmemişti. Trump’a, Fox sunucuları tarafından hazırlanan ve ölümcül bir soru soruldu:
“Herkes yapıyor” mazereti
Sayın Trump, sağlık sistemi dışında da bir dizi başka liberal politikayı da desteklediniz; Hillary Clinton ve Nancy Pelosi dahil olmak üzere birçok Demokrat adaya bağışta bulundunuz. Bu bağışları, iş ile ilgili faydalar sağlamak için yaptığınızı söyleyerek geçiştirdiniz. Ve yakın zamanda şöyle dediniz: “Bağış yaptığınızda, onlar sizin istediğiniz her şeyi yaparlar.” Trump şöyle cevap verdi: “Size şunu söyleyeyim, sistemimiz bozuk. Ben birçok insana bağış yaptım. Bundan önce, iki ay önce, ben bir iş insanıydım. Herkese bağış yaparım. Arayan olursa veririm. Ve biliyor musunuz? İki yıl sonra, üç yıl sonra onlardan bir şeye ihtiyacım olduğunda onları ararım. Bana yardım ederler. Bu bozuk bir sistem.”
Moderatör tuzağı kapatmaya çalıştı: “Peki Hillary Clinton ve Nancy Pelosi’den ne aldınız?” Trump çevik bir şekilde konuyu değiştirdi ve muhtemel Demokrat Parti adayını tuzağa düşürdü: “Size söyleyeyim. Hillary Clinton’a ‘Düğünüme gel’ dedim ve o düğünüme geldi. Neden biliyor musunuz? Başka seçeneği yoktu! Çünkü ben para verdim.” Dinleyicilerin kendisi hakkında kötü düşünmesi Trump’ın umurunda değildi. Diğer herkes hakkında da kötü düşünsünler, ona yeterdi. Herkes sahtekarsa, en utanmaz sahtekar kendini cesur bir hakikat tellalı olarak sunabilirdi. “Herkes yapıyor” Trump’ın her duruma uyan mazereti oldu. Bu mazeret, “herkes”, ‘yapıyor’ ve “onu” hakkında yaygın dezenformasyon olduğu için işe yaradı. Trump ve destekçileri başkalarını karalayabilirse, seçmenlerin Trump’ın yolsuzluğunun korkunç benzersizliği konusundaki farkındalığını köreltebilirler.
Hakimleri sandıkta seçtiler
Meksika, dünya tarihinde tüm hakimlerini halk oylamasıyla seçen ilk ülke oldu. Muhalefetin boykot çağrısının da etkisiyle katılım yüzde 13 seviyesinde kaldı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Meksika’da geçen hafta yerel sulh hakimlerinden yüksek mahkeme yargıçlarına kadar yaklaşık 2 bin 600 görev için seçim yapıldı. Bu seçimle dünyada ilk kez bir ülkenin tüm yargıçları oylamayla seçilmiş oldu.
Meksika’nın eski devlet başkanı Andres Manuel Lopez Obrador, görev süresinin sonunda ülkedeki yargıçların seçimle seçilmesinin ülke yargısında yıllardır devam eden yolsuzluk sorununu çözeceğini iddia etmişti. Yeni Devlet Başkanı Claudia Sheinbaum da bunu seçim vaatlerinin bir parçası yapıp kazanınca Senato’nun desteğiyle hayata geçirdi. Bu vesileyle eskiden atanan hakimlerin Kongre onayıyla seçildiği sistem, oylamayla hakimlerin belirleneceği şekilde değiştirildi.
İlk kez yapılan hakim seçimlerine ülke genelinde katılım yüzde 13 seviyesinde kaldı. Bu, Meksika tarihinde yapılan en düşük katılımlı federal seçim olarak tarihe geçti. Ülkede devlet başkanlığı seçimlerine katılım ortalama yüzde 60 seviyesinde oluyor. Bazı muhalefet partileri boykot çağrısı yapmıştı. Sheinbaum buna rağmen seçimleri “büyük bir başarı” olarak niteleyerek “Meksika’nın dünyanın en demokratik ülkesi olduğunu” söyledi.
İktidardaki Morena Partisi, eski lideri Obrador’un seçimlerin yozlaşmayı azaltacağı tezine katılsa da muhalifler bu uygulamanın güçler ayrılığını yıkabileceğini ve yetersiz adayların göreve gelebileceğini savunuyor. Bir başka endişe ise bazı adayların siyasi çıkar için hareket edebileceği. Ayrıca The Guardian’ın aktardığına göre Ulusal Seçim Enstitüsü bu emsalsiz ve çok önemli seçimi sadece birkaç ay içinde organize etmek zorunda kaldı.
Oy sayma sürecinin iki hafta boyunca devam etmesi bekleniyor. Seçimle makama gelen ilk hakimler, eylül ayında göreve başlayacak.
Katar ABD'yi nasıl satın aldı?
Yukarıdaki başlık Katar’la ilgili binlerce belgeyi aylar boyu inceleyen ABD merkezli araştırmacı gazetecilik sitesi Free Press’e (FP) ait. FP’ye göre küçük Körfez ülkesi, Kongre, üniversiteler, haber merkezleri, düşünce kuruluşları ve şirketlerde nüfuz sağlamak için 100 milyar dolar harcadı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
FP’de Frannie Block ve Jay Solomon tarafından kaleme alınan geniş haberde Katar’ın ABD içinde kurduğu bağlantılar anlatıldı. Haber Katar tarafından ABD Başkanı Trump’a hediye edilen 400 milyon dolarlık lüks Boeing 747-8 jumbo jet ile başlıyor. Uçak anlaşmasının altında imzası olanlardan Adalet Bakanı Pam Bondi Free Press tarafından incelenen 2019 tarihli bir sözleşmeye göre, insan kaçakçılığıyla mücadele için Katar’dan ayda 115 bin dolar alan Washington, D.C.’deki bir lobi şirketinde çalışıyordu. Yönetimde Pers Körfezi ülkesiyle bağlantıları olan tek kişi o değil. Başkan Trump’ın genel sekreteri Susie Wiles, Mercury Public Affairs lobi şirketinin Katar’ın Washington büyükelçiliğini temsil ettiği dönemde şirketin başındaydı. FBI Direktörü Kash Patel, Katar için danışman olarak çalıştı.
Ve bir de Başkan Trump’ın uzun süredir arkadaşı ve kıdemli danışmanı olan Steve Witkoff var. Witkoff, aylardır Trump’ın Orta Doğu özel temsilcisi olarak görev yapıyor ve adı gelecekteki ulusal güvenlik danışmanı olarak geçiyor. Witkoff, aynı zamanda Katar’ın cömertliğinden de yararlanıyor: 2023 yılında Katar’ın devlet fonu, New York’taki Park Lane Hotel’deki batık yatırımını 623 milyon dolara satın aldı. Bu arada Trump Organization, Katar’ın başkenti Doha yakınlarında Katarlı bir şirketle ortaklaşa yeni bir lüks golf tesisi planlamak için yoğun bir şekilde çalışıyor.
Askeri üs için 1 milyar dolar harcadılar
Katar, Kongre, Amerikan kolej ve üniversitelerinde, ABD haber merkezlerinde, düşünce kuruluşlarında ve şirketlerde meşruiyetini sağlamak için neredeyse 100 milyar dolar harcadı. Son yirmi yılda, bu milyarları Amerikan yapımı silah alımlarına ve ABD gayrimenkullerinden enerji santrallerine kadar uzanan iş yatırımlarına aktardı. Irak ve Afganistan’daki Amerikan savaşları sona ermiş olmasına rağmen, Al Udeid Hava Üssü’nü inşa etti ve hala bunun masraflarını ödüyor. Doha, prestijli Amerikan üniversitelerinde araştırma ve kampüsleri finanse ediyor. Ve lobicileri, Washington’da doğru kapıları açmak için gerekli bağlantılara sahip.
Free Press, binlerce lobicilik, gayrimenkul ve şirket dosyasını inceledi. Düzinelerce Amerikalı, Avrupalı ve Orta Doğulu diplomat ve savunma yetkilisiyle röportaj yaptı. Ayrıca gizli istihbarat brifinglerini ve daha önce açıklanmamış hükümet belgelerini analiz etti. Bunların hepsi, Katar’ın Amerika’da nasıl bu kadar sadık müttefikler edindiğini açıklıyor.
Karşılaştırma için, Katar’ın 2021 yılında ABD’de lobiciler, halkla ilişkiler danışmanları ve diğer yabancı isimlere harcadığı miktar, İsrail’in harcadığının üç katı ve Çin’in harcadığının neredeyse üçte ikisi kadar.
2000’lerin başında Katar, 1990’da Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgalinden sonra on yıldan fazla bir süredir Suudi Arabistan’da bulunan ABD hava üssünü başarıyla kendi ülkesine çekmeyi başardı. Katar, Al Udeid’deki pistlere, kışlalara ve hangarlara 1 milyar dolardan fazla para yatırdı. Katar’ın ABD’deki tüm yatırımları arasında Al Udeid’in en akıllıca ve en etkili olduğu konusunda geniş bir mutabakat var. Sonuç olarak Katar, ABD’nin ulusal güvenlik sisteminin vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Bu, çok daha güçlü komşularından kendini korumak isteyen bir ülke için parlak bir hamle oldu. Katar’ın hava üssüne sağladığı muazzam sübvansiyonlar, Al Thani ailesinin Pentagon’dan Kongre’ye ve Beyaz Saray’a kadar herkesin övgüsünü kazanmasına da yardımcı oldu. 2019 yılında Hazine Bakanlığı’nda düzenlenen bir akşam yemeğinde Başkan Trump, Katar Emiri’ne “Siz harika bir müttefik oldunuz ve bize uzun zamandır görülmemiş muhteşem bir askeri tesis ve askeri havaalanı sağladınız” dedi.
Medyaya para akıtıyor
ABD hükümeti, yalnızca 2021 yılında Katar’ın 35 kayıtlı lobi uzmanı ve halkla ilişkiler şirketi istihdam ettiğini ve bunun toplam maliyetinin 51 milyon doları aştığını tespit etmişti. Buna karşılık, BAE’nin toplam harcaması 35 milyon dolardı. Suudi Arabistan’ın harcaması ise 25 milyon dolardı. Hükümet daha yeni toplam rakamları açıklamadı. Free Press, 2017’nin başından itibaren Katar tarafından ödeme aldığını bildiren lobiciler ve halkla ilişkiler şirketlerinin bulabildiği tüm belgeleri inceledi. Katar’ın o tarihten bu yana 225 milyon dolar harcadığını, yani yılda ortalama 25 milyon doların üzerinde bir miktar harcadığını hesapladı.
2019 yılında Katar, 2022 Dünya Kupası için inşa edilen futbol stadyumlarında düşük ücretli göçmen işçileri sömürdüğü için büyük eleştiri aldı. İnsan hakları grupları ve Avrupa medyası, bunun köle işçiliğine eşdeğer olduğunu ve binlerce kişinin öldüğünü iddia etti. Washington Post’un bu karşılıklı çıkar ilişkisini ortaya çıkarması Katar’ı zor durumda bıraktı. Tam da o sıralarda Al Thani ailesi, muhafazakar haber sitesi Newsmax’a 50 milyon dolar bağışladı. Newsmax’ın kurucusu, çalışanlarını Katar hakkındaki haberlerini yumuşatmaya teşvik etti.
Katar, kendisini Orta Doğu’daki Batı haber kuruluşları için bir merkez olarak konumlandırıyor. Şubat ayında CNN, Doha’daki Media City’de bu yıl yeni bir “operasyon” başlatacağını duyurdu. Media City, kendisini “medya şirketleri için küresel bir merkez” olarak tanımlıyor ve bu şirketlerin “Doha’dan faaliyet göstermeye başlarken yolculuklarının her yönünü yönetmelerine” yardımcı oluyor. Media City ayrıca The Wall Street Journal ve Bloomberg Media ile Doha’da haber etkinlikleri düzenlemek için ortaklıklar kurduğunu duyurdu.
Katar, medya haberlerini doğrudan etkilemek için geniş lobi ağından da yararlanıyor. Bazen bu çabalar sonuçsuz kalıyor veya kısa telefon görüşmeleri ya da e-posta yazışmalarıyla sonuçlanıyor. Diğer zamanlarda ise Katar’ın imajına olumlu katkılar sağlıyor.
Georgetown neden Doha’da kampüs açtı?
Katar, ABD’deki kolej ve üniversitelere dünyanın en büyük yabancı fon sağlayıcısı ve hükümetin 1986’da verileri kaydetmeye başladığından bu yana sözleşmeler ve bağışlar için 6,3 milyar dolardan fazla harcama yaptı. Örneğin, Georgetown Üniversitesi’nin Doha’da bir kampüsü neden var?
1995 yılında Katar’ın eski emiri tarafından kurulan Katar Vakfı, Georgetown’a 2005 yılında bir uydu kampüsü açması için 760 milyon dolar bağışladı. Katar’dan gelen para hiç durmadı. Network Contagion Research Institute’a göre, 2021’den 2024’e kadar Georgetown, Katar’dan yaklaşık 248 milyon dolar aldı.
Buna karşılık Çin yaklaşık 5.6 milyar dolar, Suudi Arabistan ise 3.7 milyar dolar harcadı.
Katar’daki Georgetown Üniversitesi, Cornell Üniversitesi tıp fakültesi (1.8 milyar dolar), Texas A&M Üniversitesi mühendislik programları (700 milyon dolar) ve gazetecilik ve iletişim dereceleri sunan Northwestern Üniversitesi’nin bir şubesi (600 milyon dolar) de dahil olmak üzere bir mega kampüs olan Eğitim Şehrinde bulunuyor.
Free Press araştırma haberini şu sözlerle noktalıyor: “Pek çok siyasi lider, uzman ve sıradan Amerikalı, Washington ve ötesinde ipleri kimin elinde tuttuğuna dair açıklamalar ararken veya komplo teorileri üretirken, çoğu gözlerinin önündeki gerçeği görmezden geliyor.”
“Rusya’nın Pearl Harbor’ı” asimetrik savaşın dönüm noktası
Ukrayna’nın sınırdan 4 bin km uzaktaki Rus askeri üslerine düzenlediği şoke edici drone saldırıları, Moskova’nın nükleer füze taşıyabilen uçak filosunun üçte birini yok etti. 50 bin dolara mal olan dronelar 7 milyar dolarlık zarar verdi, asimetrik savaşın kurallarını yeniden yazdı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Ukrayna’nın Rusya’nın derinliklerine yönelik büyük çaplı drone saldırısı, 2022’den bu yana devam eden Ukrayna-Rusya savaşının en şaşırtıcı ve cüretkar saldırısı oldu. Ukrayna, 117 insansız hava aracını kamyonların arkasına gizlice yükleyerek, biri Ukrayna sınırlarından 4 bin km uzaklıkta Sibirya’nın derinliklerinde bulunan dört Rus hava üssündeki uçaklara kamikaze saldırıları gerçekleştirdi. “Örümcek Ağı” operasyonunda Rusya’nın stratejik nükleer füze taşıyıcılarının %34’ünü oluşturan 40 Rus savaş uçağının vurulduğu iddia edildi. Ukrayna güvenlik servisi SBU, Kremlin’in kaybının 7 milyar dolar olduğunu tahmin ediyor.
Bazı askeri yorumcular ve Rus yanlısı blog yazarları, bu olayı ülkenin “Pearl Harbor”ı olarak nitelendirdi. Bu isim, 1941’de Japon uçaklarının kamikaze saldırıları sonucu ABD’nin II. Dünya Savaşı’na girmesine neden olan olaydan esinlenerek verildi.
Brüksel’deki düşünce kuruluşu Egmont Enstitüsü’nün direktörü Sven Biscop, “Putin’in savaş alanında galip geldiğini düşündüğü bir zamanda, bu olay onun güçlerinin aslında çok savunmasız olduğunu gösteriyor” dedi ve ekledi:“Bu, savaşın gidişatını değiştirmeyebilir, ancak Rusya’nın elde edeceği her kazanımın yüksek bir bedeli olacağı anlamına geliyor.”
Rus askeri blog yazarı Roman Alekhin, mesajlaşma uygulaması Telegram’da “Tepkinin, ABD’nin Pearl Harbor saldırısına verdiği tepkiyle aynı veya daha sert olmasını umuyoruz” dedi.
Savaş yanlısı bir başka Telegram kanalı olan Dva Mayora, bunun “Ukrayna’ya nükleer saldırı başlatmak için bir neden” olduğunu ekledi.
Bloomberg saldırıyı masaya yatırdığı haber-analiz yazısında asimetrik savaş dengelerinin bu küçük dron’lar tarafından nasıl değiştirildiğini inceledi. Bloomberg’e göre on binlerce nispeten ucuz ve tek kullanımlık drone şu anda cephe hattında ileri geri uçarak Rus mevzilerini tespit ediyor, yaklaşan saldırıları önceden tahmin etmek için istihbarat topluyor, düşman hedefleriyle çarpışıyor veya üzerlerine bomba atıyor.İngiltere merkezli düşünce kuruluşu Royal United Services Institute’a göre, 2025 başlarında, savaşta Rus ekipmanlarına verilen hasarın ve yıkımın %60 ila %70’ini insansız hava araçları oluşturuyordu.
Stratejiler değişiyor
Dünyanın dört bir yanındaki askeri komutanlar bu durumu dikkatle izliyor. Tayvan, Çin ile olası bir çatışmaya hazırlık olarak seri üretim insansız hava araçlarına yatırım yapıyor. İsrail, Gazze’deki savaşta manevra kabiliyetine sahip insansız hava araçlarını hesaba katmak için Iron Dome hava savunma sistemini yeniden ayarladı. Soğuk Savaş’tan bu yana en büyük silahlanma programına başlayan Avrupa hükümetleri, insansız hava araçları ve insansız hava aracı savunma sistemlerini yatırım önceliği olarak belirledi. Büyük silah üreticilerinden tedarik edilen sofistike ve pahalı insansız hava araçlarının öncüsü olan ABD Savunma Bakanlığı, yeni kurulan şirketler tarafından tasarlanan ve toplu olarak konuşlandırılan daha ucuz insansız hava araçları satın almayı planlıyor.
Ukrayna’nın devasa insansız hava aracı programı, durumu tersine çevirmek için en iyi şansı olabilir.Çok rotorlu, küçük ve hafif insansız hava araçları, bu savaşın belirleyici yeniliği haline geldi. Birinci şahıs görüşlü (FPV-First Person View) insansız hava araçları olarak bilinen bu araçlar, genellikle elektronik gözlükler kullanarak araçtaki kameradan “görebilen” bir operatör tarafından video yayını aracılığıyla gerçek zamanlı olarak kontrol ediliyor ve böylece görüş mesafesinin ötesine uçabiliyorlar. Sosyal medya, bu araçların askerlere, zırhlı personel taşıyıcılara, füze bataryalarına ve komuta merkezlerine yaklaşıp çarpma anına kadar görüntülerin donduğu videolarla dolu.
Savaşın ilk aşamalarında Ukrayna, Rus zırhlı birliklerine topçu ateşi yönlendirmek için Türk yapımı Bayraktar insansız hava araçlarına güveniyordu. Şimdi bu amaçla kendi insansız hava araçları Leleka ve Furia’yı geliştirdi. Rusya’nın Orlan gözetleme insansız hava araçları, füze saldırılarının habercisi oldukları için Ukrayna semalarında düzenli ve tehditkar bir varlık gösteriyor.
Yerde ise Ukrayna, uçan insansız hava araçlarının erişemediği yerlerde (örneğin binaların içinde, siperler boyunca ve yoğun ormanlık alanlarda) bubi tuzaklarını ve Rus askerlerini bulmak için uzaktan kumandalı robot köpekler kullanmaya başladı.
Rotor kanatlı insansız hava araçları, düşman tarafından kuşatılmış birliklere veya karayoluyla malzeme ulaştırmanın çok tehlikeli olduğu durumlarda yiyecek, su, ilaç ve mühimmat taşımak için kullanılabiliyor.Drone’lar, tehlikeli bölgelerden mahsur kalan askerleri dışarı çıkarmak için uçan rehberler olarak kullanılabiliyor. Hatta esir almak için bile kullanılıyorlar. Bir drone’un vızıltısı bazı askerleri saklanmaya veya kaçmaya sevk ediyor. Bazen drone operatörünün onları fark edip patlayıcı atmak yerine güvenli bir yere yönlendirmesi umuduyla teslim oluyorlar.
‘Gri bölgeyi’ genişletti
Bu sürekli ve kapsamlı hava keşifleri, her iki tarafın da toprakları ele geçirmeyi ve elinde tutmayı zorlaştırarak, Ukrayna’nın doğu bölgelerinde 1.000 km’den fazla uzanan, savaşın izlerini taşıyan “gri bölge”yi 2022’de 10 km’den 25 km’ye genişletti. Askeri uzmanlar, bunun cephe hatlarında büyük çaplı hareketlerin az olmasının bir nedeni olduğunu ve Rusya’nın daha fazla askere sahip olmasına rağmen geçen yıl sadece kademeli toprak kazanımları elde ettiğini söylüyor.
Ukrayna ordusu atölyeler kurdu
FPV İHA’ların çoğu, online olarak satın alınan parçalarla küçük bir atölyede kolayca monte edilebiliyor. En ucuzları yaklaşık 400 dolar olan bu İHA’lar, yüz binlerce, hatta milyonlarca dolar değerindeki tankları veya diğer büyük makineleri hareketsiz hale getirebiliyor. Ukrayna, bu basit araçlarla bazı çarpıcı askeri başarılar elde edebildi. Bu, Rus ordusunun taktiklerini değiştirmesine neden oldu. Açık arazide konumlara gönderilen tank konvoyları, Ukrayna drone’ları için kolay bir avdı. Bu nedenle komutanlar, zırh yerine hıza öncelik vererek, askerleri motosikletler, elektrikli scooter’lar ve golf arabalarıyla, bazen de yaya olarak düşman hatlarındaki zayıf noktaları keşfetmek için göndermeye başladı. Zırhlı araçlar artık nispeten küçük patlayıcı yükleri taşıyabilen FPV insansız hava araçlarını yakalamak için derme çatma ağlarla donatıldı.
Siperlerin önceki savaşlarda kullanılanlardan daha iyi kamufle edilmesi gerekiyor ve askerler, tespit edilme korkusuyla sıcak yemekten vazgeçiyor.
‘Örümcek’ o mu?
Rus basınına göre drone’ların havalandığı kamyonlar Ukraynalı eski bir DJ olan Artem Timofeev üzerine kayıtlı. Birkaç yıldır Rusya’da yaşayan Artem ve eşi sırra kadem bastı
Rus basınına göre Ukrayna’nın ülke içindeki ‘Örümcek Ağı’ drone operasyonunu 37 yaşındaki Artem Timofeev isimli Ukraynalı eski bir DJ koordine etti. Artem’in konteynerleri saldırı yerine taşıyan kamyonların sahibi olduğu düşünülüyor. Rus basınına göre saldırıyla alakalı olarak yakalanan şüphelilerin hepsi“Artem” adlı birinden talimat aldıklarına dair benzer hikayeler anlattılar.
Nakliyecilik yapıyordu
Irkutsk bölgesinde yaşayan Artem ve 34 yaşındaki eşi Ekaterina Timofeeva’nın saldırıda rol oynadığına dair birçok haber yayınlandı. Çift ise ortadan kayboldu. İddiaya göre, Artem son olarak bir hafta önce Çelyabinsk’teki bir dairede görüldü. Ancak Ukrayna lideri Zelensky, Rusya içinde operasyona katılanların tamamının ülkeden çıkarıldığını söylediği için Artem’in de Ukrayna tarafından yakalanmadan Rusya dışına çıkarıldığı tahmin ediliyor.
Rus kaynaklar, Artem’in birkaç yıl önce Rusya’nın Çelyabinsk kentine taşındığını ve iş adamı olarak çalıştığını söyledi. Çiftin aralık ayında nakliye işine başladığı ve birkaç kamyon işlettiğisöyleniyor.
Büyükelçi Anıtkabir defterine neden “Uzak diyarlardaki evladınız” yazdı?
Tom Barrack’ın kökenleri Osmanlı hakimiyetindeki Lübnan’a dayanıyor. Dedesi, annesinin aldığı Osmanlı pasaportu sayesinde bir şileple önce Napoli’nin, sonra ABD’nin yolunu tutmuş
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Her gün aynı saatte, en önemli gelişmeler e-posta kutunda! Şimdi ücretsiz üye ol, gündemi kaçırma!
ABD’nin yeni Ankara büyükelçisi için son bir ay oldukça yoğun geçti. 14 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a güven mektubunu sunan ve oldukça dostan görüntüler veren Tom Barrack, 29 Mayıs’ta da ABD büyükelçisinin Suriye’nin başkenti Şam’daki on yıldan uzun süredir boş olan konutuna giderek bir Amerikan bayrağı çekti. Çünkü mayıs ortasında Trump, eski dostu olan Barrack’ı Ankara büyükelçiliğinin yanı sıra Suriye büyükelçisi olarak atadı. Barrack, bu hafta tekrar şapka değiştirerek Anıtkabir’i ziyaret ederek hatıra defterine, “Yüzyıllar boyunca nice büyük adamın hayalleri, birer vizyonun ötesine geçememiştir. Ancak, kader bizlere sizi getirerek, koca bir ülkenin kucakladığı bir hayali gerçekleştirmiştir. Cumhuriyetinizin uzak memleketlerdeki oğullarından biri” yazdı.
Son cümle ilk başta kulağa garip gelebilir. Ancak Barrack’ın geçmişi incelendiğinde daha anlaşılır hale geliyor. Trump tarafından aday gösterildikten sonra 1 Nisan 2025’te Büyükelçiler Onay Oturumu için Senato Dış İlişkiler Komitesi’nin karşısına çıkan Barrack, Osmanlı İmparatorluğu’yla olan bağlarını detaylandırmış. Barrack’ın iki dedesi de 1900’lü yıllarda Osmanlı hakimiyetinden olan Lübnan’da dünyaya geliyor. Baba tarafından dedesinin adı Yusuf Abdullah. Henüz çocukken ABD’ye geldikten sonra Joe adını alıyor. Anne tarafındaki dedesi ise Halil Şahin.
Birinci Dünya Savaşı henüz başlamamış, ancak tamtamların duyulmaya başladığı yıllar. “Hasta adam” olarak anılan Osmanlı, topraklarındaki hakimiyetini korumakta zorlanıyor. Tarih boyunca etnik ve dini çatışmalardan çok çekmiş olan Lübnan’da Dürziler ve oranın Maruni olarak anılan Hristiyan nüfusu çatışıyor. Barrack’ın ailesinin iki tarafı da Maruni.
Gazeteci Sedat Ergin’in Halk TV canlı yayınında aktardığına göre Yusuf Abdullah, ailesiyle beraber rakısıyla ünlü Zahle bölgesinde yaşıyor. Annesi, bugünlerde valiliğe denk diyebileceğimiz Osmanlı mutasarrıfının evinde temizlik görevlisi. Dini çatışmaların şiddetlenmesiyle çocuklarının akıbeti için endişeleniyor. Mutasarrıftan çatışmalardan kaçabilmek için bir Osmanlı pasaportu rica ediyor. Yıllarca yanında çalıştığı bu Hristiyan yönetici de onu kıramıyor, pasaport ve 20 dolar yol parası. Abdullah, ailesiyle beraber bir şilebe binerek Napoli’ye gidiyor. Aile oradan da ABD’nin yolunu tutuyor. Aile burada California’da Culver City’ye yerleştikten sonra artık Joe olan Abdullah bir bakkal açıyor. Aile dükkanı oluyor. Hatta Barrack da üniversite yıllarına kadar burada çalışıyor. Yani özetle Osmanlı kontrolündeki topraklarda doğup, Osmanlı pasaportuyla ABD’ye göç eden bir ailenin torunu bugün ABD’nin Ankara büyükelçisi.
Barrack, ABD adına şu anda Orta Doğu’da çok önemli iki görevi yürütüyor. Suriye’de yeni yönetimle tesis edilecek ilişkilerde ve ABD’nin Orta Doğu’daki tek NATO müttefikinde Trump’ın temsilcisi durumunda. Fakat bu iki ağır göreve rağmen Barrack’ın neredeyse hiçbir diplomatik tecrübesi bulunmuyor. Kendisi bir kariyer diplomatı değil, bir iş insanı. Trump ile 1980’lere dayanan bir dostluğu var. Emlak yatırımı işine girdikten sonra New York’taki Plaza Hotel’in tüm hisselerini Trump’a satmış. Barrack, ayrıca 2010 yılında Trump’ın damadı ve danışmanı Jared Kushner’a ait bir mülkün üzerine olan 70 milyon dolarlık borcu da devraldı. Hak ettiği rağbeti görmeyen varlıkları satın alarak bir servet inşa eden Barrack’ın Orta Doğu’da 200 milyon doları aşan emlak yatırımı ve Körfez hükümetleriyle yakın bağlantıları bulunuyor.
Rusya Kiev'e saldırdı: 4 ölü, 20 yaralı
Rus ordusu tarafından insansız hava araçlarıyla (İHA) Ukrayna'nın başkenti Kiev'e düzenlenen saldırıda 4 kişinin öldüğü ve 20 kişinin yaralandığı bildirildi
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Kiev Belediye Başkanı Vitaliy Kliçko, Telegram hesabından yaptığı açıklamada, Rus ordusunun başkente yönelik İHA saldırısı gerçekleştirdiğini belirtti.
Mevcut bilgilere göre saldırı nedeniyle Kiev'in farklı semtlerinde 4 kişinin öldüğünü ve 20 kişinin yaralandığını aktaran Kliçko, bölgede arama kurtarma çalışmalarının sürdüğünü kaydetti.
Lutsk şehrine yapılan füze ve İHA saldırısında 5 kişi yaralandı
Öte yandan Ukrayna'nın Lutsk Belediye Başkanı İgor Polişuk, Telegram hesabından yaptığı paylaşımında, Rusların şehre düzenlediği füze ve İHA saldırısında 5 kişinin yaralandığını bildirdi.
Ukrayna Silahlı Kuvvetleri Hava Kuvvetleri'nden yapılan yazılı açıklamada ise ülkenin farklı bölgelerine yönelik füze ve İHA saldırısı tehlikesinin sürdüğü vurgulandı.
Kaynak: AA
İsveç'te cezaevleri doldu: Estonya'dan hücre kiralayacaklar
Cezaevlerinde artan doluluk nedeniyle çözüm arayan İsveç, Estonya’daki bir hapishanede 400 hücre kiralamaya hazırlanıyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Son yıllarda çete bağlantılı suçlardaki artışla birlikte cezaevlerinde kapasite sorunuyla karşı karşıya kalan İsveç, bu sorunu çözmek amacıyla Estonya ile dikkat çekici bir anlaşma yaptı. İsveç Adalet Bakanı Gunnar Strömmer'in Çarşamba günü duyurduğu anlaşmaya göre, Estonya'nın güneydoğusunda bulunan Tartu kentindeki bir cezaevinde 400 hücre İsveçli mahkûmlar için kiralanacak.
Anlaşmayla birlikte İsveç, Estonya’daki toplam 600 mahkûm kapasiteli cezaevi tesisinin önemli bir bölümünü kullanma hakkı elde edecek. Strömmer, iki ülke arasında varılan bu iş birliğinin “cezaevi sistemindeki baskıyı hafifleteceğini” vurguladı.
Ceza maliyeti daha düşük
Estonya’da bir hükümlünün aylık barınma maliyetinin yaklaşık 8.500 euro olduğu belirtilirken, bu rakam İsveç cezaevlerinde 11.500 euro’ya kadar çıkabiliyor. Nakil ve diğer ulaşım masrafları hariç tutulan bu veriler, İsveç için ekonomik açıdan da avantaj sağlayacak bir sürece işaret ediyor.
Tartu’daki cezaevinde geçerli olacak hukuk kuralları Estonya yasalarına bağlı kalacak. Ancak İsveçli cezaevi personeli, Estonya’da görev yapacak yerel gardiyanlara eğitim desteği verecek. İsveç Adalet Bakanlığı, iki ülkenin uluslararası yükümlülüklerinin ve ceza hukuku iş birliğinin uyumlu olduğunu vurgulayarak, İsveç hapishane standartlarına benzer koşulların sağlanması için özel düzenlemeler yapılacağını bildirdi.
Kimler gönderilecek?
Estonya’ya gönderilecek hükümlüler bireysel değerlendirmeler sonucunda belirlenecek. Uygun bulunan mahkûmlar arasında yalnızca 18 yaşını geçmiş erkekler yer alacak. Ayrıca ağır suçlardan özellikle cinayet ve cinsel saldırıdan hüküm giymiş olanlar tercih edilecek.
Yasal zemin hazırlanıyor
İki ülke arasındaki müzakereler bahar ayları boyunca sürdü. Yapılan hukuki değerlendirmelerde, yurt dışında cezaevi kiralamanın ne İsveç Anayasası’na ne de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olmadığı sonucuna varıldı.
Resmi anlaşmanın Haziran ayı ortasında imzalanması beklenirken, İsveçli mahkûmların 2026 yılı itibarıyla Estonya’ya gönderilebilmesi için gerekli yasal düzenlemenin 1 Temmuz 2026’da yürürlüğe girmesi öngörülüyor. Ancak bu yasal değişikliklerin yürürlüğe girmesi için İsveç Parlamentosu’nda üçte iki çoğunlukla kabul edilmesi gerekiyor.
“Tidö Anlaşması”nın bir parçası
Bu adım, 2022 seçimlerinden sonra İsveç Demokratları, Muhafazakârlar, Hristiyan Demokratlar ve Liberal Parti tarafından oluşturulan koalisyonun üzerinde uzlaştığı “Tidö Anlaşması”nın hedeflerinden biri olarak öne çıkıyor. Cezaevi kapasitesinin artırılması ve çete şiddetiyle mücadele için kapsamlı önlemler içeren bu plan, İsveç’in son yıllarda ciddi biçimde artan silahlı suç oranlarıyla mücadele stratejisinin bir parçası olarak değerlendiriliyor.
Kaynak: Gazete Oksijen
Elon Musk bizzat paylaştı: Tarih 1992: Trump, Epstein ile yan yana
Elon Musk, Trump’ın Epstein belgelerinde adının geçtiğini öne sürdü. İkili arasındaki gerilim dün gece tavan yaparken Musk 1992 tarihli Trump-Epstein görüntülerini paylaştı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD Başkanı Donald Trump tarafından hükümet harcamalarını denetlemekle görevlendirilen Elon Musk, Perşembe gecesi yaptığı dikkat çekici bir paylaşımla gündemi sarstı. Musk, yaptığı açıklamada, “Trump’ın adı Epstein belgelerinde geçiyor. Bu dosyaların gizli tutulmasının asıl sebebi de bu” ifadelerine yer verdi.
Paylaşımının sonunda ise Trump’a yönelik bir gönderme olarak “İyi günler DJT!” cümlesini kullandı. Bu kısaltma, Donald J. Trump’ı temsil ediyor.
Musk’ın sözünü ettiği belgeler, uzun süredir kamuoyunun merakla beklediği ancak gizliliği korunan, reşit olmayan kızların cinsel amaçlarla zengin ve güçlü erkeklere sunulduğu iddia edilen Jeffrey Epstein dosyalarına atıfta bulunuyor. Ancak Musk, bu bilgileri hangi kaynağa dayandırdığını açıklamadı ve herhangi bir delil sunmadı.
Trump'tan sert yanıt
Musk’ın bu iddiası kısa sürede büyük yankı uyandırırken, eski ABD Başkanı Trump’tan da yanıt gecikmedi. Trump, Truth Social adlı sosyal medya platformunda yaptığı paylaşımda, Musk’ın “kendisine tahammül edilmez hale geldiğini” ve bu nedenle hükümetle olan görevinden uzaklaştırıldığını iddia etti. Musk’ı “DELİYE dönmekle” suçlayan Trump, ilişkiyi kendisinin sonlandırdığını öne sürdü.
Yıl 1992: Epstein ve Trump partide yan yana
Musk'ın gündemi daha da alevlendiren bir diğer hamlesi ise 1992 yılında kaydedilen ve Trump ile Epstein'in birlikte görüldüğü bir videoyu paylaşmak oldu. NBC tarafından kayda alınan bu yaklaşık bir buçuk dakikalık görüntüler Miami'de çekildi. Görüntülerde genç kadınlarla dolu bir ortamda yer alan Trump’ın, bir noktada özel misafirlerini karşıladığı ve bu kişilerden birinin Epstein olduğu görülüyor.
Kaydın sonuna doğru Trump’ın Epstein’in kulağına eğilerek bir şey söylediği ve ardından Epstein’in kahkahaya boğulduğu anlar dikkat çekiyor.
Skandallar zinciri
Jeffrey Epstein, 14 yaşından küçük kız çocuklarına cinsel istismarda bulunmak ve onları bir fuhuş ağına dahil etmek suçlamalarıyla yargılanıyordu. 2019 yılında tutuklu bulunduğu Manhattan’daki cezaevinde ölü bulunan Epstein’in ölüm şekli resmi kayıtlarda “intihar” olarak geçse de, pek çok kişi ölümün ardında başka nedenler olduğuna inanıyor.
Epstein’in yardımcısı ve aynı zamanda eski sevgilisi Ghislaine Maxwell ise, reşit olmayan kızları istismarcıların ağına çekmekten suçlu bulunmuş ve 2021 yılında 20 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.
Epstein skandalı, sadece Trump değil; Bill Clinton, Prens Andrew ve daha birçok yüksek profilli ismi içine alan geniş bir çevreyi etkiledi. Örneğin, Epstein’in mağdurlarından Virginia Giuffre, İngiliz Kraliyet Ailesi’nden Prens Andrew hakkında 2021’de cinsel taciz davası açmış ve reşit olmadığını bilmesine rağmen cinsel ilişkiye zorlandığını öne sürmüştü.
Karanlık geçmiş: Epstein kimdi?
Finans dünyasında yükselen ve güçlü çevrelerle kurduğu ilişkilerle dikkat çeken Jeffrey Epstein, ilk olarak 2005’te Florida’da tutuklandı. Hakkında onlarca reşit olmayan kız çocuğuna yönelik cinsel istismar suçlaması bulunuyordu. 2008 yılında yalnızca bir suçlamayı kabul ederek hafif bir cezayla kurtulmuştu.
Ancak 2019 yılında yeniden gündeme gelen davalar ve Miami Herald gazetesinin araştırmaları sonucunda federal savcılar tarafından cinsel istismar ve reşit olmayan kızları pazarlama suçlamalarıyla yeniden tutuklandı. Epstein, yargılanmayı beklerken cezaevinde hayatını kaybetti.
Kaynak: Gazete Oksijen
Trump'ın Harvard kararına yargı freni
ABD'de federal yargıç, Başkan Donald Trump yönetiminin, Filistin'e destek gösterileriyle öne çıkan Harvard Üniversitesine yabancı öğrencilerin vizeleri konusunda kısıtlamalar getiren kararını geçici olarak durdurdu.
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Boston Bölge Yargıcı Allison Burroughs, Trump'ın Harvard Üniversitesini hedef alan başkanlık kararnamesine üniversitenin itirazının ardından kararını açıkladı.
Harvard Üniversitesinde eğitim görmek ya da değişim programlarına katılmak isteyen yabancı öğrencilerin vizelerine kısıtlamalar getirilmesini öngören kararnameyi geçici olarak durdurduğunu bildiren Burroughs, üniversitenin dava süresince "acil ve telafisi imkansız bir zarar" göreceğini ifade etti.
Burroughs ayrıca, yönetimin daha önce Harvard'ın uluslararası öğrenci kabulünü sonlandırma girişimine karşı verdiği geçici durdurma kararını da uzattığını belirtti.
Harvard yönetimi, 5 Haziran'da imzalanan ve F, M veya J tipi vizeler kapsamında göçmen olmayan ancak üniversiteye kabul edilen yeni yabancı öğrencilerin ABD'ye girişlerinin askıya alınmasını öngören kararnameyi hemen yargıya taşımıştı.
Trump ile Harvard arasındaki anlaşmazlık
Federal hükümet, aralarında Harvard'ın da olduğu birçok üniversiteyi, başta Filistin'e destek için düzenlenen kampüs protestoları ile çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık programlarını gerekçe göstererek federal fonlarını dondurmakla tehdit etmişti.
Bu süreçte Adalet Bakanlığı, Sağlık ve İnsan Hizmetleri Bakanlığı, Eğitim Bakanlığı ve Genel Hizmetler İdaresi (GSA) ortaklığıyla "Antisemitizmle Mücadele Görev Gücü" kurulmuştu.
Trump yönetimi, Harvard'a sağlanan 2,2 milyar dolarlık fonun ve 60 milyon dolarlık sözleşme bedelinin dondurulmasına karar vermiş, üniversite de federal hükümetin fonları dondurmasının hukuka aykırı olduğunu savunarak bu kararı engellemek üzere dava açmıştı.
ABD İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem, Harvard Üniversitesine mektup göndererek okulun uluslararası öğrenci kabulünün durdurulduğunu açıklamıştı.
Öte yandan Boston Bölge Yargıcı Burroughs, İç Güvenlik Bakanlığının Harvard'a ilettiği bu kararı geçici olarak durdurmuştu.
Kaynak: AA
Washington Post: ABD tedarik zinciri çöktü | Ödenecek vergi 50 katına çıktı
Trump’ın tarifeleri bazı şirketlerde vergi yükünü 50 kat artırdı. Tedarik zinciri krizi büyürken, iş dünyası belirsizlikle boğuşuyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD’de birçok iş insanı, eski Başkan Donald Trump’ın uyguladığı yüksek gümrük tarifeleri nedeniyle ciddi ekonomik sorunlarla karşı karşıya. Geçtiğimiz hafta bir federal yargıcın lehine karar verdiği Rick Woldenberg, bu gelişmeye sevinse de, ticari belirsizliklerin hâlâ devam ettiğini söylüyor.
Illinois merkezli oyuncak firmaları Learning Resources ve Hand2mind’ın CEO’su olan Woldenberg, “İş açısından hiçbir şey değişmedi. ABD hükümeti tüm kuralları altüst etti. Ne maliyetlerimizi bilebiliyoruz ne de uzun vadeli plan yapabiliyoruz,” diyerek içinde bulundukları kaotik durumu özetledi.
Woldenberg, tarifelerin en yüksek seviyeye çıkması halinde yıllık vergi yükünün 2 milyon dolardan 100 milyon dolara çıkabileceğini söyledi. Halihazırda ofis personelinin üçte birini sadece politika değişikliklerini takip etmek için görevlendirmiş durumda.
Yatırımlar durduruldu
Trump’ın göreve geldiği ilk dönemden itibaren hayata geçirdiği gümrük tarifeleri, Amerikan şirketleri üzerinde kalıcı etkiler bıraktı. Şirketler Çin’den uzaklaşıp Vietnam ve Hindistan gibi ülkelere yönelse de, bu süreç hem maliyetli hem de oldukça karmaşık.
Yalnızca oyuncak sektörü değil, perakendeden mobilyaya birçok sektör Trump’ın “üretimi ABD’ye çekme” politikalarından olumsuz etkilendi. Ulusal Perakende Federasyonu’ndan Jonathan Gold, “Siparişler erteleniyor, bazıları tamamen iptal ediliyor. Şirketler bu maliyetleri kaldıramaz. En sonunda bu maliyetler tüketiciye yansıyacak,” diyerek mağazalarda hem fiyat artışlarının hem de ürün eksikliklerinin kapıda olduğunu vurguladı.
Nisan ayında Yale Üniversitesi tarafından yapılan bir analiz, tarifelerin bu yıl Amerikan hanelerine ortalama 3.800 dolara mal olacağını ortaya koydu.
Walmart’a Trump’tan sert tepki: Tarifeleri siz ödeyin
Büyük perakende zincirleri de zorlu süreci rakamlarla ortaya koymaya başladı. Best Buy, Macy’s ve Costco gibi markalar ikinci çeyrek sonuçlarında tarifelerin kar marjlarını daralttığını duyurdu. Walmart CEO’su Doug McMillon ise “Dar marjlarla çalıştığımız için fiyat artışları kaçınılmaz” dedi. Bu açıklama Trump’ın tepkisini çekti.
Truth Social üzerinden paylaşım yapan Trump, Walmart’ı hedef alarak “Tarifeleri siz ödeyin! Her şeyin sebebi bu değil. Walmart geçen yıl milyarlar kazandı” dedi.
Mobilya ve ayakkabı sektörlerinde alarm
ABD’nin en büyük ofis mobilyası toptancısı COE Distributing’in CEO’su J.D. Ewing, tarifelerle ilgili belirsizliğin şirket planlarını altüst ettiğini söyledi. “Rüzgâr ne yönden eserse ona göre pozisyon almak zorundayız. Ama tedarik zincirinin uzunluğu 4 ila 8 ay. Bu hızla adapte olmak imkansız” dedi.
Ayakkabı sektöründe ise Çin'e olan yüksek bağımlılık işleri daha da zorlaştırıyor. Footwear Distributors and Retailers of America (FDRA) Başkanı Matt Priest, sektördeki bazı firmaların Çin’de ürettikleri ürünleri gönderemeyip imha ettirdiğini belirtti. Priest, “Çocuk ayakkabılarında bazı ürünlere uygulanan vergi oranı %200’ü aşıyor. Bu şekilde kâr etmek mümkün değil” diye konuştu.
'62 yıllık aile şirketimizi kapama noktasındayız'
New York merkezli Deer Stags adlı erkek ve çocuk ayakkabısı üreten firmanın başkanı Rick Muskat, mevcut durumun şirketlerini iflasa sürükleyebileceğini belirtti. “62 yıllık firmamızı sürdürmek zorlaştı. Çocuk ayakkabılarının fiyatını 10 dolar artırmak zorunda kaldık. Ancak bu artış aileler için büyük bir yük,” dedi.Trump’ın Çin’e yönelik tarifeleri Nisan ayında %145’e çıkarıp daha sonra %30’a çekmesi bile üreticiler için sürdürülebilirlik sorununu çözmeye yetmedi. Deer Stags bazı üretim hatlarını Myanmar’a taşımaya çalışsa da, çocuk ayakkabısı üretimi için hala Çin’e bağımlı.
Muskat, bu ay gelecek ürünlerde sadece ek vergiler nedeniyle 300 bin dolardan fazla ödeme yapacaklarını ve bu mali yükle nasıl baş edeceklerini bilmediklerini belirtti. Şirket bazı çalışanlarını işten çıkarmak zorunda kaldı.
'Fiyat artışı olmayan ürün kalmayacak'
Muskat’a göre sektördeki büyük şirketler bile benzer krizlerle boğuşuyor: “Büyük firmalar harcamaları dondurdu, yeni mağaza açılışlarını ve teknoloji yatırımlarını erteledi. Yakında bunun etkilerini mağaza raflarında görmeye başlayacağız. Fiyat artışı olmayan ürün kalmayacak.”
Kaynak: Gazete Oksijen
Beyaz Saray'dan Trump-Şi görüşmesine ilişkin açıklama
Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, ABD Başkanı Donald Trump ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in telefon görüşmesini 'iyi ve verimli' olarak değerlendirdi
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Gümrük tarifeleri gerginliğinin ardından ilk kez ABD Başkanı Donald Trump ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in görüşmesine ilişkin Beyaz Saray'dan açıklama geldi.
Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, ABD Başkanı Donald Trump'ın Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile yaptığı telefon görüşmesi hakkında açıklamada bulundu.
Görüşmenin iyi ve verimli geçtiğini belirten Leavit, “Trump, Çin Devlet Başkanı ile her zaman saygılı bir ilişki yaşadı. Çin'in, Amerika Birleşik Devletleri'ne ve pazarlarımıza ihtiyacı var. Bizim de Çin'in ekonomisi ve pazarına stratejik ilgimiz var” ifadelerini kullandı.
ABD ile Çin arasındaki gümrük tarifesi gerginliği
ABD Başkanı Donald Trump, 2 Nisan'da aralarında Çin'in de olduğu ticaret ortaklarına ek gümrük vergileri açıklamıştı.
Çin'in karşılık vermesiyle iki ülke arasında başlayan tarife restleşmesi sonunda ABD, Çin'e uyguladığı gümrük tarifesini yüzde 145'e kadar çıkartmış, Çin de ABD'ye yüzde 125 gümrük tarifesi getirmişti.
Washington yönetimi, diğer ülkelere getirdiği ek tarifeleri 90 gün ertelerken Çin'e yönelik tarifeler yürürlüğe girmişti.
Tırmanan ticari gerilim sonrası ABD'li ve Çinli yetkililer, 10-11 Mayıs'ta tarife müzakereleri için İsviçre'nin Cenevre şehrinde bir araya gelmiş ve karşılıklı gümrük vergilerini 90 gün boyunca düşürme kararı almıştı.
Görüşmelerin ardından 14 Mayıs itibarıyla ABD'nin, Çin mallarına uyguladığı gümrük vergisini 90 gün için yüzde 145'ten yüzde 30'a, Çin'in de ABD mallarına uyguladığı vergiyi yüzde 125'ten yüzde 10'a düşürmesine karar verilmişti.
'Golbon' gemisiyle özel sevkiyat: Çin'den İran'a 800 balistik füze için ham madde desteği
Çin'den İran'a 1.000 ton sodyum perklorat sevkiyatı, Ortadoğu'da askeri dengeleri değiştirebilir. Balistik füze üretiminde kritik öneme sahip kimyasalın "Golbon" gemisiyle taşındığı belirtilirken, Şahid Rajaei Limanı'ndaki patlama ve ABD'nin yaptırımları, sevkiyatın uluslararası yankılarını büyüttü
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
İran, Çin'den aldığı 1.000 ton sodyum perkloratla, yaklaşık 800 balistik füze üretmeyi planlıyor. Bu ham madde, İran'ın orta menzilli füzeleri için gerekli olan katı roket yakıtının üretiminde kritik öneme sahip. Söz konusu malzemenin, İran'ın füze üretim altyapısını yeniden inşa etme çabalarının bir parçası olarak kullanılması bekleniyor.
İsrail medyası ve askeri kaynaklar İran'ın bu füzeleri hem kendisinin hem de Orta Doğu'daki vekil güçlerine aktaracağını belirtiyor. Bu füzelerin İsrail'e yönelik olası saldırılarda kullanılması muhtemel.
Çin'den İran'a kritik malzeme sevkiyatı
İran'a gönderilen sodyum perklorat, Çin'in Taicang Limanı'ndan hareket eden ve İran'ın Bandar Abbas Limanı'na ulaşan Golbon adlı gemiyle taşındı. Bu kimyasal madde, İran'ın Füze Üretim ve Geliştirme Programı'nın önemli bir bileşeni olarak kullanılıyor. İran, bu malzemeyi, füze üretim kapasitesini artırmak ve bölgesel askeri gücünü yeniden inşa etmek amacıyla kullanmayı planlıyor.
ABD'nin tepkisi ve yaptırımlar
ABD Hazine Bakanlığı, İran'ın balistik füze programını destekleyen bu sevkiyatlarla bağlantılı olarak, İran ve Çin'deki bazı bireyler ve kuruluşlara yaptırım uyguladı. Bu yaptırımlar, İran'ın balistik füze üretiminde kullanılan malzemelerin teminini engellemeyi amaçlıyor. ABD'nin bu adımı, İran'ın füze programını sınırlamaya yönelik uluslararası çabaları destekleme çabalarının bir parçası olarak değerlendiriliyor.
Güvenlik endişeleri ve patlama
İran'ın Şahid Rajaei Limanı'nda, sodyum perkloratın taşındığı konteynerlerde meydana gelen büyük bir patlama, güvenlik endişelerini artırdı. Patlama, 57 kişinin ölümüne ve 1.000'den fazla kişinin yaralanmasına yol açtı. Yetkililer, patlamanın sodyum perkloratın yanlış muhafazası nedeniyle meydana geldiğini belirtti. Bu olay, İran'ın askeri malzeme güvenliği konusunda ciddi riskler taşıdığını gösteriyor.
İran'ın füze üretim kapasitesinin yeniden inşası
İran, 2024 yılında İsrail'in füze üretim tesislerine yönelik hava saldırılarından sonra üretim kapasitesinde ciddi kayıplar yaşadı. Ancak, Çin'den gelen sodyum perklorat sevkiyatı, İran'ın üretim altyapısını yeniden kurma çabalarını hızlandırıyor. Bu gelişme, İran'ın füze üretiminde bağımsızlığını sürdürme ve bölgesel askeri gücünü yeniden inşa etme amacını pekiştiriyor.
Uluslararası tepkiler
Uluslararası toplum, İran'ın balistik füze programını destekleyen bu tür sevkiyatlara karşı duyarlı ve önleyici tedbirler almayı sürdürüyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1737 sayılı kararına göre, balistik füze teknolojisinin yayılmasını engellemek amacıyla üye ülkelerin gerekli önlemleri alması bekleniyor. Bu bağlamda, Çin'in sodyum perklorat ihracatını denetlemesi ve uluslararası yükümlülüklerine uygun hareket etmesi önem taşıyor.
İran'ın Çin'den aldığı bu kritik malzeme, sadece füze üretim kapasitesini artırmakla kalmayıp, aynı zamanda bölgesel güvenlik dinamiklerini de etkileyebilir. Uluslararası toplumun bu gelişmelere karşı nasıl bir tepki vereceği, Orta Doğu'daki istikrar açısından belirleyici olacaktır.
Kaynak: Gazete Oksijen
Fransız büyükanne, Gazze’de öldürülen torunları için İsrail’e soykırım davası açtı
İsrail’in Gazze’de düzenlediği hava saldırısında yaşamını yitiren Fransız vatandaşı iki çocuğun büyükannesi, Paris’te “soykırım” ve “cinayet” suçlamalarıyla şikayette bulundu. Dava, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu hakkında verdiği tutuklama kararlarının ardından açılan ilk davalardan biri
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Gazze’de İsrail saldırısında öldürülen Fransız vatandaşı iki çocuğun büyükannesi Paris’te “soykırım” ve “cinayet” suçlamasıyla İsrail’e dava açtı
İsrail’in Gazze’de düzenlediği bir hava saldırısında hayatını kaybeden Fransız vatandaşı iki çocuğun büyükannesi, İsrail’e karşı Paris’te yasal şikâyette bulunarak onu “soykırım” ve “cinayetle” suçladı. Avukatı Arie Alimi, şikâyetin Cuma günü yapıldığını belirtti.
Jacqueline Rivault adlı büyükannenin şikayeti, Paris Mahkemesi’nin “insanlığa karşı suçlar” birimine sunuldu.
Rivault, kızı tarafından dünyaya getirilen ve 6 ile 9 yaşlarında olan iki çocuğun Fransız vatandaşı olmalarının, Fransız yargısının bu konuda yetki alması ve bir yargıç görevlendirmesi açısından yeterli olacağını umuyor.
İnsan hakları örgütleri, avukatlar ve bazı İsrailli tarihçiler, Gazze’deki savaşı “soykırım” olarak nitelendiriyor.
"Canlı yayında soykırım"
Uluslararası Af Örgütü, İsrail’i Gazze’de “canlı yayında soykırım” gerçekleştirmekle suçlarken, İnsan Hakları İzleme Örgütü de İsrail’i “soykırım eylemleri” işlemekle itham etti. Kasım ayında bir BM komitesi, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü savaşın “soykırımın özellikleriyle örtüştüğü” sonucuna vardı.
Birleşmiş Milletler tarafından Mart ayında yürütülen bir başka soruşturma ise İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki ana tüp bebek kliniğini ve diğer üreme sağlığı tesislerini yok etmesini “soykırım eylemleri” olarak değerlendirdi.
Ancak İsrail devleti bu suçlamaları şiddetle reddediyor.
İki çocuğun ölümü dilekçeye yansıdı
Şikâyet dilekçesinde, İsrail ordusuna ait “iki F16 füzesinin” 24 Ekim 2023’te Gazze’nin kuzeyinde 6 yaşındaki Janna ve 9 yaşındaki Abderrahim Abudaher’i öldürdüğü belirtiliyor.
Aile, yoğun bombardıman nedeniyle iki gün önce kendi evlerini terk ederek “Faluja ile Beyt Lahya arasında” başka bir eve sığınmıştı. 48 sayfalık belgede, bir füzenin “çatıyı delerek”, diğerinin ise doğrudan ailenin bulunduğu odaya isabet ettiği belirtiliyor.
Abderrahim olay yerinde hayatını kaybederken, kardeşi Janna hastaneye kaldırıldıktan kısa süre sonra yaşamını yitirdi.
“Yok olmasına yol açacak yaşam koşulları"
Şikâyet, bu hava saldırısının daha büyük bir İsrail planının parçası olduğunu ve bunun Filistin halkını ortadan kaldırmaya ve onları “yok olmasına yol açacak yaşam koşullarına” zorlamaya yönelik bir politika olduğunu ileri sürerek “soykırım” suçlamasında bulunuyor. Şikâyet teknik olarak isim belirtilmeden yapılmış olsa da, doğrudan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu, İsrail hükümetini ve ordusunu hedef alıyor.
İsrail’in Gazze kampanyasına katıldıkları öne sürülen Fransız vatandaşları da soruşturmaya dahil olmuş durumda.
Fransa'da bazı İsrailliler yargı merceğinde
Fransa’da terörle mücadele savcıları, Gazze’ye yönelik insani yardımları engellediği iddia edilen Fransız-İsrailli kişiler hakkında “soykırıma iştirak” ve “soykırıma teşvik” suçlamalarıyla soruşturma başlattı. Konuya yakın bir kaynak bu gelişmeyi cuma günü doğruladı.
Soruşturma, Barış İçin Fransız Yahudi Birliği (UFJP) ve Fransız-Filistinli bir mağdurun Kasım ayında yaptığı bir suç duyurusunun ardından başlatıldı. Şikâyette, İsrail ordusunun kontrolündeki sınır kapılarında kamyonların geçişini fiziksel olarak engellemek de dâhil olmak üzere, Gazze’ye yönelik insani yardımı engellemek için somut faaliyetlerin “organize edildiği, katılım çağrısı yapıldığı ve bizzat katılım sağlandığı” öne sürüldü.
Anne hüküm giymişti
Çocukların kardeşi Omar ağır yaralandı ancak hâlâ Gazze’de anneleri Yasmine Z. ile birlikte yaşıyor. Şikayete göre, 2019 yılında bir Fransız mahkemesi, Yasmine Z.’yi yokluğunda yargılayarak “terörist” bir gruba mali destek sağlamak suçundan mahkum etti. Suçlama, Hamas ve İslami Cihad gibi Filistinli silahlı grupların üyelerine Gazze’de para dağıtmasıyla ilgiliydi.
Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e düzenlediği eşi benzeri görülmemiş saldırıda 1.218 kişi hayatını kaybetti; bunların çoğu sivil. Bu sayı, AFP’nin resmi rakamlar temelinde yaptığı sayım.
Militanlar 251 kişiyi rehin aldı; bunlardan 55’i hâlâ Gazze’de tutuluyor ve İsrail ordusuna göre bu kişilerden 32’si hayatını kaybetmiş durumda.
Hamas tarafından yönetilen Gazze’de İsrail’in misilleme saldırıları sonucu 54.677 kişi öldü. Bu rakamların çoğunluğu sivil. Gazze sağlık bakanlığının açıkladığı bu sayılar Birleşmiş Milletler tarafından güvenilir kabul ediliyor.
Şu ana kadar hiçbir mahkeme bu süregiden çatışmayı “soykırım” olarak tanımlamadı.
Uluslararası mahkemelerden uyarılar
Ancak Birleşmiş Milletler’in en yüksek yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Ocak, Mart ve Mayıs 2024’te verdiği kararlarda İsrail’e Gazze’deki askeri operasyonları sırasında “soykırım eylemlerini önlemek” için elinden gelen her şeyi yapması gerektiğini hatırlattı.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ise İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işledikleri iddiasıyla tutuklama kararı çıkardı.
UCM ayrıca 7 Ekim saldırıları nedeniyle Hamas’ın askeri lideri Muhammed Deyf hakkında insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları gerekçesiyle tutuklama emri çıkardı, ancak dava şubat ayında düşürüldü çünkü İsrail’in Deyf’i öldürdüğü doğrulandı.
UCM Savcısı Karim Khan, başta Hamas liderleri Yahya Sinvar ve İsmail Haniyeh hakkında da tutuklama talebinde bulunmuştu, ancak bu liderlerin de İsrail saldırılarında hayatını kaybetmesi üzerine başvurular geri çekildi.
"Bunu yapmaya kararlıyız"
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot, Filistin devletinin tanınmasına ilişkin, "Bunu yapmaya kararlıyız" dedi.
Barrot, RTL kanalında katıldığı programda Filistin'e ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Fransa ile Suudi Arabistan'ın eş başkanlığında 17-20 Haziran'da New York'ta düzenlenecek Filistin konulu Birleşmiş Milletler (BM) konferansında "Filistin devletinin tanınmasının önündeki engellerin ortadan kaldırılması için" taahhütlerde bulunacaklarını belirten Barrot, bu devleti tanımanın da sembolik olmayacağını kaydetti.
"Eğer biz Filistin Devleti'ni tanırsak bu bir şeyleri değiştirmek içindir"
Barrot, Fransa'nın BM Güvenlik Konseyinin daimi üyesi olarak Filistin devletinin tanınması konusunda "özel sorumluluğunun" bulunduğunu vurgulayarak, "Eğer biz Filistin devletini tanırsak bu, bir şeyleri değiştirmek ve Filistin devletinin varlığını daha güvenilir kılmak içindir." ifadesini kullandı.
Öte yandan Filistin devletinin tanınması kararının haziranda yapılacak konferansta alınıp alınmayacağını açıkça belirtmeyen Barrot, bunun gerçekleşmesi için Fransa hükümetinin bazı şartlarının olduğunu yineledi.
Barrot, bu şartları Hamas'ın elindeki esirlerin serbest bırakılması ve silahsızlandırılması, Filistin yönetiminden dışlanması, işgal rejiminin tanınması ve Filistin otoritesinin reformu olarak sıraladı.
Kaynak: Gazete Oksijen
Trump-Merz görüşmesinden çıkan 4 sonuç
ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray'da Almanya Şansölyesi Friedrich Merz'i ağırladığı görüşmenin ana gündemi Ukrayna-Rusya savaşıydı. Görüşme yapıcı bir atmosferde geçse de Merz, bazı önemli konularda Trump'ın desteğini alamadı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Almanya Başbakanı Friedrich Merz’in Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump ile yaptığı görüşme, görünürde yapıcı bir atmosferde geçti ancak özellikle Ukrayna-Rusya savaşı gibi kritik konularda Merz, ABD’den net destek alamadı. Gümrükler konusundaki belirsizlik ise sürüyor.
Merz ile Trump'ın Beyaz Saray'daki görüşmesinden bazı önemli mesajlar ortaya çıktı. Almanya Başbakanı Friedrich Merz, ABD Başkanı Donald Trump’la iletişiminde doğru tonu bulmuş göründü. Trump’la samimi sohbet sırasında müdahale etmedi, iltifatlarda bulundu. Merz, Trump’ın Alman büyükbabasının doğum belgesinin altın çerçeveli bir kopyasını hediye etti. Hediyeden memnun kalan Trump, bu belgeyi başkan portrelerinin yanına asabileceğini söyledi. Merz, Almanya’nın ABD’ye minnet borcu olduğunu vurgularken, Trump da Merz’e “saygı duyulan bir adam” sözleriyle karşılık verdi.
1. Ukrayna konusunda ilerleme sağlanmadı
Merz'in ABD’nin Rusya üzerindeki baskıyı artırmasını istemesi üzerine, Trump bu konuda net tavır ortaya koymadı, Ukrayna Savaşı’na dair konuşma ve yorumlarda Putin’in saldırganlığına dair ifade kullanmadı. Merz, “Biz Ukrayna’nın yanındayız” diyerek duruşunu ortaya koyarken, Trump bu mesajı yüz ifadesini dahi değiştirmeden dinledi.
2. Almanya’nın savunma harcamaları
Görüşmede Trump, Almanya’nın savunma bütçesini artırma çabalarını olumlu karşıladı. Artışları öven Trump, espriyle karışık Almanya’nın geçmişini ima ederek “Belki de artış fazla bile olabilir” dedi. Merz ise savunma bütçesini artırmaya yönelik Trump’un yorumunu cevapsız bıraktı.
3. Gümrüklerle ilgili anlaşmazlıklar
Merz, gümrük anlaşmazlıkları konusundaki beklentisine de net cevap alamadı. Trump, “Harika bir ticaret anlaşmamız olacak” diyerek belirsiz ifadeler kullandı. Ancak ABD’den enerji ithalatı gibi alanlarda Almanya’nın adım atmasının bir beklenti olarak ortada kaldığı gözlendi.
4. Trump’ın Almanya’ya karşı olumsuz bakışları şimdilik rötarda
Trump’ın zaman zaman Almanya için gösterdiği karşıt tutumu ikili görüşmede gündeme gelmedi. Özellikle aşırı sağ parti olarak bilinen Almanya İçin Alternatif Parti'ye (AfD) veya Almanya’daki ifade özgürlüğü tartışmalarına değinilmedi.
Kaynak: ANKA
AB ülkeleri onayladı: Uçaklarda el bagajları ücretli oluyor
Avrupa Birliği ülkeleri, uzun süredir beklenen hava yolcusu hakları reformunda ortak bir tutum benimsedi. Ancak kabin bagajı ücretlendirmesi hala büyük tartışma yaratıyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, hava yolcularının haklarını güncellemeyi amaçlayan kapsamlı bir reform paketinde uzlaştı. Ancak kabin bagajı ücretlerinin yasal zemine oturtulması yönündeki öneri, Almanya, Portekiz, Slovenya ve İspanya'nın itirazlarına rağmen kabul edildi.
Perşembe günü Brüksel’de bir araya gelen AB Ulaştırma Bakanları, el bagajına ilişkin ücretlendirmeyi kapsayan önerileri de içeren yeni yolcu hakları düzenlemelerini onayladı. Euronews’in haberine göre, kabul edilen düzenleme kapsamında yolculara koltuğun altına sığabilecek boyutta bir çanta hakkı ücretsiz olarak tanınırken, diğer kabin bagajları ücretli hale getirilebilecek.
Yeniden yönlendirme zorunluluğu ve tazminat sınırları
Yeni kurallara göre, havayolları uçuş iptali veya gecikme durumunda yolcuları en kısa sürede başka bir seferle yönlendirmekle yükümlü olacak. Gerekirse bu yönlendirme başka bir havayolu veya farklı bir ulaşım aracıyla da sağlanabilecek.
Eğer üç saat içinde yeniden yönlendirme sağlanmazsa, yolcular kendi alternatif ulaşım yöntemlerini ayarlayabilecek ve orijinal bilet bedelinin %400’üne kadar geri ödeme talep edebilecek.
Yeni tazminat düzenlemelerine göre, kısa ve AB içi uçuşlarda (3.500 km altı) dört saati aşan gecikmelerde yolcular 300 euro, uzun mesafeli uçuşlarda (3.500 km üzeri) altı saati aşan gecikmelerde ise 500 euro tazminat alabilecek.
"Olağanüstü durum" savunmasına sıkı kurallar
Havayolları, “olağanüstü koşullar” gerekçesini öne sürebilmek için artık tüm makul önlemleri almış olduklarını kanıtlamak zorunda kalacak. Ayrıca gecikme yaşanması halinde yolculara yiyecek, içecek ve konaklama sağlamak zorunlu olacak. Bu yükümlülük yerine getirilmediği takdirde, yolcular masrafları kendileri karşılayarak havayolundan geri ödeme talep edebilecek.
Yolcu haklarının daha iyi uygulanabilmesi için bilgilendirme yükümlülükleri de artırıldı. Havayolları, bilet alım anından itibaren yolcuları açık bir şekilde bilgilendirmekle ve şikâyet sürecinde şeffaf olmakla yükümlü olacak.
Yolcuların taleplerini iletme süresi altı ayla sınırlandırılırken, havayolları bu başvurulara en geç 14 gün içinde yanıt vermek zorunda kalacak.
"12 yıldır yapılamayan reform tamamlandı"
AB Dönem Başkanlığını yürüten Polonya’nın Altyapı Bakanı Dariusz Klimczak, oylamanın ardından yaptığı açıklamada, “Bugün kabul edilen tutum, hava yolcularının ve havayolu şirketlerinin uzun süredir dile getirdiği, daha net ve güncellenmiş kurallar yönündeki çağrıya yanıt veriyor,” dedi
Tüketici örgütlerinden kabin bagajı tepkisi
Ancak Avrupa Tüketici Örgütü BEUC, kabul edilen düzenlemeye sert tepki gösterdi. Örgüt, yolculara bilgi ve yardım konusunda bazı iyileştirmeler yapılmasına rağmen, temel haklarda ciddi gerilemeler yaşandığını savundu.
BEUC Genel Direktörü Agustín Reyna, “Kağıt üzerinde bazı haklar geliştirildi, ancak birçok temel hakkın geriye gitmesi söz konusu. Örneğin yeni tazminat eşikleri nedeniyle çoğu yolcu, iki ila dört saatlik gecikmelerde artık tazminat alamayacak,” dedi.
Reyna, el bagajı ücretleriyle ilgili olarak ise şu değerlendirmede bulundu:
“Tüketici örgütleri, el bagajı için ücret alınmasının AB kurallarına ve AB Adalet Divanı içtihatlarına aykırı olduğunu belirterek geçen Mayıs ayında Avrupa Komisyonu’na şikâyette bulundu. El bagajı, yolcu taşımacılığının temel unsurlarındandır. Ancak Konsey’in kabul ettiği metin, makul boyuttaki el bagajının ücretlendirilmesini meşrulaştırıyor.”
ABD'de durum nasıl?
BBC'de dün yayınlanan bir habere göre, sadece ABD’deki havayolu şirketleri, 2023 yılında check-in bagaj ücretlerinden 7 milyar dolar, 2024’te ise 7,27 milyar dolar gelir elde etti. Bu rakam, 2019’daki 5,76 milyar dolarlık gelire kıyasla büyük bir artışa işaret ediyor.
Ek ücretlerden en fazla kazanan şirketler
American Airlines: 2008'de ABD'de ilk kez check-in bagajı ücretlendiren havayolu oldu (15 dolar). Sektörde ücret uygulamasını başlatan öncülerden.
Southwest Airlines: Eskiden ücretsiz bagajla öne çıkan Southwest, artık iç hatlarda check-in bagajı için ücret alıyor. Bu, yolcuların tepkisini çekti.
Air Canada: En son check-in bagaj için ücret talep eden şirketlerden biri. Yolcuların kabin bagajı tercihine yönelmesine neden oldu.
Ryanair: Kabin bagajını ücretlendiren ilk Avrupa şirketlerinden biri. Sadece koltuk altına sığan küçük çantaları ücretsiz kabul ediyor, üst bölmeye konulan el bagajı için ise en az 6 sterlin (yaklaşık 230 TL) ücret talep ediyor.
Kaynak: Gazete Oksijen
Marks & Spencer CEO’suna fidye talep eden e-posta: DragonForce’un siber saldırıları derinleşiyor
Hacker grubu DragonForce, M&S CEO’suna gönderdiği karanlık ağ bağlantılı, küfür ve tehdit dolu bir e-postayla fidye talep etti. Grup aynı zamanda Co-op saldırısının da sorumluluğunu üstlendi. Siber saldırıların arkasında genç Batılı hacker kolektifi “Scattered Spider” olabileceği de düşünülüyor
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
Marks & Spencer CEO'su fidye talep edilen küfür dolu bir e-posta aldı. 23 Nisan’da, çalışanlardan birinin e-posta hesabı kullanılarak gönderilen mesaj, hacker grubu DragonForce tarafından M&S CEO’su Stuart Machin’e iletildi.
Bozuk bir İngilizceyle yazılmış olan e-posta, Marks & Spencer’ın fidye yazılımı grubu tarafından gerçekten de hacklendiğini ilk kez doğrulamış oldu. Marks & Spencer bu olay yaşanana kadar siber saldırı altında olduğunu inkar etmişti.
Hackerlar e-postada "Çin’den İngiltere’ye kadar yol kat ettik ve acımasızca şirketinize tecavüz edip tüm sunucularınızı şifreledik" diye yazdı.
Siber saldırı şirkete tahmini olarak 300 milyon sterline mal oldu. Saldırının üzerinden altı haftadan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen şirket hala online sipariş alamıyor.
BBC’nin siber güvenlik uzmanı tarafından incelenen şantaj e-postası, M&S CEO’suna ve yedi diğer yöneticiye gönderildi. Mesajın içinde ırkçı bir ifade de yer alıyor.
"Birbirimize yardımcı olabiliriz"
Fidye talebi içeren e-postada paylaşılan dark web bağlantısı, DragonForce’un mağdurlarının fidye görüşmelerine başlaması için oluşturduğu bir portala yönlendiriyor. Bu bağlantı, e-postanın gerçek olduğunu gösteren bir başka kanıt olarak değerlendiriliyor.
Linki paylaşan hackerlar şöyle yazdı: "Haydi partiyi başlatalım. Bize mesaj atın, bunu ikimiz için de hızlı ve kolay hale getirelim."
Suçlular ayrıca şirketin siber sigorta poliçesi hakkında bilgi sahibi olduklarını da ima etti ve şöyle yazdı: "Birbirimize çok güzel yardım edebileceğimizi biliyoruz :))"
M&S CEO’su ise şirkete fidye ödenip ödenmediği konusunda herhangi bir açıklama yapmayı reddetti.
Ateş püsküren bir ejderha
DragonForce, e-postayı ateş püsküren bir ejderha görseliyle sonlandırdı.
Bu e-posta, ilk kez Marks & Spencer’ın hacklenmesi ile DragonForce’un sorumluluğunu üstlendiği devam eden Co-op siber saldırısı arasındaki bağlantıyı doğruluyor.
Nisan ayı sonlarında başlayan bu iki siber saldırı, her iki perakendeci üzerinde büyük bir yıkıma neden oldu. Bazı Co-op rafları haftalarca boş kaldı, M&S ise operasyonlarının temmuz ayına kadar aksayacağını öngörüyor.
Hackerlar tespit edilemedi
Her ne kadar artık her iki saldırının da arkasında DragonForce’un olduğu bilinse de, saldırıları gerçekleştiren gerçek hackerların kim olduğu hâlâ belli değil.
DragonForce, karanlık ağdaki sitesinde siber suç ortağı olmak isteyenlere çeşitli hizmetler sunuyor ve karşılığında elde edilen fidyelerin yüzde 20’sini alıyor.
İsteyen herkes, mağdurların verilerini şifrelemek için DragonForce’un zararlı yazılımını kullanabiliyor veya kamuya açık şantajlar için onların karanlık ağ sitesini kullanabiliyor.
Çin, Rusya, Malezya
Suçluların karanlık ağdaki veri sızdırma sitesinde henüz Co-op ya da M&S hakkında hiçbir şey paylaşılmadı, ancak hackerlar geçen hafta BBC’ye yaptıkları açıklamada kendi sistemlerinde teknik sorunlar yaşadıklarını ve "çok yakında" bilgi yayımlayacaklarını söylediler.
Bazı araştırmacılar, DragonForce’un Malezya merkezli olduğunu söylerken, bazıları Rusya’dan olduklarını iddia ediyor. Ancak M&S’ye gönderilen e-postada Çin kökenli olduklarına dair bir izlenim veriliyor.
Ayrıca, bu saldırıların arkasında, Harrods’a yapılan saldırı da dahil olmak üzere, “Scattered Spider” (Dağınık Örümcek) adlı Batılı genç hackerlardan oluşan gevşek yapılı bir kolektifin yer alabileceğine dair spekülasyonlar artıyor.
Scattered Spider, klasik anlamda organize bir grup değil. Daha çok Discord, Telegram ve çeşitli forumlar gibi platformlarda organize olan bir topluluk. Siber güvenlik firması CrowdStrike tarafından bu yüzden “scattered” (dağınık) olarak tanımlandılar.
Scattered Spider üyelerinden bazılarının ABD ve Birleşik Krallık’tan gençler, hatta ergenlik çağında olduğu biliniyor.
Hackerlar cevap vermiyor
Bir BBC belgeselinde, Birleşik Krallık Ulusal Suç Ajansı (NCA), bu perakende saldırılarıyla ilgili soruşturmalarda odağı bu gruba çevirdiklerini açıkladı.
BBC, Co-op’u hackleyen kişilerle de konuştu. Bu kişiler kendilerinin Scattered Spider olup olmadıkları sorusuna cevap vermeyi reddetti. Verdikleri tek yanıt “Bu soruya cevap vermeyeceğiz” oldu.
İki hacker, ABD yapımı suç dizisi The Blacklist’ten karakterler olan “Raymond Reddington” ve “Dembe Zuma” adlarıyla anılmak istediklerini söylediler. Dizide bu karakterler, aranan bir suçlunun polisle iş birliği yaparak diğer suçluları yakalamasını konu alıyor.
Trump'tan Fed'e faiz indirimi baskısı
ABD Başkanı Donald Trump, ABD Merkez Bankası'na (Fed) faiz oranını "tam puan" düşürme çağrısında bulundu. Trump, 'çok geç' lakabını taktığı Fed Başkanı Jerome Powell'ı "Ülkemize bir servete mal oluyor" sözleriyle hedef aldı
A+ Yazı Boyutunu BüyütA- Yazı Boyutunu Küçült
ABD BaşkanıDonald Trump, Truth Social hesabından yaptığı paylaşımda, Fed'e yönelik faiz indirimi baskısını artırdı. Fed Başkanı Jerome Powell için "çok geç" lakabını kullanan Trump, Powell'ı "bir felaket" olarak nitelendirdi. Trump, Avrupa'nın 10 kez faiz indirimi yaptığını ABD'nin ise hiç yapmadığını belirterek, "Ona (Powell) rağmen ülkemiz harika gidiyor. Tam puan indir, roket yakıtı" ifadelerini kullandı.
Borçlanma maliyetlerinin çok daha düşük olması gerektiğini vurgulayan Trump, "Eğer Fed'deki 'çok geç' faiz indirimi yapsaydı, vadesi gelen borçlarda uzun ve kısa vadeli faiz oranlarını büyük ölçüde düşürmüş olurduk. Biden çoğunlukla kısa vadeli borçlandı. Artık neredeyse hiç enflasyon yok ama geri gelirse faizi artırarak karşılık ver. Çok basit. (Powell) Ülkemize bir servete mal oluyor" değerlendirmesinde bulundu. Fed, 6-7 Mayıs tarihlerinde düzenlenen son toplantısında, politika faizini beklentilere paralel olarak değiştirmeyerek yüzde 4,25-4,50 aralığında sabit tutmuştu.
Kaynak: AA
Comments